Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2020/1605 E. 2022/2019 K. 29.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1605 Esas
KARAR NO: 2022/2019 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI: 2019/156 Esas – 2020/123 Karar
TARİHİ: 13/02/2020
DAVA: Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 29/12/2022
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkili şirketin kurulduğu günden bu yana toplumsal sorumluluk bilinci ile kültür, sanat, spor gibi farklı alanlarda bir çok projeye destek verdiğini ve çocukların eğitimini desteklemek amacı ile de pek çok projenin önemli destekçilerinden biri olduğunu, son zamanlarda gündemde yer alan …na ait olduğu söylenen yurtlarda vuku bulan tecavüz sıkandalı sebebi ile ciddi biçimde çarpıtılarak sosyal medyada karalama kampanyasına dönüştürüldüğünü,davalı …’ın … Gazetesinde köşe yazarı olup tüm Türkiyenin yakından tanıdığı bir gazeteci olduğunu, ulusal gazetede köşe yazarı olmasının yanında twitter hesabının da 228 bin takipçisi olduğunu ve kamuoyu nezdinde takip edilen etkili bir kimse olduğunu ,07.04.2016 tarihinde twitter hesabından “…” şeklinde, 09.04.2016 tarihinde ise “…” şeklinde paylaşımda bulunduğunu, son derece haksız , aşağılayıcı ve tahrik edici ifadelerde bulunduğunu, davalı tarafından gerçekleştirilen bu haksız fiil sebebi ile müvekkilinin kişilik haklarının zedelendiğini, davalının yaptığı açıklamanın gerçekliğinin ipsatla mükellef olduğunu, müvekkilinin kişilik hakları ciddi bir biçimde zedelendiğinden manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğini, davalının açıklamalarının aynı zamanda TTK.nun 55 ve devamı maddeleri uyarınca haksız rekabet niteliğinde olduğunu iddia ederek 100.000,00.TL. manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle, dava konusu ifadenin haksız eylem değil ifade özgürlüğünün kullanılması olduğunu, ifade özgürlüğünün Anayasanın 26 ve 28 maddelerinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10.maddesinde koruma altına alınan bir hakolduğunu,müvekkilinin ifade özgürlüğüne müdahale etmenin koşullarının olmadığını, davanın hukuksal dayanaktan yoksun olduğunu , talep edilen tazminatın çok fahiş olduğunu iddia ederek davanın reddini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 13/02/2020 tarih 2019/156 Esas – 2020/123 Karar sayılı kararında; “Dava, davalı tarafından sosyal medyada yapılan paylaşımlar nedeniyle kişilik haklarına saldırı ve haksız rekabette bulunulduğu ileri sürülerek açılan manevi tazminat davasıdır.Davacı vekili, davalının sosyal medya hesaplarında yapmış olduğu paylaşım ile müvekkilinin kişilik haklarına zarar verdiğini ve aynı zamanda TTK.nun 55 ve devamı maddeleri uyarınca haksız rekabet niteliğinde olduğunu ileri sürmektedir. Davalı vekili ise müvekkilinin paylaşımlarının ifade hürriyeti kapsamında olduğunu savunmaktadır. Davanın dayanağı, TMK’nin 24-25, TTK’nin 54/2, 55(1), 56/1-e ve TBK’nin 58. Maddeleridir. TMK. m. 24 hükmü, kişilik haklarına hukuka aykırı müdahalede bulunulan kişinin hâkimden korunma talep edebileceğini belirttikten sonra, müdahalenin hukuka aykırı kabul edilemeyeceği durumlar arasında üstün nitelikte kamusal yararın müdahaleyi haklı kılmasını da saymıştır. Özellikle basın yoluyla kişilik haklarının ihlâlinde, ihlâlin hukuka aykırılığını ortadan kaldıran sebep, toplumun haber almaktaki yararı biçimindeki “üstün kamu yararı” olarak karşımıza çıkmaktadır. Basında haber, eleştiri konusu yapılan, izni alınmadan resmi yayımlanan kişi kamuya mal olmuş bir kişi ise, toplumun haber almakta üstün yararı bulunduğu kabul edilebildiği ölçüde bu husus kişinin kişilik haklarına müdahaleyi hukuka uygun hale getirebilmektedir.(kamuya Mal Olmuş Kişi Kavramı, L. Müjde KURT, Ankara Üni. Hukuk Fak. Dergisi, 66 (3) 2017: 581-604, Kara-Kılıçarslan, s. 109; Acabey, s. 28; Oğuzman/Seliçi/Okytay-Özdemir, s. 212 vd.; Dural/Öğüz, s. 139; Serozan, s. 473 vd.; Akipek/Akıntürk/Ateş, s. 388. ) Düşünce ve ifade özgürlüğü, TC Anayasasının 26/1 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesinde düzenlenmiştir. Düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı, Anayasa ve sözleşmenin (AİHS) ortak koruma alanında yer almaktadır. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti başlığı altında düzenlenen Anayasamızın 26. Maddesine göre, Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. AİHS m.10 göre de, herkes görüşlerini açıklama ve ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir.Davalının gazeteci olduğu düşünüldüğünde konuyu basın hürriyeti açısından da değerlendirmek gerekir. Bu kapsamda Anayasamızın basın hürriyet kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “Basın hürdür, sansür edilemez.” Yine 09/06/2004 tarihli Basın Kanunun 3. maddesi şöyledir: Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Yukarıda anlatılanlar doğrultusunda somut olayı değerlendirdiğimizde, davalının 07.04.2016 tarihinde twitter hesabından “…” şeklinde, 09.04.2016 tarihinde ise “…” şeklindeki paylaşımların, kamuya mal olmuş bir tüzel/ticari kişilik olan davacı yönünden ifade hürriyeti kapsamında kalmaktadır. Kaldı ki gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin gerek ise de Anayasa mahkemesinin birçok içtihadında vurgulamış olduğu üzere, ifade özgürlüğü; sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız kabul edilen bilgi ve fikirler için değil, incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. ( Handyside Birleşik Krallık, B.No:5493/72, 7/12/1976, prgraf 49) Bu, yokluğu halinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörülüğün ve açık fikirliliğin bir gereğidir.AİHM, sözleşmenin 10. Maddesinde güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi tutulduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır.Hal böyle iken davalının, “incitici ve hoşa gitmeyen ifadeler” olarak tanımlanabilecek ancak ifade hürriyeti kapsamında kalan sosyal medya paylaşımları nedeniyle , gerek genel hükümler, gerek ise de haksız rekabet hükümleri kapsamında aleyhine manevi tazminata hükmetmek mümkün olmayıp aksi durumda ifade hürriyetinin sınırları demokratik toplum ilkelerine aykırı bir şekilde daraltılmış olacaktır. Bu nedenlerle davacı taleplerinin reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir.”gerekçesi ile,Davanın REDDİNE, karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle, söz konusu yerel mahkeme kararında davalı lehine hükmedilen vekalet ücretinin avukatlık asgari ücret tarifesine aykırı olarak hesaplandığını, Taraflarınca incelenerek kaldırılması istedikleri yerel mahkeme kararında, davanın tamamen reddine karar verilmiş olduğunu ve davalının lehine toplamda 13.450,00 TL vekalet ücretine hükmedildiğini, ancak söz konusu vekalet ücretinin Avukatlık Asgari Tarifesi’ne açıkça aykırı olduğunu; huzurdaki işbu davanın konusunun ‘’manevi tazminat’’olduğunu, talebin tamamen reddedilmesi nedeniyle maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğini, yerel mahkeme tarafından davalının lehine nisbi vekalet ücretine hükmedilmesinin açıkça hukuka aykırı olduğunu ve kararın bu yönüyle kaldırılması gerektiğini, Davalının paylaşımlarının ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini; yerel mahkeme tarafından söz konusu paylaşımın “ifade özgürlüğü hakkı” kapsamında ele alınmasının isabetsiz bir değerlendirmeye varılmasına yol açtığını; nitekim söz konusu özgürlüğün gündeme gelebilmesi için davalının paylaşımının “kişisel görüşe” dayalı “yorum” veya “eleştiri”; bir diğer ifade ile “bir düşünce açıklaması” olması gerektiğini; davalının, herhangi bir maddi olgu isnadından değil de müvekkili şirket hakkındaki görüş ve yorumlarından bahsetse, bu durumda bu görüşleri sert, sarsıcı, hatta şok edici olması durumunda dahi ifade özgürlüğünün korumasının söz konusu olacağının muhakkak olduğunu; oysa, davalının davaya konu paylaşımla müvekkil şirket’in “tecavüzü desteklediği” yönünde izlenim uyandırarak, bir görüş, yorum veya kanaatinden bahsetmediğini, doğrudan doğruya maddi bir vakia ile müvekkili …’i ilişkilendirdiğini; bahsedilen “tecavüz” olayının …’daki bir yurtta … çocuğa tecavüz edilmesi vakası olduğunu, Davalının bu ifadeleriyle, müvekkili …’in bu tecavüzlerin arkasında durduğunu, bunları savunduğunu ileri sürdüğünü; dahası, davalının bunu bir iddia olarak ortaya atmakla kalmadığını, Türkiye’nin en saygın ticari kuruluşlarından olan müvekkili …’e açıkça ithamda bulunarak, müvekkilini kamuoyu nezdinde alenen aşağıladığını, küçük düşürmekte ve hakaret etmekte olduğunu; burada artık bir görüş veya ifade açıklamasından bahsedilemeyeceğini; bir kimseye, “tecavüzü desteklediği” gibi son derece çirkin ve haksız bir söz söylenmesinin, görüş ve düşünce açıklaması ile uzaktan yakından ilgisinin olmadığını, Somut olayda davalının paylaştığı ifadelerin ifade özgürlüğü kapsamına girip girmediği değerlendirilirken, esas alınması gereken ölçütün, Anayasa m. 26’da öngörülen “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” ölçütü olduğunu; yerel mahkemenin bu ölçütü tamamen görmezden geldiğini dahası söz konusu ifadenin davacı şirkete karşı bir hakaret unsuru taşımadığını, rencide edici ve kamuoyunda küçük düşürücü bir niteliğinin bulunmadığını ifade ettiğini, Yargıtay’a ve doktrine göre de kişilik hakları ile düşünce özgürlüğü karşı karşıya geldiğinde, düşünce özgürlüğünün geri planda durması gerektiğini, kişilik haklarının korunması gerektiğini; “Bütün demokratik ülke anayasalarında düşünce açıklama özgürlüğü hangi amaçla kullanılırsa kullanılsın kimseye kisilik haklarına saldırı hakkı vermemektedir… Düşüncelerin basin yoluyla açıklanması özgürlüğünün tanınması amacı bu özgürlüğün kişilik haklarına saldırı ar kullanılmasıyla bağdaşamaz. Basın yoluyla düşünce açıklama hakkı, kişiliğin korunması söz konusu olduğunda geri plana çekilmek zorundadır. Burada, basın özgürlüğünün kişilik haklarını koruyan MK m. 24 ve BK m. 58 ile sınırlandırılması söz konusudur.” (KILIÇOĞLU, Ahmet, Şeref, Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yoluyla Saldırılardan Hukuksal Sorumluluk, Ankara, 2013, s. 181-182; DÖNMEZER, Sulhi / BAYRAKTAR, Köksal, Basın Hukuku, İstanbul, 2013, s. 112) “Hürriyetçi argümanda belli bir makullük, hatta çekicilik var olmakla beraber, bütün hukuk sistemleri, kasıtlı yalanların yayılması yoluyla bir kimsenin saygınlığını yitirmesinin gerçek bir zarar teşkil ettiğini ve fikirlerin serbest piyasasına dayanan bir sistemin insanları yeterince koruyamayacağını kabul etmektedir. Tam bir ifade hürriyetinin geçerli olması bir bütün olarak toplumun yararına olabilirse de, bu durum masum mağdurlar da, yani yalan yanlış hikayelerin yayılmasından gadre uğramış kişiler de bırakabilir.” (BARRY, Norman; ‘Hukuki ve Siyasi Açıdan ifade Hürriyeti’, Liberal Düşünce Dergisi, S. 27, Yıl 2002, s. 12). Bu hususun, birçok Yargıtay kararında da özellikle vurgulandığını, (Yargıtay 4. HD. 12.7.1971 E. 5298 K. 6927; Yargıtay 4. HD. 22.11.1973 E. 970/9724 K. 9474; Yargıtay 4. HD. 11.02.1985 9517/958; Yargıtay HGK 26.03.2003 161/201 Bkz. KILIÇOĞLU, S. 182) Somut olaya bakıldığında, davalının açıklamalarının bir olgu isnadı değil de “fikir beyanı” olduğu düşünülecek dahi olsa, bu açıklamanın müvekkilin kişilik haklarına çok ciddi biçimde zarar verdiğini; bir kimsenin, türkiye’nin en önemli şirketlerinden biri hakkında, o dönemde gündemde çok sıcak olan ve tüm ülkede haklı bir infiale sebebiyet veren çocuk tecavüzü vakıasıyla ilgili olarak, “tecavüzü desteklediği” şeklinde bir ithamda bulunması ile kişilik hakkı ihlal olmayacaksa, böyle bir hakkın varlığından söz edilemez duruma gelineceğini; bir firmaya, açıkça ve alenen “Tecavüze Destek” olduğu yönünde bir itham ve iftirada bulunulmasının neresinin eleştiri sınırları kapsamında kaldığını ve bu ifadenin yerel mahkeme tarafından hangi kanaatle müvekkilinin kişilik haklarına bir saldırı teşkil etmediğinin taraflarınca anlaşılamadığını, Hukuk düzeninin, bir kimseye çocuk tecavüzüne destek olduğu yönünde bir ithamda bulunulmasını ifade özgürlüğü kapsamında korumakta olmadığını; bu noktada ortada bir eleştiriden değil, olsa olsa ispatlanamayan bir iddiadan ve iftiradan bahsetmek gerektiğini, Bu bağlamda; davalının Twitter gibi dünyanın en popüler sosyal medya platformlarından birini kullanarak, müvekkiline yönelttiği “Tecavüze Destek” olduğu yönündeki iddia ve ithamlarının, işaret ettiği konunun hassasiyeti de göz önüne alındığında, tartışmasız müvekkilinin toplum nezdindeki şeref, saygınlık ve ticari itibarını ağır şekilde zedelediğini; buna ilişkin olarak müvekkilinin kişilik haklarına yapılan bu saldırı nedeniyle uğramış olduğu manevi zararın, davalı tarafından tazmini gerektiğini; nitekim kanundaki ilgili düzenlemelerin ve Yargıtay görüşlerinin de bu yönde olduğunu, Buna ek olarak; Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13.02.2001 tarihli ve 2001/4164 E. ve 2001/8421 K. sayılı kararının da; “Kişilik haklarına saldırının kapsam ve koşulları MK.nun 24, 24/a maddesinde belirtilmiş, BK. nün 49. maddesinde de saldırı halindeki yaptırımın kapsam ve niteliği düzenleme altına alınmıştır. BK. nün 49. maddesinde belirtilen manevi zarar, kişinin kişisel çıkarlarında (haklarında) uğradığı bir eksilmedir. Bir tüzel kişinin kişisel haklarından olan (adi, şerefi, onuru ve itibarı gibi) varlıklarına yapılan saldırının; bu manevi değerlerinde bir eksilmeye (manevi zarara) neden olacağı bir gerçektir. Gerçi, duyguları olmayan tüzel kişilerin elem ve izdirap duymaları düşünülemez. Ancak bu onların kişilik değerlerinin saldırıya uğramadığı sonucunu doğurmaz. Hukuk düzeni tüzel kişileri hukuk sujesi olarak tanıdığına ve onlara ad, şeref, onur ve itibar gibi kişisel varlıklar bahsedilmiş olduğuna göre (MK. nün 46), tüzel kişinin Üzüntü duymayacağı gerekçesiyle davanın reddi doğru değildir. Zaten manevi zarar salt üzüntünün varlığı halinde değil, kişinin kişilik değerlerinin saldırıya uğraması durumunda gerçekleşen bir zarardır. Bunun içindir ki gerek Medeni Yasa ve gerekse Borçlar Yasası (m. 49) yalnız gerçek kişilerin değil, aynı zamanda tüzel kişilerinde kişisel haklarını korumaktadır. Yargılayın uygulaması ve bilimsel eserlerdeki baskın görüş, tüzel kişilerin de kişisel nitelikçe gerçek kişilerin kişiliklerine özgü olanların dışında kalan, kişisel haklarına saldırı halinde manevi tazminat isteyebilecekleri yolundadır.” şeklinde olduğunu, Bu itibarla, davalının müvekkili hakkındaki gerçeğe aykırı, aşağılayıcı ve müvekkilinin ticari itibarını ihlal edici ifadeleri uyarınca, müvekkilinin kişilik hakları zarar gördüğünden, TMK m. 24,25 ve TBK m. 49-58 uyarınca davalı tarafından müvekkili şirkete manevi tazminat ödenmesi gerektiğinin tartışmasız olduğunu; yerel mahkeme tarafından bu hususların hiçbirinin tartışma konusu dahi yapılmadığını; davalı tarafından kullanılan ifadenin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığına karar verilerek davanın reddine karar verilmiş olmasının hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, …’da yaşanan adli bir vaka ile müvekkili tarafından öğrencilere sağlanan eğitim desteğinin ilişkilendirilmesinin açık bir biçimde hukuka aykırı olduğunu, Müvekkili şirketin kamuoyuna yapmış olduğu açıklamada açıkça, “doğrudan öğrencilerimize giden burslarla biz herhangi bir vakfı derneği veya sivil toplum kuruluşunu değil öğrencilerimizin eğitimini destekliyoruz” şeklindeki ifadeyle sadece öğrencilerin eğitiminin desteklendiğinin belirtildiğini; davalı tarafından …’in “Tecavüzü destekleyen” bir kurum olduğunun dile getirildiğini, Müvekkili …’in öğrencilere burs vermekten ve eğitim ile ilgili projelere destek olmaktan başka hiçbir eyleminin olmadığını; sırf öğrencilerinin bazılarına burs sağladığı onlarca vakıftan birinin bir şehirdeki yurdunda gerçekleşen çocuk tecavüzü olayıyla Müvekkilinin isminin ilişkilendirilmesinin hukuken de vicdanen de kabul edilemez olduğunu ve yerel mahkeme tarafından, davalının müvekkiline yönelik olarak “Tecavüze Destek” oldukları yönündeki ithamının, müvekkilinin vermiş olduğu eğitim desteğinin eleştirilmesi olarak değerlendirildiğini ve böylelikle adeta yaşanan adli vakia ile müvekkilnin ilişkilendirilerek bir de davalının müvekkiline yönelik olan hakaret ve iftiranın eleştiri sınırları içinde kabul edildiğini; bu itibarla, yerel mahkemenin gerekçesinin hukukla bağdaşır tek bir tarafının olmadığını, Bütün bu sayılan sebeplerle; davalının ileri sürdüğü “…” iddiasının bir eleştiriden ziyade müvekkiline karşı somut bir fiil ve olgu isnadı olduğunu, davalının bu iddiasını ispatlaması gerektiğini, bu ifadelerin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesinin imkansız olduğunu ve bu karalayıcı ve çirkin ithamlar sebebiyle müvekkili …’in kamuoyu nezdindeki ticari itibar ve saygınlığının ihlal edildiğini; bu itibarla, davalarının kabulü ile davalının, müvekkili …’in kişilik haklarını ihlal eden hukuka aykırı paylaşımları nedeniyle manevi tazminata mahkûm edilmesi gerektiğini, davanın reddine karar verilmesinin hukuka açıkça aykırı olduğunu; bu nedenle, söz konusu kararın dairemizce istinaf yoluyla incelenerek kaldırılması gerektiğini, Nitekim sosyal medya üzerinden müvekkili aleyhine yapılan haksız ve hukuka aykırı bir paylaşımdan kaynaklı olarak müvekkili adına ikame edilen davalardan biri olan İstanbul Anadolu 16. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde 2016/188 E. 2016/355 K. Sayılı kararıyla 13.10.2016 tarihinde davanın reddine karar verildiğini, bu karara karşı taraflarınca istinaf kanun yoluna başvurulduğunu; istinaf başvurularının İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi tarafından işin esasına girilerek incelendiğini ve işbu kanun yolu incelemesi sonucunda 27.2.2017 tarihinde KARARIN KALDIRILMASINA ve DAVANIN KISMEN KABULÜNE kesin olarak karar verildiğini; Dairemiz tarafından yapılacak olan istinaf kanun yolu incelemesinde de bu kararın göz önüne alınarak, ilk derece mahkemesi kararının KALDIRILARAK hukuka, ahlaka, adalete ve hakkaniyete uygun bir şekilde müvekkili lehine manevi tazminata hükmedilmesini talep ettiklerini, İleri sürerek, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kabulüne, yargılama giderleri ile vekâlet ücretinin ise karşı tarafa yükletilmesine, karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır.Dava, kişilik haklarına saldırı ve haksız rekabet nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.Davacı vekili, davalının twitter hesabından yaptığı paylaşım ile müvekkili şirket hakkında asılsız ithamlarda bulunduğunu, bu ithamların kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu, davalının haksız ithamları nedeniyle müvekkili şirketin kişilik haklarının zarar gördüğünü, davalının eyleminin haksız rekabet niteliğinde olduğunu belirterek manevi tazminata hükmedilmesini istemiş, mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, karara karşı davalı istinaf başvurusunda bulunmuştur.Davalının yaptığı paylaşımda kullandığı ifadelerin, “…”, “…” şeklinde olduğu anlaşılmıştır. Uyuşmazlık bu ifadelerin, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeueceği noktasındadır. İfade özgürlüğü; haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilme, düşünce, tavır ve kanaatlerinden dolayı kınanmama ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilme, anlatabilme, savunabilme, başkalarına aktarabilme ve yayabilme imkânlarına sahip olma anlamlarına gelir.İfade özgürlüğü; aynı zamanda demokratik toplumun temelini oluşturan, toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel unsurlardan olup bu özgürlük, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Von Hannover/Almanya, B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birçok kararında, Sözleşme’nin 10/1. fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini geliştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatarak ifade özgürlüğünün, Sözleşme’nin 10/2. fıkrasının sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen “haber” veya “fikirler” için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulandığını, bunun, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olduğunu, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olamayacağını belirtmiştir.Somut olayda, davalının kişisel twitter hesabından yapılan yukarıdaki iki paylaşım, o dönem kamuoyunda gündeme gelen dava dışı vakıf bünyesindeki bir yurtta öğretmen tarafından çocuklara cinsel saldırı niteliği taşıyan eylemlerde bulunulması ve davacı şirketin de bu vakfa sponsorluğunun bulunması nedeniyle dile getirilen tepki ile, olayın toplum nezdinde yarattığı infial sonucu, davalı aboneliklerinin sonlandırılmasına yönelik tamamen sivil ve toplumsal refleks niteliğindeki protestoya verilen şahsi desteğin açıklanmasından ibarettir. Bu nedenle anılan iki paylaşımın eleştiri hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, eleştirinin sadece olumlu karşılanan veya zararsız veya tarafsız görülen bilgi ve fikirleri değil, demokratik toplumun gereklilikleri olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin parçası olan, rencide eden, şoke eden, rahatsız eden bilgi ve fikirleri de koruma altına aldığının AİHM’nin birçok kararında ifade edildiği, bu nedenle davalının sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımın kişisel değer yargısı niteliğindeki ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamında ağır eleştiri olarak kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır.Yukarıda izah edilen gerekçelerle; patlaşımlarda kullanılan ifadeler ile davacının kişilik haklarının ihlal edildiğinden söz edilemeyeceği, gibi haksız rekabetin varlığından da söz edilemeyeceğinden, davanın reddine dair mahkeme kararı ve gerekçesi yerinde olup, davacının buna yönelik istinaf sebebi yerinde görülmemiştir. Davacının vekalet ücretine yönelik istinaf sebebinin değerlendirilmesine, karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’nin 10/3 fıkrası uyarınca manevi tazminat isteminin tamamının reddedilmesi halinde maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, davacı aleyhine nispi vekalet ücretine hükmedilmesi isabetsiz olmuş, davacı vekilinin bu yöndeki istinaf sebebi yerinde bulunmuştur. Ne varki bu yanılgı, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmemektedir. Yukarıda izah edilen gerekçelerle; davacı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının 6100 Sayılı HMK’nun 353/1-b2 maddesi uyarınca kaldırılmasına, dairemizce yeniden hüküm kurularak, davanın reddine, davalının dairemiz karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’nin 10/3 fıkrası uyarınca davacı aleyhine maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği sonucuna ulaşılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; Davacının istinaf başvurusunun KISMEN KABULÜ ile; İstanbul Anadolu 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 13/02/2020 tarih ve 2019/156 Esas -2020/123 Karar Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-b2 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, Dairemizce yeniden hüküm kurulmak sureti ile; 1-Davanın REDDİNE,
İLK DERECE MAHKEMESİ YÖNÜNDEN: 2-Dairemiz karar tarihi itibariyle alınması gereken 80,70-TL harcın, davacı tarafından dava açılırken peşin olarak yatırılan 1.707,75-TL harçtan mahsubu ile bakiye 1.627,05-TL’nin talep halinde davacıya iadesine, 3-Davacı tarafça sarf edilen yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, 4-Davalı tarafından sarf edilen 16,50-TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 5-Davalı taraf kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden Dairemiz karar tarihinde yürürlükte olan AAÜT’nin 10/3 fıkrası uyarınca hesap olunan 9.200,00-TL maktu vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 6-Artan gider avansı bulunduğu takdirde talep halinde avansı yatıran tarafa iadesine,
İSTİNAF YÖNÜNDEN: 7-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan 148,60-TL istinaf başvuru harcının hazineye gelir kaydına, 54,40-TL istinaf karar harcının talep halinde davalıya iadesine, 8-Davacı tarafından sarf edilen 148,60-TL istinaf kanun yoluna başvurma harcı ile 31,50.TL dosyanın istinafa gidiş/ dönüş gideri olmak üzere; toplam 179,60-TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 9-Bakiye gider avansı varsa talep halinde avansı yatıran tarafa iadesine, 10-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 29/12/2022 tarihinde HMK’nın 362/1-a maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.