Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2019/763 E. 2021/22 K. 21.01.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/763 Esas
KARAR NO : 2021/22 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 10/07/2018
NUMARASI : 2016/701 Esas 2018/734 Karar
DAVA: İtirazın İptali (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 21/01/2021
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, müvekkili Bankanın Ticari faaliyetlerini devam ettirdiği dönemde, Bankamız Tozkoparan Şübesi’nden kullanılan Genel Kredi Sözleşmesi nedeniyle Borçlu …San. Ve Tic. Ltd. Şti, ve müşterek borçlu ve müteselsil kefilleri …San. Ve Tic. Ltd. Şti., … borçlandıklarını,söz konusu kredi borcunun ödenmemesi üzerine müvekkil Bankaca borçlulara Bakırköy …. Noterliği 19.01.1998 tarih ve … yevmiye nolu ihtarnamesi ile hesabın kat edildiği ve ödeme yapılmaması halinde yasal takibe geçileceği hususunun bildirildiğini, ihtarnameye rağmen borcunu ödemeyen borçlular aleyhine İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı dosyaları ile takipler yapıldığını, dosyaların yenilenmesi için icra dairesine talepte bulunulduğunu ancak icra müdürlüğünce dosyaların imha edildiğinin tarafımıza bildirildiğini, bunun üzerine de alacağımızın tahsili amacıyla borçlular aleyhine İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E. Sayılı dosyası ile yeniden genel haciz yoluyla ilamsız icra takibi başlatıldığını, ancak davalının söz konusu takibe, borç aslına ve ferilerine itiraz ettiğini bunun üzerine de itirazın iptali davası açma zarureti hasıl olduğunu açıklanan nedenlerle davanın kabulü ile Müvekkil banka alacağının tahsili amacıyla davalı borçlunun haksız ve mesnetsiz itirazının iptali ile takibin devamına borçlunun %20 den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına mahkum edilmesine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalı üzerinde bırakılmasını talep etmiştir.Davalı vekili cevap dilekçesi ile, 5411 sayılı kanunun geçici 13. Maddesinde fon alacaklarında zaman aşımının 20 yıl olduğunu düzenleyen aynı kanunun 141. Maddesinde herhangi bir şekilde atıf veya gönderme olmadığından iddia olacak alacak için 20 yıllık zaman aşımı süresinin kabul etmenin mümkün olmadığını, iddia olunan alacak için 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun uygulama alanı bulması hasebiyle mezkur alacağın 10 yıllık zaman aşımına tabi olduğunu, hesap kat tarihinden itibaren 18 yıl geçtiğini bu bağlamda dava konusu alacağın açıkça zaman aşımına uğradığını, işletilen faizin yasal hükmüne açıkça aykırı ve fahiş olduğunu, iddianamede teminat olarak verilen çeklerin karşılıksız çıkması nedeniyle hesabın kat edildiğini belirtildiğini ancak bu çeklerin genel kredi sözleşmesine istinaden alınıp alınmadığı, veya davalının kefil olduğu, sözleşme dahilinde olup olmadığına ilişkin herhangi bir belge sunulmadığını açıklanan nedenlerle davacının davasının reddine, haksız ve kötüniyetli olarak başlatılan icra takibinden dolayı %40 dan az olmamak koşuluyla kötü niyet tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ:İlk Derece Mahkemesi 10/07/2018 tarih ve 2016/701 Esas – 2018/734 Karar sayılı kararında;”…… Somut uyuşmazlıkta icra takibinin 04/02/2015 tarihinde başlatıldığı, TBK’nın yürürlüğe girmesinden önce 10 yıllık sürenin geçmesi sebebiyle kfaletin TBK’nin 598/3. maddesi gereğince kendiliğinden ortadan kalktığı, 6101 sayılı kanunun 5. maddesi gereğince ek sürenin de 01/07/2013 tarihi itibariyle dolduğu, bu nedenle davanın reddine karar vermek gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.Her ne kadar davacı taraf davalının da bulunduğu müteselsil borçlar aleyhine 1998 yılı içinde icra takipleri başlatıldığını, dava dilekçesinde belirtmiş ise de bu dosyaların imha edildiğini belirtmiş olması nedeniyle daha önce kefil olan davalının 10 yıllık hak düşürücü süre içerisinde takip edildiği ve bu nedenle 10 yıllık sürenin davalı için söz konusu olmadığı, biran için düşünülse dahi bu konuda sunulan delil ve belgelerin davalı kefilin 10 yıllık hak düşürücü süre içerisinde takip edildiğini, diğer bir deyimle kefaleti nedeniyle alacaklı tarafından alacağın talep edildiğini, gösterir nitelikte olmadığından yukarıda açıklanan ilkeler gözetilerek davanın süre yönünden reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir. …”gerekçesi ile, 1-Davacının davasının hak düşürücü süre yönünden REDDİNE,2-Davalı taraf vekille temsil olunduğundan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca hesap ve taktir olunan 9.615,83-TL nispi vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine, karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile, İlk derece mahkemesince dava sürecindeki iddialarının ve delillerinin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini, Davalı, kefil … müvekkili banka tarafından açılan tüm dava ve takiplere haksız ve dayanaksız itiraz ile borcu ödemekten imtina ettiğini, mahkemenin redde ilişkin kararı ile kötüniyetli borçlunun yasal dayanaktan yoksun itirazları doğrultusunda borçtan kurtulmalarının yolu açıldığını, Mahkemenin hak düşürücü süreye ilişkin gerekçesi Kanuna , dosyada bulunan delillere ve hukuka aykırı olduğunu, Mahkemenin, davaya konu kredinin ” sona ermeye ” ilişkin durumu için 6101 sayılı kanuna atıfla 6098 sayılı Türk Borçlar kanununu uygulanacağına karar kıldığını, Ancak 6098 sayılı Borçlar Kanunundaki ‘sona ermeye ilişkin hükümler’ halen yürürlükte bulunan sözleşmeler için uygulanabilir nitelikte olduğu, mahkemece açıkça belirtildiği üzere davalılara kredi kullandırım, hesap kat ve muacceliyet tarihleri ile haklarında icra takibi yapılma tarihleri 2012 yılı öncesinde olduğu, ‘Sona erme’ ye ilişkin hüküm, takip/dava konusu olmuş ilişkiler için uygulanamayacağını, Takibe/davaya konu edilmiş alacak nedeni ile kefilin sorumluluğunun ‘kendiliğinden ortadan kalkması’ hiç bir kanuni düzenleme ile açıklanabilecek bir durum olmadığını, davalı/ kefil hakkındaki takibin ve süreleri kesen diğer hususlar dikkate alındığında Mahkemenin 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 598/3 maddesini huzurdaki uyuşmazlıkta uygulaması hukuka açıkça aykırı olduğunu, Davalı yönünden hak düşürücü ve zamanaşımı sözkonusu olmadığını, zira zamanaşımı sürelerini kesen çok sayıda sebep bulunmakta olduğu, dosyaya ibraz edilen delilleri arasında bulunduğu üzere -davalı yönünden icra takiplerine başlandığı, (1998) bu takiplerin düştüğü, yenilenmesi için başvurulduğunda icra müdürlüğü dosyanın imha (ek-2) edildiğini için talebi red ettiği, bunun üzerine yeniden takip açıldığı, dava dilekçesinde bu husus belirtildiği ve delil olarak da 1998 dosyalarının sunulduğunu, Mahkemece dosyada bulunan bu deliller de dikkate alınmadan, eksik inceleme ve yanlış hukuki tasnif ile hüküm kurulduğunu, Açılan davada hak düşürücü süre veya zamanaşımı def’i söz konusu olmadığı ,banka alacağının 20 yıllık zamanaşımı süresi tabi olduğu ve süreyi kesen sebepler ile birlikte 20 yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı , kefilin temerrüde düşmesi ile birlikte kefalet sözleşmesinin bu süreye bağlı olmaksızın zamanaşımı süresi boyunca takibin mümkün olduğunun kabulü gerektiğini, Dolayısıyla müvekkili banka ile ilgili özel yasalar değil de genel hükümlerin uygulanacağı kabul edilseydi dahi, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun müteselsil kefalet hükümleri çerçevesinde borçtan sorumlu olan ve bu kanunun yürürlükte olduğu sürelerde hakkında kanuni işlemler yapılan borçlu/davalı hakkında, borcun tamamından sorumlu oldukları; gerek kendileri gerekse asıl borçlu hakkındaki ihtar, icra takibi, ikrar ve kısmi ödeme nedenleri ile zamanaşımının kesildiği ve alacağın zamanaşımına uğramadığı tespit edilerek, itirazın iptaline karar verilmesi gerekirken, davanın reddi hukuka aykırı olduğunu, Kaldı ki müvekkili banka yönünden genel hükümler değil, özel hükümlerin uygulanması gerektiğini, Yasaların uygulanması hususu değerlendirilir iken özel kanun önce, genel kanun sonra yürürlüğe konulmuşsa korunan menfaatler dengesi ve özellikle kanun koyucunun amacı dikkate alınarak yorum yapılması gerekir iken 5411 sayılı Bankacılık Kanunu, 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile müvekkili banka için de uygulanan özel hükümler, 2012 yılında çıkan 6098 sayılı yasa ile tamamen kaldırılmış gibi değerlendirilerek hüküm tesis edildiğini, (Yargıtay 19. Hukuk Dairesi E. 2015/16882 K. 2016/6587T. 14.4.2016) Bu anlamda müvekkili banka alacağı için özel yasal düzenleme olmasına karşın borçlar kanunu genel hükümlerinin dikkate alınması ve davalı-kefillerin sorumluluklarına mahkeme kararı ile son verilmesi yasal dayanaktan yoksun ve hakkaniyetten uzak olduğu, Bilindiği üzere 5411 sayılı Bankacılık Kanunu, bu kanunun geçici maddelerindeki düzenlemeler hariç olmak üzere 4389 sayılı yasayı yürürlükten kaldırdığı, 5411 sayılı yasanın geçici 11. Maddesinde “Bu Kanunun yayımı tarihinden önce 26.12.2003 tarihine kadar temettü hariç ortaklık hakları ve yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilişkili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılarak tasfiyeleri fon eliyle yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankalar (ki geçici 13 de Müvekkil Tasfiye Halinde Emlak Bankasının bu kategoride olduğu ayrıca ve açıkça belirtilmiştir) hakkında başlatılan işlemler sonuçlanıncaya ve her türlü fon alacakları tahsil edilinceye kadar bu kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı kanunun 14,15,15/a,16,17,17/a ve 18. Maddeleri, ek 1,2,3,4,5,6. Maddeleri ile geçici 4. Maddesi hükümlerinin uygulanmasına aynen devam edilir…” ifadesi yer aldığı, 4389 sayılı yasaya 5020 sayılı yasa ile eklenen ek 3 maddesinde; “bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklara ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıldır. Fon alacakları ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklar bakımından bu sürenin başlangıcı Fon tarafından ödeme yapılmasına veya yapılacak olmasına sebebiyet veren kişilerin fiillerinin gerçekleştiği tarihten itibaren başlar.” şeklinde belirtildiğini, Bu anlamda zaman aşımı / hak düşürücü süre hususundaki yerel mahkeme değerlendirmesi de hukuka aykırı olduğunu, Açıklandığı üzere ayakta bırakılan eski yasa hükümleri ile 5411 sayılı Bankacılık Kanununun birlikte değerlendirilmesi gerektiğini, bu durumda yasal düzenleme gereği fon alacaklarına sağlanan haklardan birebir faydalanan müvekkili banka alacağına ilişkin açılmış işbu dava ve takipler de, 5020 sayılı kanunla 4389 sayılı kanuna eklenen ek madde 3 de yer alıp 5411 sayılı yasanın 141. Maddesinde de aynen kabul edilen 20 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu, (Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 21.10.2015 tarih 2015/23457 ve 2015/30866 K sayılı kararı ) Ayrıca mahkemenin davanın hak düşürücü süre yönünden reddine karar vermiş olmakla birlikte davalı lehine nispi vekalet ücretine hükmettiğini, usulden davanın reddine karar verildiğinden kurum aleyhine tarifenin 7/2 maddesi gereğince maktu avukatlık ücretine hükmedilmesi gerektiğini, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, davanın kabulüne, itirazın iptaline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, genel kredi sözleşmesine dayalı alacağın tahsili için yapılan takibe müteselsil kefil olan davalının itirazı üzerine açılan itirazın iptali istemine ilişkindir.Mahkemece, davacının davasının hak düşürücü süre yönünden reddine, karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Dava dışı asıl borçlu …San. ve Tic, Ltd. Şti ile davacı arasında 14.08.1997 tarihli Genel Kredi Sözleşmesi akdedildiği ve davalının anılan genel kredi sözleşmesini müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatı ile imzaladığı sabittir.Dava konusu kredi sözleşmesinin düzenlendiği tarihte 4389 sayılı Bankalar Kanunu yürürlükte olduğundan somut olayda bu kanun hükümlerinin uygulanması gerekir. 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nda zamanaşımı süresi 10 yıl olarak düzenlenmiş iken, bu Kanuna 12.12.2003 günlü, 5020 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle eklenen Ek 3. maddesine göre, “Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklara ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi 20 yıldır. ” düzenlemesi getirilmiştir.01.11.2005 tarih ve 35983 Mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141.maddesine göre “Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi 20 yıldır.” 168/A maddesine göre, Bu Kanunun geçici maddelerindeki düzenlemeler hariç olmak üzere, 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile ek ve değişiklikleri yürürlükten kaldırılmıştır.”Uyuşmazlık, davacı bankanın 20 yıllık zamanaşımından yararlanıp yararlanmayacağı noktasındadır. Bankacılık Kanunu 132/8 maddesi gereğince TMSF tarafından devralınmayan fon bankalarının alacakları fon alacağı niteliğinde değildir. Tasfiye Halinde … Bankası A.Ş. bu kapsamda TMSF tarafından devralınmadığından fon bankası değildir.Davacı banka lehine 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının dayanağı, 5020 sayılı yasa ile 4389 sayılı yasaya eklenen ek 5. maddesidir. Ek 5. madde de, kredi sözleşmelerinden kaynaklanan alacakların tahsiline ilişkin düzenleme yapıldığı, ancak bu hükmün Anayasa Mahkemesi kararıyla 2009 yılında iptal edildiği, iptal edilmeden evvel de 01.11.2005 tarihinde 5411 sayılı 168. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığı anlaşılmaktadır.5411 sayılı kanunun geçici 13. maddesi ile “Sermayesinin yarıdan fazlası kamu kurum ve kuruluşlarına ait olan ya da hisselerinin çoğunluğu üzerinde bu kurum ve kuruluşların idare ve temsil yetkisi bulunan ve özel kanunla kurulmuş bankalarda (Tasfiye Halinde …Bankası A.Ş. dahil) 26.12.2003 tarihinden önce bankacılık teamüllerine göre teminatlı ve/veya yeterli teminatlı kredi kullanıp da vadesi geçtiği halde henüz ödenmemiş, süresi uzatılmamış veya yeniden yapılandırılmamış kredileri kullananlar ya da yeniden yapılandırma şartlarını ihlal edenler ile münferit veya … hakların da diğer bankaların ve üçüncü kişilerin muvazaadan ari hakları aleyhine olmamak üzere fon alacaklarının tahsiline ilişkin123,134,136,137,138,140,142 ve 165. madde hükümleri, tasarrufun iptali davalarında aciz vesikası şartı aranmaması, dahil bankalarınca uygulanır.” denilmiştir. Söz konusu maddede fon alacaklarında zamanaşımının 20 yıl olduğunu düzenleyen 141. maddeye atıf yapılmamıştır. Buna göre davacı banka fonun maddede yazılan ayrıcalıklardan yararlanacak ise de 141. maddeye açık atıf olmadığından genel dava zamanaşımı süresi olan 10 yıllık zamanaşımı süresi uygulanacaktır. Davacı Tasfiye Halindeki … Bankası’nın Fon’a devredilen bankalardan olmadığı, Yargıtay 11.HD’nin 08.07.2014 tarih ve 2014/6451 E., 2014/12973 K.sayılı kararında belirtildiği üzere, TMSF tarafından devralınmayan bankaların alacaklarının fon alacağı niteliği taşımadığı, dava konusu kredi alacağının 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, somut olayda Fon’a devredilen bankalar yönünden öngülen 20 yıllık zamanaşımı süresinin davacı banka yönünden de uygulanabileceği iddiasına konu 5020 sayılı yasa ile 4389 sayılı yasaya eklenen ek 5.maddesi de Anayasa Mahkemesi tarafından 29.01.2009 tarih ve 2004/95 E., 2008/156 K. Sayılı kararla iptal edildiği anlaşılmıştır.Somut olayda, hesabın kat edildiği 19/01/1998 tarihinde özel bir zamanaşımı öngörülmediğinden 4389 sayılı kanun gereği zamanaşımı süresinin 10 yıl olduğu, arada 12.12.2003 tarihli ek 5. madde gereği 20 yıla uzadığı, kanun hükmünün 0l.l1.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı kanunun geçici 13. maddesi ile tekrar kaldırılarak zaman aşımı süresinin 10 yıla düştüğü, dolayısıyla zamanaşımının başladığı ve sona erdiği tarihlerde yürürlükte bulunan kanun hükümleri gereği 10 yıl olarak uygulanması gerektiği anlaşılmaktadır.Buna göre taraflar arasında akdedilen kredi sözleşmeleri uyarınca kullandırılan krediye ilişkin borcun ödenmemesi üzerine hesabın 19/01/1998 tarihinde kat edilmesiyle alacağın muaccel hale geldiği, 818 yılı BK 125.maddesi uyarınca 10 yıllık zamanaşımı süresinin işlemeye başladığı, 04/02/2015 tarihinde icra takibi başlatıldığı, her ne kadar davacı taraf davalının da bulunduğu müteselsil borçlar aleyhine 1998 yılı içinde İstanbul …. İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı icra dosyaları ile icra takipleri başlatıldığını, dava dilekçesinde belirtmiş ise de yine davacı taraf beyanına göre söz konusu dosya yenilenmek istendiğinde icra müdürlüğünce dosyanın imha edildiği belirtilmiştir. Buna göre söz konusu icra takibi zaman aşımı süresini kesmiş olsa bile icra takibinden sonra yeni bir zaman aşımı süresi işlemeye başlayacaktır.Buna göre icra takibinin başlatıldığı 1998 tarihinde zamanaşımının kesildiği, dava dilekçesinde bu dosyaların imha edildiğini belirtmiş olması nedeniyle, icra takibinin baş1atıldığı 1998 yılında yeniden işlemeye başlayan zamanaşımı süresi icra takip tarihi olan 04/02/2015 tarihine kadar 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşılmaktadır. Bu süre içinde 818 yılı BK.nun 132,133 ve 6098 Sayılı TBK’nın 153 ve 154 maddelerinde belirtilen zaman aşımının kesilmesi ve durması hallerinin somut olayda gerçekleştiği davacı tarafça ispatlanamamıştır.Davalı vekili süresi içerisinde cevap dilekçesi ile zamanaşımı definde bulunmuş olup Mahkemece, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken davanın hak düşürücü süre yönünden reddine, karar verilmesi yerinde görülmemiştir.6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-2 maddesinde öngörüldüğü üzere, ilk derece mahkemesi kararında kanunun uygulanmasında veya gerekçesinde hata bulunması halinde yeniden esas hakkında karar verilmesi gerekir.Açıklanan bu gerekçelerle, davacı vekilinin istinaf talebinin kısmen kabulü ile 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b2 maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak dairemizce yeniden hüküm kurulmak suretiyle,Davanın zamanaşımı nedeniyle reddine, verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan karar tarihinde yürürlükte olan AAÜT’ne göre davalı lehine nispi vekalet ücretine hükmedilmesine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; A-Davacının istinaf başvurusunun KISMEN KABULÜ ile, İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 10/07/2018 tarih ve 2016/701 Esas – 2018/734 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-b2 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA ve Dairemizce yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle; 1-Davanın zamanaşımı nedeniyle REDDİNE, B-Kabule göre davacının vekalet ücretine yönelik istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,İLK DERECE MAHKEMESİ YÖNÜNDEN; 2-Davacı taraf harçtan muaf olduğundan, harç alınmasına yer olmadığına, 3-Davacı tarafça sarf edilen yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, 4-Davalı tarafça sarf edilen 22,00.TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 5-Davalı taraf kendisini vekille temsil ettirdiğinden, AAÜT uyarınca hesap ve takdir olunan 11.956,97.TL vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine,6-Artan gider avansı varsa karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran tarafa iadesine,İSTİNAF YÖNÜNDEN; 7-Davacı taraf harçtan muaf olduğundan, istinaf harçları yönünden bir karar verilmesine yer olmadığına, 8-Davacı tarafından sarf edilen 23,65.TL dosyanın istinafa gidiş – dönüş giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 9-Artan gider avansı varsa karar kesinleştiğinde ve talep halinde avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’da temyiz yolu açık olmak üzere 21/01/2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ İstinaf edenin sıfatı ve istinaf nedenleri gözetilerek yapılması gereken istinaf incelemesinde; davacının esasa ilişkin istinaf nedenlerinin, mahkeme karar gerekçesi ve sonucu itibariyle dosya kapsamına, usul ve yasalara, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’ nin 08/07/2020 T. 2019/167E – 2020/1360 K sayılı ilamına ve Dairemizin 02/05/2019 T. 2018/762 E – 2019/632K sayılı ilamına uygun olduğundan esastan reddine, Somut olayda davalı istinafı bulunmadığından ve kamu düzenine aykırılıkta söz konusu olmadığından istinaf edenin sıfatı gözetilerek, kazanılmış hak ve aleyhe bozma yasağı prensipleri uyarınca davacının vekalet ücretine yönelik istinaf nedeninin kabulü ile; ilk derece mahkemesi kararının HMK 353/1-b2 maddesi uyarınca vekalet ücretinin AAÜT’ nin 7/2. Maddesine göre düzeltilmesi gerektiği görüşünde olduğum için çoğunluk görüşüne katılmıyor muhalif kalıyorum. 21/01/2021