Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2020/1534 E. 2022/1728 K. 24.11.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1534
KARAR NO: 2022/1728
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 26/12/2019
NUMARASI: 2018/450 Esas – 2019/1235 Karar
KARAR TARİHİ: 24/11/2022
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkili ile davalı … (Gönder-al) arasında akdedilen 05.09.2016 tarihli “Ödeme Hizmetleri Temsilci Sözleşmesi (Fatura Ödemelerine Aracılık Hakkında)”, 19.09.2016 tarihinde imzalanmış olan “Yurtiçi Para Havalesi Hakkında Sözleşme”, 19.12.2016 tarihinde imzalanmış olan “Uluslararası Para Havalesi Hakkında Sözleşme” çerçevesinde müvekkilinin Fatih – İstanbul ve Şişli – İstanbul adreslerinde bulunan ödeme noktalarında Gönder-al temsilcisi olarak faaliyet gösterdiğini, ancak davalı Gönder-al ile müvekkili arasında iki ödeme noktasına ilişkin imzalanmış olan söz konusu temsilcilik sözleşmelerinin 05.06.2017 tarihli protokoller ile karşılıklı irade ile sona erdirildiğini, müvekkilinin Gönder-Al Şirketi adına iş ve işlemler yürütmesi bu duruma ilaveten Gönder-al Firmasını temsil etmesi sebebiyle Gönder-al Firmasının acentası konumunda olduğunu, müvekkilinin davalı firmaya hatırı sayılır miktarda kazanç sağladığını, karşılıklı irade ile sonlandırılan sözleşmede acente durumundaki müvekkilinin kusurununu bulunmadığını, bu durumda sözleşme gereğince denkleştirme tazminatına hükmedilmesi gerektiğini, denkleştirme tazminatının 1 yıllık süre içinde talep edilebileceğini, müvekkilinin davasının süresinde açıldığını belirterek, müvekkili lehine hakkaniyet unsuru göz önünde bulundurularak, 05.09.2016 tarihli, 19.09.2016 tarihli ve 19.12.2016 tarihli sözleşmeler için ayrı ayrı denkleştirme tazminatı belirlenmesine ve belirlenecek olan denkleştirme tazminatının müvekkiline ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının müvekkilinin acentesi olmadığını, dava konusu olayda portföy tazminatı talep etme şartlarının bulunmadığını, davacı ile müvekkili arasındaki sözleşme uyarınca tazminatın talep edilemeyeceğini, davacının fesih tarihinden bir ay önce başka bir ödeme kuruluşunun temsilciliğini yapmaya başladığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 26/12/2019 tarih 2018/450 Esas 2019/1235 Karar sayılı kararında; “… bilirkişi raporunda “Davalının, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Yönetmelik madde 13 hükmü gereği acentelik sıfatını haiz olmadığı, Davalının acentelik sıfatının var olduğu Mahkemenin takdirinde olmak üzere, kabul edilir ise, portföy tazminatına hak doğuracak unsurların somut durumda TTK md. 122 hükümleri dairesinde oluşmadığı, dosyada davacı tarafından yaratılmış ve davalı lehine kazanım elde edilmesine müsait bir müşteri çevresinin devamlılık arz edecek şekilde kurulmadığı, kurulması muhtemel sayılan sürekli abonelik sözleşmelerinde ise davacının hak kaybına meydan verecek ve acentelik sözleşmesinin sona ermesi ile kesilecek bir menfaatin gözlemlenemediği, bu bakımdan davacı taleplerinin anılan mevzuat açısından isabetli görülemediği, Davacının … A.Ş, ile ilişkisi sona erdikten sonrada, davacının portföyünde olup, dava konusu sistemde ilk defa işlem yaptırdığı davalı yan tarafından hizmet verilmeye devam olunan müşterileri ile ilgili varsa belgelerin dosyaya ibrazı ve Sayın Mahkemece Bilirkişi Kurulumuza bu yönde bir hesaplama yapılmasına dair ayrıca bir görev tevdii edilmesi halinde değerlendirilmesinin mümkün olacağı, Dava açısından mevcut tazminat talebi dışında Cari Hesap ilişkisinden dolayı tarafların birbirlerine herhangi bir Borç ya da Alacağı bulunmadığı,” şeklinde raporunu sunmuştur. Netice olarak bilirkişi raporunda da belirlendiği üzere, davacının iddia ve taleplerinin yerinde olmadığı tazminata yönelik davacı talebinin reddedilmesi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır. Zira öncelik olarak taraflar arasındaki ilişkinin acentelik ilişkisi olmadığı anlaşılmıştır, çünkü Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Yönetmelik madde 13 hükmünde” kuruluş ödeme hizmetlerini temsilci aracılığı ile yürütebilir, temsilciler ve temsilcinin ödeme hizmetini sunacağı şube ve acentelerine ilişkin liste kuruluşun internet sitesinde yayınlanır” şeklinde ifadelere yer verilmiş olup, bu düzenleme taraflar arasındaki sözleşmenin 3.4. Maddesinde ” temsilci ödeme kuruluşu namına herhangi bir taahhüde girmek veya bağlayıcı anlaşmalar yapmak yetkisine sahip değildir. Bu nedenle temsilci ödeme kuruluşunun acentesi, vekili veya ticari mümessili sıfatını veya benzer başka bir yetkiyi haiz değildir” ifadeleri ile birlikte değerlendirildiğinde taraflar arasındaki ilişkinin acentelik ilişkisi olmadığı anlaşılmakta olup, davacı tarafın TTK 122 md kapsamında denkleştirme tazminatı talep edemeyeceği kanaatine varılarak davanın reddine karar verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, taraflar arasında acentelik ilişkisi olduğu kabul edilse dahi, TTK 122. Maddesine göre acentenin bulduğu yeni müşteriler sayesinde, sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da, davalı tarafın önemli menfaatler elde etmiş olması gerekmekte olup, taraflar arasındaki sözleşme ve işlemlerin konusu itibari ile davacının yaptığı işlemlerin 1 defaya mahsus para çekme – gönderme işlemleri olduğu, davacı tarafın süreklilik arz eden müşteri ilişkileri olduğuna dair bilgi ve belgeler sunmadığı, devamlı müşteri portföyü olmadığı anlaşılmış olup, bu koşullar da oluşmamıştır.”gerekçesi ile, DAVANIN REDDİNE karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı Vekili İstinaf Dilekçesinde Özetle; Davanın tarafları arasındaki ilişkinin, acentelik sözleşmesine dayandığını; TTK’nın 102’inci maddesi, 6493 sayılı “ Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Yönetmelik”in 3’üncü ve 13’üncü maddesinin 2’inci fıkrası birlikte değerlendirildiğinde müvekkilinin … A.Ş. nin acentesi olduğunu,Yönetmelik’in 13-(2) maddesinin; “Temsilciler ve temsilcilerin ödeme hizmeti sunacağı şube ve acentelerine ilişkin liste kuruluşun internet sitesinde yayınlanır. Kuruluş yayınlanan listenin güncel tutulmasından sorumludur.” şeklinde olduğunu, TTK’nın 102’inci maddesinde, acentenin tanımında acentenin bir temsilci olduğunun belirtildiğini; Yönetmelik’in 13/2. fıkrası değerlendirildiğinde, temsilcinin acenta ya da şube olduğunun görüldüğünü; müvekkilinin, davalının şubesi olmadığından davalının acentesi konumunda bulunduğunu; Madde metninde “temsilci” ibaresine yer verilmiş ise de; Türk Borçlar Kanunu’nun ticari temsilciye ilişkin hükümleri göz önüne alındığında, 6493 sayılı Kanun kapsamında temsilciye atfedilen durumların TBK’nın ticari temsilciye ilişkin hükümleri ile bağdaşmadığının görüldüğünü; TBK’nın ticari temsilciye ilişkin “Tanımı ve yetki verilmesi” başlıklı 547 nci maddesi, “ Ticari temsilci, işletme sahibinin, ticari işletmeyi yönetmek ve işletmeye ilişkin işlemlerde ticaret unvanı altında, ticari temsil yetkisi ile kendisini temsil etmek üzere, açıkça ya da örtülü olarak yetki verdiği kişidir. İşletme sahibi, ticari temsilcilik yetkisi verildiğini ticaret siciline tescil ettirmek zorundadır; ancak ticari işletme sahibinin ticari temsilcinin fiillerinden sorumluluğu, tescilin yapılmış olmasına bağlı değildir.” hükmüne amir olup; TBK’nın “Temsil yetkisinin kapsamı” başlıklı 548 inci maddesinde de “Ticari temsilci, iyiniyetli üçüncü kişilere karşı, işletme sahibi adına kambiyo taahhüdünde bulunmaya ve onun adına işletmenin amacına giren her türlü işlemleri yapmaya yetkili sayılır. Ticari temsilci, açıkça yetkili kılınmadıkça, taşınmazları devredemez veya bir hak ile sınırlandıramaz.” denilmektedir. Temsil yetkisine ilişkin yukarıdaki sınırlamalar, ticaret siciline tescil edilmedikçe, iyiniyetli üçüncü kişilere karşı hüküm doğurmaz. TKK’nın 102/1’inci fıkrası ‘Ticari mümessil, ticari vekil, satış memuru veya işletmenin çalışanı gibi işletmeye bağlı bir hukuki konuma sahip olmaksızın, bir sözleşmeye dayanarak, belirli bir yer veya bölge içinde sürekli olarak ticari bir işletmeyi ilgilendiren sözleşmelerde aracılık etmeyi veya bunları o tacir adına yapmayı meslek edinen kimseye acente denir.’ şeklinde düzenlendiğini; Müvekkili, davalı … A.Ş. şirketinin sözleşmelerine aracılık ettiğinden acente vasfını taşıdığını; Mahkemece verilen kararın bilirkişi raporuna dayandığını, itirazlar doğrultusunda bir inceleme yapılmadığını, bilirkişi raporunda yer alan ” Davacının tip sözleşmeye göre sıfatının acentelik vasfı taşımayacağı konusunda tartışma bulunmamaktadır” ifadesinin hukuken bir anlamının bulunmadığını; bilirkişilerin “Nitekim taraflar akdettikleri sözleşmeler ile de davacının davalının acentesi olmadığını iradi olarak benimsemişlerdir” ifadesinin de maddi ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu; hukuki tahlil içermeyen ve hukuk uzmanı olmayan kişilerce yapılan yorumların mahkemece esas alınmasının hatalı olduğunu; Sözleşme üzerine yazılmış olan ismin sözleşmenin hukuki niteliğini değiştirmediğini; bir satış sözleşmesinin üzerine bağış sözleşmesi yazılmasının sözleşmeyi bağış sözleşmesine dönüştürmeyeceğini; hukuki konum itibariyle acentelik ilişkisi içinde hareket eden bir kuruluşun sadece isimlendirilmesinin farklı olmasının ilişkinin niteliğini değiştirmeyeceğini önemli olanın taraflar arasında akdedilen sözleşmenin niteliği olduğunu; Mahkemenin gerekçeli kararında, davacının acentelik sıfatının kabul edilmesi halinde dahi denkleştirme tazminatı şartlarının oluşmadığının ifade edildiğini; davada denkleştirme tazminatı için gereken şartların mevcut olduğunu; TTK’nın 122’inci maddesinin 1’inci fıkrasının a, b ve c bendi birlikte değerlendirildiğinde, denkleştirme tazminatının hesabının temsil olunan şirkete sağlanan faydanın, acentenin kaybı ile bu iki unsurun hakkaniyet prensibi ışığında belirlenmesi gerektiğini; bilirkişilerin müvekkilinin çalıştığı sürece davalıya kazandırdığı ve kendisinin kazandığı tutarların belirlenmemesi ve bu çerçevede tazminat oranının tespitinin gerekli olduğunu; davalının menfaatinin hesaplanması, acentenin kaybının hesaplanması, bu kazanç ve kayıp çerçevesinde hakkaniyet bakımından tutarın belirlenmesi gerekirken bilirkişilerin bu belirlemeleri yapmadıklarını, bu yönü ile bilirkişi raporunun eksik ve hatalı olup bu rapora dayanılarak kurulan hükmün kaldırılması gerektiğini; bilirkişilerin raporlarına ek yapmış oldukları davalı şirket yazısından etkilendiklerinin görüldüğünü; söz konusu yazıda, büyük ve güçlü bir şirket olan … şirketi ile çalıştığını ve bu nedenle acentelerin kendilerine bir katkı sağlamadığını, herhangi bir müşteri getirmediğini genel geçer sebepler ile açıklamaya çalıştıklarını; müvekkilinin çalıştırdığı acentelerin, Gönderal’ın diğer acentelerine oranla daha çok müşteri topladığını ve davalı şirkete önemli kazançlar sağladığı gerçeğinin gözardı edildiğini; bilirkişi raporunun eksik ve hatalı olup bu rapora dayanılarak kurulan hükmün kaldırılması gerektiğini belirterek, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak, davanın kabulüne, bilirkişi marifetiyle hakkaniyete uygun denkleştirme tazminatı alacağının belirlenerek müvekkili lehine denkleştirme tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, TTK’nın 122. maddesinde düzenlenen denkleştirme tazminatı istemine ilişkindir. Mahkemece yukarıda yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacı tarafça istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Acentelik 6102 sayılı TTK’nın 102- (1) maddesinde; ” Ticari mümessil, ticari vekil, satış memuru veya işletmenin çalışanı gibi işletmeye bağlı bir hukuki konuma sahip olmaksızın, bir sözleşmeye dayanarak, belirli bir yer veya bölge içinde sürekli olarak ticari bir işletmeyi ilgilendiren sözleşmelerde aracılık etmeyi veya bunları o tacir adına yapmayı meslek edinen kimseye acente denir.” şeklinde tanımlanmıştır. Dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanak ve gerekçe içeriğine göre, mahkemece ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği; Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Yönetmelik”in 13/2 maddesinin “(Değişik:…) Temsilcinin ödeme hizmetlerini acente, bayi veya benzer adlar altında tayin edilen alt temsilci aracılığıyla sunması yasaktır.” şeklinde değiştirildiği, kaldı ki, söz konusu hükmün eski halinde de ödeme kuruluşunun değil, temsilcinin şube ve acentelerinin düzenlendiği, yine taraflar arasındaki “Ödeme Hizmetleri Temsilci Sözleşmesi”nin 3/4 maddesinde temsilcinin, ödeme kuruluşu’nun acentesi, vekili veya ticari mümessili sıfatını veya benzer başka bir yetkiyi haiz olmadığının belirtildiği, bu hali ile mahkemece de tespit edildiği üzere taraflar arasındaki sözleşmelerin acentelik sözleşmesi niteliğini taşımadığı, dolayısıyla TTK’nın 122/3 hükmü uyarınca acentelik sözleşmesinin müvekkil tarafından haksız feshi halinde talep edilebilecek denkleştirme tazminatı istenmesi mümkün olmadığı gibi, bu yönde bir hesaplama yapılmasına da gerek olmadığı, HMK 282. maddesindeki “Hakim bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir,” yasal düzenlemesi gözetildiğinde, mahkemece alınan bilirkişi raporundaki tespitlerle birlikte diğer deliller de değerlendirilerek ve gerekçesi yazılmak suretiyle hüküm kurulduğu; mahkeme kararında yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davacı tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70.TL istinaf karar harcından, istinaf eden davacı tarafından peşin olarak yatırılan 54,40.TL harcın mahsubu ile bakiye 26,30.TL harcın davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden üzerinde bırakılmasına, 5-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde artan gider avansı varsa avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık yasal süre içerisinde Yargıtay temyiz yasa yolu açık olmak üzere 24/11/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.