Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2019/443 E. 2020/1427 K. 07.12.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/443 Esas
KARAR NO : 2020/1427 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 21/06/2018
NUMARASI : 2016/1019 Esas 2018/695 Karar
DAVA TÜRÜ : Menfi Tespit ve İstirdat
KARAR TARİHİ: 07/12/2020
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, tarafların 2007 ile 2015 yılları arasında ”… Tic. Ltd.Şti ” adına kayıtlı olan bir kuaför salonunu birlikte işlettikleri; daha sonra davalıların bu işten ayrılmak istemeleri üzerine; tarafların oturup anlaştıklarını; bu anlaşma gereğince davalıların söz konusu şirketteki % 75 hisselerini 50.000,00 TL peşin ve 325.000,00 TL’lik kısmını da vadeli senetler ile devretmeyi taahhüt ettiklerini; müvekkilinin bir tanesi 6.700,00 TL bedelli, elli dokuz tanesi 5.700,00′ er TL bedelli olan altmış adet senedi davalılara verdiği; aylık sıra senetlerinden ilk altı senedin ödendiğini böylece ödenen miktarın 84.200,00 TL olduğunu, kalan senetlerin vadelerinin gelmediğini belirterek; ancak davalıların edimlerini yerine getiremedikleri, şirket hisselerini müvekkiline devredemediklerini; öte yandan anlaşma gereği kuaför salonun post makinelerinden geçen paraların müvekkillerinin alamadığını, kuaför dükkanının kira artışlarına da davalıların katılmadığını; bu sebeple müvekkilinin zor durumda da kaldığını belirterek; artık sözleşmedeki davalı edimlerinin yerine gelemeyeceği belli olduğundan; ödediği bedelin işleyecek faizi ile birlikte davalılardan istirdatına karar verilip; vadesi gelmediği için ödenmeyen senetlerden dolayı da borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalılar vekili cevap dilekçesi ile, taraflar arasındaki devir sözleşmesinin 12. Maddesindeki yetkili mahkemenin Bursa Mahkemesi olduğunun düzenlendiğini; bu nedenle mahkememizin yetkisiz olduğunu; davanın yetki yönünden reddine karar verilmesini; kaldı ki davacıya müvekkilleri tarafından, Bursa’nın en önemli alışveriş merkezi olan …’ da ki ”… ” isimli işyerini fiilen devrettiklerini; şirketin zaten yegane işletmesinin bu salon olduğunu; şirketin bunun dışında ekonomik değeri olan gelir getirici bir malının bulunmadığının; bu nedenle taraflar arasında sözleşmeye konu olan hisse devrinden davacının beklediği yararın ona devredildiğini; müvekkillerinin esasen şirket hisselerini de devretmek istediklerini ancak şirketin ticaret sicilinden terkin edilmiş olduğunun bilahare öğrendikleri sebebiyle bu pay devrini gerçekleştiremediklerini; İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde 2015/503 Esas sayılı dosya ile şirketin ihyası için dava açtıklarını ancak davanın usulden ret edildiğini; şu an da devir engelli bulunduğunu; davacı tarafın zaten 22/07/2016 tarihinde ”…Ltd. Şti’yi ” kurduğunu; kendisine devredilen ”…”ü bu şirket namına çalıştırdığını; bu sebeple şirket paylarını devir alamamak ile herhangi bir zararının bulunmadığını belirterek; davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 21/06/2018 tarih ve 2016/1019 Esas – 2018/695 Karar sayılı kararında;”….Mahkememizce şirkete ilişkin ilgili kayıtlar getirtilmiş; taraf delileri toplanmış; toplanan delilerinin tamamı değerlendirilmek suretiyle sonuca gidilmiştir.Pay devrine konu olan … Tic. Ltd.Şti ‘nin gelen ticari sicil kaydından; pay devir sözleşmesinden önce davacı ve davalılarımızın şirket ortakları olduğu; şirketin 15/02/2014 tarihinde ticaret sicil memurluğunca, 6103 sayılı yasanın 20. Maddesi gereğince sermayesini yasanın öngördüğü asgari miktara kadar artırmadığı nedeniyle RE’SEN TERKİN EDİLDİĞİ belirlenmiştir.
Davacı tarafın dayandığı 24/05/2015 tarihli sözleşmede; sözleşmenin asıl konusu şirkette ki davalılara ait % 75 payın devri olup; sözleşmenin 2. Maddesindeki düzenleme Franchise sözleşmesi uyarınca salonun marka değerinin de bu pay devri içinde kaldığını vurgulayıp; devredenlerinin ileride marka hakkından dolayı herhangi bir talepte bulunmalarını engellemeye yönelik olduğu belirlenmiştir. Dolayısıyla, pay devrinin sağlanmaması veya sağlanmasının mümkün olmaması halinde; devir alanının sözleşmeden dönme hakkının bulunduğu kabul edilmelidir. Somut olayda 24/05/2015 olan sözleşme tarihinde, bu şirketin ticaret sicilinden re’sen terk edildiği sebebiyle tüzel kişiliğinin sona erdiği ve pay devrinin mümkün olmadığı; daha sonra davalılarca da ifade edildiği gibi pay devrinin sağlanması için şirketin ihyası için açılan davanın da ret edildiği sebebiyle esasen pay devrinin dava anında da mümkün olmadığı; davalının ”sözleşmenin amacının kuaför dükkanının devri olduğu, şirketin esasen başka ekonomik değeri olan bir malı olmadığı” savunmasının açıklanan bu sözleşmedeki düzenleme ve amaca uygun olmadığı; imkansızlık sebebiyle davacının akitten dönme hakkının bulunduğu; akdin bu şekilde çözülmesi ile tarafların verdiklerini geri alma haklarının bulunduğu; yapılan incelemede davacının sözleşmede de yazılı olduğu üzere 50.000,00 TL peşin ödemeyi yaptığı her biri 5.700,00 TL olan ilk 5 sıra senedini de ödediği; dava tarihine kadar böylece toplam 78.500,00 TL ödemenin söz konusu olduğu, geriye kalan 55 adet senetten dolayıda borçlu olmadığının tespitine karar vermek gerekmiştir.Davacı, söz konusu kuaför dükkanında tahliye ettiğine dair belgeleri ibraz etmiş bulunduğu ve esasen bu husus davalıların da kabulünde olup; davalılarca kuaförün artık bizzat davacı yanca değil, onun kurduğu şirket tarafından işletildiğini ileriye sürmesi karşılığında; mahkememizce kuaför salonunda davalı tarafa teslimine karar verilememiştir. Zira davalıların iddiasına göre kuaförü işleten şirket davamızda taraf olmadığından aleyhine hüküm kurulması mümkün görülmemiştir. Davalıların iş bu davada; davacı yanca kuaförün bir müddet çalıştırılması sebebiyle istediği bir kira yada ecimisil talepli karşı davası, kuaförün tahliyesine ilişkin bir karşı davası yada devirden sonra yaptıkları masraflara ilişkin alacaklarla ilgili bir karşı davası bulunmadığından bu savunmalarına itibar edilememiş, bunların ayrı bir davayla istenebileceği nazara alınarak; ortada pay devrinin mümkün olmadığı bir şirket yönünden pay devir sözleşmesinin bulunduğu; bu nedenle devir alanın ödediği miktarların iadesi verdiği senetlerinde kendisi yönünden iptaline karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki karar tesis olunmuştur.Dava dilekçesinde faizin cinsi ve başlangıç tarihi bildirilmediği için dava tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmiştir. . …”gerekçesi ile, DAVANIN KABULÜ İLE; 78.500,00 TL ödenmiş paranın dava tarihi olan 19/09/2016’dan itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline, davacıya verilmesine, Davacı tarafından davalıya verilen, keşidecisinin davacımız olan, lehtarının davalılarımız olan 25/11/2015 ödeme tarihinden başlayarak 1’er ay ara ile ödeme tarihli olarak verilen biri 6.700,00 TL diğer her biri 5.700,00 TL bedelli olan 55 adet aylık sıra senetlerinden ötürü davacının davalıya borçlu olmadığının TESPİTİNE, iş bu senetlerin davacı yönünden İPTALLERİNE, karar verilmiş ve karara karşı davalılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalılar vekili istinaf dilekçesi ile, Tarafların şirket ortakları olarak hareket ettiği ve şirketin yegane işletmesinin devri konusunda sözleşme imzaladıklarını, tacir olan taraflar arasındaki sözleşme 12. Maddesi uyarınca; ” bu sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda yetkili mahkeme BURSA olarak kararlaştırılmış olduğundan” davanın Bursa Asliye Ticaret mahkemesinde açılması gerektiği ve bu nedenle yetkisizlik kararı verilmesi gerekirken davaya devamla esastan karar verilmesi yasaya aykırı olduğunu,Mahkemenin gerekçe ve kararları oluş, dosya içeriği ve yasaya uygun olmadığını, Sözleşmenin konusu ve esası kuaför salonunun davacının işletmesi olarak devrine ilişkin olduğunu, Sözleşmenin 2. Maddesinde bu durum açıkça ve koyu harflerle belirtildiği halde mahkemenin anlaşılmaz ve kabul edilmez bir tutumla sözleşmenin şirket payı devrine ilişkin olduğu tespit ve kabulünün yasal düzenlemeye aykırı olduğunu, Sözleşmenin ikinci maddesinde bu durum açıkça ve koyu harflerle belirtildiği halde; mahkemenin anlaşılmaz ve kabul edilmez bir tutumla sözleşmenin şirket payı devrine ilişkin olduğu tespit ve kabulü dosya içeriği ve yasal düzenlemeye aykırı olduğunu, Sözleşme 2. Maddesinde açıkça; davaya dayanak tutulan “24.05.2015” tarihli sözleşmenin esasını; … ili, … ilçesi … Cad. Zafer Meydanında bulunan Bursa’nın en merkezi yerinde bulunan … isimli (AVM) Alış Veriş Merkezinde 1999 yılından bu yana faaliyetini sürdüren … unvanı ile işletilen kuaför salonunun davacıya devredilmesini oluşturduğu yazıldığı, Sözleşme “başlığında” İŞLETME DEVRİ olduğu belli olduğu gibi; sözleşmenin 2. Maddesinde: PAY DEVRİNİN ESASINI DA; ” BU SALONUN DEVRETMEK OLDUĞU” açık ve net biçimde vurgulandığını, Mahkemece: sözleşmede ayrıca marka değerinden söz edilmesinin ve pay devrinin sağlanamamasının sözleşmeden dönme hakkı olarak kabul edildiğini, bu kabul, sözleşme ve oluşa aykırı olduğu gibi; açılan davada sorunların çözülmesine değil tam aksine yeni sorunlar yaratılmasına neden olacak bir kabul ve karar olduğunu, Davacı tarafın kötü niyetli, dürüstlük ilkesine aykırı hatta dolandırıcılık boyutuna varan davranışlarına ödül verilemeyeceğini, Davacının sözleşmeden dönerken, aldığı işletmeyi geri verme niyeti olmamıştır. Baştan beri işletmeyi bedelsiz ele geçirmeyi hedeflemiş ve bu hedefine de mahkeme kararıyla ulaşmaya yakın hale geldiğini, Mahkeme gerekçesini şirket pay devrinin yapılmamasına dayandırdığı ve sorunu sadece şekli boyuta indirgediği, tarafların amaçlarını, hak ve çıkarlarını hiç gözetmediği, bu sınırlı ve yanlı denilebilecek bakışı ile davacıya adeta prim sağladığını, Türk Borçlar Kanununa göre müvekkillerin direndiğinden, edimini yerine getirmediğinden söz edilemeyeceğini, Davacının hileli işlemleri bu kadar bariz iken, müvekkillerine yarattığı mağduriyetin ağırlığı da ortada iken, mahkemenin bu durumu yasal şekline uydurmaya çalışmasının anlaşılamadığını, ortada açık bir haksızlık ve mağduriyet olduğu ve mahkemenin bu mağduriyetin ayrı bir dava ile giderilmesi yönündeki görüşü kabul edilemeyeceği gibi mağduriyetin bunca yıldan sonra giderilmesinin de mümkün olmadığını,Aşamalardaki savunmaları ve yukarıda da açıklandığı üzere; davacı taraf bu işletmeyi hukuken ve fiilen devraldığı, işletmeyi sürdürdüğü ve halen de fiilen bizzat kendisi işletmekte olduğunu, bu salonda kendisini çalışıyor göstermesi mahkemeyi kandırma, hukuku çarptırmadan öte bir şey olmadığını, Davacının müvekkillerinin tüm haklarını engellemek ve alacaklarından mahrum bırakmak için kurduğu şirketin hisselerini dolayısıyla çelişmenin esasını oluşturan işletmeyi pay devri yapmak suretiyle kaçırdığını, Kabul anlamına gelmemek kaydıyla, davacı vekilinin POS cihazlarıyla ilgili açıklamaları konuyu saptırmaya yönelik olduğu, davacı uzun yıllar bu işletmenin sorumluluğu üstlendiği ve şirketin ortağı olması itibarıyla her yönü ile işletmeyi bilen kişi olduğu, POS cihazlarının da durumunu bilen ve buna göre işletmeyi teslim alıp işleten kişi olduğu, bu konu ile ilgili alacak iddiası varsa ayrı bir dava konusu yapması gerektiğini, Davacı vekili müvekkilinin şu anda kuaför salonunu işleten ortaklıkta davacının hissesinin bulunmadığını ve çalışan durumunda olduğunu söylemesi iddialarının dolaylı bir ikrarı olduğunu, Şu anda kuaförü çalıştıran ve davacı tarafın 3. Kişi dediği “… Ltd.Şti.”‘ni kurucusu ve sahibi davacı olduğu, hemen akabinde hisselerini yakını olan Hamza isimli kişiye muvazaalı ve sadece bu davada delil yaratmak amaçlı olarak devretmiş ve şimdi de onun yanında çalışmaya başladığını, Davacı sözleşmeye göre işletmeyi devir almamış ise yapacağı iş, işletmeyi terk edip; bedelini ödediği senetlerin istirdatı ve henüz vadesi dolmayanlar için menfi tespit davası açmak olabileceğini, Ancak; davacı bu yolu seçmek yerine; işletmeyi bedelsiz ele geçirme ve iş bu menfi tespit davasını açma yolunu seçtiğini, İşletmeye hiçbir bedel ödemediğini adeta haykıran davacıya; neden bedelsiz verildiğinin akla, mantığa, hak ve adalete uygun bir gerekçesi olması gerektiği, mahkemenin bu konuda bir gerekçesi olmadığını, zarar ziyan davası açın gibi duruşma sonrası telkinde bulunmayı yeğlediği, Davacının bu yöndeki sorulara verdiği cevaplar mantık dışı, hayatın olağan akışına aykırı ve açılan davada sunulan kanıtlara da tümüyle aykırı olduğu, müvekkillerinin salonu sözleşmenin gereği olarak; davacının talebi ve işlemlerine uygun salonu devrettiklerini, bu kuaför salonunu değeri en az sözleşmede belirtilen değerde olduğu, böyle değerli bir yeri bedelsiz terk edildiğini ancak ve ancak davacı gibi kötü niyetli, mantık ve izandan yoksun bir kişi ileri sürebileceği, Diğer yandan; davacıya sözleşmenin imzalanması ile kuaför salonu fiilen teslim edildiği ve sözleşmenin 7. Maddesinde belirtildiği gibi bu tarihten sonraki tüm hak ve sorumluluklar davacıya yükletildiği, önceki sorumlulukları da şirket ortakları olan taraflarda ve payları oranında olduğunu, Sözleşme yapıldıktan sonra işletmeyi devralan, işletmeden yarar sağlayan, sözleşme gereği bonoları ödemeye devam eden davacının bir yıl dört ay sonra dava açarak sözleşmeden dönmesi hayatın olağan akışıyla bağdaşır ve haklı bir durum kabul edilemeyeceği, Davacının dükkanı tahliye ettiğine ilişkin müvekkillerinin hiç bir aşamada kabulü olmadığı, kuaför salonu bir gün bile boş kalmamış tüm makine, techizat ve donanımıyla bırakıldığı ve olduğu gibi yeni şirket tarafından yani davacının sahibi olduğu şirket tarafından kullanılmaya devam edildiğini, Mahkeme gerekçesinde; davacının bizzat kendisi değil de kendisinin tek sahibi olduğu şirket tarafından işletilmesini kabul ederken, yasal ve haklı gibi gösterdiği, davacının açık hileli işlemlerine, dürüstlüğe aykırı davranışlarına onay vermiş ve bu nedenle de “kuaför salonunun davalı tarafa teslim edilmesine karar verilememiştir” biçiminde karar oluşturduğunu, bu durumun TMK 2 ve 3.maddelerine aykırı olduğunu, Davacının bu işletmeyi almadıysa nasıl 3.kişiye devredebildiğinin anlaşılamadığını, Çekişme konusunun çözümü bu kadar kolay iken; mahkemenin davacıyı koruma çabası hukuki çekişmeyi çok ileri boyutlara getireceğini, Mahkemece; kira alacağı, ecrimisil alacağı, masraf alacağı karşı davalarının açılmaması yönündeki gerekçesi de; davacının durumunu lehe çeviren bir olgu olmadığı gibi, müvekkilleri de haksız duruma getirecek bir olgu değildir ve bu nedenle bu gerekçe davaya uygunluk taşımadığını, Mahkemenin tüm delilleri toplayarak sözleşmenin esasını pay devri değil, işletmenin devrini esas aldığı kabulü ile bu edimin de yerine getirildiği, ortada borçlunun edime aykırılığının bulunmadığının kabulü ile davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi yasaya uygun olmadığını, Diğer yandan; ödemeler konusunda savunma dilekçelerimizi tekrarlarız, peşin ödeme önceki beyanlarında belirttikleri gibi kabul edilmediği biçimindeki beyanı da sanki bu ödeme kabul edilmiş gibi istirdatına karar verilmesi de ayrıca haksızlık olduğunu, bu yönde açık bir kabulleri olmadığı gibi ile ortaklıktan kaynaklanan işletme devrinden önceki borçlara ilişkin hak ve alacaklar ayrı bir davanın konusu olacağını, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, dava yetkisiz mahkemede açıldığından, yetkili yer Bursa mahkemesi olduğundan yetki itirazımızın reddine ilişkin kararının kaldırılarak; yetki yönünden davanın reddine, yetki talebinin reddine karar verilmesi halinde ise usul ve esasa ilişkin tüm itirazların kabulü ile; mahkeme kararının kaldırılarak, iyi niyet ve dürüstlük ilkelerine açıkça aykırı olan haksız davanın reddine, yargılama giderlerinin davacıya yükletilmesine karar verilmesini saygı ile arz ve talep ederim. yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, limited şirket hisse devir devir sözleşmesinden kaynaklı İİK 72 madde gereğince açılan menfi tespit ve istirdat davasıdır. Mahkemece, davanın kabulü ile; 78.500,00 TL ödenmiş paranın dava tarihi olan 19/09/2016’dan itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline, davacıya verilmesine, Davacı tarafından davalıya verilen, keşidecisinin davacımız olan, lehtarının davalılarımız olan 25/11/2015 ödeme tarihinden başlayarak 1’er ay ara ile ödeme tarihli olarak verilen biri 6.700,00 TL diğer her biri 5.700,00 TL bedelli olan 55 adet aylık sıra senetlerinden ötürü davacının davalıya borçlu olmadığının TESPİTİNE, iş bu senetlerin davacı yönünden İPTALLERİNE, karar verilmiş ve karara karşı davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinafa konu uyuşmazlık; davanın görüldüğü mahkemenin yetkili olup olmadığı, dava dışı şirketin ortakları arasında adi yazılı şekilde yapılan şirketin hissesinin devri ile işletmenin devri sözleşmesi kapsamında verilen kararın dosya kapsamına, usul ve yasaya uygun olup olmadığı noktalarındadır.Davanın taraflarının ortak olduğu dava dışı şirket, dava tarihi itibariyle Kadıköy / İstanbul adresinde İst..Tic. Siciline kayıtlı olup, davanın görüldüğü Mahkeme HMK.nun 14/2 maddesi uyarınca kesin yetkili olduğundan ve yetki sözleşmesinin tarafları tacir olmadığı gibi, HMK.nun 18/1.maddesi gereğince kesin yetki bulunması halinde yetki sözleşmesiyapılamayacağından, geçersiz yetki sözleşmesine istinaden Bursa mahkemelerinin yetkili olduğuna dair davalılar vekilinin istinaf sebebi usul ve yasaya aykırı olduğundan reddedilmiştir.Davalı vekilinin mahkemenin esasa ilişkin kabulüne yönelik istinaf sebepleri incelendiğinde; Somut olayda, hisse devrini içeren ortaklık anlaşmasının adi yazılı şekilde yapıldığı ve noterden imzaların onaylanmadığı görülmektedir. Taraflar arasında 24/05/2015 tarihinde imzalandığı ihtilafsız olan adi yazılı sözleşme tarihinden önce 15/02/2014 tarihinde, dava dışı şirketin sicil kaydı resen terkin ile tüzel kişiliğinin sona erdiği, şirketin ihyası için açılan davanında reddedilmesi nedeniyle dava tarihinden önce veya yargılama sırasında şirket hisse devrine ilişkin sözleşmenin şekil noksanlığının giderilip sözleşmeye konu hisselerin davacıya devredilmediği sabittir. 6102 sayılı TTK’nın 595. m. uyarınca limited şirketlerinin hisse devri için getirilen şekil şartı geçerlilik koşulu olduğundan ve bu düzenlemenin devri taahhüt eden ön akitler açısından da geçerlilik şartı olduğundan, yasanın aradığı geçerlilik şartına uyulmaması halinde sözleşme geçersiz olacağından, taraflar geçersiz olan anlaşmanın aynen ifasını talep edemeyeceği gibi yasanın öngördüğü şekil şartına uyulmadığından geçersiz sözleşmeye dayalı olarak her iki tarafın verdiği şeyleri geri alması mümkündür.Davacının adi yazılı sözleşme koşullarına göre üstlendiği, peşin nakit ödeme ve 60 adet bono düzenlenip verilmesi ile şirketteki payların devri ile ilgili işleri yapmak üzere davalılar vekiline vekalet vermeye ilişkin tüm edim borçlarını yerine getirdiği anlaşılmaktadır. Ancak davalıların aynı sözleşme koşulları uyarınca üstlendikleri; şirket hisselerin devri, sözleşme imzalandıktan sonra geçerli olmak üzere iş yerinde kullanılan ve şirketin hesabına bağlı post bu cihazlardan tahsil edilen paraların davacıya aktarılması, şirkete ait hesaplar ve bu hesaplara bağlı çek karnelerinin devri, şirkete ait ticari defter ve kayıtların davacıya teslimi ile Franchise sözleşmesi imzalanmak suretiyle, sözleşmeye konu iş yerinin hukuken ve fiilen davacıya teslim edilmesine dair edim borçlarını yerine getirdiklerini iddia edip kanıtlayamadıkları anlaşılmaktadır.Dosyada mübrez 31/07/2016 tarihli ‘fesih protokolü’ başlıklı belge incelendiğinde; sözleşmeye konu iş yerinin kiralayanı ile sözleşmenin taraflarının ortak olduğu ve iş yerini işleten dava dışı … Ltd. Şti. arasında yapıldığı, sözleşmenin konusunun iş yerine ilişkin kira sözleşmesinin 31/07/2016 tarihinde fesih ve tahliyesi ile ödenmiş ve ödenecek kira bedellerine ilişkin düzenlemelere yer verildiği, iş yerinin kira sözleşmesinin 31/07/2016 tarihi itibariyle feshedilerek aynı tarih itibariyle iş yerinin tahliyesi ile anahtarlarının kiralayana teslim edileceğinin kararlaştırıldığı, sözleşmenin kiracı olan işletmeci dava dışı şirketi temsilen avukat … tarafından imzalandığı görülmüştür. Bu belge içeriğine göre; dava tarihinden önce sözleşmeye konu iş yerini işleten dava dışı şirketin iş yerini kira sözleşmesini fesih ve tahliye etmek suretiyle bizzat davacıya değil dava dışı kiralayana teslim etmiş olduğu anlaşılmaktadır. Sözleşmeye konu iş yerini işleten dava dışı şirket iş yerini tahliye edip kiralayana teslim ettikten sonra kiralayanın, iş yerini davacının bir dönem ortağı olduğu başka bir şirkete kiralamış olması, davalıların sözleşmeye konu iş yerini sözleşmede kararlaştırıldığı şekilde davacıya hukuken ve fiilen teslim etmiş oldukları sonucunu doğurmayacaktır. Yine davacının davaya konu iş yerinde sözleşmeden önce ve halen fiilen çalışıyor olması, davalıların iş yerini sözleşmeye uygun olarak davacıya teslim ettikleri anlamına gelmeyecektir. Açıklanan nedenlerle davalıların sözleşmeye konu iş yerini fiilen ve hukuken davacıya teslim ettiklerine dair savunmaları, soyut mahiyette olup yasal delillerle ve inandırıcı şekilde kanıtlayamadıkları anlaşılmıştır. Davacının şirket hisse devrine ilişkin geçersiz sözleşmeye ve sözleşme koşullarına uygun olarak kendisine fiilen ve hukuken teslim edilmeyen ve dava tarihi itibariyle de edilmesi mümkün görülmeyen iş yerinin devri için davalılara verdiklerini geri isteme ve menfi tespit talebinde bulunmakta haklı olduğu anlaşıldığından, davalılar vekilinin tüm istinaf talepleri yerinde görülmeyerek reddine karar vermek gerekmiştir. Sonuç olarak; dosya kapsamı, mahkemenin kabul ve gerekçesi ve istinaf sebepleri gözetildiğinde; mahkeme kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan ve kamu düzenine aykırılıkta tespit edilemediğinden, davalılar vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b1 maddesine göre esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davalıların istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf edenler tarafından yatırılan toplam (98,10.TL+121,30.TL=) 219,40.TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 26.854,83’er.TL istinaf karar harcından, istinaf edenler tarafından peşin olarak yatırılan 6.711,46.’şar.TL harcın mahsubu ile bakiye 20.143,37’şer.TL’nin istinaf edenlerden tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep edenler üzerinde bırakılmasına, 5-Artan gider avansı varsa karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1.maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 07/12/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.