Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2019/78 E. 2020/947 K. 24.09.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/78 Esas
KARAR NO: 2020/947 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME: İSTANBUL ANADOLU 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 27/06/2018
DOSYA NUMARASI: 2017/20 Esas 2018/634 Karar
DAVA: İtirazın İptali (Ticari Niteliktekinde Haksız Fiilden Kaynaklanan (2918 …Hariç))
KARAR TARİHİ: 24/09/2020
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, davacı ile davalının 2011 yılında ortak olduklarını, davalının şirket hisselerinin %50’sini aldığını, davalıya davacı tarafından yapılan ödemelerin davalı tarafından geri verilmediğini, davalının, davacı şirkete olan bu borcundan dolayı Adalar İcra Müdürlüğü’nün … esas sayılı dosyası üzerinden davalı aleyhine ilamsız takip yapıldığını ve davalı tarafından takibe itiraz edildiğini, itirazın iptaline, takibin devamına, davalı aleyhine % 20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına, yargılama masrafları ve vekalet ücretinin karşı yana bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile, davanın hak düşürücü süre içinde açılmadığından reddi gerektiği, davalının davacı şirketin % 50 ortağı bulunduğu ve husumet yönünden davalıya yöneltilmesinin hukuka aykırılık teşkıt ettiğini, zira şirket adına yapılan ödemelerin şirketi bağlayacağını, davalının davacı şirkete hiçbir borcu olmadığını, davacı şirketin iddialarının gerçekle ilgisi bulunmadığını, davacı şirket tarafından gönderilen 31/12/2015 tarihli … sıra nolu 33.760,97 TL + KDV tutarlı faturaya yasal süresinde itiraz ettiklerini, davacı şirketin davalıyı ortaklıktan çıkarmak istediklerini ancak bu taleplerinin mahkemece ret olunduğunu beyanla; davanın reddine, davacı aleyhine % 20’den aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatına, yargılama masrafları ve vekalet ücretinin karşı yana bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 27/06/2018 tarih ve 2017/20 Esas – 2018/634 Karar sayılı kararında; “….Bilindiği üzere 6102 sayılı TTK’nin 644. maddesinin (b) bendine göre, anonim şirketlerde şirkete borçlanma yasağına dair 358. madde hükmü limited şirketlere de uygulanacaktır. TTK’nin 358. maddesinde ise “Pay sahipleri, sermaye taahhüdünden doğan vadesi gelmiş borçlarını ifa etmedikçe ve şirketin serbest yedek akçelerle birlikte kârı geçmiş yıl zararlarını karşılayacak düzeyde olmadıkça şirkete borçlanamaz.“ hükmünün somut olayımız açısından değerlendirildiğinde, davacı şirketin 2012 ve 2013 yıllarındaki zararından ötürü bu yıla ait Öz Kaynaklarının Eksi 319.168,39 TL olduğu anlaşılmakla davalının davacı şirketten borç para almasını gerektirecek bir kanuni durumun oluşmadığı gibi 2014 ve 2015 yıllarında da şirketin giderek daha fazla zarara uğradığı da somut olarak anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, 6103 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 24. maddesinin birinci fıkrası gereği, “TTK’nin 358. maddesine aykırı şekilde limited şirkete borçlu olan ortakların, borçlarını, 1 Temmuz 2012 tarihinden itibaren üç yıl içinde, yani 1 Temmuz 2015 tarihine kadar, nakdî ödeme yaparak tamamen tasfiye etmeleri gerekecektir.” Borcun kısmen veya tamamen başkası tarafından üstlenilmesi, borç için kambiyo senedi verilmesi, ödeme planı yapılması veya benzeri yollara başvurulması tasfiye sayılmayacaktır. 1 Temmuz 2015 tarihine kadar tasfiye gerçekleşmediği takdirde de, 562. maddenin beşinci fıkrası gereği ilgililerin cezaî sorumluklarına gidilecektir (6103/24/f-2 md.). Yine, tasfiye süresinin geçmesinden sonra, şirketin alacaklıları, alacakları için, şirkete borçlu olan limited şirket ortağını takip edebilecektir (6103/24/f-3 md.) hükmü gereği de davacı şirketin davalı ortak hakkında takipte bulunmasının haklı olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki yüksek Yargıtay’ın emsal kararları gereği de limited şirket tüzel kişiliğinin şirket ortağından mal, hak, sermaye alacağı ve diğer alacaklarının bulunması halinde bu alacak kalemleri şirketin şahsi alacaklıları tarafından haczedilebilecektir. (Yüksek Yargıtay HGK E. 2014/12-1078 K. 2016/600 T. 11.05.2016). Ayrıca şirketlerin kuruluş gayelerinin kâr elde etmek olduğu düşünüldüğünde, atıl paranın değerlendirilmesi ve gelir getiren işlerde kullanılması gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, ortağın ödünç paraya ihtiyacı varsa bu parayı ortak olduğu şirketten ziyade banka ve finans kurumlarından temin etmesi en rasyonel yoldur. Diğer taraftan, 6102 sayılı TTK’nin 8/1. maddesinde ticari işlerde faiz oranı serbest bırakılarak, mezkûr maddenin (2) numaralı fıkrasında da cari hesaplarda ve her iki taraf bakımından da ticari iş niteliğinde olan ödünç sözleşmelerinde faizin anaparaya eklenerek birlikte tekrar faiz yürütülmesine (mürekkep, bileşik faiz) müsaade edilmiştir. 6102 sayılı Kanun’un 3/1.maddesine göre ise, “bir ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işlem ve fiiller ticari işlerdendir”. Hükmünün bulunduğu, 818 sayılı eski Borçlar Kanunu’nun 307. maddesinde, ticari muamelelerde şart edilmemiş olsa dahi faiz verilmesi zorunlu kılınırken, yukarıda zikredilen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 387/2. maddesinde taraflarca kararlaştırılmamış olsa bile faiz istenebilir şeklinde hüküm yumuşatılmıştır. Dolayısıyla borç para veren talep etmedikçe faiz söz konusu olmayacaktır ki somut olayımızda davacı şirket tarafından adatlandırma yapıldığı ve bu bedelin de davalı tarafından talep edildiği anlaşılmaktadır. Kurumların elde ettiği kazançlar kurumlar vergisine tabi tutulduktan ve diğer yasal yükümlülükler yerine getirildikten sonra ortaklara karın dağıtılması işlemi “Açık kar dağıtımı” veya “ normal kar dağıtımı” olarak isimlendirilir. Ancak bazı durumlarda kurum kazançları ortaklara açık olarak dağıtılmayıp (Şirketin ilave maliyete katlanmak istememesi) dolaylı yollarla ve kurumlar vergisine tabi tutulmadan dağıtılmakta ve buna “gizli kar dağıtımı ’’ veya “örtülü kazanç dağıtımı ’’denilmektedir. Somut olayımızda davalı … davacı şirkete Ankara … Noterliğinin 07/09/2010 tarihli … Yevmiye Maddesi ile onayladığı hisse devir senedi ile % 50 ortak olduğu ve aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere davacı şirketin 2011 yılından sonraki dönemlerde zarar ettiği anlaşılmakla ortaklara dağıtılabilir bir kârı da olmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca davalı …’ın davacı şirketten aldığı bedelin örtülü kazanç dağıtımı olmadığı ticari defter ve mali tablolardan anlaşılmıştır. Tüm bu nedenlerle yukarıda belirtilen şekilde 3 adet toplamda 10.200,00 TL bedelin davalı adına ödendiği somut olarak ispat edilemediğinden bu bedellerin dışlanması sonucu aşağıda detaylıca hesaplandığı üzere takip tarihi itibariyle davacı … şirketinin davalı …’dan 349.431,42 TL alacaklı olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. Her ne kadar bilirkişi kök raporundaki belirlemelere davacı vekilince; a)Kök raporda alacak hesabında dışlanan toplamda 10.200,00 TL tutarlı 3 adet işlem hakkında davalı …’ın itirazı olmadığı ve iptali konusunda da bir işlem yapmadığı nazara alındığında bu tutarların hesaplama dışı bırakılmasının doğru olmadığını, ayrıca 800,00 TL tutarlı bedelin davalının kredi kartına ödenen bedel olduğunu ve bunun bankadan istenecek kayıtlarla sabit hale geleceği iddia edilmiş ise de, 3 adet toplamda 10.200,00 TL tutarlı ödemeleri davalının aldığına dair davacı vekilince somut bir belge sunulmadığından davacı vekilinin bu itirazının yerinde olmadığı, b)Kök raporda davalıya 25/01/2011 tarihinde ödenen 200.000,00 TL tutarlı bedel hakkında faiz hesaplanmadığı ve bileşik faiz esasıyla yapılan tüm faiz hesaplamaları da nazara alındığında kök raporun bu haliyle dahi 362.254,29 TL alacaklarını ispat ettiği iddia edilmiş ise de, davacı şirkete ait incelemesi yapılan ticari defterlere göre her ne kadar davalı …’a 25/01/2011 tarihinde 200.000,00 TL ödenmiş ise de bu tutar hakkında davalı şirket tarafından 2011 yılı itibariyle hiçbir şekilde faiz talep edilmediğinden kök raporda talepte bağlılık ilkesine bağlı kalınarak Adat (faiz) hesaplanmadığı, davacı şirketin takibe konu yaptığı 362.254,29 TL asıl alacak miktarının davacı şirketin ticari defterlerinde yer alan bakiyeden ibaret olduğu ve bu bakiyenin oluşumunda da davacı şirket tarafından 2011 yılında davalıya hiçbir şekilde adat (faiz) uygulanmadığı, bu yönüyle itirazın yerinde olmadığı kanaatine varılmıştır. Yine, her ne kadar davalı vekilince; a)Davacının ticari defterlerinin tek başına incelenmesinin doğru olmadığı, eksik inceleme yapıldığı, davacı şirketten belge talep edilmesine karşın kendilerinden belge talep edilmemesinin doğru olmadığı, davalının her anlamda edimlerini yerine getirdiği, bu sebeple davacıya hiçbir borcu bulunmadığı, yapılan ödemelerinde de davacının alacağına yönelik ödemeler olduğu ve hala davalının davacı şirketten alacaklı olduğu iddia edilmiş ise de, davalı vekilinin beyanları soyut olup, bilirkişi tarafından kök raporda tespiti yapılan belgeli kayıtların aksini iddia edecek somut bir belge sunulmadığından davalı vekilinin bu itirazının yerinde görülmediği, b)Davacı şirketin kar paylaşımı yapmadan davacıya borçlu olmasına karşın ticari defterler ile gerçek olmayan bir alacak hesabı çıkartıldığı konusunda itirazda bulunmuş ise de, bilirkişi raporunda belirlendiği üzere, davacı şirketin 2011 yılından sonraki dönemlerde zarar ettiği tespit edildiğinden, davalının iddia ettiği gibi ortaklara dağıtılabilir bir kârı bulunmamakla birlikte, davalının davacı şirketten doğan kar payı alacağı da bulunmadığı, c)Davacının talep ettiği alacak kalemleri hakkında 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğu konusunda itirazda bulunmuş ise de, davalının cevap dilekçesi ile birlikte zamanaşımı defiinde bulunmadığı, sadece hak düşürücü süre itirazında bulunduğu, ayrıca davacının alacaklarının TBK’nin 147. Maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, somut olayda takip tarihinden 5 yıl öncesinin 21/01/2011 olduğu ve davalının da davacı şirketten aldığı ilk ödemenin 25/01/2011 olduğu nazara alındığında zamanaşımı süresinin dolmadığı, d)Davacı tarafın yaptığı ödemelerde davalıya banka yoluyla yapılan havalelerde bir açıklama bulunmadığından yapılan ödemenin mevcut bir borcun ifası amacıyla yapıldığının kabulü gerekeceği iddia edilmiş ise de, öncelikle davalı, davacı şirketin ortağı olup, taraflar arasında ticari ilişki bulunmadığı, davalıya yapılan ödemelerin davacı şirketin banka hesaplarından yapılmış olduğu nazara alındığında davalının basiretli bir iş adamı gibi davranıp kendisine yapılan ödemelerin hangi alacağından kaynaklandığını sorgulaması veya eğer iddiasındaki gibi bir durum var ise giderlerinin nelerden oluştuğunu işbu davada kanıtlaması gerektiği halde kanıtlayamadığı, bu nedenle davalı vekilinin bu itirazının da yerinde olmadığı, e)Davacı şirketin 2011 yılı ticari defterleri usulüne uygun tutulmamış olmasına karşın 200.000,00 TL kaydın delil olarak kullanılamayacağı konusunda itirazda bulunulmuş ise de, davacı şirket tarafından 25/01/2011 tarihinde davalıya ödenen 200.000,00 TL tutara ait dekont bilirkişi tarafından düzenlenen kök rapor ekinde yer aldığından davacı şirketin ticari defterlerinin usulüne uygun tutulmamış olmasının davalının 200.000,00 TL’yi almadığını göstermeyeceği, bu nedenle davalı vekilinin bu yöndeki itirazlarının da yerinde olmadığı ve takip tarihi itibariyle davalının davacıya 349.431,42 TL borçlu olduğu kanaatine varılmıştır. 4-Davacı taraf, davalıdan icra-inkar tazminatı istemiştir. İcra ve İflas Kanunu’nun 67.maddesinin 2. Fıkrası hükmünce, icra inkar tazminatına hükmedilebilmesi için, borçlunun takip sırasında ödeme emrine itiraz etmesi ve alacaklının alacağını mahkemede dava ederek haklı çıkması yasal koşullardandır. Borçlunun itirazının kötüniyetli olması ise yasal koşul değildir. İcra inkar tazminatı, aleyhindeki icra takibine itiraz eden ve işin çabuk bitirilmesine engel olan borçluya karşı konulmuş bir yaptırımdır. Bunlardan başka, alacağın likit ve belli olması da gerekir. Alacağın gerçek miktarı belli, sabit veya borçlu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurlar bilinmekte ya da bilinmesi gerekmekte, böylece borçlu tarafından borcun tutarının tahkik ve tayini mümkün ise; başka bir ifadeyle borçlu yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda ise alacağın likit ve muayyen olduğunun kabulü zorunludur. Öte yandan, alacağın muhakkak bir belgeye bağlı olması da şart değildir. Açıklanan yasal kuralların ışığında takip konusu alacak değerlendirildiğinde, alacak likid olmayıp, alacak miktarı yargılama sonucunda belirlendiğinden davacının icra inkar tazminatı isteminin reddine karar vermek gerekmiştir. 5-Davalı taraf, kötü niyet tazminatı talebinde bulunmuştur. Kötüniyet tazminatına hükmedilmesi için alacaklı-davacının, icra takibinin haksızlığı yanında, ayrıca kötüniyetli olduğunun da kanıtlanması gerekir. Yani davalının, davacının takip ve dava konusu alacağın hiç doğmadığını veya sona erdiğini bilmesine ya da bilebilecek durumda olmasına rağmen takip başlattığını veya dava açtığını ispatlaması gerekir. Olayımızda davacı ile davalı arasında hukuki ilişki mevcut olup, davacı davaya konu borcun bir kısmının varlığını ispatlayamamıştır. Bu nedenle davalı taraf, davacının icra takibini yaparken veya dava açarken kötü niyetli olduğunu ispatlayamadığından kötüniyet tazminatı isteminin reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur….”gerekçesi ile, Davanın KISMEN KABULÜ ile; davalı borçlunun Adalar İcra Müdürlüğü’nün … esas sayılı icra dosyası üzerinden yapılan itirazın kısmen iptali ile, takibin 349.431,42 TL asıl alacak ve takip tarihinden işleyecek yıllık %10,50 ve değişen oranlarda TCMB avans faizi oranları üzerinden devamına, Davacının fazlaya ilişkin 12.822,87 TL’lik asıl alacak isteminin REDDİNE, Alacak likid olmadığından davacının inkar tazminatı isteminin reddine, Alacaklının reddine karar verilen kısımla ilgili kötü niyetli olduğu ispatlanamadığından davalı yararına tazminat takdirine yer olmadığına, karar verilmiş ve karara karşı davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekili istinaf dilekçesi ile, İşbu dava konusuna dayanak oluşturulan icra takibinin davacının kendisine alışkanlık haline getirdiği bir işlem, eylem olduğunu, zira davacının müvekkilinin babasının şirketine de aynı şekilde Ankara …. İcra Müdürlüğünün ilgili dosyasından ilamsız icra takibi başlattığı ve sonrasında Ankara 12. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2013/32 Esas sayılı dosyası ile itirazın iptali davası açıldığını, Açılan davada işbu dava dosyasında olduğu gibi bilirkişinin hataya düştüğü ve düzenlemiş olduğu raporla, davacıyı alacaklı gösterdiği ve mahkemenin işbu davadaki gibi müvekkili aleyhine karar kurmasına sebebiyet verdiğini, Ancak Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 2016/10546 Esas 2017/4044 sayılı kararı ile işbu kararın bozma ile sonuçlandığını, İşbu dava dosyasında mahkeme kararının usul ve yasaya aykırı düştüğünü, HMK’nın 266 ncı madde hükümleri gereğince, mahkemece çözümü hukuk dışında özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verileceğini, hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamayacağını, İşbu dosyada mahkemenin talimat yoluyla aldığı raporu tanzim eden bilirkişinin serbest mali müşavir olmasına ve görevinin ticari defterlerle ilgili inceleme yapması gerekmesine rağmen, muhasip bilirkişinin tespit ve göremediği hususların, uzmanlık alanı olmayan hukukçu bilirkişiymiş gibi borçlu olunduğuna kanaat getirdiğini, Aynı bilirkişinin dava dosyasına sunulan belgeler üzerinde inceleme yaptığı, kök rapor düzenlediğini, ibraz olunan kök rapordan sonra hiçbir delil ve emare olmaksızın aynı bilirkişinin bu kez kendini hukukçu yerine koyarak kendi uzmanlık alanı dışında hukuk kuralları ile bağdaşmayan ek rapor tanzim ve imza ederek mahkemeye sunduğunu, Bilirkişi raporunun kural olarak hakimi bağlamayacağını, hakimin raporu serbestçe takdir edeceğini, hakimin raporu yeterli görmez ise bilirkişiden ek rapor isteyebileceği g ibi gerçeğin ortaya çıkması için önceki bilirkişi veya yeniden seçeceği bilirkişi vasıtasıyla yeniden inceleme de yaptırabileceğini ve hakimin çelişkiyi gidermeden karar veremeyeceğini, Türk Medeni Kanunun 6. maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan, her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” denildiğini, İspat yükünün ilk önce kural olarak davacıya düşeceğini, yani davacının davasını dayandırdığı olguları ispat etmesi gerektiğini, Kendisine ispat yükü düşen taraf iddiasını ispat edemezse, diğer (kendisine ispat yükü düşmeyen) tarafın onun iddiasının aksini (hilafını) ispat etmesine gerek olmadığını, o olgunun ispat edilmemiş sayılacağını, (Hukuk Genel Kurulu 2017/1633 E., 2017/1013 K) İş bu davada da, davacı tarafından davalıya yapılan ödemelerde, kural olarak bir açıklama bulunmadığından, mevcut bir borcun ifası amacıyla yapıldığının kabulü gerekeceğini, Somut olayda da ispat yükü davacıda olup, davacının ispata yönelik delillerinin toplanıp sonucuna göre karar verilmesi gerektiğini, Bilirkişinin salt usule uygun tutulmayan ticari defteri baz alarak,davacının alacaklı olduğu yönündeki raporu da bilirkişinin taraf tuttuğunun göstergesidir,zira bilirkişinin raporunda kullandığı, ”davacı şirketin ticari defterlerinin usulüne uygun tutulmamış olmasının davalının 200.000,00 TL’yi almadığını göstermeyeceği, bu nedenle davalı vekilinin bu yöndeki itirazlarının da yerinde olmadığı ” ibaresinin bilirkişilerce ticari defterlerin usule uygun tutulmadığı ancak davacının alacaklı olduğu yönünde çelişkili beyanları olduğunu, Usulüne uygun tutulmayan defterlerin sahibi lehine delil olmadıkları gibi yer alan kayıtlardan sadece sahibi aleyhine olanlar delil olarak kabul edildiğini, (TTK 82-TTK84-TTK85-TTK86HMK 228) Bu nedenlerle bilirkişi tarafından raporda ileri sürülen borçlu olunduğuna yönelik hususların hukukun somut delillerle hareket ilkesine aykırı olduğunu, aksi takdirde borca karşılık yapılan tüm ödemelerin kötü niyetli kişiler tarafından tahsile konu olacağını, bu nedenle de yasa ispat yükünü iddia edene yükleyeceği ve yapılan ödemeleri sebebi açıklanmamışsa bu yapılan ödemeleri borca karşılık ödeme olarak kabul edeceği, yani davacının müvekkilinden talep ettiği sözde alacağı, müvekkiline borcunu ödediğine karine olduğunu, İş bu davada gözardı edilen bir diğer husus da,davalının davacı şirkette ortaklığı olmasına rağmen, aralarında ticari bir ilişkinin varolmadığını ileri sürmesi ve kendini bir yandan zarar gösterirken diğer yandan da davalıya ödeme yapması olduğu, üstelik yapılan bu ödemeler müvekkilinin alacakları olmasına rağmen,davacı tarafça icra takibine konu edildiği ve her tür hile desise ileri sürüldüğünü, Bu nedenlerle davacının taleplerinin tamamı ile kötü niyetli ve hukuki mesnetten yoksun talepler olduğunu, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, davanın reddine, karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, davalı şirketin %50 hissedar ortağı olan davalının davalı şirketten aldığı ve ödemediği paraların tahsili için başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın KISMEN KABULÜ ile; davalı borçlunun Adalar İcra Müdürlüğü’nün … esas sayılı icra dosyası üzerinden yapılan itirazın kısmen iptali ile, takibin 349.431,42 TL asıl alacak ve takip tarihinden işleyecek yıllık %10,50 ve değişen oranlarda TCMB avans faizi oranları üzerinden devamına, Davacının fazlaya ilişkin 12.822,87 TL’lik asıl alacak isteminin REDDİNE karar verilmiş ve karara karşı davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davalı vekilinin mahkemenin kabulüne yönelik istinaf sebepleri incelendiğinde; HMK 266 maddesindeki “Mahkeme, çözümü hukuk dışında özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir…” ve yine HMK 282 maddesindeki “Hakim bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir,” yasal düzenlemeleri de gözetildiğinde; İlk Derece Mahkemesince sunulan deliller, bilirkişi kök ve ek rapor içeriğindeki tespitler ışığında kurulan hüküm gerekçesinde davalı vekilinin istinaf sebepleri de karşılanmış olmakla; ilk derece mahkemesince verilen kararda yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davalı vekilinin istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir. Sonuç olarak; dosya kapsamı, mahkemenin kabul ve gerekçesi ve istinaf sebepleri gözetildiğinde; ilk derece mahkemesince verilen karar usul ve yasaya uygun bulunduğundan davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesine göre esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davalının istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’ nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan 98,10.TL istinaf başvuru harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 23.870,00.TL istinaf karar harcından istinaf eden tarafından peşin olarak yatırılan (35,90.TL+5.970,00.TL=) 6.005,90.TL harcın mahsubu ile bakiye 17.864,10.TL’nin davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep eden üzerinde bırakılmasına, 5-Artan gider avansı varsa karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1.maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 24/09/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.