Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2019/276 E. 2020/1238 K. 05.11.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/276 Esas
KARAR NO: 2020/1238 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: BAKIRKÖY 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 20/09/2018
NUMARASI: 2016/919 Esas 2018/960 Karar
DAVA: Ticari Şirket (Fesih İstemli)
KARAR TARİHİ: 05/11/2020
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili asıl dava yönünden verdiği dava dilekçesi ile, … A.Ş.’nin sermayesi davacı tarafından konularak ve davalı kardeşlerin her birine eşit pay verilerek aile şirketi olarak kurulduğunu, davalı kardeşlerinin ortaklığa ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmediğini, davacının şirkete davalılardan daha fazla emeğinin geçmesi sebebiyle hisselerde değişiklik yapılmasını istediği ve yapılan protokol sonucunda şirketin kısmen bölünmesine karar verildiğini, bu protokole göre Sakarya ili … ilçesi … ada … parsel de kayıtlı bina ve arsanın, … ada … parselde kayıtlı bina ve arsanın, … ada … parselde kayıtlı arsanın, … ada … parselde kayıtlı arsanın ve … Mevki … parseldeki arsanın yeni kurulacak şirkete aktarılacak ve bu şirketin hisse senetlerinin … A.Ş.’nin sermaye artışı ile karşılanmış olması şartıyla davalı ortaklara ait olacağını, bunun karşılığında davalı ortakların … Şirketindeki hisselerini davacıyı devredeceği ve taraflardan herhangi birinin protokoldeki yükümlülükleri yerine getirmemesi halinde cezai şart olarak ¨1.000.000 ödeyeceklerinin kararlaştırıldığını, davalıların bu sözleşmeyi ifadan sebepsiz olarak kaçındıklarını, cezai şartın gereğinin yerine getirilmesi amacıyla Bakırköy 7.Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/676 Esasında dava açıldığını, ayrıca davalıların kasıtlı olarak son yönetim kurulu toplantısında davacının tüm olumlu davranışlarına rağmen ret yönünde oy kullanmaları sebebiyle yönetim kurulu başkanlığının sona ermesine dair karar alındığını ve denetçi ile yönetimi ibradan kötü niyetli olarak kaçındıklarından bahisle şirketin yönetimi gereği gibi sağlanamadığından yönetime kayyım atanmasının ve ortalığın feshine veyahut davacının ortaklıktan çıkarılmasına dair önlemlerin alınmasını talep ve dava etmiştir. Davacı vekili birleşen dava yönünden verdiği dava dilekçesi ile, müvekkilinin davalı şirketin %10 azınlık pay sahibi ortağı ve şirket yönetim kurulu başkanı vekili iken dava konusu 07/04/2017 tarihli olağanüstü genel kurul kararına müteakiben aynı günü yapılan dava konusu yönetim kurulu toplantısından önce istifa etmek zorunda kaldığını, davalı şirketin kanunun emredici hükümlerine aykırı bir şekilde, üstelik küçük pay sahipleri ve müvekkilinin %10 azınlık paylarını bertaraf edecek şekilde kötüniyetle önce sermaye azaltımı yoluna gittiğini, 28/02/2017 tarihinde yapılan olağanüstü genel kurul kararı ile müvekkilinin muhalefetine rağmen sermaye azaltımına gidildiğini, bu karara ve dayanağı yönetim kurulu kararı ve raporuna karşı Bakırköy 3.Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2017/372 esas sayılı dosyası ile belirtilen gerekçelerle yokluğu, butlanının tespiti ve iptali için dava açıldığını, sermaye azaltımı sonrasında oluşan toplam ¨9.693.270,00 tutarındaki mevcut sermayenin ¨27.500.000,00 kadar nakdi sermaye artırımı yapılarak ¨37.193.270,00 ye çıkartılması için 07/04/2017 tarihinde dava konusu olağanüstü genel kurul toplantısının gerçekleştiğini, müvekkilinin muhalefet ettiğini, 07/04/2017 tarihinde yapılan sermaye artışına dair olağanüstü genel kurul kararı üzerine, aynı gün saat 12:00’da şirket yönetim kurulunun toplandığını, yeni pay alma haklarının kullanım esaslarının belirlenmesi ve iştirak taahhütnamesi gündemi ile toplanan davalı şirket yönetim kurulunun müvekkilinin katılmışcasına oy birliği ile karar alındığını, oysa müvekkilinin daha önce yönetim kurulundan istifa ettiğini, buna rağmen müvekkilinin katılımı varmış ve imzalamış gibi karar alınıp ilan edilmesinin gerçeğe ve kanunun emredici hükümlerine aykırı olduğunu, bu nedenlerle 07/04/2017 tarihli olağanüstü genel kurul kararının yürütülmesinin geri bıraktırılması yönünde ihtiyati tedbir kararı verilmesini, 07/04/2017 tarihli yönetim kurulu kararının batıl ve geçersiz olduğunun tespitine, genel kurul kararının yokluğu ve butlanının tespiti veya iptaline, bu davanın Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2017/372 esas sayılı dosyası ile birleştirilmesine, yargılama gideri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalılar vekili cevap dilekçesi ile, müvekkilleri aleyhineaçılan fesih ve ortaklıktan çıkarılma davasında, dava dilekçelerinin muhtara tebliğ edilmesi nedeniyle süresi içinde cevap verilmesi mümkün olmadığını, davacı ile davalıların kardeş olduklarını, davalılar aleyhinde Bakırköy 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/676 Esas sayılı dosyası ile cezai şart alacağına ilişkin olarak dava açıldığını, bu davaların derdest olduğunu, davacı tarafın, TTK 531. Madde kapsamında şirketin tasfiyesine yönelik davalılar aleyhinde açmış olduğu davada … A.Ş. nin de hasım olarak gösterilmesi gerektiğini, davacı tarafın iş bu davada sadece ortaklıktan çıkarılma değil aynı zamanda şirketin de tasfiyesini talep ettiğini, davanın husumetten reddedilmesi gerektiğini, davanın hiçbir yasal dayanağı olmadığını, 6102 sayılı TTK nın madde 531: ‘Haklı sebeplerin varlığında, sermayenin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden payların sahipleri, şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden şirketin feshine karar verilmesini isteyebileceğini, mahkemenin fesih yerine, davacı pay sahiplerine, paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenip davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme karar verebileceğini, davalılar şirketin tasfiyesini veya şirketin zararına olduğundan dolayı davacının şirketten çıkarılmasını talep etmediğini, dava konusu olan şirketin tüm taşınmazları hâlihazırda şirket bünyesinde olduğunu şirket tarafından dava öncesi elden çıkarılan herhangi bir taşınmaz mal olmadığını, dava konusu şirkete ait olan taşınmazlar ile ilgili olarak davalı müvekkillerin şirketin, âli menfaatleri, ortakların, çalışanların ve müşterilerin menfaatleri gereği satma gayreti içinde olmadıklarını, davacının bu husustaki beyanlarının gerçek dışı olduğunu, davacı tarafın %33 oranındaki payı gereği davalıların toplamda %67 olan paylarını heba etmek, marka değeri olan şirketi ortadan kaldırmak için, şirketi ve taşınmazları satış amacı taşımalarının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, şirketin marka değerini düşüren, bankalara Bakırköy … Noterliğinin 16/09/2016 tarih ve … sayılı ihtarı çekerek şirketin kredi borçlarından ve başkaca borçlarından artık sorumlu olmadığını yazılı olarak beyan eden, şirketin bankalar nezdindeki kredi limitini tamamen ortadan kaldıran, müşteriler ve bankalar nezdinde şirketin küçük düşürülmesine sebep olan davacının kendisi olduğunu, davanın açılmasına sebebiyet veren davacı olduğunu, davacının ortak ve yöneticisi olduğu İstanbul Ticaret Sicil Memurluğunda … sicil numarasında kayıtlı … A.Ş. adıyla yeni bir şirket kurduğunu, bu şirketin yönetim merkezinin İstanbul olduğunu ve … A.Ş. nin fabrika olarak faaliyet gösterdiği Adapazarı Organize Sanayi Bölgesinde, … A.Ş ye yaklaşık yüz metre mesafede, imalat için yer kiraladığını, bir kısım yetişmiş kalifiye … A.Ş. çalışanlarını bu şirkete kaydırdığını, … A.Ş.’ den, iş akitleri davacı tarafından son verilerek … A.Ş. de işbaşı yaptırılan elemanlara yüklü miktarda kıdem ve ihbar tazminatı ödemesi yapıldığını, … A.Ş. halihazırda faaliyetine devam etmekte ve ödemelerini zamanında yaptığını, davalıların hem %67 oranında ortak ve hem de şirkette imza yetkisine haiz oldukları düşünüldüğünde şirkete kayyım atanmasının talep edilmesinin kabul edilebilir olmadığını, mahkemenin bu husustaki tedbir talebini reddetmesi ve ret gerekçelerinin yerinde olduğunu, davacının bu nedenlerle şirketi tasfiye edecek veya şirketten çıkarılmasını gerektirecek hiçbir haklı gerekçesinin olmadığını, şirketin kuruluşundan yönetim kurulundan istifa ettiği 03/10/2016 tarihine kadar … A.Ş. tamamen davacı tarafından yönetildiğini, davalı müvekkillerinin hiçbir şekilde müdahalede bulunmadığını, gerekli zamanlarda imza atmaktan da kaçınmadığını, davacı tarafından yapılan yatırımlara davalıların ses çıkarmadığını, şirketin büyümesine ve büyütülmesine de engel olmadıklarını, taraflar arasında var olduğu iddia edilen 07/09/2015 tarihli sözleşme ile ilgili olarak detaylı bir şekilde ve dayanakları ile Bakırköy 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/676 esas sayılı dosyasına gerekli olan cevaplar verildiğini, bu nedenle bu davada, konu ile ilgili olarak delil olarak gösterilmiş olması sebebiyle cevap verilmediğini, şirketin 2015 yılı faaliyet raporuna bakıldığı zaman bilinen ¨3.820.836 zarar ettiğinin görüldüğünü, davacı tarafın dava açıldıktan sonra, şirketin yönetim kurulu üyeliğinden istifa etmiş ise de şirketin gelir ve gider durumu, alacak-borç durumu, kasası, banka kayıtları, alacaklı ve borçlu olduğu şirketlerin listesi müvekkillere tam olarak verilmediğini, basiretli tacir gibi hareket etmeyerek, taraflar arasında ihtilaflara ve davalara sebebiyet veren davacının kendisi olduğunu, davacı tarafın en son genel kurul toplantısından ve şirketin yönetim kurulundan istifa ettikten sonra banka kayıtları ve şifreleri ile bir kısım yerlere ödemeler yapıp davalılara bilgi vermediğini, sonuç olarak açılan davanın öncelikle husumetten reddine, bilahare yapılacak olan incelemeyle esastan reddine, masraf ve ücreti vekâletin davacı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı şirket vekili 01/03/2017 tarihli birleşen davaya cevap dilekçesi ile; Şirket yöneticilerinin eylemlerinden kaynaklı olarak TTK’nın 434. maddesi gereğince şirketin feshi ve tasfiyesinin istenilemeyeceğini, şirketin kötü yönetilmesi ve zarara uğratılmasına dair iddialarm yersiz olduğunu, aksine davacının kurmuş bulunduğu … A.Ş. kanalıyla müvekkili şirketi zararlandırıcı bir takım faaliyetlerde bulunduğunu, müvekkili şirketin maddi durumunun iyi ve ticari faaliyetine devam etmekte olduğunu, mevcut varlıklarla şirket amacının gerçekleştirilmesinin mümkün olduğunu savunarak birleşen davamn reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 20/09/2018 tarih ve 2016/919 Esas – 2018/960 Karar sayılı kararında; “Somut olayda davacı, kardeş olan ortaklar arasında imzalanan protokolün uygulanmadığını,ayrıca diğer ortakların ret oyu nedeniyle müvekkilinin yönetim kurulu başkanlığının sona erdiğini,denetçi ve yönetim kurulunun ibrasından kötüniyetli olarak kaçınıldığını belirterek haklı sebeple davalı şirketin feshine karar verilmesini talep etmiş ise de,davacı tarafından ileri sürülen sebeplerin anonim şirketin feshi için haklı sebep oluşturmadığı,söz konusu iddiaların başka davaların konusunu oluşturduğu,ileri sürülen iddiaların objektif olmadığıve pay sahibi kimliğinden (pay sahibinin şahsından) bağımsız olmadığı,ortaklar arasındaki çekişmenin şirketin feshini gerektirebilecek nitelikte olmadığı sonucuna varılmıştır. Belirtmek gerekir ki, haklı sebeple fesih davası sadece haklı sebeplerin varlığı bağlamında değerlendirilebilecek bir kurum olmayıp, haklı sebeplerin gerçekleştiği her durumda bu kurumun işletilmesi kabul edilmemektedir. Zira dava sonucunda şirketin feshi sonucunu doğurabilecek bir süreç başlama ihtimali bulunmakta ve bu sebeple de hakka bir takım sınırlamalar getirilmesi kaçınılmaz olmaktadır. Nitekim haklı sebeple fesih davası, doktrinde de belirtildiği üzere bir son çare niteliğindedir. Haklı sebebi yaratan durum başka herhangi bir şekilde ortadan kaldırılabilecekse davacının öncelikle bu yollara başvurması gerekecektir. Bu bağlamda eğer haklı sebebi oluşturan durum somut olayda olduğu gibi , protokole aykırılık sebebiyle açılacak bir dava ya da hükmen ibra davası açılması suretiyle sona erdirilebilecekse öncelikle bu yollara başvurulması gerekecektir. Dolayısıyla bir kişinin doğrudan TTK m. 531 kapsamında haklı sebeple fesih davası yoluna gitmesi mümkün değildir. Aksi halde Kanun’da yer alan diğer önlemler anlamsız hale gelirdi. Bu sebeple, başka bir şekilde ortadan kaldırılabilecek hukuka aykırılıkların haklı sebeple fesih davası ile düzeltilmesi istenemeyecektir. Somut olay bağlamında, davacı tarafından ileri sürülen hukuka aykırılıkların da gerek protokole aykırılık nedeniyle açılacak bir davada(kaldı ki bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır), gerek hükmen ibra, gerek de şirketler topluluğuna ilişkin sağlanan koruma olanaklarına başvurularak giderilmesi mümkün olduğundan ve haklı sebeplerin varlığı davacı tarafından ispat edilemediğinden birleşen davanın reddine karar verilmesi gerekmiştir. Asıl davada davacı vekili,anonim şirketin haklı sebeple feshi davasını diğer ortaklar aleyhine açtığı,davanın feshi talep edilen şirkete açılması gerekli ve yeterliyken ortaklar aleyhine de açıldığı,ortakların pasif husumetlerinin bulunmadığı anlaşıldığından asıl davanın pasif husumet yokluğundan reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak…”gerekçesi ile,
ASIL DAVADA; Davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle REDDİNE,
BİRLEŞEN DAVADA; Davacı tarafından haklı sebeplerin varlığı ispat edilemediğinden davanın REDDİNE, karar verilmiş ve karara karşı birleşen davada davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Birleşen davada davacı vekili istinaf dilekçesi ile, Taraflarınca, 01/07/2017 harçlandırma tarihli birleşen dava dilekçesiyle 6102 sayılı TTK’nm 531. maddesi uyarınca “davalı şirketin haklı nedenlerle feshine veya müvekkilinin, pay bedellerinin karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerleri ödenmek suretiyle şirket ortaklığından çıkarılmasına karar verilmesi” talep edildiğini, Yani netice ve talebin; öncelikle haklı nedenlerle dava konusu şirketin feshine karar verilmesi veya hüküm bu yönde kurulmaz ise müvekkilinin ortaklıktan çıkarılması yönünde hüküm kurulması talep edildiği, Nitekim Yerel Mahkeme gerekçeli kararında bu hususa değindiği ve ikincil talebi gördüğünü kayda geçirmekle birlikte, talebine ilişkin bir değerlendirmede bulunmamış olup, ikincil/terditli dava talebimiz halkında bir hüküm vermediği gibi, bu talebimi neden gözardı ettiğine dair de bir gerekçe de ileri sürmediğini, Bilindiği üzere, 6100 sayılı HMK’nun 26.maddesinde taleple bağlılık ilkesi düzenlenmiş olup, buna göre; “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir. Hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır.” düzenlemesi mevcut olduğu, Bundan ayrı, mahkeme kararında bulunması gereken hususlar HMK’nun 297. maddesinde sayıldığı, HMK’nun 297/1-c maddesinde hükmün, iki tarafın iddia ve savunmalarının özetlerini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri de kapsaması gerektiği öngörüldüğü, yine Anayasa’nın 141/3. Madde hükmü de tüm mahkeme kararlarının gerekçeli olmasını emretmekte olduğu, kararlarda bulunması gereken gerekçeler sayesinde taraflar, hükmün hangi maddi ve hukuki sebebe dayandırıldığını anlayabilecekleri gibi, karar aleyhine kanun yoluna başvurulduğunda da ancak bu gerekçe sayesinde kararın yasal denetimi yapılabileceği, somut olayda, davada terditli olarak ortaklıktan ayrılma yönünde karar verilmesi isteğinde bulunulduğu halde, talep değerlendirilmemiş ve buna ilişkin hüküm oluşturulmadığını, Yerel Mahkemenin; dava dilekçelerinde ileri sürdükleri ve somut maddi olaylara dayanan, delilleri ile kanıtladığımız diğer sebeplerimizi göz ardı ettiği ve gerekçeli kararında bu nedenleri niçin hükme esas almadığını da belirtmediğini, Müvekkilinin bir girişimci olarak ilk şirketini 1990 yılında kurduğunu, o tarihte davalılardan … halen üniversitede öğrenci olup, … ise Malatya’da babasının yanında çiftçilik yapmakta ve bazı inşaat işleri ile uğraşmakta olduğu, müvekkilinin henüz öğrenci ve çok genç yaşta olan kardeşlerini 1990 yılında kurduğu şirkete de ortak yaptığı, müvekkilinin 2003 yılında da … A.Ş.’yi kurduğu ve yine kardeşlerini bu şirkette eşit pay sahibi ortak yaptığını, İlerleyen yıllarda kardeşleri ile aile şirketlerini yürütmenin imkansız olduğunu anlayan müvekkilinin, kardeşleri ile çözüm için görüşmeler yaptığında, ikiz kardeşler kendisine ortaklık payı için herhangi bir bedel ödemeyi düşünmediklerini ve “ceketini alıp gitmesini” söylediklerini, araya giren arkadaşlarının çabaları ile davalılar ve müvekkilinin sonuçta şirketleri paylaşarak, … A.Ş. hariç diğer tüm ortaklıklarına anlaşarak son verdiklerini, aynı süreçte en kısa sürede … A.Ş.’deki ortaklıklarına da son vereceklerini” 2014 yılında bir protokol ile yazılı olarak kayıt altına aldıklarını, Yukarıda izah edilen ortaklıkların giderilmesinden sonra da, 2015 yılında, yeni bir protokol imzalandığı, bölünme yolu ile … A.Ş.’nin müvekkiline devri karar altına alındığını, Müvekkili ve davalılar 2014 yılından itibaren … A.Ş.’deki ortaklıklarına “son verme iradelerini” yazılı metinlerle, tanıklar huzurunda beyan ettiklerini, beş yıl boyunca “sulh ile anlaşarak” ortaklığa son vermek için uğraşıldığı ve bu mümkün olamadığı için de dava açılmak zorunda kalındığını, Halihazırda … A.Ş.’nin 15 yıllık bir şirket olduğunu, müvekkilinin kurucu, davalılar eşit oranda pay sahibi olan ortak olduklarını, kurulduğu tarihten, anlaşmazlığın düğüm haline geldiği 2013 yılına kadar, istikrarlı bir ivme ile büyüyerek, iç ve dış piyasada iş yapan bir şirket olarak yaşadığını, ancak dava nedeni olduğu üzere, müvekkili ile ikiz kardeşleri arasındaki anlaşmazlık bugün ilk defa, … A.Ş.’yi sahibi olduğu gayrimenkulleri ipotek etmek sureti ile kredi alma noktasına getirdiği, şirketin büyümesi durduğu, hatta eksi yönde grafik oluştuğunu, Müvekkilinin, ikiz kardeşleri ile eşit pay sahibi ve kurucusu olduğu şirkete giremediği, kar payı alamadığı, kurduğu şirket küçülmeye başladığı, çok sayıda işçi çıkardığı, piyasadaki kredibilitesi tükenmekte olduğu, kapalı bir aile şirketi olması ve anonim şirket hukuku itibari ile, müvekkilinin şirketteki hissesini üçüncü kişilere satamamakta/devredememekte olduğunu, ortaklıktan çıkamadığını, müvekkilinin ve şirketleri gelişen bu süreçte itibar kaybına uğramaya başladığı, bu nedenle müvekkilinin yerel mahkemeden; öncelikle şirketin tasfiyesi yönünde karar verilmesini, aksi takdir de ortaklıktan ayrılması yönünde hüküm kurulmasını talep ettiği, yerel mahkeme delilleri hilafına, şirketin feshi için haklı nedenlerin oluşmadığına karar vererek davayı ret ettiği, müvekkilinin ortaklıktan ayrılma talebi ise tamamen göz ardı edilerek karar ve gerekçeli kararda değinilmediğini, Davalı pay sahipleri ve davalı şirket, şirketin faaliyetlerinin sorunsuz bir biçimde devam ettiğini ileri sürmüş olsalar da müvekkilinin şirkete alınmaması ve yönetim kurulundan istifa etmesi ile şirketin işleyişinde olumsuz yönde önemli değişiklikler olduğunun aşikar olduğunu, Fesih davasının, davanın açıldığı tarihteki koşullara göre sonuçlandırılması gerektiği kabul edilse dahi usul ekonomisi açısından davanın açılmasından sonra taraflar arasındaki ilişkinin vardığı boyutun işbu fesih davasında dikkate alınması, mahkemenin kanaatini oluştururken bu olguları da göz önünde bulundurması hukukî bir gereklilik olduğu, Zira, taraflarınca 20.4.2017 havale tarihli, 20.6.2017 gönderim tarihli ve 13. 7.2017 havale tarihli dilekçeleri ile, davalı ortakların şirkete ait parayı zimmetlerine geçirdiklerini, davalı ortaklara ait diğer şirketlerin …’e olan borçlarının tahsil edilmediğini, fiziki kasa ile kayıtlı kasa arasında ciddi rakam farklılıkları bulunduğunu, stok sayımı yapılması gerektiğini ve faturasız satış yapıldığını, müvekkilimin yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldığı tarihte “148” olan çalışan sayısının 13.7.2017 tarihi itibariyle “50” kişi civarında olduğunu, 2016 ve 2017 yıllarına ilişkin müşteri, eldeki iş sayıları, hacimleri, ciroları incelendiğinde görüleceği üzere şirkette ciddi erime olduğunu, şirketin itibarının ve marka değerinin bitme noktasına geldiğini, evvelki iş yapabilirliğini ve beşeri sermayesini kaybettiğini delilleri ile izah ettiklerini, davalı şirket bakımından fesih koşullarının oluştuğunu gösteren bu durumların bilirkişilerce incelenmeden ve mahkemece dikkate alınmadan haklı nedenlerin varlığının ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi adil ve hukuka uygun bir karar olmadığı, aynı zamanda bilirkişi raporu bu doğrultuda hükme esas olacak nitelikte olmadığını, Yerel Mahkemenin verdiği karar sonucu müvekkilinin, bizatihi kurarak ikiz kardeşlerini eşit hissedar yaptığı aile şirketinden, şirketi son derece başarılı bir şekilde yönetim büyütürken yaka-paça kovulmuş, hissesinin sağladığı hakları kullanamaz hale geldiği ve yapısı gereği kapalı bir aile şirketi söz konusu olduğundan hissesini de satıp/devretme olanağı olmaksızın istenmediği bir yapıda, ekonomik olarak zarar görmesine yol açacak şekilde kalmaya “mahkum” edildiği, yerel mahkemenin bu kararının müvekkilinin Anayasal haklarını da zedelediğini, (Yargıtay 11. HD, T. 2/6/2014, E. 2014/3669 K. 2014/10238) Sonuç olarak pay sahipleri arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu, kişisel husumetin şirket gayesinin gerçekleşmesini olanaksız hale getirdiği, pay sahipleri arasındaki anlaşmazlıkların şirketin ciddi değer, müşteri ve iş gücü kaybetmesine neden olduğu, tarafların ayrı ayrı kendi şirketlerini kurmuş bulundukları ve işlettikleri dikkate alındığında şirketin feshi için haklı nedeni oluştuğunu, (Yargıtay 11. HD’nin, 3/3/2016 T., 2015/9088 E., 2016/2352 K.) Sonuç olarak yerel mahkemece; Şirketin feshi yönünde karar verilmesi somut delilleri itibari ile mümkün iken, aksi takdirde, davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmasına ya da şirketin taraflar arasındaki anlaşmaya uygun olarak bölünmesine karar verilmesi de mümkün iken ve hatta “gerekli” iken, yerel mahkeme müvekkilini atıldığı, istenmediği, hakaret gördüğü şirketin hissedarı olmaya ve ticari hayatı bu nedenle olumsuz koşullar ile sonlanması muhtemel bir şirketin paydaşı olmaya “mahkum” ettiğini, anonim şirketlerde TTK madde 202/2 hükmü saklı kalmak kaydıyla genel kural uyarınca ortakların çıkma hakkı bulunmadığı, bu durumda müvekkilinin yerel mahkemenin verdiği kararla, temel borç ilişkisi çerçevesinde süreklilik arz eden bir borç ilişkisini sonlandırma iradesinden yoksun bırakıldığını, Dava dilekçelerinde izah edilen nedenlerle aslında ekonomik yaşamdaki geleceği de müphem olan dava konusu şirketin feshi talebimizi ret eden yerel mahkeme bu açıdan isabetli bir karar vermediği gibi, müvekkilinin ortaklıktan çıkma talebini de yok saymış olması hukuka uygun olmadığını, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, davanın kabulüne, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Asıl ve Birleşen dava, 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanununun 531. maddesinde düzenlenen “Haklı Sebep Fesih” nedenine dayılı olarak, davalı şirketin feshine, olmadığı takdirde çıkma payı ödenerek şirketten çıkarılmasına yada diğer önlemlerin alınmasına ilişkindir.Mahkemece, ASIL DAVADA; Davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle REDDİNE, BİRLEŞEN DAVADA; Davacı tarafından haklı sebeplerin varlığı ispat edilemediğinden davanın REDDİNE, karar verilmiş ve karara karşı asıl ve birleşen davada davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Asıl ve birleşen dosya davacı vekilinin birleşen dava yönünden mahkemenin kabulüne ve ortaklıktan çıkma talebi konusunda karar verilmediğine yönelik istinaf sebepleri incelendiğinde, 6102 sayılı TTK’nın 531.maddesi “Haklı sebeplerin varlığında, sermayenin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden payların sahipleri şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mehkemisinden şirketin feshine karar verilmesini isteyebilirler. Mahkeme, fesih yerine davacı pay sahiplerine, paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerinin ödenip davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmasına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüm karar veribilir”hükmünü içermektedir. Somut olayda davacı fesih sebebleri olarak; şirketin mali durumu hakkında bilgi sahibi olmadığı, kötü yönetildiği, kardeş olan ortaklar arasında imzalanan protokolün uygulanmadığını,ayrıca diğer ortakların ret oyu nedeniyle müvekkilinin yönetim kurulu başkanlığının sona erdiğini, denetçi ve yönetim kurulunun ibrasından kötüniyetli olarak kaçınıldığını belirterek haklı sebeple davalı şirketin feshine karar verilmesini talep etmiştir. Fesih davasının açılabilmesi için, haklı nedenlerin ortaya çıkmasında davacı ortağın kendi eylem ve işlemlerinin katkısının bulunmaması, diğer bir anlatımla feshe dayanak gösterilen haklı nedenlerin diğer ortaklardan kaynaklandığının kanıtlanması gerekir. Hiç kimsenin kendi eylem ve işlemlerine dayanarak kendisi lehine sonuç çıkaramayacağı ilkesi de bunu gerektirmektedir. Somut uyuşmazlıkta, ticaret sicil kayıtlarından davacının şirketin kuruluşundan itibaren dava tarihine kadar (asıl dava tarihi) şirketin yönetim kurulu üyeliği ve şirket yetkilisi görevlerini yerine getirdiği anlaşılmakta olup, davacının şirketin faaliyette bulunmadığı, gelir elde edemediği, kötü yönetildiği gibi davalı anonim şirketin fesih ve tasfiyesi için ileri sürdükleri iddialar ve olaylar davacının şirket yönetim kurulu üyesi olduğu döneme ait bulunmaktadır. Dolayısıyla, davalı anonim şirketin feshi için dava konusu iddiaların ileri sürülmesinin iyiniyet kurallarına aykırı olduğu anlaşılmıştır. Yargıtay 11 Hukuk Dairesi’nin 2017/4619 Esas – 2019/1541 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere, Anonim şirketlerde Feshi düzenleyen TTK’nun 531. Maddesine göre haklı sebeplerin varlığı halinde, sermayenin en az 1/10 temsil eden pay sahiplerinin şirketin bulunduğu yerdeki Asliye Ticaret mahkemesinde şirketin feshini isteyebileceği , mahkemece yapılan incelemede haklı sebeplerin varlığı halinde fesih yerine ortağın karar tarihine en yakın tarih itibariyle payını hesap ederek ortaklıktan çıkmasına yada kabul edilebilir diğer bir çözüme karar verebileceği düzenlenmiş olması karşısında ortaklıktan çıkma kararı verilebilmesi için de şirketin feshi şartlarının mevcut bulunması gerektiği, somut olayda davacı tarafça ileri sürülen sebeplerin hiçbiri mahkemece şirketin feshi için haklı sebep olarak kabul edilebilir görülmediğinden davacının ortaklıktan çıkma talebinin değerlendirilmediği yönündeki istinaf sebebi yerinde görülmemiştir. HMK 282 maddesindeki “Hakim bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir,” yasal düzenlemeleri de gözetildiğinde; İlk Derece Mahkemesince sunulan deliller, bilirkişi rapor içeriğindeki tespitler ışığında kurulan hüküm gerekçesinde davacı vekilinin istinaf nedenleri de karşılanmış olmakla; yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin tüm istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir. Sonuç olarak; İlk derece mahkemesi kararında birleşen dosya davacısının istinaf nedenleri gerekçeleriyle karşılanmış olduğundan, dosya kapsamı, mahkemenin kabul ve gerekçesi ile istinaf sebepleri gözetildiğinde; mahkeme kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan birleşen dosya davacısının istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Birleşen davada davacının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’ nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan 98,10.TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 54,40.TL istinaf karar harcının istinaf eden tarafından yatırılan (35,90.TL+35,90.TL=) 71,80.TL harçtan mahsubu ile bakiye 17,40.TL’nin talep halinde davacıya iadesine, 4-Davacı tarafından 28/11/2018 tarihli sayman mutemedi alındısı makbuzu ile fazla yatırılan 98,10.TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının talep halinde davacıya iadesine, 5-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden üzerinde bırakılmasına, 6-Artan gider avansı varsa karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1.maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 05/11/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.