Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2020/1457 E. 2022/1721 K. 24.11.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1457
KARAR NO: 2022/1721
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: BAKIRKÖY 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 25/06/2020
NUMARASI: 2015/1102 Esas – 2020/358 Karar
DAVA:Ticari Şirket (Hisselerin Terekeye Aidiyetinin Tespiti Tereke Hesabına Kayıt ve Tescili, Olmadığı Taktirde Miras Payları Oranında Tescil)
KARAR TARİHİ: 24/11/2022
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkillerin babası …’ın 23/11/2015 tarihinde vefat ettiğini, davalılar … Tül A.Ş ve … A.Ş nin … tarafından kurulduğunu, …’nin ise diğer iki şirketin katkılarıyla kurulduğunu, gerek … A.Ş ve gerekse …’de bulunan … hisselerinin …’ın özel durumu nedeni ile yurt dışına çıkacak olması ve şirketleri idare etmekte zorlanacağı gerekçesi ile emaneten müvekkillerinin ağabeyi …’a devredildiğini, bu devrin bila bedel olarak emaneten yapılan bir devir olup, … Türkiye’ye dönüp şirket işleri ile ilgilenebilecek durumda olması halinde oğlu …’ın bu hisseleri aynen …’a iade edeceğini, … üzerinde gözüken davalı her üç şirkete ait hisselerin toplamının % 97’sinin gerçekte …’a ait olduğunu, bu % 97’lik değer oranının hiçbir şekilde sermaye arttırımlarından etkilenmeyeceği hususunun … tarafından gayri kabili rücu olarak kabul ve taahhüt edildiğini, işbu belgelerin sahte olduğu gerekçesiyle … tarafından Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına 2014/19165 soruşturma numaralı dosya ile müvekkili davacılar aleyhine suç duyurusunda bulunulduğunu, soruşturma kapsamında Adli Tıp Kurumu Başkanlığınca düzenlenen raporda inceleme konusu belgelerin gerçek olduğu ve …’ın eli ürünü olduğuna karar verilmesi üzerine davacılar hakkında takipsizlik kararı verilerek takipsizlik kararının kesinleştiğini, bu belgelerin … tarafından 2005-2006 yıllarında müvekkili …’ın babasını Almanya’da ikamet ederken gerçekleştirdiği ziyaret sırasında babası tarafından müvekkiline ileride kendisine bir şey olacak olması veya haklarını koruyamayacak bir hale gelmesi durumunda zarara uğramaması için müvekkiline verildiğini, müvekkilinin işbu belgeyi özenle saklayarak koruduğunu ve aile içi huzursuzluğa mahal vermemek adına ortaya çıkartmadığını, …’ın nihayet 2012 yılında Türkiye’ye döndüğünü, ancak 1918 doğumlu olması ve yaşının oldukça ilerlemiş olması ve ağır hastalığı nedeniyle oğlu …’a geçmişte emaneten verdiği hisse devirini ve kızı …’a verdiği belgeyi ve bu belgeyi veriş amacını dahi unuttuğunu, müvekkili …’ın emaneten verilen hisseleri üzerine alması veya tüm kardeşlerin eşit oranda söz sahibi olduğu bir yönetimce şirketin idare edilmesi taleplerinin kabul görmediğini, bunun üzerine müvekkillerinin babaları …’ın yaşlılığı ve buna bağlı akıl zayıflığı ile fiziksel yetersizliği nedeniyle hak ve hukukunu korumak amacıyla kendisine vasi atanması, mümkün olmadığı takdirde yasal danışman atanması talebiyle Büyükçekmece 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2013/844 Esas sayılı dosyası ile vasi tayini davası açıldığını, bu davada alınan rapora göre …’ın akli ve fiziki melekelerinin yerinde olmadığının ve kendisine vasi tayin edilmesinin zorunlu olduğunun bildirilmesi üzerine mahkemece 19/11/2015 tarihinde …’a İstanbul Barosu Avukatlarından …’ın vasi adayı olarak belirlenmesine karar verilerek duruşmanın 23/02/2016 tarihine bırakıldığını, ancak …’ın 23/11/2015 tarihinde vefat ettiğini, murisin ölümü üzerine tüm mirasçıların hak ve menfaatlerinin korunması amacıyla Büyükçekmece 2.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2015/14 Tereke Esas sayılı dosyası ile terekenin tespiti ve resmi defter tutulması talepli dava açıldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla öncelikle davalı …’ın …, … ve … A.Ş’de bulunan hisselerinin % 97’si üzerine, davalı her üç şirketin gerek yurt içi gerekse yurt dışında bulunan hesaplarına ihtiyati tedbir konulmasına, …’ın davalı her üç şirketteki temsil ve tasarruf yetkisinin kısıtlanarak dava konusu hisselerin idaresi ve mirasçılık haklarının korunmasını teminen tedbiren kayyım atanmasına, yargılama sonucunda davalı şirketlerdeki … üzerinde gözüken hisselerin % 97’sinin muris …’a ait olduğunun tespitiyle bu hisselerin murisin tereke hesabına kayıt ve tesciline, tereke hesabına kaydının mümkün olmaması halinde müvekkillerinin mirasçılık payları oranında adlarına tesciline ve şirket pay defterine işlenmesine, mahkemenin inançlı işlem temeline dayalı savunmaya itibar etmemesi halinde, dava konusu hisselerin muris muvazaasına dayalı olarak …’a verilmiş olması ve şekil şartı yokluğundan bu devrin ve bağışlamanın geçersiz olduğunun tespitiyle, hisselerin muris …’a ait olduğunun tespitiyle murisin tereke hesabına iade edilerek bu hesaba kayıt ve tesciline, tereke hesabına kaydının mümkün olmaması halinde müvekkillerinin mirasçılık payları oranında adlarına tesciline ve şirket pay defterine işlenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalılar …, … A.Ş ve … vekili cevap dilekçesinde özetle; Bildirilen harca esas değerleri kabul etmediklerini, dava dilekçesinde …’nin değerinin 15.000.000.000,- TL (onbeş milyar TL= 5.000.000,- ABD doları) olduğunun ileri sürüldüğünü, bu miktar üzerinden ek harcın ikmal ettirilmesi, akabinde tedbir taleplerinin değerlendirilmesi gerektiğini, davacı vekilinin davada taraf olmayan …hakkında tedbir talep ettiğini, taraf olmayan şirket hakkında ihtiyati tedbir kararı verilmesinin hukuken mümkün olmadığını, husumet değiştirilmek istenen …ile davalı …’nin iştigal konularının birbirlerinden tamamen farklı olduğunu, HMK’da teşmil yoluyla hasım değişitirilmesinin mümkün olmadığını, her ne kadar HMK.nun 124 madesinde (1) “Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür. (2) Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır” denilmekte ise de, davacının yanılgıda haklı olmadığı gibi kötü niyetli olduğunu, davacıların 2007 yılında güven ilişkisine dayalı olarak müvekkili …’a vekaletname vermek suretiyle … A.Ş’deki hisselerini … A.Ş’ne satarak paralarını almak suretiyle ibra ettiklerini, davacıların bu durumu bilerek husumette yanılmalarında hukuki olanak bulunmadığını, husumetin değiştirilmesine muvafakat etmediklerini, TMK 641 maddesi gereği mirasın terekeye intikali işlemleri için mirasçıların tamamının birlikte hareket etmeleri gerektiğinden mirasçıların tamamının davaya dahil edilmesi gerektiğini, davacı iddialarını kabul anlamına gelmemekle beraber davacı taleplerinin tamanının zaman aşımına uğradığını, …’nin sermayesinin muhtelif tarihlerde arttırıldığını ve hisse devirlerinin yapıldığını, şirketin şu anki sermayesinin 5.000.000,- TL olup, 4.980.710,63 TL nominal değerde şirket esas sermayesinin % 99,7 sini temsil eden payların sahibinin …, 12.440,76 TL nominal değerde şirket esas sermayesinin % 0.0024’ünü temsil eden payların sahibinin …, 6.016,87 TL nominal değerde şirket esas sermayesinin % 0.0012’sini temsil eden payların sahibinin …, 831,74 TL nominal değerde şirket esas sermayesinin 0.00016’sını temsil eden payların sahibinin … olduğunu, davacıların müvekkili …’ın babasına ait olan payları inançlı temlik yolu ile devraldığı ve muris muvazaasına ilişkin iddialarını yazılı delillerle ispatlamaları gerektiğini, davacıların yaklaşık 18 yıl sonra ileri sürdükleri iddialarının MK 2.maddesi anlamında hakkın kötüye kullanılmasını oluşturduğunu, dosyaya ibraz edilen beyanname başlıklı belgede …’ın kendi adına attığı bir imza olmayıp, …’nin kaşesi üzerine şirketi temsilen attığı bir imza bulunduğunu, bu durumun açıkça belgenin geçersiz olduğunu gösterdiğini, muris … tarafından keşide edilen Bakırköy …Noterliğinin 20 Mayıs 2013 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnamesinde “hakkındaki emanet iddialarının asılsız olduğu, akli melekelerinin yerinde olmadığı iddiasının doğru olmadığı ve kişilik haklarını zedelediği, hiç kimseye emaneten yahut karşılıksız olarak şirket hissesi vermediği, bu bakımdan davalı …’tan alacaklı olmadığı” beyanında bulunulduğunu, davacı tarafça sunulan hukuki dayanaktan yoksun beyanname başlıklı delil incelendiğinde davalı …’ın şirket kaşesi üzerine imzasını taşıyan ve sahte olarak doldurulan bu belgede şirket hisselerinin % 97’sinin sermaye artırımından etkilenmeksizin …’a ait olacağı yönündeki ifadenin TTK hükümlerine tamamen aykırı olduğunu, ayrıca davacıların hisse devirlerinin muvazaalı ya da inançlı işlemler sakat olduğuna ilişkin pay defterinde herhangi bir kayıt düşmediklerini, davacıların şirketteki pay oranlarına itiraz etmelerinin çelişkili davranış yasağı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, uzun süre sessiz kalma sebebiyle hak kaybından söz edilebileceğini, bir hakkın kullanımına uzun süre sessiz kalan davacıların zımni olarak bu kullanıma icazet vermekte, rıza göstermekte olduğunu, ayrıca hakkın kullanımı için olası aykırılığın hak sahipleri tarafından bilinmesi gerektiğini, müvekkili … adına verdikleri esasa ilişkin beyanlarını … yönünden de tekrar ettiklerini, ayrıca müteveffa …, Büyükçekmece 2.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2013/844 Esas sayılı vesayet dosyasında 07/03/2014 tarihli beyanında bizzat “havayolu şirketini Mustafa kurdu ben kurmadım” şeklinde beyanda bulunduğunu, müteveffanın bu beyanının müvekkilleri lehinde kesin delil teşkil ettiğini, açılan davada davacıların kötü niyetli olduğunu, muris …’ın 1980 yılında Almanya’ya yerleşerek Alman vatandaşı olduğunu, geçen 35 senelik süre zarfında şirketlere nakdi sermaye koyan ve şirketleri geliştirenin müvekkili … olduğunu, huzurdaki dava geçerli kesin yazılı bir delile dayanmadığından davacıların ihtiyati tedbir taleplerinin reddinin gerektiğini, mahkeme aksi kanaatte ise şirketlerin işleyişinin sekteye uğratılmaması amacıyla şirketlerin reel değeri üzerinden teminat alınarak karar verilmesinin uygun olacağını, yine davalı müvekkil şirketlerin değerlerinin belirlenmesinde … A.Ş ile akdettiği Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmelerinin de değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, davacıların ihtiyati tedbir taleplerinin reddine, davacı şirket hisselerinin iptali ile terekeye kayıt edilmesi talep edildiğinden öncelikle mirasçıların davaya dahil edilmelerine, davacının husumet değiştirilmesine ilişkin taleplerinin reddine, … yönünden yatırılan eksik harcın tamamlattırılmasına, dava değerinin şirketlerin reel değeri üzerinden görülmesi bakımından ilgili Tapu Müdürlüklerinden, Belediyeden ve resmi işlem görmüş Noterliklerden belgeler getirtilerek keşfen bilirkişi incelemesi sonucunda harcın buna göre tamamlattırılmasına karar verilmesini ve davacı taleplerinin tamamının esastan reddine karar verilmesini istemiştir. Davalı … A.Ş vekili cevap dilekçesinde özetle; …’nin 1993 yılında …, …, … ve davacılar … ile … (…) tarafından kurulduğunu, kurucular arasında muris …’ın bulunmadığını, …nin ise 2009 yılında …, …, …, …, … tarafından 8.000.000,- TL sermaye ile kurulduğunu, muris … ile davacıların …ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını, öncelikle müvekkili şirket yönünden şirketin hali hazırdaki güncel değeri üzerinden harcın yatırılmasını, tedbir taleplerinin de şirketin gerçek bedeli değerlendirilerek karar verilmesini talep ettiklerini, davacı taleplerini kabul anlamına gelmemekle beraber davacının taleplerinin tamanının zamanaşımına uğradığını, …’deki hisselerin muris … adına kayıtlı olması gerekirken … adına inançlı olarak devredildiği, …’deki hisselerin satılarak …nin kurulduğunun iddia edildiğini, …’nin 1993 senesinde kurulduğunu, kuruluş aşamasında davacıların bizzat yer aldığını, işbu davadaki davacı taleplerinin tamamının 2003 yılından sonra zamanaşımına uğradığını, muris … ile …ve … arasında illiyet bağı bulunmadığını, davalı …nin davalı sıfatını kabul etmek anlamına gelmemek kaydıyla davacılar … ve …’ın 05/06/2007 tarihinde …’ndeki hisselerinin bedellerini nakden alarak ibra olunduklarını, aynı tarih 2007/03 karar nolu yönetim kurulu kararıyla da hisselerinin tamamını …’a verdikleri vekaletname ile … A.Ş’ne devrettiklerini, daha sonrasında hisselerin gerçek sahibinin … olduğununu ileri sürülmesinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu, davacıların dosyaya ibraz ettikleri 01/03/2005 yılında düzenlendiği iddia edilen beyyanamedir başlıklı yazıya itibar edilmesinin mümkün olmadığını, anılan belge incelendiğinde emanet verenin ve emanet alanın şahsen imza atmadığı, şirket kaşesi üzerine olan evrakın sonradan doldurulduğu, belgenin içeriği itibariyle de …’ni hiç bir şekilde bağlamayacağı, bu konuda herhangi bir imzanın bulunmadığı, anonim şirketlerde emaneten hisse devirinin mümkün olmadığının görüleceğini, ayrıca belgede …ni bağlayan hiçbir yazı bulunmadığını, geçersiz hukuki dayanaktan yoksun, sahte belgede şirket hisselerinin % 97’sinin hiçbir sermaye artırımından etkilenmeksizin …’a ait olacağı yönündeki ifadenin TTK hükümlerine tamamen aykırı olduğunu, davacıların muris muvazaasına yönelik iddialarını da yazılı delillerle ispat etmeleri gerektiğini, muris …’ın Bakırköy …Noterliğinin 20 Mayıs 2013 tarih … yevmiye nolu ihtarnamesinde bizzat kendisinin “ben hiç kimseye emanet ya da karşılıksız bir mal, gayrimenkul ya da şirket hissesi vermedim, bu nedenle de oğlum …’tan bir hak ve alacağımın doğması mümkün değildir.” şeklinde beyanı ile ortada emaneten bırakılmış bir ticari şirket hissesinin bulunmadığını beyan ve ikrar ettiğini, davacılar vekilinin mahkemeye verdiği 07/12/2015 tarihli husumetin değiştirilmesine ilişkin dilekçesinde, fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000,- TL sinin …’tan tahsilini murisin terekesine aktarılmasına karar verilmesini talep ettiğini, davacıların dava dilekçesiyle bağlı olduklarını, dava dilekçesinde hiçbir alacak talebinde bulunulmadığını, bu nedenle davacıların iddiasını genişletmesine muvafakat etmediklerini ileri sürerek davacıların ihtiyati tedbir taleplerinin reddine, davacı şirket hisselerinin iptali ile terekeye kayıt edilmesi talep edildiğinden mirasçıların davaya dahil edilmesine ve davanın tümüyle esastan reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 25/06/2020 tarih 2015/1102 Esas – 2020/358 Karar sayılı kararında; “….Muris …’ın öz kızları olan Davacılar … ve …, 23.11.2015 tarihinde vefat eden babalarının, yurt dışına çıkacak ve uzun süre dönemeyecek olması nedeni ile şirket işlerini idare etmek üzere kendisine ait tüm şirket hisselerini ağabeyleri davalı …’a devrettiğini, ancak bu devrin bedelsiz ve emaneten yapılan bir devir olduğunu ve …’ın tekrar Türkiye’ye dönmesi halinde bu hisselerin iade olunacağını, hisselerin babalarına ait olduğu hususunun 2005 yılında … tarafından yazılı şekilde beyan edildiğini, sair taleplerinin yanısıra anılan hisselerin Muris …’a ait olduğu ve tereke defterine alacak olarak geçirilmesi, bu mümkün olmaz ise davacıların payları oranında adlarına tesciline ve pay defterine kaydedilmesi gerektiğini iddia etmişlerdir. Davacılar, babaları tarafından Almanya’ya gitmeden önce şirket hisselerini inançlı işleme dayalı olarak ağabeyleri …’a bedelsiz olarak devrettiğine dair iddialarını, dosyaya sunmuş oldukları “BEYANNAME” başlıklı belgeye dayandırmışlardır. Söz konusu belge üzerinde Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2014/19165 soruşturma nolu dosyasında yapılan imza incelemesi neticesinde, her ne kadar belgenin altında yer alan imzanın …’a ait olduğu tespit edilmiş ise de, belge içeriğinin belgeye imza tarihinden farklı bir tarihte belgeye eklendiği saptanmakla, belgenin içeriğinin murisin gerçek iradesini yansıtıp yansıtmadığına dair kesin bir tespit yapılamamaktadır. Ayrıca, belgenin tarihinin 01/03/2005 olduğu da dikkate alındığında, davacıların aradan uzun yıllar geçtikten sonra böyle bir belgeyi ortaya çıkarmalarının MK 2 dürüstlük kuralı ilede bağdaşmayacağı değerlendirilmiş, vicdanen inançlı işlemin varlığını ispata kabil bir delil olmadığı kanaatine varılmıştır. Bu durumda inançlı işlemin varlığından söz edilemez. Öte yandan, davacılar inançlı işlem iddialarının yanı sıra, dava dilekçesinde terditli olarak muris muvazaasına dayalı iddia da bulunmuşlardır. Nitekim davacılar muris … tarafından hisselerin …’a devri hususunun sağlığında yapılmış bir karşılıksız kazandırma ve bağış niteliğinde olduğunu, bağış sözleşmesinin yazılı olarak yapılması gerekip ortada geçerli bir yazılı bağış sözleşmesi bulunmadığını ve bu bakımdan muris muvazaası söz konusu olduğunu ileri sürmektedirler. Bilindiği üzere temeline miras bırakanların çeşitli nedenlerle mirasçılarından mal kaçırmasının söz konusu olduğu hallerde, miras bırakan ve sözleşmenin karşı tarafının görünürde bir sözleşme yapması ancak bu sözleşmenin arkasına asıl niyetlerini içeren başka bir sözleşmeyi gizlemesi şeklinde tanımlanan muris muvazaası kurumu, kanunlarımızda yer almamakta olup Yargıtay içtihatları ile hukuk sistemimize dahil edilmiştir. Muris muvazaası, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihinde verdiği 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla hukukumuza girmiştir. 74 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararındaki esaslar yine Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 22.05.1987 tarihinde verdiği 4/5 sayılı kararıyla (usuli düzenlemeye ilişkin eklemeler hariç) teyit edilmiştir. 16.03.1990 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında da içtihat değişikliğine yer olmadığı yönünde karar verilmiş ve “muris muvazaası” kavramı kurumsallaşmıştır. Tanımından da anlaşıldığı üzere, muris muvazaasından bahsedilebilmesi için öncelikle görünürde bir işlem olması gerektiği tartışmasızdır. Somut olayda, muris muvazzaasından bahsedebilmek için görünürde muris … ile … arasında yapılmış görünürde bir işlem yoktur. Öte yandan davalı … uçak içi … A.Ş: yönünden açılan davanın hukuki sebebi muris Murat’â ait paralarla kurulduğu ve on ait lduğu iddiası dikkate alındığında muris muvazaasından bahsedilebilmesi için öncelikle görünürde bir işlem olması gerektiği ilkesi kapsamında davacıların bu yöndeki muvazaa iddiası da yerinde görülmemiştir. Nitekim davacılar daha önce de mahkememizin kesinleşen 2014/810 Esas sayılı dosyasından …., … A.Ş. Ve … aleyhine Genel Kurul Kararı’nın iptali istemli davayı açmışlar, yine davalı …’ın hisselerinin %97’sinin babaları …’a ait olduğu iddiasıyla hissleri temsil yetkisinin olmadığından bahisle genel kurulu kararlarının butlan hükmünde olduğunun tespitini talep etmişlerdir. Bahsi geçen dosyada yapılan yargılama neticesinde verilen Yargıtay 11 HD’nin 26/06/2019 T, 2018/64 E. E. Ve 2019/4878 K. Sayılı ilamı ile kesinleşen mahkememizin 12/11/2015 T., 2014 E. 2015/861 K. Sayılı kararında … AŞ’nin sicil kayıtlarının incelendiği, 18/05/1982 tarihli genel kurul toplantısında hazirun cetvelinden de anlaşılacağı üzere: şirket sermayesinin % 48’i … (16.170.000/33.600.000) ve % 51’in …’ a ait (17.260.000/33.600.000) olduğunun tespit edildiği, anılan şirketin sermayesinin muhtelif tarihlerde artırıldığı, artırımlarda ve hisselerde değişen oranda artırımlarla ortaklara yansıtılmış olup, muhtelif hisse devirlerinin yapıldığının anlaşıldığı, incelenen 1996,1997, 1998, 1999, 2000, 2001, 2002, 2003, 2004, 2005, 2006, 2007, 2008, 2009, 2010, 2011, 2012 ve 2013 yıllarında yapılan genel kurul hazirun cetvellerinde … hisselerinin bulunmadığının bilirkişi kurulunca tespit edildiği ve anılan yıllarda dahi …’ın ortalama % 99.5 hisseye sahip olduğunun anlaşıldığı, … A.Ş.’de ise …’ın hissesine rastlanmadığı değerlendirilerek davanın reddine karar verilmiştir. Bu kesinleşmiş ilamın dayandığı yargılamada toplanan deliller de huzurdaki dosya bakımından kuvvetli delil teşkil ettiğinden, …’ın hisseleri inançlı işleme dayalı olarak ve muvazaalı olarak iktisap etmiş olduğu yönündeki iddiaları inandırıcı bulunmamıştır. Kaldı ki davacılar aynı zamanda Büyük Çekmece 3.Asliye Hukuk Mahkemesinde 2016/734 esas sayılı dosyada tenkis ve mirasta denkleştirme davası açılmış ve bu dava derdest durumdadır. Nitekim yukarıda da açıklandığı üzere, davacıların iddialarını uzun süren bir sessizlikten sonra dile getirdikleri de nazara alındığında, davacının muris muvazaasına yönelik iddiasının da ispatlanamadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Tüm bu nedenlerle; davanın reddine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. gerekçesi ile; DAVANIN REDDİNE, karar verilmiş ve karara karşı davacılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; Dava dilekçesindeki beyanlarını tekrarla, ilaveten; dava sürecinde davanın konusunun müvekkili davacıların miras payları oranında sınırlandırıldığını; bu sınırlandırmaya karşı tarafça itiraz edilmediğini, mahkemece ihtiyati tedbir kararına ilişkin teminatların da bu pay oranları üzerinden belirlendiğini, açılan dava sonucu mahkemece kanuna ve hukuka aykırı olarak davanın reddine karar verildiğini, Mahkeme kararının gerekçesinde; iddialarının temel dayanağını oluşturan ve yazılı delil niteliğindeki “BEYANNAME” başlıklı belgenin ispata kabil bir delil olmadığına karar verildiğini; işbu kararın ise tamamen gerçek dışı bir saptamaya dayandırılarak gerekçelendirildiğini, mahkemece “Söz konusu belge üzerinde Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2014/19165 soruşturma nolu dosyasında yapılan imza incelemesi neticesinde, her ne kadar belgenin altında yer alan imzanın …’a ait olduğu tespit edilmiş ise de, belge içeriğinin belgeye imza tarihinden farklı bir tarihte belgeye eklendiği saptanmakla, belgenin içeriğinin murisin gerçek iradesini yansıtıp yansıtmadığına dair kesin bir tespit yapılamamaktadır.” şeklinde tespitte bulunulduğunu; ancak bahse konu dosyada yapılan imza incelemesi ve neticesinde düzenlenen Adli Tıp Kurumu raporunun hiçbir şekilde böyle bir tespiti içermediğini; 17/02/2015 tarihli raporda “İnceleme konusu iki adet belgede …’a atfen atılı imzalar ile …’a ait mukayese imzalar arasında; tersim biçimi, işleklik derecesi, alışkanlıklar, istif, eğim, doğrultu, seyir, hız ve baskı derecesi bakımından uygunluk ve benzerlikler saptandığından söz konusu imzaların …’ın eli ürünü olduğu sonucuna varıldığı”nın belirtildiğini; yerel mahkemenin kararında belirtildiği gibi bir sonuca varılmadığını; bu rapor doğrultusunda atılı suçlar bakımından müvekkilleri hakkında Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığının 26/02/2015 tarihli kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini; müvekkilleri tarafından yapılan şikayet sonucunda ise Büyükçekmece 1. Asliye Ceza Mahkemesinin ekte sunulu kararında belirtildiği üzere “Sanığın vekili aracılığı ile sunmuş olduğu 01.10.2014 tarihli şikayet dilekçesi içeriğine göre dosyamız müştekisi …’yı adli mercileri yanıltma ve yalan tanıklık yapmak suçlarını işlediğinden bahisle itham ederek şikayetçi olduğu, yapılan soruşturma sonunda suça konu belgeler üzerindeki imzaların sanığın el ürünü olduğunun anlaşılması üzerine dosyamız müştekisi hakkında takipsizlik kararı verildiği anlaşılmış olup, suça konu iki belge üzerindeki imzaların sanığa ait olduğu Adli Tıp Kurumunun 17.02.2015 tarihli raporu ile anlaşılmakla, sanığın kendisini suçtan kurtarmaya yönelik savunmasına itibar edilmemiştir. Bu nedenle sanığın iftira suçundan eylemine uyan TCK’nın 267/1.maddesi gereğince cezalandırılmasına” şeklinde karar verildiğini ve hükmün açıklanmasının geri bırakıldığını, Mahkemenin kararında belirttiği gibi bir tespitin bulunmadığını, bu asılsız iddiaların yalnızca sanığın ifadesinde yer aldığı gibi yapılan yargılama sonucunda sanığın bu gerçek dışı ifadelerine hiçbir şekilde itibar edilmediğini, dosya kapsamında sunulu ilgili savcılık ve mahkeme dosyaları da incelendiğinde yerel mahkemece maddi gerçekliğe ve hukuka açıkça aykırı olarak davalının ceza dosyalarında yer alan asılsız iddialarının adeta raporda yer almış gibi karara gerekçe gösterildiği hususunun görüleceğini, Dürüstlük kuralı ve zamanaşımı bakımından; Yerel Mahkemece “belgenin tarihinin 01/03/2005 olduğu da dikkate alındığında, davacıların aradan uzun yıllar geçtikten sonra böyle bir belgeyi ortaya çıkarmalarının MK 2 dürüstlük kuralı ile de bağdaşmayacağı ” hususunun değerlendirildiğini, ancak yapılan bu değerlendirmenin kanuna ve Yargıtay içtihatlarına aykırı olduğunu, müvekkillerinin dava konusu üzerindeki haklarılarının muris …’ın vefatı ile doğduğunu, ölüme bağlı tasarruflar ancak miras bırakanın ölümünden sonra dava konusu edilebileceğinden, davaya konu belgelere dayanarak müvekkilleri tarafından ileri sürülecek tüm hak ve alacakların murisin vefat tarihi itibari ile doğduğunu, müvekkillerin belge tarihi itibari ile hak sahibi olmadıklarını, yine murisin 23/11/2015 tarihindeki vefatından çok kısa bir süre sonra 01/12/2015 tarihinde söz konusu davanın açıldığı hususu da gözetildiğinde mahkemece müvekkillerin ilgili belgeye dayanmalarının dürüstlük kuralına uymadığı kabulünün hukuka aykırı olduğunu, Zamanaşımı ve dürüstlük kuralı bakımından yapılacak incelemelerde belgenin düzenlendiği tarih değil, bu belge sebebiyle müvekkillerinin hak sahibi olarak dava açmaya yetkili konuma geldikleri murisin vefat tarihinin esas alınması gerektiğini, bu doğrultuda yapılacak bir incelemede: İnançlı işlem bakımından; inanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanunu md. 125. gereği zamanaşımı süresinin on yıl olarak kabul edildiğini, murisin vefat tarihi gözetildiğinde davanın süresinde açıldığını, aksi kanaat ile muris muvazaasının kabulü halinde ise; işbu muvazaaya konu işlemlerin geçen zaman ile geçerli hale gelemeyeceğini, muris muvazaasına ilişkin açılacak davalar için de herhangi bir hak düşürücü süre ya da zamanaşımının söz konusu olmadığını, Yargıtayın kararlarında ve yerleşik içtihatlarında belirtilen bu hususun (Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2014/14726E.-2016/3328K. Sayılı ve 21/03/2016 tarihli kararı) vurgulandığını, mahkemece aynı gerekçe ile davalının zamanaşımı itirazlarının reddedilmiş iken süresi içerisinde yasal hakkını kullanan müvekkillerinin dürüstlük kuralına aykırı davrandığından bahisle davanın reddine karar verilmesinin istinafa konu kararın çelişkili ve açıkça hukuka aykırı olduğunu gösterdiğini, açıklanan hususların Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına dayandığını (Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2015/16962E.-2018/13199K. sayılı ve 04/10/2018 tarihli kararı), müvekkillerinin murisin vefatından çok kısa bir süre sonra söz konusu davayı açtığını, aksi bir durum söz konusu olsa idi dahi inançlı işlem bakımından murisin vefatı ile başlayacak olan 10 yıllık zamanaşımı süresinin, aksi kanaat ile muris muvazaasının kabulü halinde ise herhangi bir süre sınırlamasının bulunmadığı gözetildiğinde yasal sınırlara uygun olarak murisin vefat tarihi ile hak sahibi olan müvekkillerin taleplerine ilişkin mahkemenin davacıların iddiaya dayanak belgeyi uzun yıllar geçtikten sonra ortaya çıkarmalarının dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı kabulünün açıkça hukuka aykırı olduğunu, Dayanak belge ve geçerliliği bakımından; Davaya konu inançlı işlem iddialarının açıklanan sebeplerle dürüstlük kuralına aykırı olduğunun kabul edilemeyeceği gibi mahkemece inançlı işleme dayanak belgenin “vicdanen inançlı işlemin varlığını ispata kabil bir delil olmadığı kanaatine varılmıştır.” ancak mahkemenin bu tespitinin de hatalı ve hukuka aykırı olduğunu, inanç sözleşmesinin, 05/02/1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı delille kanıtlanabileceğini, dosyayı sunulu “BEYANNAME” başlıklı belge incelendiğinde görüleceği üzere davalı … tarafından her üç şirketin … üzerinde gözüken hisselerinin toplamının %97’sinin gerçekte …’a ait olduğunu, bu oranın hiçbir şekilde sermaye artırımlarından etkilenmeyeceğinin gayrı kabili rücu olarak kabul ve taahhüt edildiğini, işbu belgeye ilişkin imzanın …’a ait olduğunun da 17/02/2015 tarihli rapor ile tespit edildiğini; imzası teyit edilmiş yazılı belge ile ispat olunan inançlı işleme ilişkin iddialarının, ispat edilemediğinden bahisle verilen mahkeme kararının dosya içeriği ve somut gerçeklik ile çelişmediğini; işbu yazılı inanç sözleşmesine karşı ileri sürülecek her türlü iddianın karşı tarafça ispatnın gerektiğini ve davalının sunduğu karşı bir yazılı delil bulunmamakta iken mahkemece davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğu gibi belge içeriğine ilişkin değerlendirmede bulunulmasının da açıkça hukuka aykırı olduğunu, gerçeği yansıtmadığını, taraflarınca hiçbir şekilde kabul edilmemesine karşın ilgili belge açığa imza olarak düzenlenmiş ve içeriği sonradan doldurulmuş olsa dahi bu hususun da davalı tarafça yazılı belge ile kanıtlanması gerektiğini, açığa imza atanın bu işleminin sonuçlarını öngörmesi gerektiği hususlarının da Yargıtay içtihatlarıyla sabit olduğunu; yine eğer davalı ile muris arasında inanç sözleşmesi dışında başkaca bir anlaşma yahut alacak bulunsa bile bu iddianın mirasçıları bağlamayacağı hususunun Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2016/5597E.-2019/1255K. Sayılı ve 25/02/2019 tarihli kararında da belirtildiğini, mahkeme kararının aksine dava konusu inançlı işlemin kendileri tarafından imzası teyit edilmiş belge ile ispat edildiğini (Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 2017/5683E.-2018-7969K. sayılı ve 20/11/2018 tarihli kararı) Bu doğrultuda mahkemece hatalı olarak davaya dayanak belgenin ispatı kabil olmadığı kararı verilecek ise dahi dava konusuna ilişkin diğer delillerin toplanarak incelenmesi, tanıklarının hazır edilmesi için süre verilmesi yahut yemin delilinin hatırlatılması ve tüm deliller değerlendirildikten sonra bir karara varılması gerekir iken tanıklarını dinletme taleplerinin de reddedildiğini, kararın bu bakımdan da hukuka aykırı olduğunu, Eksik inceleme ve istinabe talepleri bakımından; Dava dosyasına iddialarını destekler nitelikteki müvekkili …’e ait banka hesabı kayıtlarını sunduklarını, mahkemece ilgili kayıtların teyidi maksadıyla … Bankası’na istinabe talebiyle müzekkere yazıldığını; istinabe süreci sonucunda ilgili evrakların “kişisel sır niteliği taşıdığı” ve Lahey Sözleşmesinin 3. maddesine göre gerekliliklerin karşılanmadığı gerekçesi ile mahkemeye gönderilmediğini; kendileri tarafından istinabe evrakına ilişkin beyanda bulunulacağı hususu 25/06/2020 tarihli 15 no’lu celsede bildirmesine rağmen bu hususta taraflarına süre verilmediğini ve aynı celsede davanın reddine karar verildiğini, Banka hesabına ilişkin talep edilen bilgiler halihazırda davacı müvekkili …’e ait olduğundan ilgili evrakların gönderilmemesine gerekçe gösterilen “kişisel sır” niteliğinin kabulünün mümkün olmadığını; mahkemece beyanlarının sunulması için süre verilmesi ve talepleri doğrultusunda yeniden daha açıklayıcı bir istinabe talebinde bulunulması gerekmekte iken delilleri ve talepleri hiçbir şekilde incelenmeksizin davanın reddine karar verildiğini, kendileri tarafından istinabeye konu evrakların halihazırda dava dosyasına sunulu durumda olduğunu, evrakların bankadan temin edilememesi halinde işbu evrakların incelenerek delillerinin değerlendirilmesi gerektiğini, buna karşın mahkemece gerekçeli kararda yalnızca istinabe evrakından sonuç alınamadığına değinmekle yetinildiğini, dosyaya sunulan delillerin hiçbir şekilde incelemeye alınmadığını, Bu hususa ek olarak açmış oldukları davada davalı şirketlerin hisseleri üzerinden mümkün olmaması halinde ise hisselerin değeri üzerinden talepte bulunulduğunu, mahkemece bu durumda şirket hisse değerlerine ilişkin inceleme ve değerlendirme yapılması, bu inceleme için dosyanın bilirkişiye gönderilmesi gerekirken işbu hususta değerlendirilmeksizin davanın reddine karar verildiğini; açıklanan pek çok gerekçe gereği mahkemece eksik inceleme ve delil değerlendirmesi yapıldığının açık olduğunu ve eksik değerlendirmelerle verilen kararın kaldırılması gerektiğini, Genel kurul kararının iptali davası bakımından; Mahkemece verilen usul ve yasaya aykırı kararın gerekçelerinden biri olarak aynı mahkemenin Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 26/06/2019 tarihli ve 2018/64E.-2019/4878 K. sayılı ilamı ile kesinleşen 12/11/2015 tarihli, 2014/810E.-2015/861K. sayılı kararının gerekçe gösterildiğini; ancak söz konusu dava …., … A.Ş. ve … aleyhine açılan Genel Kurul Kararlarının iptali istemli bir dava olduğunu; işbu dava ilgili Genel Kurul Kararlarının iptaline ilişkin konusu itibariyle de tamamen şekli olarak incelenen bir dava olduğunu ve dava içeriğinin de işbu dava ile herhangi bir ilgisinin bulunmadığını; mahkemece ilgili davadaki hisse oranları dikkate alınarak hatalı bir değerlendirme yapıldığını; işbu davanın konusunun ilgili davadan bağımsız olarak muris ile davalı … arasındaki inançlı işleme dayandığını, Söz konusu işlemin taraflarca sunulan yazılı belge ile ispat edildiğini, bu belgede davalı … tarafından her üç şirketin … üzerinde gözüken hisselerinin toplamının %97’sinin gerçekte …’a ait olduğunu ve hiçbir şekilde sermaye artırımlarından etkilenmeyeceği hususunun gayrı kabili rücu olarak kabul ve taahhüt edildiğini; bu kabule karşın mahkemenin dava konusu iddia ve talepleri ile ilgili belgenin geçerliliğini inceleyerek karar vermesi gerektiğini, söz konusu şirketlerin kuruluş ve değişen yıllara göre hisse dağılımını incelemesi, nitekim murise ait olduğu kabul edilen hisselerin sermaye artırımlarından etkilenmeyeceği de ilgili belgede belirtilmiş iken, yıllara göre sermaye arttırımlarının ve hisse dağılımlarının yapıldığının kabulünün açıkça hukuka aykırı olduğunu, Yine mahkeme kararında “Bu kesinleşmiş ilamın dayandığı yargılamada toplanan deliller de huzurdaki dosya bakımından kuvvetli delil teşkil ettiğinden, …’ın hisseleri inançlı işleme dayalı olarak ve muvazaalı olarak iktisap etmiş olduğu yönündeki iddiaları inandırıcı bulunmamıştır.” şeklinde karar verildiğini; ancak açıklandığı üzere dava konuları farklı olduğu gibi konuları sebebiyle davaların delil ve ispat koşullarıın da farklı olduğunu; söz konusu dava bakımından ilgili davadaki deliller ve hisse dağılımına ilişkin tespitlerin değil dosyaya sunulu inanç sözleşmesinin delil teşkil ettiğini; söz konusu yazılı belgenin imzasının teyit edilmiş olmasını ve karşı yan tarafından aksi yazılı bir delille ispat edilememiş olmasına karşın yazılı delilin ve tüm dava içeriği yerine konu ve içerik bakımından farklı bir dosyanın işbu dosyada “kuvvetli delil” teşkil ettiğinin mümkün olmadığını, Vekalet ücreti bakımından; Yerel Mahkemenin davanın reddine ve “Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca davalılar yararına tayin ve takdir olunan 302.305,36 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine,” karar verdiğini; ancak verilen ret kararının açıklanan sebeplerle hukuka aykırı olduğunu takdir edilen vekalet ücretinin de hem tutar bakımından hem de bu tutardan davacıların hangi oranda sorumlu olduğu hiçbir şekilde belirtilmemiş olduğundan hukuka aykırı olduğunu ve kararın yalnızca bu sebeple dahi kaldırılması gerektiğini, Öncelikle belirlenen 302.305,36 TL vekalet ücreti tutarının hatalı olduğunu; işbu tutarın davalı üç şirketin %97sinin değeri üzerinden hesaplandığını; dava konusu ve müvekkillerin sorumluluğu, bu değer üzerinden hesaplanacak davacı müvekkillerinin payı oranı ile sınırlı olduğundan, davanın reddine karar verilecek ise dahi vekalet ücretinin de bu tutar üzerinden hesaplanması gerektiğini; her ne kadar dava söz konusu hisselerinin murise aidiyetinin tespiti ve tereke hesabına kayıt ve tescili talepli açılmış ise de dava sürecinde bu taleplerinin davacı müvekkillerinin payları oranıyla sınırlandırıldığını, bu sınırlandırmaya karşı tarafça itiraz edilmediğini, mahkemece ihtiyati tedbir kararına ilişkin teminatların da bu pay oranları üzerinden belirlendiğini, Ayrıca söz konusu davada iki davacı bulunmasına karşın mahkemece “vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine” karar verildiğini; vekalet ücretinin davacılardan alınmasına karar verilecek ise de yine kararda davacıların sorumlu olduğu tutarların ayrı ayrı belirtilmesi gerektiğini(Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/415E.-2019/989K. Sayılı ve 03/10/2019 tarihli kararı), Davalılar vekilinin işbu davada vekillik yapmasının usul ve yasaya aykırılığı bakımından; Davalı vekilleri muris …’a vasi atanması ve vasiye murise ait hisselerin iadesi için dava açma yetkisinin talep edildiği Büyükçekmece 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2013/844 E. sayılı dosyasında; murisin işlerini takip etmesi amacıyla davalı …’a verdiği vekalete istinaden o tarihte sağ olan kısıtlı adayı …’a vekil olarak tayin edildiklerini; bu kez davalı … ve diğer davalı şirketlerdeki murise ait hisselerin tereke hesabına aktarılması amacıyla açılan ve aslında murisin sağlığında vasi marifeti ile açılması lazım gelen işbu davada da davalı şirketlerin ve …’ın vekilliğini üstlenerek murisle … arasındaki menfaat çatışmasını bile bile vekillik yaptıklarını; Avukatlık Kanunu 38. maddesi davalı vekillerinin bu davada kesin olarak vekillik yapamayacağını hüküm altına aldığı halde davalı vekillerinin ısrarla usul ve yasaya açıkça aykırı olarak vekil olarak işlem tesisine gitmelerinin kabulünün mümkün olmadığını; yapılan vekilliğin Avukatlık Kanunu gereği geçersiz olduğunu vekillerin bu sıfatla yaptıkları tüm işlemlerin de hükümsüz sayılması gerektiğini; itirazlarının Mahkemece haksız bir şekilde reddedildiğini, yapılacak inceleme sonucu ilgili vekillerin davalılar vekili sıfatlarının bulunmadığının tespiti ile muris aleyhine yaptıkları tüm talep ve cevaplarının dosyadan çıkartılmasına karar verilmesini talep ettiğini, İhtiyati tedbir talepleri bakımından; Dava konusu şirketlerin değerleri, müvekkillerin miras payları oranında bu şirketler üzerindeki hak ve alacakları ve işbu alacaklarının imzası teyit edilmiş yazılı inanç sözleşmesi ile ispat edilmiş olduğu ve davalı …’ın şirketlerdeki hisse oranlarının yüksekliği sebebiyle müvekkillerin yargılama sürecinde uğrayabileceği telafisi mümkün olmayan büyük maddi zararlar gözetildiğinde davalı şirketler üzerinde murisin hak sahibi olduğu %97 oranındaki hisseler üzerine davacıların payı oranında tedbir konulması gerektiğini; ayrıca dava dilekçelerinde ve önceki taleplerinde de belirtildiği üzere mirasçı davacıların haklarının korunmasını teminen tedbiren …’ın temsil ve ilzam yetkisinin kısıtlanarak şirketlerin kayyum maarifetiyle yönetilmesini ve davalı şirketlerin gerek yurt içinde gerekse yurt dışında bulunan tüm banka hesaplarına tedbir konulmasını talep ettiklerini, ayrıca verilen bu kararın icrası ve müvekkillerinin uğrayacağı haksız zarar gözetilerek mahkeme kararının karar kesinleşinceye kadar tedbiren uygulanmamasına karar verilmesini talep ettiklerini belirterek, Davalı şirketler üzerinde murisin hak sahibi olduğu %97 oranındaki hisseler üzerine davacıların payı oranında ihtiyati tedbir konulmasına, Mirasçı davacıların haklarının korunmasını teminen tedbiren …’ın temsil ve ilzam yetkisinin kısıtlanarak şirketlerin kayyum maarifetiyle yönetilmesine ve davalı şirketlerin gerek yurt içinde gerekse yurt dışında bulunan tüm banka hesaplarına tedbir konulmasına, Hukuka aykırı olarak verilen mahkeme kararının icrası ve müvekkillerin uğrayacağı haksız zarar gözetilerek mahkeme kararının karar kesinleşinceye kadar tedbiren uygulanmamasına, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak, yeniden yargılama sonucunda davanın kabulüne, aksi kanaat halinde Mahkeme kararının bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, inançlı işlem, bunun mümkün olmaması halinde muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı olarak davalı şirketlerdeki davalı …’a ait hisselerin % 97’sinin muris …’ın terekesine ait olduğunun tespiti, tereke hesabına kaydı, olmadığı takdirde davacıların miras payları oranında adlarına tescili ve şirketlerin pay defterlerine işlenmesi istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Taraf teşkili sağlanmadan yargılamaya devam edilerek karar verilmesi, adil yargılanma ve HMK’nın 27. maddesi uyarınca hukuki dinlenilme hakkına aykırıdır. Ayrıca taraf teşkili kamu düzenine ilişkin olduğundan, taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında nazara alınması gerekmektedir. Davacıların dava dilekçelerindeki gerek inançlı işlem gerekse muvazaa sebebi ile ilgili ilk taleplerinin davalı şirketlerin hisselerinin %97’sinin murisin terekesine ait olduğunun tespiti ile tereke hesabına kaydıdır. Muris … 23/11/2015 tarihinde vefat etmiş olup, ölüm tarihi itibariyle terekesi elbirliği mülkiyetine tabidir. İbraz edilen veraset ilamına göre davacılar ve davalı … dışında murisin üç mirasçısı daha bulunmaktadır. 14/04/2016 tarihli duruşmada mahkemece, davada davaya konu hisselerin muris …’ın terekesine dahil edilmesi talebi nedeniyle davacılar ve davalı … dışındaki diğer mirascıların açılan davaya muvafakatlarının sağlanması veya davaya dahil edilmesi yahut terekeye temsilci tayini hususunda davacılar vekiline gelecek celseye kadar kesin süre verilmesine, aksi takdirde bu talep yönünden dava ehliyetine ilişkin dava şartı yokluğundan talebin reddine karar verileceğinin ihtarına karar verildiği, 14/07/2016 tarihli duruşmada mahkemece, davaya katılmayan ortakların olurlarının alınması ya da miras şirketine 4721 sayılı TMK.nun 640. maddesi uyarınca atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiğinden davacılar vekiline muris …’ın davacılar ve davalı dışındaki diğer mirasçılarının olurlarını alması ya da miras şirketine temsilci atanmasını sağlaması hususunda son kez gelecek celseye kadar kesin süre verilmesine, aksi halde dava ehliyetine ilişkin dava şartı yokluğundan dolayı davacının …’a ait hisselerin murisin tereke hesabından iade olunmasına dair öncelikli talebinin usulden reddedileceğinin ihtarına karar verildiği, Davacılar vekilinin 15/12/2016 tarihli duruşmada, terekeye temsilci atanması konusunda ayrı dava açmadıklarını, taleplerinin müvekkillerinin miras payları oranında adlarına kayıt ve tescil ile diğer talepleri olduğunu, terditli taleplerinin devam ettiğini beyan ettiği, 13/04/2017 tarihli duruşmada mahkemece, davacılar vekiline davadaki asli taleplerinin devam edip etmediğini bildirmesi için 2 haftalık süre verildiği, davacılar vekilinin 17/04/2017 Uyap kayıt tarihli dilekçesinde; taraflarınca terekeye temsilci atanmasının talep edilmeyeceği, mevcut davanın tüm mirasçıları kapsar şekilde değil, müvekkili davacıları kapsar şekilde onların tam miras payları oranında görülmesinin talep edildiği, dava dilekçelerinde ve sonrasında ileri sürdükleri tüm taleplerinin aynen geçerli olduğu, ancak taleplerinin müvekkili davacıların tam miras payları oranı ile sınırlı olduğunun beyan edildiği, 21/09/2017 tarihli duruşmada mahkemece, davacılar vekilinin taleplerini daraltmasının kısmen feragat olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususunun nihai karar aşamasında değerlendirilmesine karar verildiği görülmektedir. Terekeye karşı yapılan mülkiyetten kaynaklanan davalarda terekeyi temsil eden tüm mirasçıların bir arada hareket etmek suretiyle davayı birlikte açmaları, ayrıca, mirasçılardan birisinin terekeye iade şeklinde dava açması halinde de tüm mirasçıların davada muvafakatlarının sağlanması, aksi takdirde terekenin atanacak temsilci marifetiyle davada temsil edilmesi ve yürütülmesi gerekmektedir. (T.M.K. 640 md.) Her ne kadar davacılar vekili tarafından 17/04/2017 Uyap kayıt tarihli dilekçede, mevcut davanın tüm mirasçıları kapsar şekilde değil, müvekkili davacıları kapsar şekilde onların tam miras payları oranında görülmesi talep edilmiş ise de, davalı şirketlerin dava konusu hisselerinin murisin terekesine ait olduğunun tespiti, tereke hesabına kaydı talepleri geri alınmamış, bu taleplerden feragat de edilmemiştir. Bu hali ile, davacılar tarafından dava dilekçesinde terekeye iade istenildiği halde usulüne uygun taraf teşkili sağlanmadan sonuca gidilmesi, 21/09/2017 tarihli duruşmada, davacılar vekilinin taleplerini daraltmasının kısmen feragat olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususunun nihai karar aşamasında değerlendirilmesine karar verilmesine rağmen gerekçeli kararda bu husus irdelenerek bir değerlendirme yapılmadan karar verilmesi doğru görülmemiştir. Öte yandan; davacı tarafça inançlı işlem ve terditli olarak muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı olarak talepte bulunulmuştur. İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır. Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 202’inci maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir. Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde hakimin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.12.2015 tarihli, 2014/14-516 Esas, 2015/2838 sayılı Kararı da bu doğrultudadır.) (Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2021/8335 Esas 2022/4374 Karar 21.06.2022 Tarih ) Yine, üçüncü kişiler muvazaa iddialarını tanık da dâhil olmak üzere her türlü delille ispat edebilirler. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 02.10.2002 gün ve 2002/6-618 E.-659 K.; 24.02.2010 gün ve 2010/6-94 E. – 100 K. sayılı ilamları) Davacılar vekili tarafından diğer deliller ile birlikte tanık deliline de dayanılarak tanık ismi bildirilen tanığın talimat ile dinlenilmesi talep edilmiştir. Yukarıda yapılan açıklamalar gözetilerek, davacılar tanığının beyanının alınması gerekirken, yerinde olmayan gerekçe ile tanık dinletme talebinin reddine karar verilmesi de usul ve yasaya uygun değildir. Ayrıca, Adli Tıp Kurumu’nun 17/02/2015 tarihli raporunda “İnceleme konusu iki adet belgede …’a atfen atılı imzalar ile …’a ait mukayese imzalar arasında; tersim biçimi, işleklik derecesi, alışkanlıklar, istif, eğim, doğrultu, seyir, hız ve baskı derecesi bakımından uygunluk ve benzerlikler saptandığından söz konusu imzaların …’ın eli ürünü olduğu sonucuna varıldığı” belirtilmiş olmasına rağmen, gerekçeli kararda, “belge içeriğinin belgeye imza tarihinden farklı bir tarihte belgeye eklendiğinin” neye istinaden ve ne şekilde saptandığının açıklanmaması; yine birden fazla davacı olmasına rağmen davalılar lehine hükmedilen vekalet ücretinin ” davacıdan” alınarak davalılara verilmesine şeklinde infazda tereddüt oluşturacak mahiyette hüküm kurulması da yerinde değildir. HMK.nın (Değişik:22/07/2020-7251/35md.)353/1-a6 maddesinde; “Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması.” hali, kararın kaldırılarak, dosyanın mahkemesine iadesi sebepleri arasında gösterilmiştir. Açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 355 ve 353/1-a.6 maddeleri uyarınca kaldırılmasına, dosyanın davanın yeniden görülmesi için mahkemesine iadesine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacıların istinaf başvurusunun KABULÜ ile; Bakırköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 25/06/2020 tarih ve 2015/1102 Esas 2020/358 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a6 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine İADESİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davacılar tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, 3-İstinaf talep eden davacılar tarafından yatırılan istinaf karar harçlarının talep halinde kendilerine iadesine, 4-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 5-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine, 6-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 24/11/2022 tarihinde HMK’nın 362/1-g maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.