Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2020/1370 E. 2022/1803 K. 01.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1370 Esas
KARAR NO: 2022/1803 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI: 2016/1055 Esas – 2018/1288 Karar
TARİHİ:13/12/2018
DAVA: İtirazın İptali
KARAR TARİHİ: 01/12/2022
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkili şirketin, takip dayanağı faturalar kapsamında satmış olduğu mallar karşılığında davalıdan takip tarihi itibariyle 22.075,50 TL alacaklı olduğu, alacağının tahsili için davalı aleyhine başlatılan takibe haksız olarak itiraz edildiğinden bahisle itirazın iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiş, yargılama sırasında dava dilekçesini tekrar etmiştir.Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle, takip dosyasından gönderilen ödeme emrinde muhtelif tarihlere ilişkin fatura alacağı olarak her ne kadar talepte bulunulmuş ise de alacak iddiasında bulunan firma ile aralarında herhangi bir alış-veriş olmadığını, kendi yanında çalışan elemana hizmet faturası kestiği kişinin …’ ün kendi yanında sigortalı olarak çalıştığını, tahakkuk edilen faturalar ile irsaliyeler üzerindeki imza şahsıma ait olmadığınından bahisle davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 13/12/2018 tarih 2016/1055 Esas – 2018/1288 Karar sayılı kararında;”Davaya dayanak İstanbul Anadolu … İcra Müdürlüğü’nün … esas sayılı dosyasının incelenmesinde; dosyamız davacısı tarafından davalısı aleyhine ilamsız icra takibi başlatıldığı, davalının takibe itiraz etmesi üzerine takibin durduğu ve eldeki davanın yasal süresi içerisinde açıldığı anlaşılmıştır. Taraf delilleri toplanmış ve davacı tarafça Mahkememize sunulan delil dilekçesi ile davalı ticari defterlerine münhasır delil olarak dayanıldığı bildirilmiştir. Davacı tarafça davalı tarafın defterlerine münhasır olarak dayanılması nedeniyle davalıya ticari defterlerini ibraz etmesi için süre verilmesine rağmen, davalı tarafça herhangi bir ticari defter ibraz edilmediği ve inceleme yapılmadığı anlaşılmıştır.Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; talebin ilamsız icra takibine yapılan itirazın iptali olduğu, davacı tarafça davalının verilen mal bedellerini ödemediğinin iddia edildiği, davalı tarafça davacı ile ticari ilişkisi bulunmadığından davanın reddine karar verilmesinin talep edildiği anlaşılmıştır. Dının verilen mal bedellerini ödemediğinin iddia edildiği, davalı tarafça davacı ile ticari ilişkisi bulunmadığından davanın reddine karar verilmesinin talep edildiği anlaşılmıştır. Davacı tarafça davalının ticari defterlerine münhasır delil olarak dayanıldığı, bu hususta delil sözleşmesinin ıslah edildiği anlaşılmıştır. HMK’nın 222/5.madde ve fıkrasında yer alan “Taraflardan biri tacir olmasa dahi, tacir olan diğer tarafın ticari defterlerindeki kayıtları kabul edeceğini belirtir; ancak, karşı taraf defterlerini ibrazdan kaçınırsa, ibrazı talep eden taraf iddiasını ispat etmiş sayılır ” düzenlemesi dikkate alınarak davalıya ticari defterleri ibraz etmesi için inceleme günü belirlenmiş ve gerekli ihtaratlar yapılmış, ancak davalı tarafça ticari defter ibraz edilmemiştir. Davalı vekili davalının tacir olmadığını, bu nedenle görev itirazında bulunduklarını ve HMK’nın 222.maddesinin ancak tacirler hakkında uygulanabileceğini, ancak müvekkilinin tacir olmadığını ve ticari defteri bulunmadığını ileri sürmüş ise de davacı tarafın talebi üzerine yazılan müzekkerinin cevabi yazısında davalının işletme hesabına göre defter tuttuğunun bildirildiği, davalının … isimli işletmeyi kendi nam ve hesabına işlettiği, davacı ile karşılıklı olarak faturalar düzenledikleri, bu hali ile her ne kadar davalı İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü’nde kayıtlı değil ise de 6102 sayılı TTK’nın 12/1.madde ve fıkrasında yer alan “bir ticari işletmeyi, kısmen de olsa kendi adına işleten kişiye tacir denir” düzenlemesi dikkate alındığında davalının tacir olduğu, dolayısıyla görev itirazı yerinde olmadığı gibi, HMK’nın 222/5.maddesinde yer alan düzenlemenin davalı bakımından uygulanması gerektiği ve davalı tarafa gerekli ihtaratların yapılmasına rağmen davalı tarafça işletme defterinin ibraz edilmediği, bu hali ile davanın ispat olunduğu ve kabulüne karar vermek gerektiği yönünde oluşan tam ve bağımsız vicdani kanaat ile aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.”gerekçesi ile, -Davanın KABULÜ ile, İstanbul Anadolu … İcra dairesinin … Esas sayılı takibine davalı tarafça yapılan itirazın iptali ile takibin kaldığı yerden devamına, -Davacının icra inkar tazminatı talebinin kabulü ile kabul edilen asıl alacak miktarının %20’si oranında belirlenecek icra inkar tazminatının davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiş ve karara karşı davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekili istinaf dilekçesi ile, Davacı tarafça müvekkili aleyhine faturaya dayalı olarak İstanbul Anadolu … İcra Dairesi … Esas sayılı dosyası ile başlatılan icra takibine itirazları üzerine müvekkili aleyhine İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/1055 Esas sayılı dosyası ile İtirazın İptali davasının açıldığını; mahkemece yapılan yargılama neticesinde davanın kabulüne karar verildiğini; mahkemece verilen kararın usul ve yasaya aykırı olup bozulması gerektiğini, Dosya kapsamında bulunan beyanlarında da belirttiklerini, müvekkilinin tacir olmadığını; bu nedenle davaya bakma görevinin Asliye Ticaret Mahkemesine ait olmadığını görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğunu; T.T.K.nun 12. Maddesinde kimlerin tacir, 15. Maddesinde ise kimlerin esnaf olacağının hüküm altına alındığını; T.T.K.’nun 11 maddesinin 2. fıkrasında da tacir ile esnaf arasındaki ayrımın Cumhurbaşkanı kararı ( 2018 öncesi Bakanlar Kurulu tarafından çıkartılacak kararname ile) ile belirleneceğinin hüküm altına alındığını; ticari şirketler dışında kimlerin tacir sayıldığının 2007/12362 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenmiş olup, söz konusu kararnameye dayalı olarak belirlenen limitlere göre 2016 yılı için yıllık alım tutarları 84.000,00-TL yi veya satış tutarları 116.000,00-TL yi aşanlar ile hizmet işletmeleri için yıllık hasılatı 92.000,00 TL yi aşanların tacir sayıldığını; dosya kapsamına bakıldığında mahkeme tarafından bu yönde her hangi bir araştırmanın yapılmadığını, Mahkemece müvekkilinin tacir olup olmadığı konusunda yeteri kadar araştırma yapılmadan müvekkilinin işletmesinin bir ticari işletme olduğu varsayımına dayalı olarak müvekkilinin tacir olduğunun kabul edildiğini; TTK’nun 11. Maddesine göre “Ticari işletme, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve bağımsız şekilde yürütüldüğü işletmedir.” şeklinde olduğunu; Müvekkilinin işletmesinin bir ticari işletme olmayıp esnaf işletmesi olduğunu; müvekkilinin tacir sıfatının bulunmadığını; dolayısı ile davaya bakma görevinin Asliye Ticaret Mahkemesine ait olmadığını ve müvekkili hakkında tacirlere uygulanan hükümlerin uygulanmasının da mümkün olmadığını; bu nedenle mahkemenin kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu ve kararın bozulması gerektiğini, Davacı tarafın müvekkili aleyhine yapmış olduğu takip dayanağı faturalar nedeni ile müvekkilinden alacaklı olduğu iddiası ile itirazın iptaline karar verilmesini talep ettiğini; faturanın sözleşmenin kurulması safhasıyla ilgili olmadığını ve sözleşmenin ifasına ilişkin olduğu için öncelikle temel bir borç ilişkisinin bulunması gerektiğini; davacı tarafın temel borç ilişkisinin varlığına ilişkin her hangi bir sözleşme sunmadığını; bu nedenle davacı tarafın öncelikle müvekkili ile aralarında var olduğunu iddia ettiği temel borç ilişkisini alacağın miktarı itibarı ile yazılı belge ile ispat etmek zorunda olduğunu; davacı tarafın müvekkili adına fatura düzenlemesinin ve bunu kendi ticari defterlerine kaydettirmesinin tek başına alacağın varlığının ispatı olamayacağını; davacı tarafın öncelikle temel borç ilişkisini usul ve yasaya uygun olarak ispatlaması gerektiğini, daha sonra da temel borç ilişkisi çerçevesinde dayanak fatura içeriğinde belirtilen mal ve hizmetleri müvekkiline sunmuş olduğunu ispat etmesi gerektiğini; müvekkili ile davalı arasında her hangi bir ticari ilişki bulunmadığını ve davacı tarafından sunulan faturada belirtilen malların müvekkiline teslim edilmediğini ve belirtilen hizmetin de müvekkiline sunulmadığını; alacağın dayanağı olarak gösterilen faturalarında usulune uygun olarak müvekkiline tebliğ edilmediğini ve müvekkilinin imzasını da taşımadığını, Müvekkili ile davacı arasında her hangi bir sözleşme ilişkisi bulunmadığını, müvekkilinin davacıdan her hangi bir mal ve hizmet almasının söz konusu olmadığını; davacı tarafın da müvekkili ile aralarında sözleşme ilişkisinin varlığını gösteren her hangi bir delil sunmadığını, dayanak faturalarda belirtilen mal ve hizmeti müvekkiline sunduğuna ilişkin yazılı her hangi bir delil sunamadığını; müvekkilinin tacir olmayıp müvekkili hakkında HMK’nun 222/5 maddesinin uygulanmasının yasal olarak mümkün olmadığını; bu nedenlerle mahkemece eksik araştırma ve yanlış değerlendirme neticesinde müvekkilinin tacir olduğu yönündeki kabulü, bu kabule dayalı olarak müvekkilinin hakkında HMK’nun 222/5 maddesinin uygulanmasının ve neticede davanın kabulüne karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olup mahkeme kararının bozulması gerektiğini, iş bu istinaf müracaatını yapma zorunluluğunun doğduğunu, İleri sürerek; müvekkilinin mağduriyetinin doğmaması bakımından tehiri icra taleplerinin kabulü ile istinaf incelemesi sonuçlanıncaya kadar mahkeme kararının icrasının geri bırakılmasına; usul ve yasaya aykırı olduğunu düşündükleri İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2019/174 Esas, 2020/74 Karar sayılı kararının HMK’nun 353/1-a-3 maddesi gereğince kaldırılmasına ve dosyanın görevli ve yetkili Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine, görev itirazlarının kabul edilmemesi halinde usul ve yasaya aykırı olduğunu düşündükleri İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2019/174 Esas, 2020/74 Karar sayılı kararının HMK’nun 353/1-b-2-3 ve 356. Maddesi gereğince kaldırılmasına ve ispatlanamayan davanın reddine, davacı tarafın müvekkilinin aleyhine haksız ve kötüniyetli olarak takip yaptığını, bu sebeple asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tespit edilecek kötüniyet tazminatının davacıdan tahsiline; yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davacı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava satış sözleşmesine istinaden tanzim edildiği iddia olunan faturalara dayalı alacağın tahsili amacıyla başlatılan ilamsız takibe itirazın iptali istemine ilişkin olup, mahkemece yukarıda belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmiş, davalı vekilince süresinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Davacı, taraflar arasında satış ilişkisi olduğunu, takip dayanağı fatura konusu ürünlerin imzalı irsaliye ile davacıya teslim edildiğini, ancak davalının ödeme yapmadığını ileri sürmüş, davalı dava ve takip konusu faturalara dayalı bir mal satın alamadığını, taraflar arasında herhangi bir ticari ilişki bulunmadığını, davalının tacir olmadığını, bu nedenle mahkemenin görevsiz olduğunu savunmuştur.6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesinde hangi işlerin ticari dava olarak nitelendirilecekleri belirlenmiş, anılan kanunun 5.maddesinde asliye ticaret mahkemesi ile asliye ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişkinin görev ilişkisi olduğu belirtilmiştir.Ticari davaları, mutlak ticari davalar, nispi ticari davalar ve yalnızca bir ticari işletmeyle ilgili olmasına rağmen ticari nitelikte kabul edilen davalar olmak üzere üç grubta toplamak mümkündür. Mutlak ticari davalar, tarafların tacir olup olmadığına ve işin bir ticari işletmeyi ilgilendirip ilgilendirmediğine bakılmaksızın ticari sayılan davalardır. Mutlak ticari davalar, 6102 sayılı TTK’nın 4/1. maddesinde bentler halinde sayılmıştır. Bunların yanında Kooperatifler Kanunu (m.99), İcra İflas Kanunu (m.154), Finansal Kiralama Kanunu (m.31), Ticari İşletme Rehni Kanunu (m.22) gibi bazı özel kanunlarda belirlenmiş ticari davalar da bulunmaktadır. Bu gruptaki davaların ticari dava sayılabilmesi için taraflarının tacir olması veya uyuşmazlığın ticari işletmeleriyle ilgili olması gibi şartlar aranmaz. Bu davalar kanun gereği ticari dava sayılan davalardır.Nispi ticari davalar, her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili olması halinde ticari nitelikte sayılan davalardır. 6102 sayıl TTK’nın 4/1. maddesine göre, her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan ve iki tarafı da tacir olan hukuk davaları ticari dava sayılır. Bu şartlar birlikte bulunmadıkça, uyuşmazlık konusunun ticari iş niteliğinde olması veya ticari iş karinesi sebebiyle diğer taraf için de ticari iş sayılması davanın ticari dava olmasını sağlamaz. Başka ifade ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 19/2. maddesi uyarınca, taraflardan biri için ticari iş sayılan bir işin diğeri için de ticari iş sayılması, davanın niteliğini ticari hale getirmeyecektir. Zira; Türk Ticaret Kanunu, kanun gereği ticari sayılan davalar haricinde, ticari davayı ticari iş esasına göre değil, ticari işletme esasına göre belirlemiştir. Hal böyle olunca, işin ticari nitelikte olması davayı ticari dava haline getirmez. Üçüncü grup ticari davalar, yalnızca bir tarafın ticari işletmesini ilgilendiren havale, vedia ve fikri haklara ilişkin davalardır. Yukarıda açıklandığı üzere bir davanın ticari dava sayılması için kural olarak ya mutlak ticari davalar arasında yer alması ya da her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili bulunması gerekirken havale, vedia ve fikri haklara ilişkin davaların ticari nitelikte sayılması için yalnızca bir yanın ticari işletmesiyle ilgili olması TTK’da yeterli görülmüştür. Göreve ilişkin kurallar kamu düzeninden olup yargılamanın her aşamasında mahkemece re’sen nazara alınır. Somut olayda, uyuşmazlığın dayanağı hukuki ilişki satış ilişkisi olup, satış sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklar, TTK’nun 4. Maddesinde sayılan mutlak ticari davalardan olmadığı gibi, aynı maddenin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na atıfla mutlak ticari dava konusu kabul ettiği sözleşmelerden de değildir. Şu halde mahkemece davanın nispi ticari dava olup olmadığı, her iki tarafın tacir olup olmadığı, uyuşmazlığın tacir olan tarafların ticari işletmeleri ile ilgili olup olmadığı hususu re’sen araştırılmak durumundadır. Mahkemece davalı yanın görev itirazına rağmen, davalının gerçek kişi tacir kaydı olup olmadığı ile ilgili İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü’ne yazıl yazılmadığı gibi, davacının hangi esasa göre defter tuttuğu, ikinci sınıf tacir(esnaf) olup olmadığı, eğer ikinci sınıf tacir(esnaf) ise ve işletme defteri tutuyor ise; VUK’un 177/2 fıkrasında düzenlenen hadlere göre, davalı faaliyetinin esnaf faaliyet sınırını aşıp aşmadığı ilgili vergi dairesinden sorulmamıştır. Davacı talebi üzerine ba formlarının celbi için yazılan yazıya Küçükyalı Vergi Dairesi’nin verdiği, davalının işletme hesabına göre defter tutması nedeniyle ba-bs formu bulunmadığı yönündeki cevap ile yetinilmiş, anılan yazı cevabında yer alan bilginin davalının tacir olduğunu göstermediği, esnaf-tacir işletmesi kavramlarının farklı olduğu nazara alınmaksızın, hatalı değerlendirme ile davalının TTK’nun 12 maddesi uyarınca bir ticari işletmeyi kendi adına işlettiğinden bahisle tacir olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Kamu düzenine ilişkin bu husus davalı yanca istinaf sebebi olarak da ileri sürülmüş olup haklı bulunmuştur. Kabule göre de; davacı vekili tarafından delil olarak faturalara, bilirkişi incelemesine, tarafların ticari defter ve kayıtlarına, tarafların vergi dairesine yaptıkları alış ve satış beyanlarına dayanılmış, 06/03/2018 tarihli ön inceleme duruşmasının icrasından sonra verilen dilekçe ile HMK’nun 222/5 maddesi uyarınca münhasıran davalının ticari defterlerine delil olarak dayanıldığı bildirilmiştir. 6100 Sayılı HMK’nun 145/1 maddesi uyarınca taraflar, davalının açık muvafakatı veya ıslaha ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla kanunda belirtilen sürelerden sonra delil gösteremezler. Davacı vekilince; ön incelemenin icrasından ve kanuni sürelerden sonra davalı yanın açık muvafakatı olmaksızın veya ıslah yoluna gidilmeksizin HMK’nun 225/5 maddesine delil olarak dayanıldığı anlaşılmış olup, mahkemece bu husus gözetilmeksizin ve başkaca tahkikat işlemi yapılmaksızın, davalıya HMK’nun 222/5 maddesi uyarınca defterlerin ibrazı için kesin süre verilmesi ve defterlerin ibraz edilmediği gerekçesi ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuştur. Yukarıda izah edilen gerekçelerle; davalı yanın istinaf başvurusunun kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının 6100 Sayılı HMK’nun 353/1-a6 maddeleri uyarınca kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davalının istinaf başvurusunun KABULÜ ile; İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 13/12/2018 tarih ve 2016/1055 Esas – 2018/1288 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a6 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine İADESİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-İstinaf talep eden tarafından yatırılan istinaf karar harcının talep halinde davalıya iadesine, 4-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 5-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine, 6-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 01/12/2022 tarihinde HMK’nın 362/1-g maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.