Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2020/1364 E. 2020/1250 K. 05.11.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1364
KARAR NO: 2020/1250
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME: BAKIRKÖY 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 04/12/2019
DOSYA NUMARASI: 2019/218 Esas – 2019/1300 Karar
DAVA: Ticari Şirket
KARAR TARİHİ: 05/11/2020
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkillerinin davalı şirketin hissedarları olduğunu, müvekkilleriyle davalı arasında bir çok uyuşmazlık bulunduğunu, Bakırköy İş Mahkemelerinde de görülen davalarının olduğunu, davalı şirketin 01/01/2011 tarihinde yapılan genel kurulunun sahte belgeler düzenlenerek yapıldığını, genel kurulun yok hükmünde olduğunu, müvekkillerinin 2.000’er adet hisseye sahip ortak olduklarını, bahsedilen genel kurulda tutulan hazirun cetvelinde ise … isimli şahsın tek hissedar olarak görüldüğünü, müvekkillerin bu şahsi tanımadıkları gibi hisselerini de devretmediklerini, müvekkillerine çağrı yapılmadan genel kurulun yapıldığını, bu haliyle TTK’un 460. Maddesi gereğince yok hükmünde olduğunu, yok hükmünde kabul edilmediği taktirde de alınan kararların ihtarı gerektiğini, zira sahte belgeler düzenlenerek müvekkillerinin pay sahibi değilmiş gibi gösterdiklerinin belirterek 05/04/2014 tarihli genel kurulda alınan kararların yok hükmünde olduğunun tespitine, aksi taktirde iptallerine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı tarafından sunulan cevap dilekçesinde özetle; müvekkili şirketin hisselerinin hamiline yazılı olduğunu, husumetin yöneltilmesi için hisse senetlerinin ibrazı gerektiğini, dava konusu edilen genel kurulun pay sahiplerinin tamamının katılarak yapıldığını, davacıların müvekkili şirkete ortak olmadıklarını belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 04/12/2019 tarih ve 2019/218 Esas – 2019/1300 Karar sayılı kararı ile; ” … Mahkememizce itibar olunan 07/11/2019 tarihli bilirkişi raporunda belirtildiği üzere, davacıların 01/06/2005 tarihinde 2000’er adet hisse devri ile şirkete ortak olduklarının ortaklar pay defteri ile sabit olduğu, 2004,2005,2006,2007,2008,2009,2010 yıllarına ait genel kurul hazirun cetvellerinde davacıların 2000’er adet hissesinin bulunduğu, 04/06/2013 tarihli hazirun cetvelinde de davacıların 2000’er adet hissesinin bulunduğu sabit olup, davacıların hisse oranı % 2’dir. 05/04/2014 tarihli genel kurul toplantısı hazirun cetveline göre ise dava dışı …’ın davalı şirketteki pay oranı % 100’dür. 14/05/2013 tarihli Yönetim Kurulu kararı ile ilmuhaberleri karşılığında hamiline pay senedi dağıtımına karar verilmiş olup bu karar tescil ve ilan edilmiştir. Dava dışı …’ın hangi hukuki işlem sonucunda davalı şirketin paylarının tamamına sahip olduğu belirli değildir. 2006 tarihli ilmuhaberlerin çıkarıldığı tarih itibariyle yürürlükte bulunan 6762 Sayılı TTK’nun 411/2 maddesinde hamiline yazılı hisse senetlerinin yerine tanzim olunan nama yazılı ilmuhaberlerin ancak alacağın devri hakkındaki hükümlere göre devrolunabileceği, devrin şirkete karşı ihbar tarihinde hüküm ifade edeceği düzenleme altına alınmıştır. Davacılara ait pay senetlerinin dava dışı ortağın elinde bulunması tek başına geçerli bir devir yapıldığı anlamına gelmemekte olup, gerek alacağın temliki gerekse ciro yoluyla devirde senedin zilyetliğinin geçirilmesinin yanı sıra bir devir beyanına ihtiyaç bulunmaktadır. Alacağın temlikinde bu devir beyanının TBK m.183 vd gereğince yazılı olarak ilmuhaberin arkasına veya ayrı bir belgeye yapılması şarttır. Aynı şekilde ciro yoluyla devredilmek istenen bir senette devir beyanı anlamına gelen imzanın devredilecek belgenin arkasına yapılması gerekir. Dosyada yer alan ilmuhaberlerin tetkikinde alacağın temliki ya da ciro yoluyla devrine ilişkin bir belge bulunmadığı görülmüş olup, ilmuhaberlerin dava dışı ortağın elinde bulunmasının geçerli bir devir yapıldığı ve davacıların pay sahipliği sıfatını yitirdiği anlamına gelmeyeceği, aynı şekilde davalı şirket genel kurulunda hazirun cetvelinde tek pay sahibi olarak dava dışı ortağın bulunmasının pay sahipliğinin ispatı bakımından yeterli olmayacağı sabit olmakla geçerli bir devre dayanmaksızın davalı şirketin uhdesinde bulunan geçici ilmuhaberlerin davacıların pay sahibi olduğu ve aktif husumet ehliyetlerinin bulunduğunu kanıtlamak bakımından yeterli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Dava konusu genel kurul tutanaklarından toplantının TTK m.416′ ya istinaden çağrısız olarak toplandığı anlaşılmaktadır. TTK’nun 416.maddesine göre, bütün payların sahipleri veya temsilcileri, aralarından biri itirazda bulunmadığı taktirde, genel kurula katılmaya ve genel kurul toplantılarının yapılmasına ilişkin hükümler saklı kalmak şartıyla, çağrıya ilişkin usule uyulmaksızın genel kurul olarak toplanabilir, bu toplantı nisabı var olduğu sürece karar alabilirler. Çağrısız genel kurul için yönetim kurulu tarafından karar alınmasına gerek bulunmamaktadır. Söz konusu hüküm emredici nitelikte olup bu koşula uyulmadan gerçekleşen genel kurul yok hükmündedir. Bu sakatlık hali şekil ve usul hakkındaki emredici hükümlere aykırı kararlar hakkında uygulanmakta ve bu şekilde alınan kararlar yok sayılmaktadır. Geçerli bir pay devri olmadan sadece ilmuhaberin zilyetliğinin davalı şirkette olmasına dayalı olarak pay sahipliği kazanılamayacağından 05/04/2014 tarihli genel kurulda, pay sahibi olduğu anlaşılan davacıların hazır bulunmaması alınan kararın yokluk ile malul olmasını gerektirme olup, açılan davanın kabulü ile davalı şirketin 05/04/2014 tarihinde yapılan genel kurulda alınan kararların yok hükmünde olduğunun tespitine ve şartları oluşmadığından davacı tarafın davalı şirkete kayyım atanmasına yönelik talebinin reddine … ” karar verilmesi gerektiği gerekçeleri ile; ” AÇILAN DAVANIN KABULÜNE, 1-Davalı şirketin 05/04/2014 tarihinde yapılan genel kurulda alınan kararların yok hükmünde olduğunun tespitine, 2-Davacı vekilinin davalı şirkete kayyım atanması talebinin reddine, … ” karar verilmiş ve verilen karara karşı, davacılar vekili ile davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacılar vekili istinaf dilekçesi ile, Mahkemece, genel kurulda alınan kararların yok hükmünde olduğu tespit edilmesine rağmen şartları oluşmadığı gerekçesiyle davalı şirkete kayyım atanması taleplerinin reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, Davaya konu 05.04.2014 tarihli genel kurul toplantısında alınan 7 numaralı kararla davalı şirkette “üç yıl süreyle görev yapmak üzere şirketin yönetim kurulu başkanlığına …’ın seçilmesine” karar verildiğini, davaya konu genel kurul toplantısında alınan kararların yok hükmünde olduğu tespit edildiğinden, yönetim kuruluna üye seçimine dair kararın da yoklukla malul olduğunu, bu nedenle, davalı şirketin organsız kaldığını, şirketin yönetimi için kayyım atanması gerektiğini, Genel kurul toplantısında alınan kararların yokluğu tespit edilmiş olmakla, hali hazırda şirketin yönetim kurulu bulunduğundan bahsedilemeyeceğini, mahkemenin, bir yandan yapılan genel kurulun ve alınan kararlarının yokluğuna hükmettiğini, diğer yandan da yok hükmündeki kararla oluşturulan yönetim kurulu geçerli kabul edilerek, şirketin organsız kalmadığı sonucuna ulaşılarak, kendisiyle çeliştiğini, kaldı ki bu kararın, Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına da aykırı olduğunu, “Davalı şirketin 20.08.2010 tarihli Olağanüstü Genel Kurul toplantısında yönetim kurulu üyeleri ve denetçi seçimine karar verilmiştir. Ancak mahkemece yönetim kurulu üyelerinin seçimine dair genel kurul kararının yok hükmünde olduğunun tespitine karar verildiğine göre, yönetim kurulunun görev dağılımı ve imza yetkilisinin belirlenmesine dair yönetim kurulu kararı da yok hükmünde olup ayrıca şirketin organsız kaldığının da kabulü gerekir. Bu itibarla, yönetim kurulu kararının yok hükmünde olduğu ve şirketin organsız kaldığı nazara alınmadan yazılı gerekçeyle yönetim kurulu kararının iptali ve kayyım tayinine dair talepler yönünden davanın reddi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.” (Yargıtay 11. HD 27.02.2015 gün, 2014/15320 E. 2015/2749 K.) Yukarıda emsal olarak gösterilen Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 27.02.2015 tarihli, 2014/15320 E. ve 2015/2749 K. sayılı kararında da mahkemenin, çağrısız genel kurul toplantısı davacı tarafın katılımı sağlanmadan yapıldığından TTK’nın 370. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle genel kurul toplantısında alınan kararların yok hükmünde olduğunun tespit edildiğinin görüldüğünü, huzurdaki davada da aynı gerekçeyle aynı yönde karar verildiğini, bu nedenle Yargıtay içtihadına aykırı olarak verilen kararın kaldırılması gerektiğini belirterek, -İlk derece mahkemesi kararının, “Davacı vekilinin davalı şirkete kayyım atanması talebinin reddine” dair 2 numaralı hüküm fıkrasının kaldırılmasına, – HMK m. 353/1-b-2 hükmü uyarınca, yeniden esas hakkında karar verilmesine, davalı şirketin yönetim kuruluna üye seçimine ilişkin kararı yok hükmünde olduğundan şirketin yönetim organının bulunmadığı gözetilerek şirkete kayyım tayin edilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Mahkeme tarafından tesis edilen kararın ayrıntılı bir incelemeye dayanmadığını, davaya konu vakıalara ilişkin değerlendirmelerin hukuki gerekçelendirmeden yoksun olduğunu, Davacıların, müvekkili şirkete 01/06/2005 tarihinde dava dışı … ve …’dan ayrı ayrı aldıkları 2.000’er adet hisse ile hissedar olduklarını, yine hisseleri ile ilgili 15/08/2006 tarihinde alınan kararla geçici ilmuhaberler düzenlendiğini ve Yönetim Kurulu Üyeleri tarafından İmzalanarak Hissedarlara Teslim edildiğini, 09/05/2013 tarih ve 14/05/2013 tarihli yönetim kurulu kararı ile hamiline yazılı pay senetlerinin çıkarılmasına ve bu pay senetlerinin geçici ilmuhaber ile değiştirilmesine karar verilerek bu kararın tescil ve ilan edildiğini, geçici ilmuhaberlerin, hissedarların imzaları alınarak hamiline yazılı pay senetlerinin kendilerine teslim edildiğini, geçici ilmühaberlerin, hamiline yazılı hisse senetleri yerine kaim olmak üzere nama yazılı olduklarını, bu geçici ilmühaberlerin altı imzalatılmak suretiyle zilyedinden alınarak yerine bastırılan hisse senedinin verildiğini, Müvekkil şirketin hisseleri hamiline yazılı olup davacıların dava tarihi itibari ile hisse sahibi olup olmadığının müvekkili şirket ve yönetimi tarafından bilinmediğini, çünkü, hamiline yazılı hisse senetlerinin sadece teslim ile devredilebildiğini, TTK’nın 415. maddesi hükmüne göre, devrin şirkete bildirilmesine veya kaydedilmesine gerek olmadığını, ispat yükümlülüğü davacılara ait olmakla birlikte bu yönde dosyaya sundukları herhangi bir belge de bulunmadığını, bilgi ve belgeyi sunması gereken kişinin, müvekkili şirket olmayıp bu hususun davacılar tarafından yerine getirilmesi gerektiğini, Davacıların ortak olup olmadıklarının tespiti açısından imza itirazında bulunmaları nedeniyle 15/08/2016 tarih ve … Seri Numaralı, … ve … sıra numaralı geçici il muhareberler üzerinde imza incelemesi yapıldığını, 05/01/2017 tarihli ATK raporunda ilmuhaberlerdeki imzaların davacılara ait olduğunun bildirildiğini, ATK raporuna karşı itiraz üzerine, Jandarma Kriminal Laboratuvarı’nda yeniden rapor alındığını, ibraz edilen 12/06/2017 tarihli raporda her iki geçici ilmuhaber başlıklı belgelerdeki imzaların davacıların eli ürünü olduğunun bildirildiğini, davacıların hissedar olarak dava açmalarına karşın, hissedar olmadıkları bu haliyle genel kurul kararının iptalini talep edemeyecekleri anlaşıldığından açılan davanın husumet nedeniyle reddine karar verildiğini, İstinaf mahkemesinin, Yargıtay 11 . Hukuk Dairesi’ nin 2015/ 1952 Esas – 2016/ 2082 Karar sayılı ilamı esas alınarak karar verilmiş ise de; Yargıtay 11 . Hukuk Dairesinin 2015/ 1952 Esas – 2016/ 2082 Karar sayılı ilamı ” yerel mahkemece davacının dava dilekçesinde bildirdiği diğer butlan ve iptal sebepleri üzerinde durulup sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, TTK’nun 422.maddesindeki toplantı tutanağında Bakanlık temsilcisinin imzasının bulunmaması hâlinde genel kurul tutanağının geçersiz olacağına ilişkin hükmünü, aynı kanunun yukarıda açıklanan 407/3 ve yönetmelik hükümlerini dikkate almadan, bütün anonim şirket genel kurul toplantılarında Bakanlık temsilcisinin bulanmasının zorunlu olduğu şeklinde, mutlak olarak anlayıp genel kurul kararlarının bu nedenle yok hükmünde olduğuna karar verilmesi isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir.” şeklinde olup, Yargıtay denetiminden geçen hususun, bakanlık temsilcisinin imzasının bulunup bulunmaması yönünde yapılmış bir inceleme olduğunu, davacıların ortaklığının olup olmaması yönünde bir inceleme bulunmadığından istinaf mahkemesince verilen kararın usule ve yasaya aykırı olduğu gibi bu bağlamda ilk derece mahkemesince verilen kararın da hukuka aykırı olduğunu, Ticaret sicil kayıtlarından 05.04.2014 tarihli genel kurulda ve davanın açılış tarihinde davacıların müvekkili şirketin ortağı olmadığının belli olduğunu, mahkemece hükme esas alınan raporda, bilirkişi heyetinin dosyada mübrez ticaret sicil kayıtlarını yeterince incelemeden rapor hazırladıklarını, zira Ticaret Sicil kayıtları incelendiğinde 05.04.2014 tarihli genel kurulda …’ın şirket hisselerinin %100’ünü ibraz ederek genel kurulda yönetim kurulu başkanı seçildiği ve hazirun cetvelinde davacıların isimlerinin olmadığının sabit olduğunu, hisselerin %100’ünün … tarafından ibraz edilmesi, davacıların şirkette ortak olmadığı anlamına gelmesine rağmen bilirkişilerce bu önemli hususun yeterince incelenmediğini ve raporun maddi gerçeklere aykırı şekilde düzenlendiğini, Müvekkili şirket tarafından mahkeme dosyasına incelenmek üzere tüm hamiline yazılı hisse senetlerinin teslim edildiğini, buradan da görüleceği üzere tüm hisse senetlerinin dava dışı ortak ve yönetim kurulu üyesinin elinde olduğunu, Küçükçekmece Cumhuriyet Savcılığının 2014/28769 soruşturma sayılı dosyasında davacıların, müvekkili şirketin yönetim kurulu başkanı … aleyhine savcılığa suç duyusunda bulunduklarını, soruşturma dosyasına sunulan bilirkişi raporuna göre davacıların, müvekkili şirketin hisselerini usulüne uygun şekilde devrettiklerinden ötürü … ve diğer şüpheliler hakkında takipsizlik kararı verildiğini, takipsizlik kararının, İlgili Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesince onandığını ve akabinde savcılık makamının res’en davacılar aleyhine iftira sebebiyle Küçükçekmece 19. Asliye Ceza Mahkemesinin 2015 / 495 E sayılı dosyasında kamu davası açtığını, dava dosyasına ilişkin savcılık dosya numarasının davacıların dilekçesinde zikredildiğini, celbini talep etmiş iseler de mahkeme tarafından bu taleplerinin kabul görmediğini, halbuki ilk derece mahkemesi tarafından bu talepleri araştırılmış olsaydı kesin delilere göre davacıların müvekkili şirketin ortağı olmadığının ortaya çıkacağını ve davanın taraf ehliyeti yokluğundan reddi gerekeceğini, Yine, Küçükçekmece Cumhuriyet Savcılığının 2014/28769 soruşturma sayılı dosyasında Tanık …’in 11/06/2015 tarihinde vermiş olduğu ifadesinin “… isimli firmanın 2006 yılından beri %1 ortağıyım. 2013 yılında Hastanenin başhekimliğinde tüm hissederların ve ortakların bulunduğu bir şekilde toplantı yapıldı. Ben de bu toplantı da hazır bulundum. Bana sormuş olduğunuz … ve …’nın da toplantıya katıldıklarını net hatırlıyorum. Yönetimdekiler tarafından her bir ortağa ve bana da il muhaberler yerine hamiline yazılı hisse senetlerimiz verildi. 2014 yılında ise hatırladığım kadarıyla 5.000- TL ye …’ a hissemi sattım. Bu tarihten sonra da … Grubuna ait olan başka bir hastanede doktor olarak çalışmak dışında bir alakam kalmamıştır.” şeklinde olduğunu, buradan da görüleceği üzere davacıların hamiline yazılı senetleri teslim aldıklarının açıkça görüldüğünü, Davacıların hamiline yazılı hisse senetlerini teslim aldıkları tanık beyanı ile de desteklendiğinden, davacıların pay sahipliklerinin olmaması dolayısıyla davayı açmak için aktif dava ehliyetlerinin bulunmadığını, ayrıca 05.04.2014 tarihli çağrısız genel kurulun yok hükmünde olduğu şeklindeki kararının hatalı olduğunu belirterek, -İlk derece mahkemesi kararının kaldırılarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’ nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, davalı şirket tarafından 05/04/2014 tarihli genel kurulda alınan kararların yok hükmünde olduğunun tespiti, aksi taktirde alınan kararların iptaline karar verilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, karar karşı taraflarca istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davacı tarafça, davacıların, davalı şirkette pay sahibi oldukları, genel kurulda sahte belgeler düzenlenmek suretiyle hazirun cetvelinde dava dış … isimli şahsın tek hissedar gibi gösterildiği, çağrı yapılmadan genel kurul yapıldığı belirtilerek, 05/04/2014 tarihli genel kurulda alınan kararların yok hükmünde sayılması, aksi takdirde sözkonusu genel kurulda alınan kararların iptaline karar verilmesi talep edilmiştir. İlk Derece Mahkemesinin 01/11/2017 tarihli kararı ile; davacıların şirket paylarını çıplak pay olarak 01/06/2005 tarihinde dava dışı … ve …’dan devir aldıkları, 2.000’er hisse ile şirkete hissedar oldukları, yine hisseleri ile ilgili davalı şirket tarafından 2006 tarihinde alınan karar üzerine geçici il muharebeler düzenlendiği, bu muharebelerde davacıların imzalarının bulunduğu, 09/05/2013 tarih ve 14/05/2013 tarihli yönetim kurulu kararları ile hamiline yazılı pay senetlerinin çıkarılmasına karar verildiği, pay senetlerinin ise hisse senedi geçici il muharebe ile değiştirilmesine karar verdiği, kararın tescil ve ilan edildiği, alınan bilirkişi raporlarıyla da geçici il muharebelerdeki imzaların davacılara ait olduğu, bu yönde sahtecilik iddiasının ispat edilemediği, davacıların hissedar olarak dava açmalarına karşın, hissedar olmadıkları, bu haliyle genel kurul kararının iptalini talep edemeyecekleri gerekçesi ile, davanın husumet nedeniyle reddine karar verildiği görülmüştür. Mahkeme kararının istinaf edilmesi üzerine Dairemizin 2018/569 Esas 2019/282 Karar sayılı 27/02/2019 tarihli kararı ile; Yargıtay 11 . Hukuk Dairesinin 2015/ 1952 esas 2016/ 2082 karar sayılı ilamından anlaşıldığı üzere, … kesinleşen mahkeme kararında, davacıların 04/06/2013 tarihinde şirketin hissedarı oldukları, bu şekilde hak sahibi oldukları olgusunun kesinleştiği, yukarıda bahsedilen Yargıtay ilamına göre, davacıların şirket hissedarı olduklarına ilişkin kesinleşen olgu karşısında, mahkemenin davacıların şirketin hissedarı olmadıkları gerekçesiyle, davanın husumet yokluğundan reddine dair kararının usul ve yasaya aykırı olduğu, sonuçta davacıların en azından 04/03/2013 tarihinde davalı şirketin ortağı oldukları, bu bağlamda 04/03/2013 tarihinden 05/04/2014 tarihi arasında hisselerini devir edip etmedikleri ve buna göre, 05/04/2014 tarihinde şirket ortağı olup olmadıklarının belirlenmesi gerektiği, eğer ortak iseler, talep gibi, genel kurul kararının hükmen yok hükmünde olup olmadığı yada kararların iptal koşullarının oluşup oluşmadığı tespit edilerek, sonucuna göre karar vermesi gerekirken, yazılı şekilde karar vermesinin usul ve yasaya aykırı olduğu belirtilerek, HMK’nın 353/1-a-6. maddesi gereğince mahkeme kararının kaldırılmasına, belirtildiği şekilde işlem yapılarak oluşacak sonuca göre karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verildiği, Mahkemece yeniden yapılan yargılamada bilirkişi raporu alınarak, davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Dosyaya ibraz edilen belgeler ve alınan bilirkişi raporlarından anlaşılacağı üzere; pay defterine göre davacıların 01/06/2005 tarihinde 2000’er adet hisse devri ile davalı şirkete ortak oldukları,2004, 2005, 2006, 2007, 2008, 2009, 2010 yıllarına ait genel kurul hazirun cetvellerinde davacıların 2000’er adet payının bulunduğunun onaylandığı, davacıların kendilerine ait hisse payları ile adlarına 15/08/2006 tarih 22 no’ lu toplantıda alınan kararlar ile geçici ilmühaberler düzenlendiği, düzenlenen bu ilmühaberlerde davacıların imzalarının bulunduğu, davacı tarafça imza inkarında bulunulmuş ise de, mahkemece ATK ve Jandarma Kriminal Laboratuvarından alınan raporlar ile imzaların davacılara ait olduğunun tespit edildiği, bilahare 14/05/2013 tarihli Yönetim Kurulu kararı ile ilmühaberler karşılığında hamiline pay senedi dağıtımına karar verildiği, bu kararın tescil ve ilan edildiği, bu karardan sonra yapılan 04/06/2013 tarihli genel kurul hazirun cetvelinde de davacıların imzalarının bulunduğu, yani ilmühaberler karşılığında hamiline pay senedi dağıtımına karar verilmesinden sonra da davacıların ortaklıklarının devam ettiği, 04/06/2013 tarihli genel kurulda alınan kararların yok hükmünde olduğunun tespiti/iptali talebiyle açılan davada Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2015/ 1952 Esas 2016/ 2082 Karar sayılı ilamında, davalıların husumet itirazları bulunmakla birlikte, mahkeme kararının esastan bozulduğu görülmektedir. Dava konusu 05/04/2014 tarihli genel kurul hazirun cetveline göre, davalı şirket hisselerinin tamamına dava dışı …’ın sahip olduğu, …’ın hamiline yazılı senetleri elinde bulundurduğu anlaşılmakta ise de; …’ın, hangi hukuki işlem sonucunda davalı şirketin paylarının tamamına sahip olduğunun belli olmadığı, hisseler karşılığında davacılara ödeme yapıldığı vs. şeklinde bu hususta dosyaya delil ibraz edilmediği, 2006 tarihli ilmuhaberlerin çıkarıldığı tarih itibariyle yürürlükte bulunan 6762 Sayılı TTK’nun 411/2 maddesinde, hamiline yazılı hisse senetlerinin yerine tanzim olunan nama yazılı ilmuhaberlerin ancak alacağın devri hakkındaki hükümlere göre devrolunabileceği, devrin şirkete karşı ihbar tarihinde hüküm ifade edeceğinin düzenlendiği, Alacağın temlikinde bu devir beyanının TBK m. 183 vd gereğince yazılı olarak ilmuhaberin arkasına veya ayrı bir belgeye yapılması gerektiği, Dava tarihi ve ilmühaberler karşılığında hamiline pay senedi dağıtımına karar verilen Yönetim Kurulu karar tarihinde yürürlükte bulunan 6102 sayılı yasanın 486-(2) maddesinde; pay senedi bastırılıncaya kadar ilmühaber çıkarılabileceği, ilmühaberlere kıyas yoluyla nama yazılı pay senetlerine ilişkin hükümlerin uygulanacağı, “Nama yazılı payların ve pay senetlerinin devrinde ilke” başlıklı 490. maddesinde, kanunda veya esas sözleşmede aksi öngörülmedikçe, nama yazılı payların, herhangi bir sınırlandırmaya bağlı olmaksızın devredilebileceği, hukuki işlemle devrin, ciro edilmiş nama yazılı pay senedinin zilyetliğinin devralana geçirilmesiyle yapılabileceğinin düzenlendiği, Buna göre, ciro yoluyla devredilmek istenen bir pay senedinde, devir beyanı anlamına gelen imzanın devredilecek belgenin arkasına yapılması gerektiği, Dosyada, davacılara ilmühaberler karşılığında hamiline pay senedi teslim edildiğine dair yazılı bir delil bulunmayıp, dosyaya ibraz edilen davacılara ait ilmühaberlerin sadece ön yüzünde davacıların imzasının yer aldığı, alacağın temliki ya da ciro yoluyla devir yapıldığına ilişkin bir ibare veya belge bulunmadığı, bu hali ile, davacılara ilmühaberler karşılığında hamiline pay senedi teslim edildiği veya ilmühaberlerin usulüne uygun olarak devredildiğinin davalı tarafça ispatlanamadığı, tanık beyanları ile pay senedi verildiğinin ispatlanması mümkün olmadığı gibi savcılık tarafından verilen takipsizlik kararlarının da hukuk mahkemesini bağlamayacağı, sadece ilmühaberlerin dava dışı ortağın elinde bulunmasının, geçerli bir devir yapıldığı ve davacıların pay sahipliği sıfatını yitirdikleri anlamına gelmeyeceği, geçerli olarak devredildiği ispatlanmayan ilmühaberlere göre davacılar pay sahibi olmakla, açılmış olan davada aktif taraf sıfatına (Husumet) haiz oldukları anlaşılmaktadır. 6102 sayılı TTK’ nın 416- (1). maddesinde ” Bütün payların sahipleri veya temsilcileri, aralarından biri itirazda bulunmadığı takdirde, genel kurula katılmaya ve genel kurul toplantılarının yapılmasına ilişkin hükümler saklı kalmak şartıyla, çağrıya ilişkin usule uyulmaksızın, genel kurul olarak toplanabilir ve bu toplantı nisabı varolduğu sürece karar alabilirler. ” düzenlemesi mevcuttur. Dava konusu 05/04/2014 tarihli genel kurul TTK’ nın 416. maddesine istinaden çağrısız olarak yapılmış ise de, pay sahibi olduğu anlaşılan davacıların toplantıda hazır bulunmamaları nedeniyle, alınan kararların yoklukla malul olduğu, dolayısıyla davalı vekilinin istinaf sebeplerinin yerinde olmadığı anlaşılmaktadır. Kayyım tayini ancak yönetim kurulunun teşkil edilememesi, organ boşluğunun bulunması, yönetim kurulunun bir şekilde görev yapamaz hale gelmesi, görevlerini ağır şekilde ihmal etmesi veya savsaklaması gibi zorunlu hallerde yapılması gereken bir durumdur. Dava yöneticinin azli veya sorumluluğu davası olmayıp, mahkemece verilen karar kesinleşmeden davalı şirketin organsız kaldığı kabul edilemeyeceği gibi önceki yönetim kurulunun görevinin de devam edeceği, dolayısıyla kayyım tayini için gerekli koşulların oluşmadığı, davacı tarafça ileri sürülen istinaf sebebinin de yerinde olmadığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak, dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından, davacılar ve davalının istinaf başvurularının HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilerek, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacılar ve davalının istinaf başvurularının 6100 Sayılı HMK’ nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden taraflarca yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harçları ile istinaf karar harçlarının hazineye gelir kaydına, 3-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep eden üzerinde bırakılmasına, 4-Artan gider avansı varsa, karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 05/11/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.