Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2020/154 E. 2021/748 K. 20.05.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO : 2020/154
KARAR NO : 2021/748
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME : İSTANBUL 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 20/05/2019
DOSYA NUMARASI : 2016/660 Esas – 2019/470 Karar
DAVA: Ticari Şirket ( TTK 531- Fesih ve Tasfiyeye İlişkin)
KARAR TARİHİ : 20/05/2021
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; davalı şirketin bir aile şirketi olduğunu, şirket kurucusu …nun uzun süren ağır hastalığı nedeniyle 15/03/2003 tarihinde vefat ettiğini ve bu tarihte şirketin iflas halinde olduğunu, mirasçılar olarak müvekkili … ile kardeşlerleri … ve …’nun kaldığını, İstanbul 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2003/246 esas sayılı dosyası ile avukat… tarafından … ve …’ya vekaleten mirasın reddi davası açıldığını ve vekil edenlerin asaleten beyanları alınmadan mahkemece 10/07/2003 tarihinde mirasın reddine karar verilerek kararın kesinleştiğini, bu hususun yıllar sonra yapılan incelemelerden anlaşıldığını, müvekkili … ve … 1/3 oranında miras payları olması gerekirken, reddi miras kararı nedeniyle …’nun yanısıra …’nun alt mirasçısı müvekkili …’ya velayeten velisi tarafından dava ihbar olunan … davalı olarak gösterilmek suretiyle hasımlı olarak İstanbul 3.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/343 esas sayılı dosyası ile açılan davada 14/09/2011 tarihinde … ile …’nun, …’nun mirasında 1/2’şer pay sahibi olduklarına karar verildiğini, dava ihbar olunan …’nun davalı şirketin iflasta olmasından yararlanarak, tüm üretim araçları ile kalıplar, buluş ve yararlı tasarımlar ile kalite belgeleri ve müşteri portföyünü, üretim araçları ile ve başka tüzel kişilik ile ortakları dışlayarak nemalandırdığını, nemalar ve tüm gelirleri … Anonim Şirketi çatısı altında toplandığını, …’ya yasaya aykırılıkların giderilmesi, hukuka uygunluğun sağlanması, hakların ihlal olunmaması için ihtarname keşide ettiklerini, ayrıca İstanbul 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2011/15 tereke dosyası ile tereke tespiti davası açıldığını, açılan davada istenilen miras bırakanın hisse sahibi olduğu şirketlerin Ortaklar Pay Defterlerinin verilen kesin mehillere rağmen ibraz edilmediğini, İstanbul …. İflas Müdürlüğü’nün … İflas sayılı dosyasının incelenmesinde; davalı şirkete ait üzerinde fabrika kurulu taşınmazın fer’ileri üretim araçlarının bir kısmının satışı ile tüm borçların ifası olanaklı iken, hukuka karşı hile yolu ile şeklen iflasın sağlandığını, aktiflerin gizlendiğini, muris …ya ait taşınmazların usulsüz işlemlerle satıldığını, müflis davalı … San. ve Tic. A.Ş’nin iflas aşamasında dahi ortaklar arasındaki güven temelinin çökertildiğini, …’nun daha birçok şirketler grubu ve aile şirketleri olduğunun ticaret sicil belgeleriyle sabit olduğunu, mirasçı … ve şirket paydaşlarının paylarının özellikle … San ve Tic A.Ş. ve diğer şirketlerin aktifleri, müşteri portföyü , fikri ve sınai haklarını fiilen ele geçirerek …. San ve Tic. A.Ş. unvanlı şirketteki miras bırakanın hisselerini ağır hasta olduğu ve tedavi gördüğü tarihlerde yine dava ihbar olunan …’nun uhdesine geçirdiğini, … A.Ş ve … A.Ş şirketlerinin davalı şirket dahil iflas eden şirketlerin borçlarını 1991-1995 arasında her türlü imkanları ile aileye ve iflasın borçlarına harcadığını, şirket aktiflerinin değerinin 2500 trilyon olduğu, … A.Ş’de aile bireylerinin ortak olduğu, ortaklara ödenen paralar, yazılı belgeler, …ya ailenin tüm bireylerine yapılan ödemelerin mirasbırakan …’nun yazdığı yazılı belge içerikleri ile saptandığını, …San. ve Tic. A.Ş nin fabrikasının yine aile şirketi olan … A.Ş ye kiraya verilip akabinde … ve diğer hak sahiplerinin paylarının … San. ve Tic. A.Ş’ye kiralandığının tespit edildiğini, … şirketinin hissedar ve yöneticisi konumunda olan …’nun kötü niyetli olarak hareket ettiğini, …Sanayi ve Ticaret A.Ş. iflas dosyasında danışıklı işlemlerle iflasın kaldırılması işleminin 20 yıldan daha uzun süre yaptırılmadığını ve bu süre içinde kendi lehine rant, şirketler ve şirket paydaşları aleyhine zarar doğurduğunu, … san. ve Tic. A.Ş’nin iflas dosyasına yapılan müteaddit başvurular ve … ile şirket yöneticilerine yapılan ihtarlara, iflas idaresine yapılan şikayetlere karşın zararlara ilişkin tazminat davası açılmadığını, yönetim kurulunun milyonlarca dolar zarara ve gelir mahrumiyetine maruz bırakıldığını, aynı zamanda suç oluşturduğundan … aleyhine İstanbul 40.Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/ 567 esas sayılı dosyası ile kamu davası açıldığını, … Ailesinin diğer mensuplannın haklarının … tarafından, bilerek ve istenerek kasten kendi lehine yok edildiği ve … Ailesinin diğer mensuplarının fiilen maddi ve manevi büyük zararlarına neden olduğunu, … Ticaret Anonim Şirketinin iflas kararının İstanbul 10.Asliye Ticaret Mahkemesinin 2014/524 esas sayılı dosyasından 06/05/2015 tarihinde kaldırılarak kararın kesinleşmiş olduğunu, özellikle … ve diğer pay sahiplerince şirket amacının, ticari faaliyetinin gerçekleştirilmesinin fiilen yok edilmiş olduğunu, davalı şirketin taşınmazı hariç tüm aktiflerinin … A.Ş. çatısı altında haksız olarak edinildiğini, davalının işlevsiz bırakıldığını, halen davalı şirketin iştigal konusunda faaliyet gösteren … AŞ.’de davalı şirket hissedarı …’nun paydaş ve yönetici konumunda haksız rekabet fiiline devam ettiğini, ortaklar arasında güven kalmadığından ortaklığın çekilmez hale geldiği nedenleriyle, şirketin fesih ve tasfiyesi koşullarının oluştuğunu ileri sürerek, davalı … Tic. A.Ş nin haklı nedenle fesih ve tasfiyesine, şirkete ait İstanbul, … ilçesi, … sokak, … (…) Mahallesi, … pafta, … ada, … parsel sayılı, 6857 m2 miktarlı taşınmazın şirketteki paylar oranında paydaşlar adına tapuda tescili yoluyla tasfiyenin gerçekleştirilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle, müvekkil …San. ve Tic. A.Ş.nin İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü’ne … sicil numarası ile kayıtlı bir şirket olup, toplam sermayesi 50.000-TL olup, 50.000-TL olan şirket sermayesinin, 27.800.-TL …’ya, 2.000.-TL …’ya, 17.800.-TL …’ya, 2.000.-TL davacı …’ya, 200.-TL …’ne ve 200.-TL ise… San. Tic. A,Ş.’ne ait olduğunu, müvekkili şirketin, İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 1993/1595 E. tarihli iflas kararı ile tasfiye sürecine girdiğini ve İstanbul 10.Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2014/524 E. sayılı dosyasından verilen 06.05.2015 tarihli karar ile iflas kararının kaldırıldığını, esasen henüz iflastan kurtulmuş ve 7 aylık şirket açısından davacıların haklı sebep olarak gösterdikleri hususların dikkate alınmaması gerektiği ve haklı nedene ilişkin dava şartının gerçekleşmediğini, davacıların mirasın reddine ve reddin sonuçlarına ilişkin beyanları dava ile ilgisiz olmakla birlikte, hukuki yanılgı yaratmaya yönelik olduğunu, zira murisin vefat ettiği 2003 tarihinde davacı … 40 yaşında olup, fiil ehliyetine sahip, reşit biri olduğunu, adı geçen davacının, şirketlerin iflas halinde dolayısıyla da murisin borca batık olduğunu bildiği için kendi isteğiyle mirası reddettiğini, dava dilekçesinin 1.1. maddesinde de -şirketin iflas halinde olduğunu- bizzat kendisinin beyan ettiğini, bu beyanına rağmen, huzurdaki davada mirası reddetmesi için kandırılmış intibası yaratmaya yönelik beyanlarının asılsız olduğunu, şirketin iflastan kurtulma sürecinde ortada olmayan davacıların, iflastan kurtulmanın akabinde şirketin feshini talep etmelerinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu, İflastan yeni kurutulan müvekkil şirketin tek malvarlığının İstanbul İli, … İlçesi, … Sok., … Mah., … pafta, … ada, … parselde kayıtlı 6.857 m2 lik taşınmaz olduğunu, muris hayatta iken meydana gelen olayları, sanki muris vefat ettikten sonra olmuş ve bunlar müvekkili şirketin Yönetim Kurulu Başkanı … tarafından hileli şekilde gerçekleştirilmiş gibi yansıtılmaya çalışılarak haklı sebep olgusu yaratmak istenildiğini, 01.11.1990 tarihli kira sözleşmesi ile müvekkili şirkete ait fabrika binasının düşük bedelle … A.Ş.’ye ve … A.Ş. tarafından da 01.03.1999 tarihli sözleşme ile … San. ve Tic. A.Ş.’ye kiralanmasına yönelik iddiaların asılsız olduğunu, zira kira sözleşmelerinin tarihlerine bakıldığında yine murisin sağlığında yapılan işlemler olduğunun görüleceğini, muris…, … San. ve Tic. A.Ş.’nin kuruluşunda hayatta olup, bu şirketin kurucu ortaklarından biri olduğunu, kira sözleşmeleri yapıldığı tarihte davacı …’nun şirket ortağı olup, bu hususlara o dönemde itiraz etmediğini, davacının dava dışı … işçi alacaklarını temlik alması ve müvekkili şirketin iflasının kaldırılmasına onay vermesini danışıklı işlem olarak değerlendirmesi ve bu durumun iflas sürecinde ortaklar arasında güven temelinin çökmesi olarak nitelendirmesinin ise hayret verici olduğunu, davacılardan …’nun, bahsi geçen tüm süreç boyunca şirket ortağı olduğu halde, sürece hiçbir katkısı olmadığı gibi, hiçbir işleme de itirazı olmadığını, diğer davacı … açısından ise, o dönemde şirkette pay sahibi olmadığı dikkate alındığında, ortaklar arasında güven ilişkisinin iflas sürecinde zedelendiğinden bahsedilemeyeceğini, müvekkili şirketin iflasla ilgili borçlarının Yönetim Kurulu Başkanı … ve dava dışı … tarafından ödendiğini, şirketin müvekkilinin şahsi çabaları ile iflastan kurtarıldığını, merhum … döneminde başlayan iflas sürecinde şirkete hiçbir katkısı olmayan davacıların, murisin ölümünden sonra, şirketin o günkü mali durumu nedeniyle mirası reddettiğini, ancak gelinen süreçte şirketin iflastan kurtarılmasının ardından haksız olarak dava ikame ettiklerini, … ve …’nun sermayesinin toplam sermayeye oranının ise %40’a yakın olduğunu, gerek murisin vefatından önce gerekse sonra … , aileye ait tüm şirketleri ayakta tutabilmek için yoğun emek sarf ettiğini, şahsi çabaları ile iflasın kaldırılmasını sağladığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 20/05/2019 tarih ve 2016/660 Esas – 2019/470 Karar sayılı kararı ile; ” ….Feshi talep edilen ….A.Ş’nin kuruluş tarihi olan 1970 yılından sonra başarısına rağmen, aynı bünyeden doğan (aynı kişi, şirket yöneticisi ve gerçek kişi davacılar ile ihbar olan gerçek kişilerin murisi …’nun girişimi ile kurulan) ….A.Ş’ne 1990 yılında alt kiracıya üretim hattı ile fabrika binası ve makinaların ve tüm çalışanlarını kiralama suretiyle devri ile, bu kiralamanın cüzzi bedellerle uzun süreli olması, akabinde …A.Ş’nin de taşınmaz ve makinaları yine aynı bünyeden doğan ….A.Ş’ne yine düşük bedellerle uzun süreli kiralamalar yapıldığı ve bir müddet sonrada dosyada mevcut yapılan tespit işlemiyle makinaların artık atıl vaziyette, fabrika sahasında, hurda mahiyetinde tutulduğunun tespiti de dikkate alındığında; feshi talep edilen …. San…A.Ş ‘nin kendisini adeta bir nevi diğer grup şirketi olarak adledilebilecek olan ….A.Ş ve ….A.Ş’ne tüm mal varlığı ile amade etmesi ve bundan üretim hatlarını, çalışanlarını ve fabrika binasını devretmesine rağmen olması gereken bir fayda sağlamaması hususları dikkate alındığında …. San…A.Ş’nin 1990 yılından sonra benzetilmek istenirse başkası için yaratılmış ve onun varlığına adanmış bir canlı bünye olarak değerlendirildiğinde sanki doğuşundan tutun da tüm hayatı boyunca organ, uzuv tedarikçisi olan bünyeye dönüştüğü (fabrika binası, fabrika ve tüm çalışanların devri ile), öyle ki ölmek istediğinde bile (iflas süreci) uzun bir süre makinaya bağlanmak ancak kalbi ve böbreği başkasına nakledilen (faaliyet yapmayıp, yapması için gerekli olan çalışanlarını, makinalarını, fabrika binasını yok pahasına ve neredeyse bedava başkasına kiralayarak) ölmesine bile izin verilmeyen, uzun süre makineye bağlı yaşatılan (20 yıllık iflas süreci), bir tam dönör haline getirildiği ve ölmesine bile izin verilmediği (uzun bir iflas tasfiye sürecine rağmen iflas ettirilmeyerek yine hayata döndürülüp, sen ölemezsin, yaratılış gayene ihanet edemezsin dercesine hayata tutulduğu ve komadan çıkarıldığı ancak koma halinden çıkarıldığından 3 yıl gibi bir zaman geçmesine rağmen kendi yaratılış gayesi olan, kendi kimliğinde yazan amaca, faaliyet konusuna ulaşmak için en ufak bir çaba göstermediği, kimliğindeki, kuruluş amacındaki yazan hiç bir faaliyet yapmayıp adeta gizli bir amaç olarak yazılanın aksine başka bir amaç için varolduğunu haykırdığı) ve makinadan kurtarıldıktan sonra hala tek malvarlığı olan fabrikayı yok pahasına kirada tutarak kuruluş amacına aykırı yaşamaya devam ettirilmek istenildiği ve tüm bu uygulamaların da özellikle tasfiyesi istenilen ….A.Ş’nde hakim ortak olan ve yönetim kurulunda bulunan gerçek kişi … tarafından bu şekilde işlemlerin devam ettirildiği, zira bundaki asıl gayenin davacıların ortağı olmadığı, … A.Ş’nin menfaatinin ayakta tutulmaya çalışıldığı, bu hususun davacıların yararına değil, aksine ucuz kiralama yapmak suretiyle çok daha yüksek meblağda en azından kira geliri elde edip yönetim giderlerini karşılaması imkanı varken bundan dahi mahrum bırakılıp zarara sebebiyet verecek şekilde yönetim giderlerine düçar kılındığı ve yine yönetimin de …A.Ş’nin ortağı ve yöneticisi olan gerçek kişi davanın ihbar edildiği … veya onun etki alanında bulunan kişiler eliyle yürütülerek ayrıca onlara da yönetimden kaynaklanan kazançlar sağlandığı, davacıların buradan bir menfaatlerinin bulunmadığı, aksine doğan faaliyet gideri zararından dolayı zararlarının olduğu ve artık A.Ş.’nin 6102 sayılı yasanın 529/1-b maddesindeki faaliyet amacını gerçekleştirebilecek makina ve personelden yoksun olduğu, bu durumun haklı sebep oluşturduğu, yine aile şirketi hüviyetinde bulunması nedeniyle taraflar arasındaki ceza soruşturmalarına varana kadar güven sarsıcı sonuçlara yol açan şikayetlerin bulunması, davacılar için şirkete ortak almanın ana gayesi olan kâr elde etme ve kâr payı alma imkanının ortadan kaldırıldığı ve bu hususun uzun yıllar devam ettiği, bu durumun da ayrıca haklı sebep oluşturduğu, tüm bu nedenlerle açılan davada haklı sebebin bulunduğuna kanaat getirilmiştir. Mahkememizce açılan davada haklı sebep kabul edilmiş olmasına rağmen 6102 sayılı yasanın 531.maddesindeki “…”haklı sebeplerin varlığında….şirketin feshine karar verilmesini isteyebilirler. Mahkeme fesih yerine davacı pay sahiplerine, davanın karar tarihine en yakın tarihte gerçek değerlerinin ödenip, davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme karar verebilir.” hükmü uyarınca davacıların paylarının değerinin tespiti ile, şirket ortaklığından çıkartılmasına dair bir imkan olup olmadığı veya başkaca bir duruma uygun düşen kabul edilebilir çözümlerden olan, örneğin şirketin bölünmesi gibi bir imkanın olup olmadığı yönünde yapılan değerlendirmede de alternatif bir çözüme ulaşılamamıştır. Zira şirketin kuruluş amacına ulaşabilmesi için, sahip olması gereken makina, üretim hattı, beyaz ve mavi yakalı çalışanlarına sahip olmadığı ve aradan geçen süre uyarınca da müşterilerini kaybettiği, benzer alanda faaliyet gösteren ….A.Ş’ne bir kısım üretim modelini, müşteri portföyünü ve işçilerini kaptırmakla üstünlüğünü kaybettiği, bu durumun telafisi zor veya çok pahalıya yerine ikame edilebileceği, oysa aradan geçen süre dikkate alındığında uzun bir süredir ortak olmanın ana gayesi olan kâr elde etme ve kâr payı alma hakkından yoksun olan davacıların (davacılardan Lal’ın miras yoluyla kendisine hisse intikal etmiş olmasına rağmen bu hisseden kaynaklanan kâr payı alma hakkından yoksun olması)bu duruma daha fazla katlanamayacakları, bu nedenle de şirketin yaşatılmasında da fayda görülmediği ve yine tek mal varlığı olan fabrika binası kaldığından, şirketin bölünmesine de imkan olmadığına kanaat getirildiğinden, davacıların şirketin feshi ve tasfiyesi talebinin kabulü ile 6102 sayılı yasanın 531.maddesi uyarınca ….A.Ş ‘nin haklı sebeple fesih ve tasfiyesine ve tasfiye memuru olarak da resen mahkememizce … atanmasına ve tasfiye süreci dikkate alınarak tasfiye tamamlanana kadar tasfiye memurununa tasfiye bilançosundan karşılanmak üzere aylık 2.000,00 TL ücret takdirine, davacıların şirketin mülkiyetinde olan taşınmazın payları oranında tapuya tescili yönündeki talebi ise anonim şirketin aktif ve pasifleri ile birlikte tasfiyeye tabi olacağı, bu nedenle şirket ortaklığına ait olan taşınmazın paylar oranında tapuya tescili, anonim şirket tasfiyesine uygun düşmediğinden davacıların bu yöndeki talebi dikkate alınmamış ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. ” gerekçeleri ile; ” 1-Davacıların Davasının kabulü ile, İstanbul Ticaret Sicil müd. … sicil nosunda kayıtlı … SANAYİİ VE TİC.A.Ş.nin 6102 sayılı yasanın 531.maddesi uyarınca haklı nedenle fesih ve tasfiyesine, 2-Tasfiye memuru olarak … T.C.kimlik nolu SMMM Mehmet Taşiyan’ın atanmasına, 3-Tasfiye memuruna aylık 2.000,00 TL’den 4 aylık davacı tarafından peşin yatırılmak suretiyle ücret takdirine, nihayetinde şirket tasfiye bilançosundan tahsiline, 4-Kararın Ticaret Sicil Memurluğunda tescil ve sicil gazetisinde ilanına, … ” karar verilmiş ve verilen karara karşı, davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; İlk Derece Mahkemesince verilen tasfiye kararının, uygulama ve Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında “Feshin Son Çare Olması” şeklindeki genel görüşüne aykırı bir karar olduğunu, mahkemesinin haklı fesih nedeni olarak kabul ettiği tüm hususların, 6102 sayılı TTK’nın dolayısıyla 531. maddenin henüz yürürlüğe girmesinden önce meydana gelen vakıalar olup, davanın usulden reddi gerekirken delillerin hatalı değerlendirildiğini, müvekkili şirketin iflas sürecinde 16 yıl kaldığını ve dava açılma tarihinde henüz iflastan kurtulmuş 7 aylık bir şirket olduğunu, müvekkil şirketin toparlanmasının aslında davacılar tarafından engellendiğinin dikkate alınmadığını, müvekkili şirketin iflas masasında geçirdiği 16 yıllık süreç içinde ortada olmayan davacıların, şirketin iflastan kurtulması akabinde ortaya çıkarak, müvekkili şirkete ait tek taşınmazın payları oranında tapudan adlarına tescili, bu talep gerçekleşmez ise şirketin feshini talep etmelerindeki kötü niyetin dikkate alınmadığını, 16 yıllık iflas sürecinde dahi şirketin tek mal varlığı olan gayrimenkulün satılmaması için büyük bir özveri ile şirket borçlarını tek başına ve şahsi imkanları ile ödeyen Y.K. Başkanının şirketi zarara uğratmakla suçlanması ve yine 16 yıl iflas masasında satılmayan bir gayrimenkulün fesih ve tasfiye kararı verilerek satılmasının önünün açılmasıyla İlk Derece Mahkemesince verilen kararın hakkaniyete, adalet kavramına uygun olmadığını, ‘Her Dava Açıldığı Tarihteki Şartlara Göre Değerlendirilir.’ ilkesine aykırı karar verildiğini, feshi talep edilen şirketin, 1999 yılında iflas sürecine girdiğini ve İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2014/524 E. sayılı dosyasından verilen 06.05.2015 tarihli iflasın kaldırılması kararı ile bu süreçten çıkıldığını, istinafa konu davanın ise 02.12.2015 tarihinde açıldığını, görüleceği üzere müvekkil şirketin iflastan kurtulması ile dava açılması arasında (kararın kesinleşme tarihi de dikkate alındığında) yaklaşık 4-5 ay söz konusu olduğunu, bu kapsamda yapılacak değerlendirmede 06.05.2015 tarihli iflasın kaldırılması kararının kesinleşmesinden sonra meydana gelen olayların ancak haklı fesih nedeni olarak dikkate alınması gerektiğini, iflasın kaldırılması tarihinden önceki olayların haklı fesih nedeni olarak dikkate alınmasının hukuken mümkün olmadığını, Esasen, iflas sürecinde şirketin feshi ve tasfiyesi talep edilemeyeceğinden bu süreçteki olayların haklı fesih nedeni sayılmasının da mümkün olmadığını, bu hususun yargılama esnasında da belirtilmiş olmasına rağmen, İlk Derece Mahkemesince iflas öncesi ve iflas masasında geçen süreç içinde meydana gelen vakıalar haklı fesih nedeni sayılmış olup, istinafa konu kararın bu yönüyle usul ve yasaya aykırı olduğunu, TTK’nun 531. maddesinin yürürlüğünden önceki olayların haklı fesih nedeni olarak kabul edilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, gerekçeli karar incelendiğinde; müvekkili şirketin 1999 yılında girdiği iflas sürecindeki olaylara uzun uzadıya yer verildiği; fabrika binası ve tüm ekipmanlarının kiraya verildiği, bu kiralama işlemlerinden sonra feshi talep edilen anonim şirketin üretim hatları, makineleri ile birlikte tüm çalışanlarının da kiralananlara devredildiği ve feshi istenilenin şirketin atıl bir hale getirildiği, makinelerin kullanılamaz halde geldiği ve hurda olduğu vs. belirtilerek bu hususların haklı fesih nedeni olarak kabul edilmiş olduğunun görüleceğini, flas öncesi ve sürecindeki olayların haklı fesih nedeni olmayacağına ilişkin bir diğer nedenin ise; 6102 sayılı TTK’nun 531. maddesinin ve 6103 sayılı yasanın 2/1-a maddesinin buna izin vermemesi olduğunu, zira; A.Ş.’lerde haklı nedenle fesih hakkının ilk olarak 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı TTK’nun 531. maddesi ile getirildiğini, 6103 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 2/1-a maddesinde ise; ”Bu Kanunda aksi öngörülmemiş veya farklı bir şekilde düzenlenmemişse: Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önce meydana gelen olayların hukukî sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişlerse, o kanun hükümleri uygulanır.” düzenlemesi getirildiğini, Müvekkili şirketin 1995 yılında iflas sürecine girdiğini, İlk Derece Mahkemesince haklı feshe neden olarak gösterilen tüm vakıaların ise 1995 yılı itibarıyla hatta ve hatta daha öncesinde gerçekleştiğini, nitekim, müvekkili şirkete ait fabrika binasının ve 52 adet araçların kiralanmasına ilişkin sözleşmenin 01.11.1990 tarihli bir sözleşme olup alt kiralama sözleşmesinin ise 1995 yılında yapıldığını, 1990 yılı ve devamında meydana gelen olayların hukuki sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişlerse o kanun hükümlerinin uygulanması gerektiğini, bahsi geçen tarihte yürürlükte olan kanunun 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu olup bahsi geçen kanunda, A.Ş.’lere ilişkin fesih ve tasfiye talep hakkına ilişkin bir düzenleme bulunmadığını, 6762 Sayılı TTK’da böyle bir düzenleme bulunmadığı dikkate alındığında; 01.07.2012 tarihinden önce meydana gelen bu olayların İlk Derece Mahkemesince haklı fesih nedeni olarak kabul edilmesinin usule ve yasaya aykırı olduğunu,
Yargıtay’ın, sermaye şirketlerinde ortaklar arasındaki ihtilafların haklı fesih nedeni olarak kabul edilemeyeceği görüşünde olduğunu, İlk Derece Mahkemesince; müvekkil şirketin aile şirketi olduğu belirtilerek davacıların feshi istenilen şirketin gerçek kişi ortağı ve Yönetim Kurulu Başkanı olan, ihbar olunan …’ya ilişkin Cumhuriyet Savcılığı’na yapmış oldukları şikayetler nedeniyle güven ilişkisinin zedelenmiş olduğu belirtilerek bu hususun haklı fesih nedeni olarak kabul edildiğini, oysa, davaya konu şirketin A.Ş olup, sermaye şirketi olduğunu, bilindiği üzere Anonim Şirketlerin, çoğunluk prensibinin geçerli olduğu bir sermaye şirketi türü olduğunu, bu nedenle ortaklar akraba dahi olsa şirketin sermaye şirketi olması nedeniyle akrabalık ilişkilerinden doğan ve/veya ortaklar arasındaki kişisel ihtilafların “haklı fesih” nedeni olarak kabul edilmesinin sermaye şirketlerinin niteliğinde aykırı olduğunu, İlk Derece Mahkemesince, davacıların, ortaklar arasındaki ihtilafı özellikle yaratmak istedikleri ve bu nedenle mezkur şikayetleri yaptıkları hususlarının dikkate alınmadığını, şikayetin konusuna ve/veya şikayetlerin neticesine ilişkin hiçbir inceleme ve değerlendirme yapılmadığını, Nitekim, davacıların, işbu davada olduğu gibi müvekkili şirketin iflas sürecindeki olayları da şikayet konusu yaparak dava açmışlar ise de, dava ve şikayetleri neticesinde hiçbir sonuç elde edemediklerini, – Davacıların, dava dilekçesinde yer verdikleri şirketin Y.K. Başkanı … aleyhine İstanbul 40. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2012/831 E. sayılı dosyası ile açtıkları davada düşme kararı verildiğini, – Davacıların, şirketin Y.K. Başkanı … hakkında başka bir şirkete ilişkin muris tarafından yapılan hisse devir sözleşmelerinin sahte olduğundan bahisle resmi evrakta sahtecilik suçlaması ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2016/39802 Sor. numaralı dosyası ile şikayette bulunduklarını, yapılan incelemeler neticesinde alınan bilirkişi raporuyla da hisse devir sözleşmelerindeki imzaların murise ait olduğunun tespit edildiğini ve Savcılık tarafından takipsizlik kararı verildiğini, – Davacıların, aynı zamanda Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/300 E. sayılı dosyasıyla da hisse devirlerinin iptali talebiyle dava açtıklarını, işbu dosyada da bilirkişi raporlarının aleyhlerine gelmesi üzerine davacıların, kendi açtıkları davayı takip etmeyerek düşürmeye çalışmışlar ise de başarılı olamadıklarını ve davanın red ile sonuçlandığını, – Yine davacıların genel kurul kararının iptali talebiyle İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/176 E. sayılı dosyasıyla açtıkları davanın da reddedildiğini ve Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiğini, Yargıtay 11. H.D.’nin 2015/4504 E.- 2015/12980 K. sayılı ve 03.12.2015 tarihli kararı ile, şirketin feshine mesnet yaratmak için yapılan şikayetlerin, açılan davaların sonuçlarının da verilecek kararı etkileyeceğinin vurgulandığını, Huzurdaki istinafa konu olayda ise; İlk Derece Mahkemesinin davacıların aynı kötü niyeti işbu davada da gösterdiklerini dikkate almadığı gibi davacılar tarafından ihtilaf olarak gösterilen hiçbir iddianın hukuki karşılığı olmadığı, takipsizlik, düşme ve davaların red ile sonuçlandığını da dikkate almadığını ve hatalı olarak “güven ilişkisinin” zedelendiğinden bahisle karar verdiğini, İlk Derece Mahkemesi’nce delillerin değerlendirilmesinde hata yapıldığını, Gerekçeli karar incelendiğinde; feshine karar verilen müvekkili şirket tarafından 1990 yılında fabrika binasının, makinelerin ve tüm çalışanlarının kiralama suretiyle devri, bu kiralamanın cüzi bedellerle uzun süreli olması, akabinde … A.Ş.’ye ait taşınmaz ve makinelerin de yine aynı bünyeden doğan … A.Ş.’ye yine düşük bedellerle uzun süreli kiralamalar yapılması ve makinelerin artık atıl vaziyette, fabrika sahasında, hurda mahiyetinde olduğunun tespiti nedenlerinin haklı fesih nedeni sayıldığını ve devamında da .. San. Ve Tic. A.Ş’nde hakim ortak olan ve yönetim kurulunda bulunan gerçek kişi … tarafından bu şekilde işlemlerin devam ettirildiği belirtilerek adı geçen kişinin sorumlu olduğu değerlendirmesinin yapıldığını, Bu hususların haklı fesih nedeni olarak kabul edilmesinin 6103 Sayılı yasa gereğince mümkün olmadığına ilişkin beyanları saklı kalmak kaydıyla; İlk Derece Mahkemesince haklı fesih nedeni sayılan, 1990 yılında yapılan ilk kiralama işleminin, gerek 1995 yılında yapılan alt kiralama işleminin muris hayattayken yapılan işlemler olduğunu, 1990 yılında yapılan kiralama işlemini bizzat murisin kendisinin yaptığını ve … ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını, bu işlemlerin yapıldığı tarihte davacılardan …’nun da şirket ortağı olduğunu, haklı feshe neden gösterilen kiralama işleminin yapılmasında davacılardan …’nun dahiliyeti ve sorumluluğu ne kadar ise müvekkili şirketin şimdiki Yönetim Kurulu Başkanı …’nun da dahiliyeti ve sorumluluğunun ancak o kadar olacağını, buna rağmen İlk Derece Mahkemesince davacılardan …’nun da bahsi geçen tarihlerde şirket ortağı olduğu dikkate alınmaksızın ayrık tutularak, kiralama işleminin sanki müvekkili şirketin şimdiki Yönetim Kurulu Başkanı … tarafından yapılmış gibi kabul edilmesinin ve üstelik şimdiki Y.K. Başkanı …’nun şirkete zarar vermekle suçlanmasının, İlk Derece Mahkemesince verilen kararının hatalı ve objektif değerlendirmeler içermediğini gösterdiğini, İlk derece mahkemesinin objektif değerlendirme içermeyen, davacının beyanını hiçbir araştırmaya gerek görmeksizin kabul ettiğini gösteren bir başka hususun ise bu kiralamaların ” cüzi bedellerle ” yapılmış olduğuna ilişkin tespiti olduğunu, Gerekçeli kararda davacıların dava dilekçesinde belirttiği bedellerin bire bir alınarak; kira bedellerinin 20.000.000-TL (20-YTL) ve 100.000.000-TL(100-YTL) şeklinde ifadelerle çok cüzi fiyatlarla kiralama yapıldığının belirtildiğini, oysa bahsi geçen miktarların 1990 ve 1995 yılına ait aylık kira bedelleri olup şimdiki değerlerinin ve güncel karşılığının ise sadece 6 sıfır atılarak belirlenmeyeceğini, bahsi geçen miktarların güncellenmesi uzmanlık gerektiren teknik bir konu olmakla birlikte; 1990 yılında kiralama yapıldığı tarihte altının gramı 34.480 TL (ESKİ TL) olup, kiralama bedeli olan 20.000.000-TL karşılığının ise yaklaşık 580,7 gram altın olduğunu, bugün altının gramının 275,11-TL olduğunu, bahsi geçen kira bedelinin bugün yaklaşık 580,7grX 275,11-TL = 159.756,00-TL etmekte olduğunu, İlk Derece Mahkemesinin, bahsi geçen miktarların güncel karşılıklarının bu olmadığını bilebilecek durumda hayat tecrübesine sahip olduğu halde, hatalı bir değerlendirme ile kiralama işlemini cüzi bedellerle yapıldığından bahisle karar verdiğini, Makinelerin artık atıl vaziyette, fabrika sahasında, hurda mahiyetinde olduğuna ilişkin tespitin de değerlendirmelerin hatalı ve objektif yapılmadığını gösterdiğini, Bahsi geçen makinelerin (evveliyatı bilinmemekle birlikte) 1990 yılında kiralamaya konu olduklarını, makinelere ilişkin tespitin ise aradan 22-23 sene gibi bir zaman geçtikten sonra 2012-2013 yıllarında yapıldığını, makinelerin faydalı ömürlerinin dahi ortalama 10 yıl olup aradan yaklaşık 20 yıl geçtikten sonra makinelerin atıl olması ve hurda olması normal karşılanması gereken bir husus iken İlk Derece Mahkemesince bu durumun dahi müvekkili şirket aleyhine değerlendirilmesi ve şirketin haklı feshine gerekçe olarak kabul etmesinin hukuka aykırı olduğunu, İlk Derece Mahkemesi tarafından müvekkil şirketin iflas süreci ve sonrası değerlendirilirken, olayın tek taraflı olarak ve davacılar lehine değerlendirildiğini, bu sürecin hiçbir aşamasında davacıların ortada olmadığı, şirketin iflastan kurtulması için maddi veya manevi hiçbir çaba göstermedikleri, tüm çabanın sadece şirketin şimdiki Yönetim Kurulu Başkanı olan ihbar edilen … tarafından gösterildiği, tüm borçların bu kişi tarafından ödenerek şirketin iflastan kurtarıldığının dikkate alınmadığını, İhbar edilen Y.K. Başkanı … tarafından gösterilen çaba ve yapılan ödemeler dikkate alınmadığı gibi iflastan kurtarmaya ilişkin yaşanılan süreç ve verilen mücadelenin gerekçeli kararda ajite edildiğini, şirket ölmesine izin verilmeyen ve sömürülen bir canlıya benzetilerek ihbar edilen .. tarafından gösterilen çabanın İlk Derece Mahkemesi’nce sömürme olarak değerlendirildiğini, Gerekçeli kararda belirtilenin aksine, binanın ve makinelerin kiralanması işleminin, muris hayattayken ve muris tarafından yapılmış olup … ile ilgisi bulunmadığını ve yine kararda belirtilenin aksine, izah edildiği üzere bina ve makinelerin oldukça iyi bir bedel karşılığında kiralanmış olup, yok pahasına ve neredeyse bedava olarak kiralanmasının söz konusu olmadığını, İlk Derece Mahkemesi’nce, deliller arasında bulunan müvekkil şirketin İstanbul 3. İflas Müdürlüğü’nün 1994/8 İflas sayılı dosyasının incelenmediğinin açıkça anlaşıldığını, zira anılan dosya incelenmiş olsaydı müvekkil şirketin borçlarının fahişliği karşısında borçları ödemek ve iflastan kurtarmak için gösterilen çabanın küçümsenemeyeceği ve sömürü olarak değerlendirilmeyeceğinin açık olduğunu, Müvekkil şirketin alacaklılar listesi incelendiğinde; … Bankası, … Bankası, …, … Bankası, … Bankası, … Bankası gibi birçok bankanın alacaklı olmasının yanı sıra Sosyal Sigortalar Kurumu, vergi daireleri gibi resmi mercilerin ve birçok gerçek kişilerle birlikte 68 ayrı alacak kalemi olduğunun görüleceğini, sadece … Bankası’nın 676.888.497-TL, + 336.741-TL alacağı olduğu dikkate alındığında, bu borçların üstelik sadece şimdiki Y.K. Başkanı … tarafından ödenmesinin zaman alacağının muhakkak olduğunu,Davacının da şirket ortağı olmasına rağmen, müvekkil şirketin iflastan kurtulması için hiçbir girişimde bulunmadığını, aksine iflas dairesine verdiği dilekçelerle iflasın gerçekleştirilmesini talep ettiğini, tüm bu hususların; deliller arasında bulunan İstanbul …. İflas Müdürlüğü’nün ….E sayılı iflas dosyası ve İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2014/524 E. sayılı dosyası ile ispatlanmış olduğu halde, İlk Derece Mahkemesince dikkate alınmadığını, İlk Derece Mahkemesi’nin yaptığı benzetme ile devam edilirse; müvekkili şirketin uzun bir iflas sürecinden çıktığını, yorgun, bitkin bir halde olup dinlenmesi, toparlanması gerektiğinin muhakkak olduğunu, iflas masasındaki borçların zaten şirket mal varlığı ile karşılanmadığını, Y.K. Başkanının kişisel çabaları ile ödendiğini, şirketin yeniden ayağa kaldırılmasının da zaman, emek ve birikim gerektirdiğini, tüm bunların davanın açıldığı tarih olan 4-5 aylık süreç içinde olmasının beklenmesinin de gerçeklerle uyuşmadığını, İlk Derece Mahkemesi her ne kadar yargılama esnasında da faaliyete geçmediğinden bahsetmiş ise de, davacıların huzurdaki davayı iflastan 4-5 ay gibi kısa bir süre sonra açtığı dikkate alındığında, iflas sürecinde tek çabayı gösteren YK. başkanı …’nun yine kişisel imkanlarıyla, maddi ve manevi çaba göstermesinin beklenmesinin yine gerçeklerle uyuşmadığını, İlk Derece Mahkemesi’nce feshin son çare ilkesine aykırı karar tesis edildiğini, alternatif çözümlere ilişkin yeterli değerlendirme yapılmadığını, TTK’nın 531. maddesinde, mahkemeye fesih yerine, davacı pay sahiplerine paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenip davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer çözüm yollarının hakimce değerlendirilmesinin zorunlu kılındığını ve başka bir çözüme karar verme konusunda da yine geniş bir takdir hakkı verilmiş iken bu takdir hakkının kullanılmadığını, Yargıtay kararlarında da mahkemelerin haklı sebeple şirketin feshi yerine, alternatif bir çözüm aramakla yükümlü olduğu hususunun vurgulandığını, İlk Derece Mahkemesince alternatif çözüm yollarının değerlendirilmediğini, davacıların payları ödenerek ortaklıktan çıkarılmasına ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmadığını, şirket ana sözleşmesinde yapılacak değişiklikle şirketin amaçlarının değiştirilebileceği, müvekkili şirketin sahip olduğu gayrimenkul ile şirketin amaçlarını gerçekleştirebileceği hususunda alternatif hiçbir çözüm arayışına girişilmediğini, İlk Derece Mahkemesinin bu hatalı kararı vermesindeki en büyük rolün, hükme dayanak alınan bilirkişi raporunda bu yönde yapılan değerlendirmelerin eksik ve hatalı olmasından kaynaklandığını, uzmanlık ve teknik bilgi gerektiren konularda bilirkişiye başvurulması gerekmekte ise de İlk Derece Mahkemesinin kendisinin yapması gereken değerlendirmeleri de bilirkişiye yaptırdığını ve raporu sorgulamadan hükme dayanak aldığını,TTK’nın 531. maddesinde; davacı ortakların pay bedellerinin taraflarına ödenmesi suretiyle ortaklıktan çıkarılmalarına karar verilmesi feshe alternatif olarak gösterilmiş ise de; hükme dayanak alınan bilirkişi raporunda TTK’nın 379 maddesi gereğince bunun mümkün olmadığının belirtildiğini,Rapora itirazlarında da belirtildiği üzere; davacı pay sahiplerinin şirket hisse oranları %10’dan daha yüksek olsa da TTK’nun 382/1-c. maddesinde yer alan “kanuni satın alma yükümlülüğü” çerçevesinde mümkün olup bu hususun değerlendirilmediğini, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2014/3669 E.-2014/10238 K. sayılı ve 02.06.2014 tarihli kararında da; “pay oranlarının toplamda %10’dan fazla olduğu hususunu ayrıca incelemeye gerek görmeksizin sermayenin toplam %20’sine tekabül eden payların sahiplerinin TTK m.531 uyarınca şirketten çıkarılabilmesinin mümkün olduğuna” hükmedildiğini, TTK’nın 382/1-c. hükmü uyarınca kanuni satın alma yükümlülüğü kapsamında değerlendirme yapılıp davanın dayandığı durumun anonim şirketin feshinden başka, paylarının karar tarihine en yakın tarihteki değerlerinin ödenip davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmaları veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir başka çözüm yollarının TTK’nun 531. madde hükmü gereğince değerlendirilmesi gerekirken bunun yapılmadığını, Dava konusu olayda TTK’nun 382. maddesinin uygulanabileceğini gösteren bir başka hususun ise TTK’nun 385. maddesi olduğunu, bahsi geçen maddede %10 iktisap sınırını aşan payların iktisap tarihinden itibaren altı ay içinde elden çıkarılması, bu yapılmazsa, altı ay içinde elden çıkarılmayan payların “sermaye azaltılması” işlemi ile derhal itfası gerektiğinin belirtildiğini, Şirketin aktifinde bulunan gayrimenkulün değeri düşünüldüğünde, İlk Derece Mahkemesince bu yönde bir karar verilmesi gerekirken bu hususların dikkate alınmadığını, bilirkişi raporuna itirazlarının dikkate alınmadığını, eksik ve hatalı incelemelerle oluşturulan raporun hükme dayanak alındığını, bilirkişi raporunun ise, başta hukuki değerlendirmeler içermesi dahil olmak üzere birçok yönden usul ve yasaya aykırı olduğunu, bilirkişilerce inceleme konusunun sınırlarının aşıldığını, Raporda, davacı tarafça ileri sürülen -iflas sürecindeki- vakıalar haklı fesih olgusu olarak gösterilmiş olmasına rağmen bilirkişilerce şirketin iflas dosyasının incelenmediğini ve raporda buna ilişkin hiçbir değerlendirmeye yer verilmediğini, sadece 2016, 2017 ve 2018 yılına dair mali değerlendirmeler yapıldığını, iflas dosyasının, dava konusu olması nedeniyle zaten incelenmesi gereken bir delil iken iflas sürecindeki vakıaların haklı sebep olgusu sayılması karşısında daha da önem arz etmesine rağmen bu incelemenin yapılmadığını, Bilirkişilerin bu incelemeyi yapmaması dolayısıyla da büyük bir gayret ve ekonomik mücadele ile tüm şirket borçlarının ödenmesi ve iflas kararının kaldırılmasının da yok sayılmasıyla müvekkili şirketin neden bugün “herhangi bir faaliyette bulunmadığı”nın ortaya konulmadığını, bu hususun itirazlarında belirtilerek İstanbul …. İflas Müdürlüğü’nün …İflas sayılı dosyası üzerinden inceleme yaparak iflastan kurtulma sürecindeki mali ve muhasebe hususlarının tespitini ve bu doğrultuda fesih için ileri sürülen sebeplerin objektif değerlendirmesinin yapılması talep edilmiş ise de İlk derece Mahkemesince taleplerinin kabul edilmediğini, İlk Derece Mahkemesi tarafından verilen tasfiye kararının, esasen müvekkil şirketin tek mal varlığı olan taşınmazın satılmasını içeren bir karar olduğunu, ülkemizin bir süredir ekonomik olarak bir kriz içinde bulunduğu, bu krizden en çok etkilenen sektörün gayrimenkul sektörü olduğu, alım-satıma konu olan pek çok taşınmazın, piyasa koşulları dikkate alındığında gerçek değerinin çok daha altında bir fiyatla alıcı bulabildiği dikkate alındığında verilen tasfiye kararının tarafların zararına bir karar olduğunun açık olup, kararın yasa ile güdülen amaca hizmet etmediğini belirterek, İlk Derece Mahkemesinin kararının kaldırılarak davanın reddine, aksi bir kabulde, tasfiye kararının reddine, davacıların paylarının ödenerek şirketten çıkartılmalarına karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, TTK’nın 531 (1) maddesi uyarınca azınlık pay sahipleri tarafından açılan, davalı şirketin haklı sebeple feshi ve tasfiyesi ile davalı şirkete ait taşınmazın şirketteki paylar oranında paydaşlar adına tapuda tescili yoluyla tasfiyenin gerçekleştirilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, karara karşı davalı tarafça istinaf başvurusunda bulunulmuştur. TTK’nın 531. maddesinde, haklı sebeplerin varlığı halinde şirket sermayesinin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden pay sahiplerinin, haklı sebeplerin varlığı halinde şirketin feshine karar verilmesini isteyebileceği, mahkemece fesih yerine davacı pay sahiplerine, pay bedellerinin karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenmesi suretiyle davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme de karar verilebileceği öngörülmüştür. Buna göre, söz konusu maddede düzenlenen hususlarda karar verilebilmesinin ön şartı haklı nedenlerin varlığının ispatıdır. Haklı nedenler kanunla tanımlanmadığı için her somut olayın özelliğine göre, mahkemelerce takdir edilecektir. Şirketler hukuku bakımından şirketin devamlılığının sağlanması esas olup, düzenleme uyarınca ekonomik değer taşıyan şirketin feshi yerine şirketi ayakta tutacak diğer çözüm yollarının hakimce değerlendirilmesi zorunlu kılınmıştır. Her davada, haklı sebeplerin varolup olmadığı, tarafların kusur durumu, şirketin mali yapısı itibarıyla kuruluş amacını gerçekleştirebilecek durumda olup olmadığı hususlarının deliller toplandıktan sonra mahkemece değerlendirilerek, şirketin ekonomik değer taşıdığı ve amacını gerçekleştirebilecek durumda olduğunun belirlenmesi halinde feshi yerine TTK’nun 531. maddesinde yer alan diğer çözüm yollarının uygulanma olanağı bulunup bulunmadığı hususlarının tespiti ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir. Davalı şirketin 50.000.00 TL olan sermayesinden, davacı …’nun %35.60 hisse ile 17.300.00 TL paya ve davacı …’nun % 4.00 hisse ile 2.000,00 TL paya sahip ortakları, dava dilekçesinde haklı sebep teşkil ettiği belirtilen sebeplere binaen davalı şirketin fesih ve tasfiyesine karar verilmesini talep ettikleri, mahkemece bilirkişi heyetinden rapor alınarak istinafa konu kararın verildiği görülmektedir. Dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanaklar ve gerekçe içeriğine göre, ilk derece mahkemesi kararında davanın esasıyla ilgili tarafların gösterdiği hükme etki edecek tüm delillerin toplandığı, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ilk derece mahkemesi hüküm ve gerekçesinde davalı vekilinin istinaf nedenlerinin ayrıntılı olarak karşılandığı, yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davalının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan 121,30 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30.TL istinaf karar harcından, istinaf eden davalı tarafından peşin olarak yatırılan 44,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 14,9 TL harcın davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden üzerinde bırakılmasına, 5-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde artan gider avansı varsa avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 20/05/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.