Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2020/1381 E. 2022/1638 K. 10.11.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1381
KARAR NO: 2022/1638
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME: İSTANBUL 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 09/12/2019
DOSYA NUMARASI: 2017/944 Esas – 2019/1171 Karar
DAVA: Ticari Şirket (Genel Kurul Kararının İptali İstemli)
KARAR TARİHİ: 10/11/2022
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle: Müvekkili şirketin, davalı … nezdinde esas sermayenin %16’sına tekabül eden oranda payın sahibi olduğunu, davalı … A.Ş.’nin 2016 Yılına Dair Olağan Genel Kurul Toplantısını 14.04.2017 tarihinde gerçekleştirildiğini, yönetim kurulunun ilk olağan genel kurul toplantısı gündeminde yer alan iç ve dış kaynaklardan sermaye artırımı kararlarının tescil edilememiş olması gerekçesi ile aynı gündemle ikinci kez olağan genel kurul toplantısı tertip etme politikası izlediğini, bu yaklaşımın tereddütsüz bir şekilde pay sahibinin genel kurula katılma hakkını sınırlandırdığını ve 24.08.2017 tarihli ikinci olağan genel kurul toplantısında alınan tüm genel kurul kararları açısından açık bir butlan ve/veya iptal sebebi teşkil ettiğini, davalı … A.Ş.’nin 2016 yılına dair olağan genel kurul toplantısının 14.04.2017 tarihinde yapılarak, bu toplantıda; TK md. 409 hükmü uyarınca genel kurul toplantısı gündeminde bulunması zorunlu hususlara ilâveten iç ve dış kaynaklardan sermaye artırımı marifetiyle esas sözleşmenin değiştirilmesi ile yönetim kurulu üyelerine şirketle işlem yapma (TK md. 395) ve rekabet etme (TK md. 396) yönünde izin verilmesine dair gündem maddeleri müzakere edilerek (olumlu yönde) karara bağlandığını, genel kurul kararlarının sıhhat kazanabilmesi açısından ticaret sicili nezdinde yapılacak tescil bir geçerlilik koşulu görünümünde olmayıp, tescile tâbi olduğu TK’da öngörülen kararlar dışında (örneğin TK md. 455), genel kurul tarafından tesis edilen kararların bir hukuki işlem olarak geçerliliğini sürdüreceğini, TK’nın genelde tescile dair esasları, özelde ise, anonim ortaklıklar hukukunun düzenlendiği hiçbir yerinde finansal tabloların onaylanması, ibra, kâr payı dağıtımı, denetçi seçimi ve yönetim kurulu üyelerine verilen izin kararlarının geçerlilik kazanabilmesi bakımından tescilinin zorunlu bir unsur olduğu yönünde bir hüküm sevk edilmediğini, davalı … A.Ş. yönetim kurulunun aynı gündemle ikinci kez olağan genel kurul toplantısı tertip etme yaklaşımının temelinde; 14.04.2017 tarihli genel kurul gündeminde yer almakla birlikte, iç ve dış kaynaklardan sermaye artırımını konu alan 9 numaralı genel kurul kararının tescil edil(e)memiş olduğu mülahazası yattığını, tescil edil(e)memesi dolayısıyla geçersiz hâle gelen bu kararlar sebebiyle olağan genel kurul toplantısı gündeminde yer alan tüm gündem maddeleri için ayrıca ve tekrar toplantı çağrısında bulunulmasının, tereddütsüz bir şekilde TK’nın toplantı düzeni ile ilgili emredici hükümlerine ve pay sahiplerinin genel kurula katılma hakkının sınırlandırılması anlayışına aykırılık teşkil ettiğini, çünkü alınan kararlar tescil edilmekle geçerli hâle gelmeyeceklerinden bir hukuki işlem olarak varlıklarını sürdürdüklerinde bir tereddüt bulunmadığını, TTK’da olağan genel kurul toplantısının her faaliyet dönemi sonundan itibaren üç ay içerisinde yapılacağı ve gerektiği takdirde genel kurulun olağanüstü toplantıya çağrılacağının emredici bir lafızla ve açıkça düzenlendiğini (TK md. 409/1, 2), üç aylık sürenin bir düzen hükmü olmasına karşılık, olağan genel kurul toplantısının anılan hükümde açıkça bir kez düzenlenebileceğinin öngörülmesi, gerektiğinde olağan değil, olağanüstü toplantı yapılabileceğinin hukuki zemine kavuşturulduğunu, pay sahiplerinin gerekli olmamasına karşılık sürekli olarak genel kurul toplantısına çağrılmaları ve bu toplantıya katılmaya mecbur bırakılmalarının, emredici nitelikteki TK m. 409 hükmünün ihlali olduğu gibi toplantıya katılma hakkının doğrudan sınırlanması anlamına da geldiğini, sürekli olarak olağan genel kurul toplantısı yapılmasının şirket ve pay sahipleri açısından önemli bir maliyet kalemi oluşturduğunu, genel kurul tarafından alınan bazı kararların değiştirilemeyeceği ve/veya kaldırılamayacağı hususunun işlem güvenliği mülahazasıyla açıkça öngörülmesine karşılık genel kurulun iradesinin farklı yönde tezahür etmiş olduğunu, açık bir örnek olarak, ibra kararının bunlardan biri olduğunu ve ibra kararının genel kurul kararı ile kaldırılamayacağını, bundan önce alınan diğer genel kurul kararlarında olduğu gibi, davalı … A.Ş.’nin kanuna aykırılık teşkil etmesi dolayısıyla alınan tescile tâbi bir kararı tescil ettirmemesi hâlinde (hemen yarın) olağan genel kurul toplantısında alınan diğer kararların geçerli olmadığı mülahazasıyla müvekkili şirketin üçüncü kez olağan genel kurul toplantısına çağrılmayacağının açık bir garantisinin de bulunmadığını, hangi genel kurul kararının geçerli ve ayakta olduğu da pay sahipleri açısından içerisinden çıkılması güç ve önemli bir muamma hâline geldiğini, üstelik genel kurul tarafından alınan kararda geri alma ve/veya teyid yönünde bir irade ortaya konulmuş da olmadığını, örneğin, genel kurul tarafından farklı tarihlerde alınan iki ayrı denetçi seçimi kararı bulunduğunu, bunlardan hangisinin, hangi tarih itibarıyla/hangi tarihten itibaren geçerli olduğunun şüpheli hâle geldiğini ve bu durumun hukuki belirliliği zedelediğini, davalı … A.Ş. yönetim kurulunun plânlanan sermaye artırımı sürecinin başından bu yana davalı şirketi çıkmaza sürüklemeye ısrarla devam ettiğini, davalı … A.Ş.’nin iç ve dış kaynaklardan sermaye artırımı kararını tescil ed(e)memiş olması, “ikinci” olağan genel kurul toplantısının yapılmasını hiçbir sebeple haklı kılmayacağını, müvekkili şirketin yetkili temsilcilerine ibraz edilen yıllık faaliyet raporu ile genel kurul toplantısında müzakereye sunulan yıllık faaliyet raporunun muhteviyatı itibarıyla birbirinden farklı olduğunu, finansal tabloların onaylanması, ibra ve kâr payı dağıtımından iç kaynaklardan sermaye artırımına değin alınan tüm kararların temelini oluşturan yıllık faaliyet raporunun güncel hâlinin müvekkili şirkete verilmemiş olmasının, pasif bilgi alma hakkının ve doğrudan oy hakkının ihlâline yol açtığından, anılan tüm kararların sakatlanmasına sebebiyet verdiğini, davalı … A.Ş.’nin bir web sitesi bulunmasına karşılık (www…com.tr), yıllık faaliyet raporu ve genel kurul toplantı çağrısı başta gelmek üzere, şeffaflık prensibi bağlamında web sitesinde yayımlanması gereken hiçbir belgenin yayımlanmadığını, bunun en bariz göstergesinin, genel kurul toplantı tutanağında toplantı çağrısının internet sitesinde yayımlandığı belirtilmesine rağmen, bununla ilgili görsel çıktıların sunulamamış olması olduğunu, şu halde toplantı çağrısının da usulune uygun yapılmadığını, 9 numaralı genel kurul kararı ile iç kaynaklardan sermaye artırımı suretiyle esas sözleşmenin değiştirilmesine karar verildiğini, alınan bu kararın kanuna aykırı olduğunu, zira yönetim kurulu kararı ile birlikte ilân edilen gündemdeki metin ile karara bağlanan metnin birbirinden farklı olduğunu, iç kaynaklardan arttırılan tutarın, toplantı esnasında yıllık kârın da iç kaynaklara eklenmesi suretiyle artırımın kapsamına dâhil edilmesiyle birlikte değiştiğini ve gündemde yer almayan bir tutarın karara bağlanması/gündemde yer almayan bir sermaye artırımı ile sonuçlandığını, ayrıca yönetim kurulu beyanının toplantı öncesi ve sonrasında müvekkili şirket yetkili temsilcilerinin değerlendirmelerine sunulmadığını, TK md. 457 hükmünde (artırım türü gözetilmeksizin) yönetim kurulunun sermaye artırımının türüne göre bir beyan hazırlayacağı ve bu beyanın bilgiyi açık, eksiksiz, doğru ve dürüst bir şekilde verme ilkesine göre tanzim edileceğinin belirtildiğini, yine finansal tabloların gerçeği yansıtmadığını ve dayanağı olan 2015 yılına dair finansal tabloların onaylanmasına dair kararın hükümsüzlüğüne karar verilmesi sonrasında 2015 yılı finansal tabloları onaylanmaksızın iç kaynaklardan sermaye artırımı sürecine gidilmesinin kararın iptalini gerektirdiğini, bir önceki mali yıl olan 2015 yılına dair finansal tablolar onaylanmaksızın ve bu yıla dair genel kurul toplantısı yapılmaksızın 2016 yılına dair genel kurul toplantısında finansal tabloların dayanağını teşkil ettiği kararların alınamayacağını, davalı … A.Ş. yönetim kurulunun iç ve dış kaynaklardan sermaye artırımı kararlarını ayrı genel kurul toplantılarına yayma gerekçesinin de müvekkili şirketin bulunacağı girişimleri sonuçsuz bırakmak olduğunu belirterek, davalı … A.Ş.’nin 24.08.2017 tarihli 2016 yılına dair ikinci olağan genel kurul toplantısında alınan esas sözleşme değişikliği kararı başta gelmek üzere dava konusu hâline getirilen 4, 5, 6, 8, 9 ve 10 numaralı genel kurul kararlarının yönetim kurulu üyeleri dinlenmeksizin ve teminatsız olarak yürütmelerinin geri bırakılmasına, 24.08.2017 tarihli olağan genel kurul toplantısında alınan ve dava konusu hâline getirilen 4, 5, 6, 8, 9 ve 10 numaralı genel kurul kararlarının butlanının tespitine ve/veya iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle: Davacı tarafın olağan veya olağanüstü genel kurul toplantısında alınan kararlara matbu muhalefet şerhleri sunarak ve görüşülen karar ayrımı gözetmeksizin 2016 yılı başından bu yana yapılan her genel kurul toplantısı ardından iptal/butlan davaları açtığını, yönetim kurulu üyelerinden kar payı istemi gibi; hukukla bağdaşmayacak taleplere haiz davalar ikame ettiğini (….İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi 2017/475 E. sayılı dosyası, İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi 2017/621 E. sayılı dosyası…), açılan iş bu dava ile birlikte, yaklaşık iki yılda müvekkili aleyhine davacı tarafından açılan dava sayısının 8’e ulaştığını, davacı tarafın bu davalar yanı sıra müvekkili şirkete karşı sorumluluk ve yükümlülüklerini yerine getirmeyerek şirkete ve dolaylı olarak tüm pay sahiplerine zarar verme amacı güttüğünü, davacının dava açma ehliyeti bulunmadığından; dava şartı eksikliğinden davanın reddi gerektiğini, davacı tarafça iptali istenen maddelere ilişkin genel kurul toplantı tutanağı incelendiğinde; davacının vekillerinin muhalefet şerhlerini ilgili kararların alınmasından sonra değil, kararın görüşülmesi sırasında sunduklarının toplantı tutanağı ile belli olduğunu, muhalefet şerhlerinin yasa gereği geçerli olabilmesi için oylamanın yapılmasından sonra tutanağa geçirilmesi şartı ile, muhalefet şerhinin usulüne uygun olduğunun kabul edildiğini, Genel Kurulda davacı vekillerince sunulan muhalefet şerhleri içerik olarak incelendiğinde hepsinin kopyala-yapıştır yöntemiyle hazırlanan matbu belgeler olduğunun anlaşıldığını, davacı şirket vekillerinin de hazır olduğu 14.04.2017 tarihli Olağan Genel Kurul toplantısında ve daha öncesinde yapılan genel kurul toplantılarında da şirketin doğan sermaye ihtiyacı nedeniyle, esas sermayesinin 20.000.000-TL’den 38.000.000-TL’sına arttırılmasına %84 oy çokluğu ile 9.760.488,96 TL bedelsiz, 8.239.511,04-TL nakit olmak üzere 18.000.000-TL sermaye artışına karar verildiğini, nakit sermaye artışı için verilen süre zarfında davacı … A.Ş. dışındaki tüm ortaklar tarafından iştirak taahhütnamesinin imzalandığını, Davacı … Pazarlama’nın süresi içinde bahsi geçen iştirak taahhütnamesini imzalamaması ve taahhütte bulunmaması sebebiyle, nakit blokaj için ödenmesi zorunlu ¼ ödemenin tamamlanamayacağının görüldüğünü, diğer ortakların da davacı … Pazarlama’nın ödemesi gereken kısmı rüçhan hakkı olarak kullanmayacaklarını bildirmesi sonucu fiili durum itibari ile üçüncü kişi ve kurumlardan sermaye artış yolu ile iştirak teklifleri alınmak zorunda kalındığını, üçüncü kişi tarafından verilen genel kurulda alınan nakit artış tutarı olan 8.239.511,04-TL’nin tamamını almak şartıyla teklif yönetim kurulu tarafından tüm hissedarlarla paylaşıldığını, üçüncü kişinin bu teklifinin … Pazarlama hariç diğer tüm ortaklar tarafından uygun görülerek muvafakatname imzalandığını, gelinen noktada Yönetim Kurulunun, 12.07.2017 tarih ve 2017/7 numaralı kararı ile … Pazarlama’nın iştirak taahhüdünü imzalamaması, nakit blokajı yapmaması, üçüncü kişiden gelen iştirak teklifine muvafakat vermemesi nedeniyle Olağan Genel Kurul’da alınan karara uygun olarak yapılacak olan sermaye artışının fiilen gerçekleştirilme ihtimali kalmadığından, 14.04.2017 tarihinde yapılan Olağan Genel Kurul’un tescil edilmemesi kararını almak zorunda kaldığını (Ek 2017/7 Sayılı Yönetim Kurulu Kararı), yasa gereği sermeye arttırımına konu genel kurul kararlarının tescilinin zorunlu olduğunu, tescil edilmeyen Genel Kurul Kararlarının geçersiz olacağını, davacıya ibraz edilen yıllık faaliyet raporu ile genel kurul toplantısında müzakereye sunulan yıllık faaliyet raporunun farklı olduğu, bu durumun bilgi alma hakkına ihlaline yol açtığı iddialarının fiili bir karşılığı olmadığı gibi yasal düzenlemeler karşısında da bir anlamının bulunmadığını, ilan edilen gündemde bulunmayan konuların karara bağlandığı iddiasının hiçbir yasal dayanağı olmadığını belirterek, öncelikle işbu dava ile birlikte ileri sürülen genel kurul kararlarının yürütmesinin geri bırakılması talebinin reddine ,davacının açmış olduğu bu haksız ve özensiz dava nedeniyle şirketin uğraması muhtemel zararlarına karşılık olarak teminat göstermesine, talep sonucunun açıklattırılmasına, verilen kesin süre içerisinde teminatın gösterilmemesi ve/veya talep sonucunun açıklattırılmaması halinde davanın açılmamış sayılmasına, usulen dayanağı bulunmayan davanın usulden aksi halde esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 09/12/2019 tarih ve 2017/944 Esas – 2019/1171 Karar sayılı kararı ile; ” ….Anonim şirketlere ilişkin genel kurul 6102 sayılı yasanın 409.maddesi uyarınca olağan ve olağanüstü olmak üzere toplanılabileceği ve olağan toplantının her faaliyet dönemi sonundan itibaren 3 ay içinde yapılır hükmü uyarınca yılda en az bir kez olağan toplantı yapma zorunluluğu bulunmasına rağmen yasa hükmüne göre bu zorunluluk dışında olağan veya olağanüstü genel kurula ilişkin bir sınırlandırmanın bulunmadığı ve genel kurula katılmanın bir zorunluluk değil hak olduğu, pay sahiplerinin bu haktan yararlanıp yararlanmamasının kendi takdirlerinde olduğu hususu dikkate alındığında, davalı tarafın sermayenin artırılmasına ilişkin 1. Olağan Genel Kurul’da alınan kararların tescil edilememiş olması nedeniyle 2.Olağanüstü Genel Kurul çağrısı ve toplantısı yapmasında bir hukuka aykırılık görülmemiş olup, davacının bu nedenle ileri sürdüğü iddialar dikkate alınmamıştır.Davacı tarafça 14.04.2017 tarihli genel kurulda alınan kararların geçerli olduğu ve aynı hususta 2. kez genel kurul toplantısı yapılamayacağı iddia edilmiş ise de bu iddiasına itibar edilmemiştir. Zira belirtilen tarihte yapılan genel kurulda alınan kararlar TTK 456/3 maddesi gereği ilan yapılmadığından dolayı bu kararın geçersiz hale geldiği sabit olduğundan bu yöndeki beyanları da dikkate alınmamıştır. Davacı tarafça genel kurulun davalı internet sitesinde genel kurula çağrının konulmadığı savunulmuş ise de bu iddiasını ispatlayan bir belgeye rastlanmadığı gibi bir an için ilanın yapılmamış olduğu veya eksik/hatalı yapılmış olduğu düşünülse bile bu durumun çağrı usulüne aykırılık çerçevesinde değerlendirilebileceği ve ancak usulsüz çağrının karara etki etmiş olması halinde 6102 sayılı yasanın 446/1-b maddesi uyarınca bir iptal sebebi oluşturabileceği, oysa davacının incelenen hazirun cetveli ve genel kurul tutanağı içeriğine göre kendisi ile birlikte tüm payların hazır olduğu, çağrının internet sitesinde ilan edilmemiş olduğu kabul edilse bile alınan karara etki etmemiş olacağı, kaldı ki davacı yönünden de toplantıya katılmış olması sebebiyle çelişkili, dürüstlük kuralına aykırı davranış oluşturacağı ve bu yönden de iddiasının dikkate alınmayacağına kanaat getirilmiş, bu nedenle de ilanın yapılıp yapılmadığına ilişkin delil sunulmamış olmasına rağmen yapılıp yapılmadığına dair araştırma yapılması gereği duyulmamıştır.Davacı tarafça genel kurul çağrısı yapılırken buna ilişkin ilanın davalı şirketin internet sitesinde yapılmamış olmasının yanında, faaliyet raporunun da internet sitesinde yer almadığı ve bu nedenle de iptal gerektiği şeklindeki iddiasına göre; 6102 sayılı yasanın 1524.maddesi 2.fıkrası uyarınca yapılan ilanların internet sitesine konulmamış olmasının yöneticiler yönünden kusur bulunması halinde sorumluluk doğuracağı ve bu yükümlülüğe uyulmaması halinde iptal edilme sebebini oluşturabileceği, ancak sermaye şirketlerinin açacakları internet sitelerine dair yönetmelikte faaliyet raporunun birleşme ve bölünme işlemleri dışındaki hallerde internet sitesine konulması yönünde bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle de davalı şirketin faaliyet raporunun internet sitesine konulmamasında bir hukuka aykırılık bulunmadığı, bu nedenle de davacının bu kısma ilişkin iddialarına da itibar edilmemiştir.Davacı tarafça 6102 sayılı yasanın 437.maddesi hükmüne göre yetkili temsilcilerine ibraz edilen yıllık faaliyet raporuna göre genel kurul toplantısında müzakereye sunulan yıllık faaliyet raporunun içeriği itibariyle birbirinden farklı olduğu, bu durumun bilgi alma hakkının ihlaline yol açtığı ve alınan tüm kararların da sakatlanmasına sebebiyet verdiği şeklindeki iddiası yönünden yapılan incelemede bu iddiasına itibar edilmemiştir. Zira 14.07.2017 tarihli genel kurulda alınan sermaye artırım kararı süresi içinde ticaret sicilde tescil edilmemiş olmakla geçersiz hale gelmiş olup, buna göre şirket sermayesinin 14.07.2017 tarihinde neyse o şekilde faaliyet raporunda gösterilmesi gerekip, davalı tarafın geçerli olması beklenen ilk karara göre düzenlemiş olduğu faaliyet raporunun daha sonra ilan edilmemiş olması nedeniyle geçersiz hale gelen karar da dikkate alınarak 14.04.2017 tarihindeki sermaye durumuna uygun faaliyet raporunun düzenlenmiş olmasının esasa etki etmeyen ve genel kurulda alınan kararlar için önem arz etmeyen nitelikte olduğu ve genel kurul tutanağı içeriğine göre davacının faaliyet raporundaki farklılığa ilişkin sorularının da cevaplandırılmış olması dikkate alındığında faaliyet raporunda yapılan düzeltmenin alınan tüm kararların butlanı yada iptalini gerektirmediği yönünde bu yöndeki davacı iddiasının itibara değer olmadığına kanaat getirilmiştir.Davacı tarafça açılan davada kârın dağıtılması gerektiği, dağıtılmaması yönündeki hususun haklarını ihlal ettiğine dair görüşüne itibar edilmemiştir. Zira davacının dile getirdiği kâr dağıtmama hususunun 10 yıllık süreyi bulduğu belirtmiş ise de 2014 yılına kadar davacının da kârın dağıtılmaması yönünde olumlu oy vermiş olması sonrasında bu kez kendisinin kârın dağıtılmaması yönündeki oyuna rağmen kâr dağıtılmamasından kaynaklı hukuka aykırılıktan bahsetmesinin çelişkili davranma yasağına aykırılık oluşturduğu, M.K.2.maddesine uygun düşmeyeceğine kanaat getirilmiştir. Davacı ancak 2014 yılı sonrası için yapılan genel kurul dikkate alındığında son 2 yıl için bu iddiasının dinlenebilir olduğuna kanaat getirilmiş, ancak genel kurulda alınan bu yöndeki bir kararın da açıkça kanuna, ana sözleşme ve dürüstlük kuralına aykırı ve bunun ispatlanmış olması halinde kabul edilebilir olacağına kanaat getirilmiştir. Buna rağmen davalı şirket yönünden alınan bilirkişi raporuna göre TTK 376.maddesi uyarınca borca batıklık durumunun oluştuğu ve bu madde kapsamına girdiği dikkate alındığında karın sermayeye eklenmesinde adeta zorunluluk bulunduğuna ve kaldı ki karın illa nakdi olarak ödeneceğine, dağıtılacağına dair bir amir hükmün de olmadığı, bu nedenle sermaye eklemenin de bir kâr dağıtımı olduğu ve bu yolla da kârın dağıtımının mümkün olduğu ve yapılan işin somut yansıması itibariyle de davalı tarafın bu şekilde sermaye artırmasına, karın sermayeye eklenmesine bir nevi mecbur kaldığı, aksi halde şirketin 6102 sayılı yasanın 376.maddesindeki sebebe binaen şirketin sona ermesine yol açacağı, bu nedenlerle de kârın sermaye eklenerek dağıtılmış olmasına, kanuna, ana sözleşmeye ve dürüstlük kuralına aykırılık oluşturmadığına kanaat getirilmiştir.Davacı tarafça yapılan genel kurulda gündeme bağlılık kuralının ihlali iddiasında bulunulmuş ise de bu iddiası da yerinde görülmemiştir. Zira bildirilen gündemde sermaye artırımının iç kaynaklardan sağlanacağı açıkça bildirilmiş olup, sermaye artırımının kârın sermayeye eklenmesi suretiyle yapıldığı yönündeki karar ve karın da iç kaynak olması nedeniyle gündeme bağlılık kuralının ihlal edildiği yönündeki davacı iddiasının da subuta ermediğine ve gündeme bağlılık kuralının ihlal edilmediğine kanaat getirilmiştir.Davacı tarafın genel kurulun 4 numaralı maddesine ilişkin olarak dile getirdiği iddiaları yönünden yapılan değerlendirmede iddialarına itibar edilmemiştir. Zira gerek süre yönünden, gerekse uygunluk yönünden denetçinin seçimine engel bir durumun somut olarak ortaya konulamadığı, muhasebecinin devamlılığı gereği ve daha önce dava konusu edilen 2015 yılı kapanış verilerinin ihbarına ilişkin mahkeme kararının gerekçesinin de temel muhasebe standartlarına ve vergi usul ve kurallarına aykırılıktan değil, davacının oy kullanmasına izin verilmemiş olması sebebine dayandığı ve buna göre de 2016 yılı finansal tabloları, bilanço kâr/zarar hesaplarına ilişkin kabul edilen karar yönünden butlan veya iptalini gerektirecek bir husus görülmemiş, davacının bu nedenle bu maddeye ilişkin talebi yerinde görülmemiştir.Davacı tarafın genel kurulun 5.maddesindeki yönetim kurulu üyelerinin ibrasına ilişkin butlan veya iptal yönündeki talebi yönünden yapılan değerlendirme neticesinde bu maddeye ilişkin talebi yerinde görülmemiş ve reddedilmiştir. Davacının iddiasına dayanak oluşturan finansal tabloların gerçeğe uygun olmadığı yönündeki iddiasının, daha önceki değerlendirmeler ile yerinde olmadığı tespit edilmiş, yine bir önceki mali yıla kadar zarar etmiş olan ve hali hazırda finansal açıdan şirketin arzu edilen seviyeye ulaşılamamış olması sebebine dayalı iddiası yönünden açıkça yöneticilerin zarara sebebiyet verdiklerine ilişkin sektörden, sektörün içinde bulunduğu konjuktürden bağımsız bir delil sunulamadığı, yine 2016 yılında oldukça düşük kâr elde edilmiş olması yönündeki sebebin yönetici kusurundan kaynaklı, piyasa şartlarından, faaliyet alanından bağımsız ortaya konulamamış olması, Gümrük Kanunu uyarınca karar verilmiş olması, yönetim kurulu üyelerinin kanundan kaynaklanan görevlerini ihlal etmesi şeklinde ve yine davalının aleyhine açılan haklı sebeple fesih davası bulunmasının yönetim kurulunun ibrasını engelleyeceği yönündeki iddialarına davanın açılmış olmasının veya idareden kesilmiş cezaların bulunmasının yöneticilerin ibralarına engel olmayacağına kanaat getirilmiş, bunun yanında yönetim kurulu üyelerinin ibrasında 6102 sayılı yasanın 436.maddesindeki oydan yoksunluk hükümlerine uyularak ibra kararı alındığı ve davacının bunun aksini ispatlayan bir delil sunamadığı, 6102 sayılı yasanın 436/1. maddesindeki hususun ise zaten söz konusu olmadığı, bu nedenle de yöneticilerin ibralarında yasaya uygun hareket edildiğinden bu maddeye dönük davacı iddiasının yerinde olmadığına ve reddi gerektiğine kanaat getirilmiştir.Davacı tarafın genel kurulun 8 no’lu bağımsız denetçi seçilmesi kararına ilişkin iptal talebi yönünden yapılan incelemede, bu talebinde de haklı olmadığına kanaat getirilmiştir. Zira denetçi olarak seçilen şirketin bilirkişi raporunda tespit edildiği üzere gerek süre yönünden gerekse uygunluk yönünden seçimine engel bir durumun somut olarak davacı tarafça ortaya konulamadığı, davalı tarafın 6102 sayılı yasanın 397.maddesi gereği bağımsız denetime tabi olduğu ve bir bağımsız denetçi seçmesi gerektiği ve buna göre de seçmiş olduğu …, … A.Ş’nin seçildiği, seçilen bu bağımsız denetim firmasının aynı zamanda davacı tarafın da mali müşavirlik hizmetlerini yapmış olmasının da denetçinin yetkinlik ve uygunluğu yönünden de bir olumsuzluk olmadığı, aksi halin aynı zamanda davacı yönünden çelişkili davranma yasağına, M.K.2.maddesindeki dürüstlük kuralına aykırı düşeceği cihetiyle bu iddiasına da itibar edilmemiştir. Davacı tarafın genel kurulda alınan 10 numaralı karara ilişkin iddiaları yönünden yapılan incelemede bu maddeye ilişkin talebi de yerinde görülmemiştir. Zira bilirkişi tarafından sunulan raporda açıkça tespit edildiği üzere 6102 sayılı yasanın 395 ve 396 maddeleri gereği yönetim kuruluna izin verilmesine ilişkin bu karardan oydan yoksunluk kuralına uygun olarak karar alındığı, bu hususun toplantı tutanağı, hazirun cetveli uyarınca sabit olduğu ve 395 ve 396.maddelerin şirkette işlem yapma, şirkete borçlanma, şirketle rekabet etme yasaklarını içerir genel nitelikte hükümler olup, ancak genel kurulun izniyle bu yasakların kaldırılabileceği mümkün olmasına göre genel kurulda bu yönde karar alındığı ve genel nitelikte olmasının da mümkün olduğu, nitekim bilirkişi raporunda değinilen …, … (Manavgat/Şehiraliçelik) doktrin görüşünün de bu yönde olduğu, keza yasanın lafzına ve yasanın konuluş amacına uygun olduğu, ticari hayat gereği bunun somutlaştırılmasına çoğu zaman imkan bulunmadığı, zira rekabet yasağının kendisinin zaten konu, yer, süre ve faaliyet alanı bakımından dar yorumlanması gerekirken bu yasanın kaldırılmasına ilişkin genel kurul kararının da sınırlama olmadan verilmesinin mümkün olduğu ve aynı hususun 6102 sayılı yasanın 395.maddesi içinde geçerli olduğu, bu nedenle de davacı tarafın bu maddeye ilişkin talebinin de reddine karar verilmiştir. Davacı tarafın dava konusu ettiği genel kurulun 9 no’lu kararına ilişkin iptal talebinin ise kabulüne karar vermek gerekmiştir. Davacı tarafça yönetim kurulu tarafından 6102 sayılı yasanın 457.maddesi uyarınca davacının incelemesine sunulmadığı cihetiyle alınan sermayenin artırılması yönündeki kararının iptali gerektiği yönündeki talebi yönünden yapılan incelemede; davacının haklı olduğuna kanaat getirilmiştir. Zira 6102 sayılı yasanın 457. maddesindeki “(1)-Yönetim kurulu tarafından sermaye artırımı türüne göre bir beyan imzalanır. Beyan, bilgiyi, açık, eksiksiz, doğru ve dürüst verme ilkesine göre hazırlanır. (2) Beyanda; a)Nakdî sermaye konuluyorsa; artırılan kısmın tamamen taahhüt edildiği, kanun veya esas sözleşme gereğince ödenmesi gerekli tutarın ödendiği; ayni sermaye konuluyor veya bir ayın devralınıyorsa bunlara verilecek karşılığın uygun olduğu ve 349.maddede yer alan hususların somut olayda mevcut bulunması halinde bunlara ilişkin açıklamalar; devralınan ayni sermaye, aynın türü, değerlendirmenin yöntemi, isabeti ve haklılığı; bir borcun takası söz konusu ise, bu borcun varlığı, geçerliliği ve takas edilebilirliği; sermayeye dönüştürülen fonun veya yedek akçenin serbestçe tasarruf olunabilirliği; gerekli organların ve kurumların onaylarının alındığı; kanuni ve idari gerekliliklerin yerine getirildiği; rüçhan hakları sınırlandırılmış veya kaldırılmışsa bunun sebepleri, miktarı ve oranı; kullanılmayan rüçhan haklarının kimlere, niçin, ne fiyatla verildiği hakkında belgeli ve gerekçeli açıklamalar yer alır. b) İç kaynaklardan yapılan sermaye artırımının hangi kaynaklardan karşılandığı, bu kaynakların gerçekliği ve şirket malvarlığı içinde varoldukları konusunda garanti verilir…” şeklindeki düzenlemenin emredici nitelikte olduğu ve beyanın ne şekilde olması gerektiğinin açıklandığı gibi 2.fıkrasında (b) bendine göre de iç kaynaklardan bir sermaye artırımı yapılacak ise bunun hangi kaynaklardan karşılandığı, bu kaynakların gerçekliği ve şirket mal varlığı içinde var oldukları konusunda garanti verileceğini belirterek bunun yönetim için bir görev ve garanti hükmünde olması nedeniyle yönetici sorumluluğunu gerektirdiği, bu nedenle yönetimin bu yönde bir beyanının olması gerekliliğinin yerine getirilmediği, yönetimin beyanının bulunmadığı ve bilirkişi raporunda geçen emsal Yargıtay 11. H.D. İçtihadı uyarınca bilirkişi görüşünün aksine bu durumun iptal sebebi olduğuna kanaat getirilmiştir. Nitekim 6102 sayılı yasanın 462/2.maddesindeki “sermayenin artırılan kısmının iç kaynaklardan karşılayan tutarın şirket bünyesinde gerçekten var olduğu, onaylanmış yıllık bilanço ve yönetim kurulunun vereceği açık ve yazılı bir beyanla doğrulanır. Bilanço tarihinin üzerinden 6 aydan fazla zaman geçmiş olduğu takdirde yeni bir bilanço çıkarılması ve bunun yönetim kurulu tarafından onaylanmış olması şarttır.” düzenleme uyarınca da yine bunun için onaylanmış bir bilançonun ve açıkça emir kipi ile yazılmış “….ve yönetim kurulunun vereceği açık ve yazılı bir beyanlar doğrulanır.” şeklindeki emredici hüküm dikkate alındığında yönetim kurulunun beyanının olmamasının bu maddenin iptali için yeterli olduğuna kanaat getirilmiştir. Bilirkişiler tarafından bağımsız denetime tabi şirket için bunun gerekli olup olmadığının takdiri mahkememize bırakılmış ise de; mahkememizce bilirkişinin bu görüşüne iştirak edilmemiştir. Zira bağımsız denetçi raporu, açık 6102 sayılı yasanın 457 ve 462/2.maddesindeki yönetimin görev ve sorumluluğunun yerini alamayacağına kanaat getirilmiştir. Bu nedenle sermaye artırımının iç kaynaklardan sağlanmasına ilişkin alınacak karar yönünden bulunması gereken şartların bulunmaması nedeniyle 9 no’lu genel kurul kararının iptali gerektiğine kanaat getirilmiştir. Davacı tarafın 6 no’lu genel kurula yönelik iddiası yönünden yapılan incelemesinde bu yöndeki talebinin de kabulüne karar verilmesi gerektiğine kanaat getirilmiştir. Alınan bilirkişi raporunda, davacı tarafın 6 no’lu genel kurulda alınan karara ilişkin iddia ve beyanları doğru bir şekilde değerlendirilmiş ve cevaplandırılmış olmasına, yani dağıtılmayan kârın sermaye eklenmesinin aynı zamanda bir kâr dağıtımı olduğu ve kârın kullanım şekline ilişkin genel kurulda yetkinin bulunduğu ve genel kurul toplantılarının 6102 sayılı yasanın 409.maddesi uyarınca bu gündem maddelerinden biriyle toplanılması gerekliliği karşısında genel kurulda da kârın iç kaynaklardan sermaye artırımı için kullanılmasına karar verilmiş olduğu dikkate alındığında, mutlak surette naklen, ödeme şeklinde bir hususun kanunda yer almadığı, keza şirket ana sözleşmesinde de bulunmadığı ve bu nedenle de davacının nakden kâr payı alma yönündeki müktesep hak iddiasının doğru olmadığı, zira ana sözleşmede de bu yönde bir hüküm bulunmadığı, kâr payı hakkı nispi emredici kanun hükmü ile tanınmış bir pay hakkı olduğu ancak bunun müktesep hak olarak nitelendirilmesinin doğru olmadığı, kar payı talep hakkının ancak genel kurulun kârın dağıtılmasına ilişkin kararı ile kazanılmış bir alacak hakkı olacağı oysa bu yönde alınmış bir karar bulunmadığı, kâr payının sermaye eklenmesi yönünde bir karar alındığı sabit olduğundan davacının nakdi müktesep kar payı hakkı ihlali iddiasına itibar edilmemiştir. Bunun yanında davacının sermaye artırımına gerek olmadığı halde sermaye artırımı yönündeki iddiasının da daha önceki değerlendirme uyarınca şirketin 6102 sayılı yasanın borca batık olması nedeniyle 376. madde kapsamında olduğu, bu durumun şirketin incelenen finansal tabloları ile bilirkişiler tarafından tespit edilmiş olduğu ve buna göre de kârın sermayeye eklenmesinin adeta davalı için bir zorunluluk haline geldiği, buna rağmen 9 no’lu karar iptal edilmiş olduğundan dolayı ve bu iptal 6 no’lu kararı etkilediğinden davacının 6 no’lu karara ilişkin iptal talebinin kabulüne karar verilmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. ” gerekçeleri ile; ” 1-Davacının davasının kısmen kabulü ile 24.08.2017 tarihinde yapılan 2016 yılına ilişkin davalının 2. Olağan Genel Kurulunda alınan 9 ve 6 numaralı kararların iptaline, 2-Davacının fazlaya ilişkin isteminin reddine, … ” karar verilmiş ve karara karşı, davacı vekili ile davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:
DAVACI VEKİLİ İSTİNAF DİLEKÇESİNDE ÖZETLE; İlk derece mahkemesinin, yönetim kurulu beyanının yokluğu temelinde iç kaynaklardan sermaye artırımı kararının geçerliliği ve buradan hareketle kâr payı dağıtımı kararının da bundan etkileneceği hakkındaki değerlendirmesinin isabetli olduğunu, gerçekten yönetim kurulu beyanına ilişkin hükmün iç kaynaklardan sermaye artırımı süreci açısından “emredici” nitelikte olup, bağımsız denetim raporundaki değerlendirmelerin bu eksikliği giderebilmesinin mümkün olmadığını, artırımın iptaline karar verilmesinin, tabiatıyla kâr payı dağıtımı kararının da geçerliliğine sirayet ettiğini, bu yönüyle her iki karar arasında organik bir “bağlılık” bulunduğundan birinin geçersizliğinin diğerini de etkilediğini, sonuç itibariyle – her ne kadar gündeme bağlılık ilkesine aykırılık bulunmadığı, nakdi kar payı dağıtımı ve bunun yerine iç kaynaklardan sermaye artırımı yapılmasında hukuken sakınca bulunmadığı ve müvekkili şirketin çelişkili davranışı kapsamında yapılan hukuki değerlendirme “temelden hatalı olsa” da- 6 numaralı kâr payı dağıtımının da iptali sonucu doğduğundan, 9 ve 6 numaralı kararların iptaline ilişkin olarak verilen karar hakkında herhangi bit itirazları bulunmadığını, Ancak mahkemenin, butlanın tespiti veya iptalini dava konusu haline getirdikleri diğer genel kurul kararları hakkındaki değerlendirmelerinin eksik ve hatalı değerlendirmeye dayandığını, tüm genel kurul kararları açısından genel nitelikteki geçersizlik sebepleri olarak ortaya koydukları sebeplerin yeterince anlaşılamadığını ve haliyle eksik ve hatalı inceleme ile hüküm kurulduğunu, özel sebeplere gitmeye gerek dahi olmaksızın salt bu sebeplerle -ki bunların ikinci kez olağan genel kurul toplantısı yapılması ile bilgi alma ve inceleme hakkının ihlali olduğunu – genel kurul kararlarının butlanının tespitine/iptaline karar verilmesi gerektiğini, işbu sebeple 9 ve 6 numaralı kararlar dışındaki diğer kararlar açısından kısmi olarak istinaf kanun yoluna başvurduklarını, Tüm Kararların Geçerliliğine Etki Eden Müşterek Geçersizlik Sebeplerine İlişkin Olarak; Davalının 2016 yılına dair olağan genel kurul toplantısının 14/04/2017 tarihinde gerçekleştirildiğini, yönetim kurulunun ilk olağan genel kurul toplantısı gündeminde yer alan iç ve dış kaynaklardan sermaye artırımı kararlarının tescil edilememiş olması gerekçesi ile aynı gündemle ikinci kez olağan genel kurul toplantısı tertip etme politikası izlediğini, bu yaklaşımın pay sahibinin genel kurula katılma hakkını sınırlandırdığını ve 24/08/2017 tarihli ikinci olağan genel kurul toplantısında alınan tüm genel kurul kararları açısından açık bir butlan ve/veya iptal sebebi teşkil ettiğini, Davalı şirketin 2016 yılına dair ilk olağan genel kurul toplantısının 14/04/2017 tarihinde yapıldığını, anılan bu toplantıda 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) 409 hükmü uyarınca genel kurul toplantısı gündeminde bulunması zorunlu hususlara ilâveten iç ve dış kaynaklardan sermaye artırımı marifetiyle esas sözleşmenin değiştirilmesi ile yönetim kurulu üyelerine şirketle işlem yapma (TTK 395) ve rekabet etme (TTK 396) yönünde izin verilmesine dair gündem maddeleri müzakere edilerek (olumlu yönde) karara bağlandığını, Genel kurul kararlarının sıhhat kazanabilmesi açısından ticaret sicili nezdinde yapılacak tescilin bir geçerlilik koşulu görünümünde olmayıp, tescile tâbi olduğu TTK’da öngörülen kararlar dışında (örneğin TTK 455), genel kurul tarafından tesis edilen kararların bir hukuki işlem olarak geçerliliğini sürdüreceğini, bilakis TTK’nın genelde tescile dair esasları, özelde ise, anonim ortaklıklar hukukunun düzenlendiği hiçbir yerinde finansal tabloların onaylanması, ibra, kâr payı dağıtımı, denetçi seçimi ve yönetim kurulu üyelerine verilen izin kararlarının geçerlilik kazanabilmesi bakımından – tescilinin zorunlu bir unsur olduğu yönünde bir hüküm sevk edilmediğini, Davalı şirket yönetim kurulunun aynı gündemle ikinci kez olağan genel kurul toplantısı tertip etme yaklaşımının temelinde iç ve dış kaynaklardan sermaye artırımını konu alan 9 numaralı genel kurul kararının tescil edilememiş olduğu mülahazasının yattığını, oysa tescil edilememesi dolayısıyla geçersiz hâle gelen bu kararlar sebebiyle (TTK 456/3), olağan genel kurul toplantısı gündeminde yer alan tüm gündem maddeleri için ayrıca ve tekrar toplantı çağrısında bulunulmasının, TTK’nın toplantı düzeni ile ilgili emredici hükümlerine ve pay sahiplerinin genel kurula katılma hakkının sınırlandırılması anlayışına aykırılık teşkil ettiğini, çünkü alınan kararlar tescil edilmekle geçerli hâle gelmeyeceklerinden bir hukuki işlem olarak varlıklarını sürdüreceklerini, TTK’da olağan genel kurul toplantısının her faaliyet dönemi sonundan itibaren üç ay içerisinde yapılacağı ve gerektiği takdirde genel kurulun olağanüstü toplantıya çağrılacağı hususlarının emredici bir lafızla ve açıkça düzenlendiğini, gözden kaçırılmaması gereken hususun, üç aylık sürenin bir düzen hükmü olmasına karşılık, olağan genel kurul toplantısının anılan hükümde açıkça bir kez düzenlenebileceğinin öngörülmesi, gerektiğinde olağan değil, olağanüstü toplantı yapılabileceğinin hukuki zemine kavuşturulmuş olması olduğunu, pay sahiplerinin gerekli olmamasına karşılık sürekli olarak genel kurul toplantısına çağrılmaları ve bu toplantıya katılmaya mecbur bırakılmalarının, emredici nitelikteki TTK 409 hükmünün ihlali olduğu gibi toplantıya katılma hakkının doğrudan sınırlanması anlamına geldiğini, TTK 447/1-a bendinde; “Pay sahiplerinin katılma, asgari oy, dava ve kanundan kaynaklanan vazgeçilmez nitelikteki genel kurul haklarını sınırlandıran veya ortadan kaldıran” kararların açıkça batıl olduklarının belirtildiğini, aynı şekilde TTK 391 /1-c hükmünde de; “Pay sabiplerinin, özellikle vazgeçilmez nitelikteki haklarını ihlal eden veya bunların kullanılmalarını kısıtlayan ya da güçleştiren (..)” kararların batıl olduğunun vurgulandığını, Sürekli olağan genel kurul toplantısı yapılmasının, TTK’nın emredici hükümleri karşısında hukuken olanaklı olmadığını, şayet ihtiyaç varsa, olağan değil, TTK’nın öngördüğü sistematik dâhilinde ilgili prosedüre uyulmak suretiyle olağanüstü genel kurul toplantısı yapılabileceğini, bu hususun ilk derece mahkemesi kararında gözden kaçırıldığını, kararın gerekçesi incelendiğinde ikinci kez tekrarlananın “olağanüstü genel kurul” olduğu ifadesinin yer aldığını, bunun da mahkemenin ikinci toplantıyı olağan değil, olağanüstü toplantı şeklinde algıladığını gösterdiğini, halbuki ikinci kez yapılanın olağan genel kurul toplantısı olduğunu, zorunlu gündem içeriğine bağlı olarak ikinci kez olağan genel kurul toplantısı yapılabilmesinin TTK’nın emredici hükümleri karşısında mümkün olmadığını, Sürekli olağan genel kurul toplantısı yapılmasının, şirket ve pay sahipleri açısından önemli bir maliyet kalemi oluşturacağını, genel kurul toplantısının yapılmasından önceki ve sonrasındaki sürecin, davalı şirket ve bu toplantıya asaleten ve/veya temsilen katılan pay sahipleri açısından zaman ve para maliyetinin oluşmasına sebebiyet verdiğini, kaldı ki tıpkı bundan önce alınan diğer genel kurul kararlarında olduğu gibi, davalı şirketin kanuna aykırılık teşkil etmesi dolayısıyla alınan tescile tâbi bir kararı tescil ettirmemesi hâlinde (hemen yarın) olağan genel kurul toplantısında alınan diğer kararların geçerli olmadığı mülahazasıyla müvekkili şirketin üçüncü kez olağan genel kurul toplantısına çağrılmayacağının açık bir garantisinin de olmadığını, Hangi genel kurul kararının geçerli ve ayakta olduğu hususunun da pay sahipleri açısından içerisinden çıkılması güç ve önemli bir muamma hâline geldiğini, üstelik genel kurul tarafından alınan kararda geri alma ve/veya teyit yönünde bir irade ortaya konulmuş da olmadığını, örneğin, genel kurul tarafından farklı tarihlerde alınan iki ayrı denetçi seçimi kararı bulunuğunu, bunlardan hangisinin, hangi tarih itibarıyla/hangi tarihten itibaren geçerli olduğu hususlarının şüpheli hâle geldiğini ve bu durumun hukuki belirliliği tereddütsüz şekilde zedelediğini, davalı şirket yönetim kurulunun bunu kavrayamadığını, plânlanan sermaye artırımı sürecinin başından bu yana davalı şirketi çıkmaza sürüklemeye ısrarla devam ettiğini, Sürekli olarak genel kurula katılma durumunun pay sahipleri açısından genel kurula katılma, asgari oy, dava ve kanundan kaynaklanan vazgeçilmez nitelikteki hakları sınırlandıran bir butlan sebebi olduğunu (TTK 447/1-a, karş. TTK 391/1-c), alınan kararlardaki hukuka aykırılıkların müvekkili şirket açısından hak mahrumiyeti oluşmaması adına iptal davası açılması zaruretini beraberinde getirdiğini, bunun da genel kurula katılma hakkı ile birlikte dava hakkını açıkça sınırlandıran bir sebep olarak tezahür ettiğini, olağan genel kurul toplantısı bir kez yapılabildiğine göre, bunun birden fazla kez düzenlenmesinin, her ne kadar genel kurul toplantısına katılım bir zorunluluk olmasa da katılmak isteyen kişileri birden fazla kez katılıma zorlaması itibariyle toplantıya katılım hakkını kısıtladığını, diğer bir ifadeyle katılmak isteyen pay sahiplerinin, iki veya bu yaklaşıma cevaz verilmesi halinde ikiden fazla kez olağan genel kurul toplantısına katılmak zorunda bırakıldığını, üstelik bu kararların sürekli olarak tekrarlanmasının, her ne kadar bir kısıtlama söz konusu olmasa da bunun olağan genel kurul kisvesi altında yapılması dolayısıyla hangi kararın geçerli olduğu ve yargı yoluna başvurma tahtında hukuki güvenlik ve belirliliği de tehlikeye soktuğunu, Davalı şirketin iç ve dış kaynaklardan sermaye artırımı kararını tescil ed(e)memiş olmasının, “ikinci” olağan genel kurul toplantısının yapılmasını hiçbir sebeple haklı kılmayacağını, ilk derece mahkemesinin gözden kaçırdığı bir diğer noktanın da burada olduğunu, zira mahkemenin gerekçeli kararında tescil edilememesi dolayısıyla tüm toplantının yeniden yapılmasını yerinde bulduğunu, oysa tescil edilememesi dolayısıyla toplantı ve toplantıda alınan tüm kararların değil, yalnızca tescili süreye tabi olan kararların geçersiz hale geldiğini, bunun da ikinci kez olağan genel kurul toplantısının yapılmasını tamamen anlamsız hale getirdiğini, anılan bu yaklaşımın pay sahibinin genel kurula katılma hakkını sınırlandırması dolayısıyla dava konusu hâline getirilen ikinci genel kurul toplantısında alınan tüm kararlar açısından açık bir butlan sebebi olduğunu (TTK 447/1-a), yönetim kurulunun çağrı ve gündemin belirlenmesine dair kararının butlanla malul olmasından hareketle alınan genel kurul kararının sakatlandığının dahi rahatlıkla söylenebileceğini, çünkü aynı yaklaşımın müvekkili şirketin genel kurul toplantısına katılmasını zorunlu kılan, bu yönüyle toplantıya katılma ve dava açma hakkını kısıtlayan yönetim kurulu kararı açısından da muteber olduğunu, Bir an için bu durumun mutlak emredici bir hükme aykırılık oluşturmaması dolayısıyla bir butlan sebebi teşkil etmeyeceği kabul edilse dahi somut uyuşmazlıkta pay sahiplerinin menfaatini himaye eden bir kanun hükmüne açık aykırılık bulunduğunu, mahkeme tarafından hangi yaklaşım benimsenirse benimsensin, ikinci olağan genel kurul toplantısında tesis edilen kararların iptal edilebilir olduğu noktasında en ufak bir şüphe yokken ilk derece mahkemesi tarafından talepleri ve gerekçeleri göz önünde bulundurulmaksızın genel kurul kararının butlanı/ iptali taleplerinin hukuka aykırı şekilde reddedildiğini, bu yönüyle ilk derece mahkemesi tarafından tesis edilen kararın kaldırılması gerektiğini, TTK 437 hükmü bağlamında müvekkili şirket yetkili temsilcilerine ibraz edilen yıllık faaliyet raporu ile genel kurul toplantısında müzakereye sunulan yıllık faaliyet raporunun “içeriği” itibariyle birbirinden farklı olup, bu durum bilgi alma hakkının ihlâline yol açtığından, anılan tüm kararların sakatlanmasına sebebiyet verdiğini, üstelik somut uyuşmazlıkta TTK 1524’e de açık aykırılık mevcut olması itibariyle -niteliksel bir ihlalin var olduğu göz önüne alınarak- kararların iptaline karar verilmesi gerektiğini, Müvekkili şirketin, TTK 437/1 hükmü bağlamında pasif bilgi alma hakkı şeklinde kendisine tanınan, şirket merkez ve şubelerinde pay sahiplerinin bilgi ve değerlendirmelerine sunulması gereken belgeleri edinerek genel kurul toplantısına katıldığını, ne var ki ilk olağan genel kurul toplantısında müzakere edildikten sonra yönetim kurulu kararıyla içeriği değiştirildiği belirtilen yıllık faaliyet raporunun eski metninin kendisine verildiği hususunun ikinci olağan genel kurul toplantısı esnasında anlaşıldığını, alınan kararların dayanağını teşkil eden belge/ belgelerde değişiklik yapılarak, farklı belge içerikleri ile “tekrar karar alınma ihtiyacı duyulması”nın hukuki bir garabete sebebiyet verdiğini, bu durumun aynı zamanda, pasif bilgi alma (ve inceleme) hakkının açıkça ihlâl edildiği anlamına geldiğini, buradaki önemli noktanın, toplantı çağrısının usulsüz hale gelmesi değil, anılan ihlâlin oy hakkına etki etmiş olması olduğunu, bilgi alma ve inceleme hakkının ihlalinin, kararın oluşumuna -diğer bir ifadeyle usulüne/şekline- ilişkin bir ihlal türü olduğunu, (TTK 446/1-b), ihlal türünün ise niceliksel değil, niteliksel olduğunu, yani genel kurulda oluşan iradenin, oy hakkına etki eden sakatlık dolayısıyla sağlıklı bir şekilde oluşmadığını, niteliksel ihlallerde sayısal etki analizi yapılacak olursa, çoğunluk bu kararı yine de alırdı denerek kararın hiçbir şekilde iptalinin söz konusu olmayacağını, halbuki somut uyuşmazlıkta iradenin hatalı şekilde oluştuğunu, bu sebeple normatif illiyet kuramı doğrultusunda her ne kadar toplantı esnasında bilgi verilse dahi bunun irade oluşumuna etki ettiğinin kabul edilmesi ve sakatlığın niteliği önem arz etmeksizin, genel kurul toplantısında alınan tüm kararların iptali sonucuna ulaşılması gerektiğini, ilk derece mahkemesi tarafından bu konuda esaslı bir analiz yapılmadığını, Finansal tabloların onaylanması, ibra ve kâr payı dağıtımından iç kaynaklardan sermaye artırımına değin alınan tüm kararların temelini oluşturan yıllık faaliyet raporunun güncel hâlinin müvekkili şirkete verilmemiş olmasının, pasif bilgi alma hakkının ve doğrudan oy hakkının ihlâline yol açtığını, müvekkili şirketin daha önce bilgisine sunulmayan, temsilcilerine toplantı esnasında alelacele verilen bir faaliyet raporuna dayanarak sağlıklı bir irade ortaya koyması/oy kullanmasının mümkün olmadığını, salt bu durum dahi bilgi alma hakkının açıkça ihlâli anlamına geldiğinden, alınan genel kurul kararlarının iptali gerektiğini, Davalı şirketin, bağımsız denetime tâbi bir şirket olması dolayısıyla internet sitesi açmak ve bu sitenin belirli bir bölümünü şirketçe yapılması gereken ilânların yayımlanmasına özgülemekle yükümlü olduğunu, davalı şirketin bir web sitesi bulunmasına karşılık (www…com.tr), yıllık faaliyet taporu ve genel kurul toplantı çağrısı başta gelmek üzere, şeffaflık prensibi bağlamında web sitesinde yayımlanması gereken hiçbir belgenin yayımlanmadığını, bunun en bariz göstergesinin, bilgi alma ve inceleme hakkının ihlali olduğunu, dolayısıyla buradaki meselenin basit bir çağrı usulsüzlüğü olmadığını, bu noktanın ilk derece mahkemesi tarafından anlaşılamadığını, gerçekten de hangi açıdan bakılırsa bakılsın; belge, rapor ve çağrıların internet sitesinde olmadığını, şayet böyle olsaydı müvekkili şirketin anlık gelişmeleri rahatlıkla takip edebileceğini ve bu yönüyle eksik bilgi/ belge ile karar alınması öncesinde değerlendirme dahi yapmadan oy hakkını kullanmak durumunda kalmayacağını, dikkat edilecek olursa buradaki aykırılığın müvekkili şirketi de aşar şekilde tüm pay sahipleri açısından söz konusu olan bir ihlal olduğunu, dolayısıyla yukarıda izah edildiği gibi, normatif illiyet analizi temelinde niteliksel ihlalin varlığına bağlı olarak -oyun sağlıklı bir iradenin oyu olmadığı göz önüne alınmak suretiyle- iptal kararı verilmesinin kaçınılmaz olduğunu, ilk derece mahkemesinin kararında bu konuda ve bu yönde ayrıntılı değerlendirme bulabilmenin mümkün olmadığını, TTK 1524/1 hükmüne aykırılığın, nicelik değil, nitelik itibariyle hukuka aykırılık olduğunu, somut uyuşmazlıkta bahsi geçen hükme açık bir aykırılığın söz konusu olduğunu, davalının ortalama bir pay sahibinin pay sahipliği ve katılım haklarını kullanma davranışını açıkça etkilediğini, bu halde genel kurul toplantısında oluşan iradenin sağlıklı şekilde oluştuğu hususunun savunulamayacağını, bu itibarla başkaca bir koşul aranmaksızın salt bu durumun dahi bir iptal sebebi olduğunu, ilk derece mahkemesinin beyanlarını incelemediğini, itirazlarının göz ardı edilerek eksik ve hatalı incelemeye dayalı karar verildiğini,
SOMUT GEÇERSİZLİK SEBEPLERİNE İLİŞKİN OLARAK; 4 Numaralı Genel Kurul Kararı Açısından; 4 numaralı genel kurul kararı ile birlikte 2016 yılına ait bilânço, diğer finansal tablolar ve kâr/zarar hesaplarının onaylandığını, Önceki mali yıl olan 2015 yılına dair finansal tablolar onaylanmaksızın ve bu yıla dair genel kurul toplantısı yapılmaksızın 2016 yılına dair genel kurul toplantısında finansal tabloların dayanağını teşkil ettiği kararların alınamayacağını, ilk derece mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmede muhasebenin devamlılığı ilkesi dikkate alınarak, finansal tablonun onaylanmasına ilişkin karardaki sakatlığın müvekkili şirket yetkili temsilcilerinin toplantıdan çıkartılması ile ilgili olduğu hususunun ifade edildiğini, ne var ki bu açıklamanın doğru olmadığını, zira hangi sebeple olursa olsun finansal tablonun onaylanmasına ilişkin kararın geçersizliği sonucuna ulaşıldığını, bu halde zaten kararın esası ile ilgili inceleme yapılmadığını, yapılmadığı için de muhasebenin devamlılığı ilkesine dayanılmasının kabul edilemeyeceğini, karar sakat olduğuna göre bu organik sonucun kendiliğinden gündeme geldiğini, dolayısıyla mahkeme tarafından yapılan değerlendirmenin kabul edilebilir bir yönü bulunmadığını, Bilânço, gelir/gider belgesi ve finansal tablo tanımı kapsamında yer alan finansal tablolar ve kâr/zarar hesaplarının, genel kurul toplantısı esnasında karara bağlanan ibra, kâr dağıtımı, esas sözleşme değişikliği ve bu minvalde iç kaynaklardan sermaye artırımı ile TTK 395 ve 396 hükümleri gereğince yönetim kurulu üyelerine izin verilmesine dair genel kurul kararlarına temel oluşturduğunu, şu hâlde anılan belgelerin onaylanmasının hiçbir zeminde düşünülemeyeceğini, ilgili mevzuatın öngördüğü standartlara uygun bir şekilde hazırlanmaksızın bilanço, bilanço dışında yer alan ilgili finansal tablolar ve kâr/ zarar hesaplarının onaylanması yönündeki genel kurul kararı, kanuna ve dürüstlük kuralına açıkça aykırı olmasına rağmen bu durumun hem bilirkişi kurulu hem de ilk derece mahkemesi tarafından göz ardı edildiğini ve neticesinde ilk derece mahkemesi tarafından eksik incelemeye dayanan hatalı ve hukuka aykırı hüküm kurulduğunu, bu sebeple bahsi geçen kararın kaldırılmasını talep ettiklerini, 5 Numaralı Genel Kurul Kararı Açısından; 5 numaralı genel kurul kararı ile yönetim kurulu üyelerinin ibrasının olumlu yönde karara bağlanmış olduğunu, ibra kararının genel kurul tarafından kaldırılamayacağını belirtmekle birlikte, aynı gündem maddesinin 2016 yılına dair ilk olağan genel kurul toplantısında açıkça olumlu yönde karara bağlandığını, şu hâlde alınan bu kararın bu yönüyle geçersiz olduğunu (“TMK”) 2), Diğer taraftan, genel kurulun vermiş olduğu ibra kararı ile maddi ve idari açıdan yönetim kurulu üyeleri tarafından gerçekleştirilen tüm işlemleri onayladığını ve müvekkili Şirket’in pay sahibi olduğu davalı şirketin, ortaklıklar hukukundan kaynaklanan her türlü tazminat talebinin sona ermesine yol açıldığını, yönetim kurulu üyelerinin ibra edilmelerinin temel dayanağını oluşturan finansal tabloların gerçeğe uygun bir şekilde düzenlenmemiş olması ve geçerli bir hukuki zemine dayanmaması başta gelmek üzere, – Şirketin bir önceki mali yıla kadar büyük ölçüde zarar etmiş olması dolayısıyla hâlihazırda finansal açıdan arzu edilen seviyeye ulaşılamaması, – 2016 yılı özelinde oldukça düşük bir seviyede kâr elde edilmiş olması, – 2016 yılı yıllık faaliyet raporuna göre davalı şirkete Gümrük Kanunu 238 hükmü gereğince yüksek tutatda para cezası verilmiş olması, – Yönetim kurulu üyelerinin kanundan kaynaklanan görevlerini ihlâl etmek suretiyle pay sahipliği haklarının ihlâline – davalı şirket aleyhinde açılan haklı sebeple fesih (TTK 531) davası bulunmasının yönetim kurulu üyelerinin ibra edilmeleri açısından gerçekleşmesi gereken hiçbir koşulun gerçekleşmediği hususunu gözler önüne serdiğini, oysa mahkeme tarafından soyut değerlendirmenin bir sonucu olarak ibra kararının geçerli olduğunun değerlendirildiğini, alınan bu kararla ortaklığın geleceği, işleyişi ve yönetim stratejilerinin göz önünde tutulmadığını, bu sebeple yönetim kurulu üyelerinin mali ve idari yönden ibra edilmelerini konu alan bu kararın da iptaline karar verilmesi gerektiğini, burada söze konu olanın bir seçim kararı olmadığını, ibra kararı olduğunu, ibra kararı açısından en sık olarak uygulama alanı bulan iptal sebebinin, dürüstlük kuralına aykırılık olduğunu, genel kurulun iradesini sınırlayan bir hal olarak dikkate alınması gereken bu iptal sebebinin, koşulları bulunmamasına rağmen ibra edilen üyelerin ibra edilmemesi sonucunu doğuracağını, olayda ise bu koşulların -yani ibra edilmemeye ilişkin esaslı gerekçelere yer verilmesi dolayısıyla- zaten sağlandığını, davalı şirket genel kurulu tarafından alınan ibra etme yönündeki kararın, açıkça dürüstlük kuralına aykırı olduğunu, bunun objektif bir gerçeklik olup, ilk derece mahkemesinin kararında yer verdiği sektörel değerlendirme olmaması yönündeki gerekçenin hukuki bir alt yapısı olmadığını, bu durumun dikkate alınarak mahkeme tarafından verilen kararın kaldırılmasını talep ettiklerini, 8 Numaralı Genel Kurul Kararı Açısından; 8 numaralı genel kurul kararı ile 2017 yılına ilişkin bağımsız denetçi seçilmesi hususunun karara bağlanmış olduğunu, bağımsız denetçi olarak seçilecek olan kişinin tarafsız, bağımsız ve şirkete karşı objektif davranma yeteneğini haiz olması gerektiğini, ancak davalı şirketin genel kurul toplantı tutanağında adı geçen “… Anonim Şirketi” ile yıllardır çalıştığını ve anılan bağımsız denetim şirketinin, şirkete karşı yukarıda anılan nitelikleri kaybettiğinin düşünüldüğünü, bağımsız denetim şirketi adına incelemeyi yapan mali müşavirlerin uzun yıllardır davalı şirket adına faaliyette bulunduğunu (TTK 399,400), bağımsız denetçinin anılan niteliklerden yoksun olmasının, sözleşmenin tarafı olan ve müvekkili şirketin pay sahibi olduğu davalı şirketin (açıkça) zararına olduğunu, bu yönüyle “şirket menfaatleri” tam anlamıyla gözetilmeksizin (TTK 369) ve ayrıca başka bir alternatif değerlendirme konusu hâline dahi getirilmeksizin dürüstlük kuralına aykırı olacak şekilde sözleşme akdedilmesini konu alan genel kurul kararının iptalini gerekliliği karşısında mahkemece eksik inceleme yapıldığını ve itirazlarının göz önünde bulundurulmadığını, 10 Numaralı Genel Kurul Kararı Açısından; 10 numaralı genel kurul kararı ile TTK 395 ve 396 hükümleri gereğince yönetim kurulu üyelerine izin verilmesi hususunun karara bağlanmış olduğunu, davalı şirket aleyhine açılan bir haklı sebeple fesih davası bulunmakta iken, TTK 395 ve 396 hükümleri doğrultusunda yönetim kurulu üyelerine bu yönde bir izin verilmesinin, müvekkili şirketin ortaklık payının azaltılmasını peşinen kabul etme yetkisini ihtiva ettiğini, bu kararın, içerikten soyut olarak ve müzakere dahi edilmeksizin alındığını, hangi yönetim kurulu üyesi olduğu belirtilmeksizin ve süre sınırı dahi içermeksizin bu yönde verilen izin kararının, açıkça kanuna ve dürüstlük kuralına aykırı olduğunu, sorumluluk ve haklı sebebin tartışıldığı davaların varlığına rağmen verilen bu kararın, davalı şirketin altına dinamit konulmasından farksız olduğunu, nitekim mahkeme nezdinde yapılan incelemenin de bu konudaki doktrinsel görüşlere temas edilerek, kararın iptaline hükmedilme konusundaki takdirin mahkemeye ait olduğu hususunun vurgulandığını, anılan hususlar gözetilmeksizin ve verilen yetkilerin nelerden ibaret olduğu “bilinçli olarak” tartışılmaksızın yönetim kurulu üyelerine bu denli geniş yetki verilmesi hususunun, alınan kararın -açıkça- dürüstlük kuralına aykırı olması sonucunu doğurduğunu, TTK 437 hükmü gereğince aktif bilgi alma ve inceleme hakkını kullandıkları genel kurul toplantı tutanağında yurt dışındaki iştiraklerin tasfiye edilmekte olduğu bilgisinin müvekkili şirket yetkili temsilcileri ile paylaşılmış olup, TTK 531 hükmü gereğince haklı sebeple fesih davası bulunmakta iken, yönetim kurulu üyelerine bu tür geniş ölçekli yetki/izinlerin verilmesinin açıkça dürüstlük kuralına aykırılık teşkil ettiğini, yönetim kurulu üyelerine izin verilmesi yönündeki genel kurul kararındaki sakatlıkların -bilirkişi kurulu raporundaki çekinceye rağmen- ilk derece mahkemesi tatafından gözetilmediğini, kanuna ve dürüstlük kuralına aykırı olan bu kararın iptaline karar verilmesi gerekirken, mahkeme tarafından soyut değerlendirme ile taleplerinin red edildiğini,Davalı şirket genel kurul toplantısında alınan kararların gerek genel gerek özel eksende çok açık bir şekilde kanuna ve dürüstlük kuralına aykırı olduğunu, ilgili genel kurul toplantısında alınan kararların tümünün iptali gerekirken, ilk derece mahkemesinin aksi yöndeki kısmen redde ilişkin kararının hatalı ve eksik incelemeye dayalı olduğunu belirterek, İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2017/944 E – 2019/1171 K sayılı dosyasından verilmiş olan 09/12/2019 tarihli kararının kısmen redde ilişkin kısmının bozularak ortadan kaldırılmasını ve yeniden yapılacak yargılama neticesinde davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
DAVALI VEKİLİ İSTİNAF DİLEKÇESİNDE ÖZETLE; TTK md 457 gereği hazırlanması gereken beyanın, şirket yönetim kurulunca hazırlanmış olduğunu, işbu beyanın dosyada mübrez olduğunu, davacının iddiasının, Yönetim Kurulu beyanının olmadığı değil, beyanın kendi incelemelerine sunulmadığı olduğunu, davacının genel kurul öncesinde veya genel kurul esnasında beyanı incelemek gibi bir talebinin hiçbir zaman olmadığını, bu hususun gerek genel kurul öncesinde evrak temini için şirkete geldiklerinde tutulan tutanakla ve gerek genel kurul tutanağı ile somut olarak ortada olduğunu, Davacının talep ettiği ve kendisine teslim edilen bağımsız denetçi raporunda TTK md 457 gereği hazırlanan beyanda yer alan tüm hususların mevcut olduğunu, davacıya bağımsız denetim raporunun teslim edildiğini ve kendi incelemelerinden geçtiğini, bu rapor içerisinde tüm verileri ile haiz olan yönetim kurulunun TTK md 457 göre hazırladığı bildirim mevcut iken davacının buna ilişkin de hiçbir soru ve izahat talebinde de bulunmadığını, TTK md 457 göre hazırlanan yönetim kurulu beyanı kendi bilgilerinde ve incelemelerinde iken, ayrıca yeniden verilmesine ilişkin hiçbir talepleri dahi yokken kötü niyetli davacının bu beyan verilmedi iddiasının dosya reel gerçeği ortada iken beyanın yokluğu nedeniyle 9 nolu gündem maddesinin iptali ve bu kararın iptal edilmesi nedeniyle 6 nolu gündem maddesinin de etkileneceği nedeniyle iptaline karar verilmesinin hukuka ve gerçeklere aykırı olduğunu, TTK Md. 457’nin amacının (madde gerekçesinin TTK Md. 349’un gerekçesine yaptığı atıfta görüleceği üzere) sermayenin korunması, şirket hissedarlarının menfaatine kötüye kullanılmasına engel olmak, yolsuzlukları önlemek amacıyla bilgiyi ve hesabı dürüst bir şekilde verme ilkesine göre tam, sadık, açık, doğru ve eksiksiz hazırlamak olduğunu, yine madde gerekçesinde, beyanın kural olarak denetçiye verileceği, denetçinin incelemesi akabinde denetimin başladığı tarihe kadarki olaylarda değişiklik olmuş, yeni olaylar cereyan etmişse, denetimden önce ya ek rapor verilmeli ya da rapor güncelleştirilerek sonra sicil müdürüne sunulmalıdır ifadesinin yer aldığını, Kanun koyucunun bu iradesi neticesinde beyanın amacının pay sahibinin gerçeğe uygun bir şekilde, doğru, açık ve dürüst bir şekilde bilgilendirmek olduğunu söylemenin yerinde olacağını, davacı tarafın bu bilgilerin tamamına bağımsız denetim raporundan ulaşması ve şirketin sermaye ihtiyacının dosya kapsamında ortaya koyulması nedeniyle iç kaynaklardan sermaye artırımına dair genel kurulun 9 nolu gündem maddesinin iptali kararının hukuka ve dosya gerçeklerine aykırı olduğunu, 24.08.2017 Tarihli Genel Kurul Toplantısında alınan 9. Numaralı İç Kaynaklardan Sermaye Artırımı Kararı Hakkında Verilen İptal Kararına Karşı İtirazları Yönünden; Müvekkili şirketin 24/08/2017 tarihinde yapılan Olağan Genel Kurul Toplantısının 9. maddesi ile iç kaynaklardan sermaye artırımı yoluyla ana sözleşmenin değiştirilmesine -sadece davacı ASB Modern’in muhalefetiyle diğer ortakların olumlu oyu ile- oy çokluğuyla karar verildiğini, Davacının, hissedarı olduğu müvekkili şirketin içinde bulunulan ekonomik şartlar nedeniyle sermaye artırımının zorunlu olduğu gerçeğine, incelediği mali veriler ile genel kurullara katılan vekillerine yapılan izahatlar sebebiyle bilgi sahibi olduğunu, şirketin sermaye arttırımı zorunluluğu reel ve somut olarak ortada iken davacının hiçbir kanuni argümanı olmadan işbu karara itiraz ettiğini, Hazırlanan raporda, davacının; – Dağıtılmayan karın iç kaynaklardan sermaye artırımı için kullanılmasının gündeme bağlılığı ihlal ettiği yönündeki iddiaları, – 2015 yılı finansal tabloların onaylanmasına ilişkin genel kurul kararının hükümsüzlüğüne karar verilmesi sebebiyle 2016 yılı finansal tablolarının onaylanması kararının alınamayacağına dair iddiaları (davacı tarafından bu iddia ile ikame edilen davada verilen kararın, Yargıtay tarafından bozulmuş olup İstinaf Mahkemesi tarafından yargılama yapılarak tekrar reddine karar verildiğini, kararın henüz kesinleşmediğini ) – Dağıtılmayan karın iç kaynaklardan sermaye artırımı için kullanılmasının pay sahibini kar payından mahrum ettiğine dair iddialarının genel kurulda sermaye artırımına dair alınan 9. numaralı kararın iptaline neden olmayacağı hususunun ifade edildiğini, Dosya kapsamında alınan bilirkişi raporunda davacının TTK m.457 hükmünde düzenlenen yönetim kurulu beyanının incelemesine sunulmadığı iddiası karşısında, TTK m.457 gereğince hazırlanan yönetim kurulu beyanının incelemeye sunulmamasının alınan sermaye artırım kararının iptaline neden olabileceğine, bununla birlikte bağımsız denetime tabi bir şirkette yönetim kurulu beyanı eksikliğinin aynı sonucu doğurup doğurmayacağı hususunda takdirin mahkemeye bırakıldığını, işbu hususun genel kurulda alınan sermaye artırım kararının iptaline yol açmayacağı hususunun somut ve net olarak ortada olduğunu, Gerekçeli karar incelendiğinde 24/08/2017 tarihinde yapılan Olağan Genel Kurul Toplantısının 9. maddesinin iptali ile ilgili tek gerekçenin TTK m.457 gereği hazırlanan yönetim kurulunun bulunmaması olduğunu, işbu iddianın da esasen dinlenebilirliği olmadığını, zira yapılan genel kurul öncesinde şirket merkezine gelerek evrak talep eden davacı vekilinin TTK m.457 kapsamında hazırlanan yönetim kurulu beyanını incelemek gibi bir talebi olmadığını, 22.08.2017 tarihinde düzenlenen teslim tesellüm tutanağı incelendiğinde işbu durumun ortaya çıkacağını, Davacı vekilinin şirket merkezine gelerek 2017/9 karar sayılı yönetim kurulu kararı, bilanço, gelir tablosu, faaliyet raporu, ar-ge çalışmaları listesi, şirketin dava listesi, bağımsız denetim raporu ve yönetim kurulunun kar dağıtım önerisini talep ettiğini, bu talebe karşılık yönetim kurulu kar dağıtım önerisinin genel kurul toplantısında okunacağı belirtilerek bu konu ile ilgili herhangi bir evrak verilmediğini, geri kalan evrakların eksiksiz olarak kendilerine teslim edildiğini, hal böyle iken davacının TTK m.457 gereğince hazırlanan beyanın kendilerinin incelemesine sunulmadığını iddia etmesi ve mahkemenin gerekçeli kararda beyanın olmaması nedeniyle maddeyi iptal etmesinin, dosya gerçeği ile bağdaşmadığını, davacının beyanın varlığı yahut yokluğuna dair bir iddiası bulunmadığı gibi ileri sürdüğü tek hususun beyanın incelemeye sunulmaması olduğunu, ancak işbu iddiasını ispata yarar herhangi bir delil de dosyaya sunamadığını, 6102 sayılı TKK m.457’ye göre yönetim kurulu tarafından hazırlanacak beyanın, maddenin devamında yer alan hususlara ilişkin bilgilerin açık, eksiksiz, doğru ve dürüst bir şekilde verme ilkesine göre yapılmasını emrettiğini, maddenin gerekçesinde “Bu hüküm, kuruluştaki 349. Maddeye koşuttur. İki madde arasındaki farklar kuruluş ile sermaye artırımı arasındaki farklardan doğmaktadır. Ancak İlkeler aynıdır. Hükmün öngörülme amacı ve zirve noktalarıyla anlamı için 349. Maddenin gerekçesine bakılmalıdır.” açıklamasının yer aldığını, TTK’nın “Kurucular Beyanı” başlıklı mülga 349. madde gerekçesinde; “Beyanın amacı; kamuyu aydınlatarak sermayenin korunmasını (Genel Gerekçe 57 ve 66 numaralı paragraf) sağlamak, şirketin kurucuların menfaatine, bir anlamda kötüye kullanılmasına engel olmak; genel olarak yolsuzlukları önlemek; kuruluşun denetlenmesini kolaylaştırmak ve sorumluluk davalarına akışkanlık kazandırmaktır. Bu sebeple beyan, bilgiyi ve hesabı dürüst bir şekilde verme ilkesine göre, doğru ve eksiksiz olarak hazırlanır. Buradaki “bilgiyi ve hesabı dürüst bir şekilde verme ilkesi” ile kastedilen, şirketin hesapları ile ilgili 515 inci madde hükmündeki dürüst resim (true and fair view) ve 437 nci maddedeki dürüst hesap ilkesindeki dürüstlüktür. Her iki hükmün de gerekçesine bakılmalıdır. Yetersiz, peçelenmiş, söz kalabalığına boğulmuş, gereken bilgi yerine başka konuları aktaran, “şeklen” verilen, eksik, yanıltıcı ve kötü niyetli bilgi, anılan ilkeye aykırıdır ve böyle bir beyan kuruluş denetçileri ve sicil memuru tarafından reddedilmelidir. Denetçi çelişkilerin yazılı olarak kendisine açıklanmasını kuruculardan isteyebilir. Beyan, kuruluş sırasında konulan sermayenin çeşidini, niteliğini açıklamalı; beyanı veren sermaye taahhütlerini, aynî sermayeyi, devralınan aynî ve işletmeyi incelemeli ve irdelemelidir. Ayrıca, şirketin taahhütlerinin, bağlantılarının, satın alınan malvarlığı unsurlarının, fiyatının ve maliyetin, ödenecek ve alınacak komisyonların dürüst ve gerçeğe tam sadık, açık ve eksiksiz bir resmini vermelidir.” şeklinde açıklama yapılarak maddenin amacının ortaya konulduğunu, Gerekçeli kararda atıf yapılan Yargıtay T.C. 11. Hukuk Dairesi E. 2015/15791 K. 2017/3203 T. 30.5.2017 kararında da “Beyanın amacı sermaye artırımı hakkında gerekli olan ve pay sahiplerine eksiksiz, doğru, açık şekilde bilgilerin verilmesidir.” şeklinde açıklandığı üzere yönetim kurulu beyanının amacının pay sahiplerine doğru bilginin verilmesi olduğu hususunun vurgulandığını, 24/08/2017 tarihinde yapılan Olağan Genel Kurul Toplantısının 9. maddesi ile gerçekleştirilen sermaye artışının sıhhati ile ilgili ihtilaf bu bağlamda değerlendirildiğinde, TTK m.457 ile amaçlanan şeyin sermaye artırımında kullanılacak kaynağın şirkette gerçekten varlığı hakkında ilgilileri bilgilendirmek olduğu sonucuna ulaşılacağını, sermaye arttırımına dair alınan karar incelendiğinde, arttırılan 13.895.681,68-TL’nin 14.626,49-TL’si Gayrimenkul Satış Karı hesabından, 3.149.913,89-TL’si Olağanüstü Yedekler Hesabından, 6.595.948.58-TL’si Geçmiş Yıl Karları hesabından, 4.135.192,72-TL’si 2016 yılı karından bedelsiz olarak karşılanacaktır şeklinde artışın hangi kaynaklardan yapılacağının belirtilmiş olduğunu, Davacı tarafından genel kurul öncesinde teslim alınan Bağımsız Denetim Raporu İncelendiğinde işbu kaynakların varlığının somut olarak raporda yer aldığının görüleceğini, davacının TTK m.457 gereğince hazırlanan yönetim kurulu beyanını inceleme gibi bir talebi olmamasına rağmen, dava dilekçesinde bu beyanın kendilerinin incelemesine sunulmadığı şeklinde soyut iddialarının geçerliliği bulunmadığı gibi salt bu nedenle alınan sermaye artırım kararının iptal edilmesi gerektiğine dair iddiasının reddi gerektiğini, Tüm mali veriler ve bilirkişi raporu ile ortaya konulduğu üzere, müvekkili şirketin sermaye artırımı öncesinde sermayesinin tamamına yakınının kayba uğraması nedeniyle TTK m.376 gereğince genel kurulun önlem alma zorunluluğu bulunduğunu, müvekkili şirketin içinde bulunduğu mali şartlar gerçekliğinde sermaye arttırımı kararı zorunluluğunun net olarak ortada olduğunu, işbu fiili gerçekliğin davacı tarafa da izah edilmeye çalışıldığını, lakin görüşme taleplerine dahi geri dönmeyerek dinlemekten bile kaçındıklarını, davacının genel kurullara katılan vekillerine, şirkete ilişkin tüm mali ve fiili gerçeklik yaşanan süreçlerde diğer ortakların gayreti ve şahsi destekleri ile baş edilen risklerin (diğer ortakların şahsi mal varlıklarını şirket lehine ipotek etmek, şirkete nakit borç para vermek gibi tüm maddi ve manevi desteği verdiği) izah edildiğini, tüm bunlara rağmen davacının TTK m.457 gereğince hazırlanan beyanı incelemek gibi bir talebi dahi olmamışken, salt bu beyanının incelemeye sunulmadığına dair iddiası ile genel kurulun bu maddesinin beyan yok denilerek iptalinin hukuka ve kanunun amacına aykırılık teşkil edeceğini, bu nedenle dosyada mübrez bilirkişi raporunda belirtildiği gibi davacının sermaye artırımına dair tüm bilgilere somut, net ve gerçek olarak ulaşabileceği bağımsız denetim raporu mevcut iken, sermaye arttırımına dair alınan 9 numaralı gündem maddesinin iptaline dair kararın reddedilmesi gerektiğini, 24.08.2017 Tarihli Genel Kurul Toplantısında alınan 6. Numaralı Karın Kullanım Şekline Dair Karar Hakkında Verilen İptal Kararına Karşı İtirazları Yönünden: Mahkemenin gerekçeli kararda genel kurulda karın kullanım şekli ile ilgili davacının ileri sürdüğü bütün iddiaları reddettiğini, dosya kapsamında alınan bilirkişi raporu ve şirket mali verileriyle sabit olduğu üzere borca batıklık nedeniyle karın sermayeye eklenerek iç kaynaklardan sermaye artırımı yapılmasının doğru olduğu hususunun kesin ve net ifadelerle belirtildiğini, ancak buna rağmen 9 nolu genel kurul kararı iptal edilmiş olduğundan dolayı ve bu iptal kararı 6 nolu kararı etkilediğinden davacının bu yöndeki talebinin kabulü ile 6 numaralı gündem maddesinin iptaline karar verildiğini, Şirketin mali verileri, bağımsız denetim raporu, dosya kapsamında alınan bilirkişi raporu ve gerekçeli kararda bu konuda belirtilen tüm hususlar, şirketin borca batık olduğunu, borca batık şirketin karı sermayeye eklemek suretiyle de kar dağıtımı yapıldığını, şirketin devamlılığı için alınan kararın doğru olduğunu, buna rağmen verilen iptal kararının kesinleşmesi halinde şirketin varlığını sürdüremeyeceğini, salt böyle bir gerekçeyle karın kullanım şekline dair genel kurulda alınan kararın iptalinin, hukuka ve reel gerçeklere aykırı olduğunu belirterek, İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2017/944 E. 2019/1171 K. sayılı 09.12.2019 tarihli kararının kaldırılarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır.Dava, davalı şirketin 24.08.2017 tarihli olağan genel kurul toplantısında alınan 4, 5, 6, 8, 9 ve 10 numaralı kararların butlanının tespiti ve/veya iptali istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne, 9 ve 6 numaralı kararların iptaline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiş, karara karşı taraflarca istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davalı …’nin 2016 yılına ilişkin ilk Olağan Genel Kurul Toplantısının 14.04.2017 tarihinde gerçekleştirildiği, yönetim kurulunun 03.08.2017 tarihli kararı ile, 14.04.2017 tarihinde yapılan genel kurulun sermaye artışı ile ilgili 9. maddesinin gerçekleşmemesi sebebiyle genel kurulun tescil edilemediği, yeni gelişmelere göre durum değerlendirilmesi yapıldığı, 2016 yılı olağan genel kurul toplantısının kararda belirtilen gündemle düzenlenerek şirket kayıtlarında yer alan iç kaynaklardan karşılanmak üzere bedelsiz sermaye artışının yapılmasına, bu sebeple sermaye artışının 2016 Olağan Genel Kurul gündemine alınarak görüşülmesine, 2016 Olağan Genel Kurulunun 24.08.2017 tarihinde yapılmasına karar verildiği, 24.08.2017 tarihinde ikinci Olağan Genel Kurul Toplantısının yapıldığı, davacı tarafça 24.08.2017 tarihli olağan genel kurul toplantısında alınan 4, 5, 6, 8, 9 ve 10 numaralı kararların butlanının tespiti ve/veya iptalinin talep edildiği, Davalı tarafça, 14.04.2017 tarihli Olağan Genel Kurul toplantısında şirketin doğan sermaye ihtiyacı nedeniyle, esas sermayesinin 20.000.000-TL’den 38.000.000-TL’sına arttırılmasına %84 oy çokluğu ile 9.760.488,96 TL bedelsiz, 8.239.511,04-TL nakit olmak üzere 18.000.000-TL sermaye artışına karar verildiği, nakit sermaye artışı için verilen süre zarfında davacı … Ticaret A.Ş. dışındaki tüm ortaklar tarafından iştirak taahhütnamesinin imzalandığı, davacı … Pazarlama’nın süresi içinde bahsi geçen iştirak taahhütnamesini imzalamaması ve taahhütte bulunmaması sebebiyle, nakit blokaj için ödenmesi zorunlu ¼ ödemenin tamamlanamayacağının görüldüğü, diğer ortakların da davacı … Pazarlama’nın ödemesi gereken kısmı rüçhan hakkı olarak kullanmayacaklarını bildirmesi sonucu fiili durum itibari ile üçüncü kişi ve kurumlardan sermaye artış yolu ile iştirak teklifleri alınmak zorunda kalındığı, üçüncü kişi tarafından verilen genel kurulda alınan nakit artış tutarı olan 8.239.511,04-TL’nin tamamını almak şartıyla teklifin yönetim kurulu tarafından tüm hissedarlarla paylaşıldığı, üçüncü kişinin bu teklifinin … Pazarlama hariç diğer tüm ortaklar tarafından uygun görülerek muvafakatname imzalandığı, gelinen noktada Yönetim Kurulunun, 12.07.2017 tarih ve 2017/7 numaralı kararı ile … Pazarlama’nın iştirak taahhüdünü imzalamaması, nakit blokajı yapmaması, üçüncü kişiden gelen iştirak teklifine muvafakat vermemesi nedeniyle Olağan Genel Kurul’da alınan karara uygun olarak yapılacak olan sermaye artışının fiilen gerçekleştirilme ihtimali kalmadığından, 14.04.2017 tarihinde yapılan Olağan Genel Kurul’un tescil edilmemesi kararını almak zorunda kaldığı, yasa gereği sermeye arttırımına konu genel kurul kararlarının tescilinin zorunlu olduğu, tescil edilmeyen Genel Kurul Kararlarının geçersiz olacağı savunulmuştur. Mahkemece de belirtildiği üzere, 6102 sayılı yasanın 409. maddesi uyarınca anonim şirketlerde yılda en az bir kez olağan toplantı yapma zorunluluğu bulunduğu, yoksa toplantı sayısı ile ilgili bir sınırlandırma ya da emredici hüküm olmadığı, dolayısıyla 2. kez yapılan olağan genel kurulun yoklukla malul olduğunun kabulü mümkün değildir. Yine 14.04.2017 tarihinde gerçekleştirilen olağan genel kurulda sermaye artışı dışında alınan diğer kararların, 24.08.2017 tarihinde yapılan Olağan Genel Kurulda tekrar karara bağlanmasının, daha evvel sonuçları meydana gelmiş olan kararlara bir etkisi olmayacaktır. Genel kurula katılmak bir zorunluluk değil hak olup, pay sahiplerinin bu haktan yararlanıp yararlanmamasının kendi takdirlerinde olduğu dikkate alındığında, davacı vekilince belirtilen hususlarda ileri sürülen istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir. Mahkemece, butlan ve/veya iptal talebi red edilen 4, 5, 8 ve 10 numaralı genel kurul kararları yönünden; dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanak ve gerekçe içeriğine göre, mahkemece ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, hüküm ve gerekçesinde davacı vekilinin istinaf nedenlerinin ayrıntılı olarak karşılandığı, yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır. Mahkemece iptaline karar verilen 9 ve 6 no’lu genel kurul kararları yönünden ise; mahkemece 9 no’lu karar TTK’nın 457. maddesinde düzenlenen “Yönetim Kurulu Beyanı” bulunmaması gerekçesi ile iptal edilmiş ise de, davalı vekilince ibraz edilen deliller arasında TTK’nın 457. maddesine göre düzenlenmiş olan yönetim kurulu beyanının mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla 9 ve 6 no’lu kararların iptaline ilişkin talebin, belirtilen gerekçeler ile reddine karar verilmesi dosya kapsamına, usul ve yasaya uygun görülmemiştir. Davacı tarafça bu beyanın incelemeye sunulmadığı ileri sürülmüş ise de, TTK’nın 457. maddesiyle, sermaye artırımı için gerekli kaynağın varlığı hususunda pay sahiplerinin ve ilgililerin bilgi edinmeleri amaçlanmış olup, davacı pay sahibi şirketin söz konusu genel kuruldan önce bağımsız denetim raporunu edindiği, genel kurulda finansal tablolar ile ilgili soruların cevaplandırıldığının belirtildiği de göz önünde bulundurulduğunda, bu sebeple 9 no’lu kararın iptal edilmeyeceği; Bilirkişi raporu ile, davalı şirket sermayesinin %96’lık kısmının kaybedildiği, TTK 376. maddesi uyarınca borca batıklık durumunun oluştuğu ve bu madde kapsamına girdiğinin tespit edildiği dikkate alındığında, şirketin devamlılığı için karın sermayeye eklenmesinde zorunluluk bulunduğu, karın mutlaka nakdi olarak ödeneceğine, dağıtılacağına dair bir amir hüküm de olmayıp, sermaye eklemenin de bir kâr dağıtımı olduğu, davalı şirketin mevcut finansal ve mali durumu itibarı ile bu şekilde sermaye artırması ve karın sermayeye eklenmesinin bir nevi mecburiyet içerdiği, dolayısıyla karın sermaye artırımı için kullanılması yönünde alınan 6 no’lu karar ve sermaye artırımına ilişkin 9 no’lu kararın kanuna, ana sözleşmeye ve dürüstlük kuralına aykırılık oluşturmadığı anlaşılmakla, 9 ve 6 no’lu kararların iptali talebinin de reddine karar verilmesi gerekmektedir. Mahkemece bu gerekçe ile 9 ve 6 no’lu kararlar yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1 maddesi uyarınca esastan reddine, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile, mahkemece deliller toplanılmış olup, yeniden yargılama yapılmasını gerektirir bir husus bulunmadığından HMK’nın 353/1-b.2 maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak, Dairemizce esas hakkında yeniden hüküm kurulmasına karar verilmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, 2- Davalının istinaf başvurusunun KABULÜ ile; İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 09/12/2019 tarih ve 2017/944 Esas – 2019/1171 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-b2 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, Dairemizce yeniden hüküm kurulmak suretiyle; Davanın REDDİNE,
İLK DERECE MAHKEMESİ YÖNÜNDEN: 2-Dairemiz karar tarihi itibariyle alınması gereken 80,70 TL harçtan, davacı tarafından peşin olarak yatırılan 31,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 49,3 TL harcın davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 4-Davalı tarafından sarf edilen yargılama gideri bulunmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına, 5-Davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden, dairemiz karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince hesaplanan 9,200,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 6-Bakiye gider avansı varsa karar kesinleştiğinde ve talep halinde avansı yatıran tarafa iadesine,
İSTİNAF YÖNÜNDEN: 7-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davacı tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 8-Harçlar Kanunu gereğince ve dairemiz karart tarihi itibariyle davacıdan alınması gereken 80,70 TL istinaf karar harcından, davacı tarafından istinaf aşamasında peşin olarak yatırılan 54,40 TL harcın davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 9-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davalı tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 10-Davalı tarafından yatırılan 54,40 TL istinaf karar harcının karar kesinleştiğinde ve talep halinde davalıya iadesine, 11- Davalı tarafından istinaf aşamasında sarf edilen 148,60 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcı ile 45,00 TL dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine gidiş- dönüş gideri olmak üzere; toplam 193,6 TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 12-Davacı tarafından istinaf aşamasında sarf edilen harç ve yargılama giderlerinin kendi uhdesinde bırakılmasına,
13-Bakiye gider avansı varsa karar kesinleştiğinde ve talep halinde avansı yatıran ilgili tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1.maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 10/11/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.