Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2019/2739 E. 2021/1921 K. 30.12.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/2739 Esas
KARAR NO: 2021/1921 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: BAKIRKÖY 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 14/12/2017
NUMARASI: 2008/278 Esas 2017/1048 Karar
DAVANIN KONUSU: Genel Kurul Kararının İptali
KARAR TARİHİ: 30/12/2021
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, müvekkilinin, davalı … A,Ş. tarafından çıkarılan 6 grubu 79/87 sıra numaralı toplam 9 adet hamiline yazılı hisse senedinin meşru hamili ve maliki olduğunu, davalı şirketin ortaklarından … tamamen kötü niyetle hareket ederek, müvekkilinin hak ve hukukunu ortadan kaldırmak için özellikle Küçükçekmece 2. Sulh Hukuk Mahkemesinde aldatıcı bir takım işlem yaparak, müvekkilinin sahibi olduğu hisse senetlerinin iptalini sağlamış olduğunu, hisse senetlerinin iptal kararına karşı hukuk ve kanunlara aykırı alması sebebi ile Küçükçekmece 2. Sulh Hukuk Mahkemesinde 2004/1051 Esas sayılı dosyası ile İptal davası açmış olduklarını, davalı şirket yöneticileri Küçükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesinde hamiline hisse senetlerinin iptalinden önce 18/09/1996 tarihli şirketin olağanüstü genel kurul toplantısında şirketin tüm hamiline hisselerinin nama yazılı hale döndürülmesi hususunda karar almış, bu karar doğrultusunda hamiline hisse sahiplerinin birçoğunun ve müvekkilinin de TTK 562 maddesindeki hükümlere uygun olarak ortakların rıza ve muvafakatini almadan, hisse senetlerinin tamamı şirket tarafından toplanmadan, hisselerin tamamı nama yazılı hale getirilerek 24/09/1996 tarih ve 4130 sayılı Türkiye Ticaret sicil gazetesinde bu hususun ilan edilmiş olduğunu, ilandan sonra TTK hükümleri çerçevesinde artık hamiline hisse senetlerinin davalı şirket ve ortaklarının elinde olmaması icap etmesine rağmen şirket yöneticileri ile birlikte hareket eden … Küçükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1999/978 Esas ve 2000/116 Karar sayılı kararı ile müvekkile ait hisse senetlerinin iptali cihetine gitmiş olduğunu, davalı şirketin 18/09/1996 tarihli olağanüstü genel kurulda almış olduğu hamiline yazılı hisse senetlerinin nama yazılı hale TTK 562 maddesine aykırı olarak döndürmüş olduğunu, ortada her hangi bir hamiline hisse senedi kalmaması gerekirken davalı şirket yönetimi ile birlikte hareket eden … 3 sene sonra Küçükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesinden müvekkilinin elinde bulundurduğu hisse senetlerinin iptali için hasımsız olarak iptal davası açarak iptal kararı almış olduğunu, Küçükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1999/978 Esas ve 2000/116 Karar sayılı hisse senetlerinin iptal kararı ile şirketin hisse senetleri üzerinde, hareketlilik gözlenmiş olduğunu, hamiline hisse senetlerinin kanunlara aykırı olarak iptali gibi, hisse senetlerinin tahvilinde de TTK hükümlerine tamamen aykırı işlemler yapılmış olduğunu, davalılar vekili, İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2005/133 Esas ve Küçükçekmece 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2004/1051 Esas Sayılı dosyalarına vermiş olduğu dilekçelerde, davalı şirketteki kanunlara aykırı yapılan işleri çok iyi bilmesine rağmen, müvekkilinin şahsı, hüviyeti ve hisse senetleri ile ilgili akıl almaz iddialarda bulunmuş olduğunu, hisse senetlerinin tek meşru hamilinin müvekkili olduğunu, davalılarca yapılan tahvil işlemi, … seri numaralı senetlerin gerçek hak sahibi ve meşru hamili olan müvekkili tarafından, dönüştürülmeye muvafakat edilmemesi nedeniyle geçersiz olduğunu” beyan ederek 24/09/1996 tarih ve 4130 sayılı sicil gazetesinde yayınlanan hamiline yazılı hisse senetlerinin nama yazılı hale dönüştürülmesine ilişkin 18/09/1996 tarihli olağanüstü genel kurul kararının ve bu hususta başkaca genel kurul kararı, yönetim kurul kararı alınmış ise bu kararlann iptalini, davalı şirketin hamiline hisselerin namına yazılı tahviline ilişkin tüm işlemlerin iptalini, namına çevrilmiş olan tüm hisselerin geçersizliğine karar verilmesini , yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa yüklenmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile, Davacı 18/09/1996 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında alınan, “hamiline yazılı hisse senetlerinin nama yazılı hale tahviline ilişkin kararının” iptalini talep etmekte olduğunu, kararın 19/09/1996 tarihinde tescil ve 24/09/1996 tarih ve … sayılı ticaret Sicil gazetesinde ilan edilmiş olduğunu, Türk Ticaret Kanununun 381 .maddesine göre kararın iptali için ortaklara tanınan 3 aylık hak düşürücü sürenin 18/12/1996 tarihinde sona ermiş olduğunu, 9 yıl sonra açılan iptal davasının öncelikle hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu dikkate alınarak reddini, karar verilmesini talep ettiklerini, Pay sahibi olduğunu iddia eden davacının genel kurula katılmadığı gibi dilekçesinde genel kurula davetin usulsüz yapıldığını ya da kanunda yer alan sair hususlardan birinin varlığını iddia etmemekte olduğunu, davacının bu davayı açmaya ehliyeti olmadığını, davacı şirketin ortağı da olmadığını, davalının elindeki hisse senetlerinin 1986 yılında basılmış ve 1988 yılında esas sözleşmenin 7. ve 8. maddelerinde yapılan değişikliğe istinaden gerçekleşen sermaye artırımı ile yürürlükten kalkmış olan hisse senetleri olduğunu, daha sonra sermayenin önce ¨400.000.000’ye sonra ¨750.000.000’ye ve daha sonra ¨15.000.000.000.-TL’ye çıkartılmış olduğunu ve her seferinde önceki hamiline yazılı hisse senetlerinin geçerliliklerini yitirmiş olduğunu, 1988 yılından bu yana geçersiz olan B Gurubu … sıra numaralı hisse senetleri ayrıca görülen lüzum üzerine Küçükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesine yapılan başvuru üzerine 1999/978 Esas ve 2000/116 Karar sayılı davada mahkeme kararı ile de iptal edilmiş olduğunu, müvekkili şirketin kurulduğu günden itibaren bütün genel kurullarını hissedarların %100’nün asaleten katılımı ile gerçekleştirmiş olduğunu, 2000 yılında şirket hisselerinin tamamının bir Amerikan şirketi tarafından satın alınmasına kadar ortaklar sadece kendi aralarında hisse satışı yaptıkları ve üçüncü kişilere hisse satışı yapmamış olduklarını, iptali istenen 18/09/1996 tarihli Olağanüstü Genel Kurul toplantısında esas sözleşmenin 7 ve 8. maddeleri tadil edilmiş, Tadil tasarısı T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğü tarafından 17/09/1996 tarih ve … sayılı izniyle onaylanmış ve hissedarlarının tamamının asaleten katıldıkları toplantıda oybirliği ile kabul edilmiş olduğunu, usulünce alınan kararın iptalini gerektirir bir sebep olmadığını” beyan ederek Davanın Reddine ,yargılama gideri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yüklenmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 14/12/2017 tarih ve 2008/278 Esas – 2017/1048 Karar sayılı kararında; “…Bu açıklamalar doğrultusunda huzurdaki somut olaya döndüğümüzde; Öncelikle sürenin uzun bir süre olup olmadığına bakmak gerekir. Dava konusu ortaklar kurulu kararları ile dava tarihi arasında yaklaşık 9 yıllık bir süre söz konusudur. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 1988 tarihli bir kararında, esas sözleşmede öngörülen devir yasağına aykırı devrin üzerinden uzun süre geçmesinden sonra geçersizliğin ileri sürülmesini iyi niyete aykırı görmüştür. Gerçekten de bu kararında, Yargıtay, “Senetlerin satışı 27/02/1984 tarihinde yapıldığı halde, dava 19/09/1986 tarihinde açılmıştır. Satıştan geçen bu süre içinde haberdar olduğu muhakkak olan davacının, bu satışa ancak 12/03/1986 tarihli ihtarname ile ve takiben 2 yıl sonra karşı çıkması satışa muvafakat ettiği anlamına gelir uzun süre sonra satışa karşı çıkarılması objektif iyi niyet kuralları ile bağdaşmaz. Bu sebeple satışın geçerli olduğu kabul edilerek, davanın reddine karar verilmek gerekirken…” demiştir (11. HD. 26/12/1988 gün ve E. 3110, K. 7897). Huzurdaki dava açısından bakıldığında genel kurulun eylül 1996 tarihinde gerçekleştiği davanın ise davacının 2005 yılında açıldığı anlaşılmaktadır. Davacı tarafından her ne kadar 2004 yılında hisse senetlerinin iptaline ilişkin kararın iptali için dava açıldığı anlaşılmaktaysa da tahvil kararı 1996 yılına ait olup bu TTK md. 39 f. 1 gereği bu tarihte tahvilden haberdar olduğunun kabulü gerekir. Davacı bu süre zarfında şirketin hiçbir genel kuruluna katılmamış veya katılma girişiminde bulunduğuna dair bir bilgi veya belge sunmamıştır. Tahvilin üzerinden 9 yıl geçtikten ve dolayısıyla davalı şirketin mal varlığında önemli bir artış meydana geldikten sonra davanın açılmış olması ve bu genel kurulun butlanı ile birlikte şirketin mal varlığının önemli ölçüde zarar görecek olması karşısında yukarıda bahsedilen objektif şartlar gerçekleşmiştir. Subjektif şartlara gelince dosya içeriğinden ve olayların gelişiminden davacının tahvil kararından TTK md. 39 f.f haberdar olduğu düşünülmektedir. Ticaret Sicil Gazetesi ilanları göre gerek sermaye artırımı gerekse tahvile ilişkin genel kurul kararı tescil ve ilan edilmiştir. Esasen davacının şirket toplantılarına katılmak şirketle ilgili bilgiler almak ve şirket işlerini takip etmesi ortaklık haklarını kullanması somut olay açısından beklenebilir bir haldir. Ancak davacının uzun süre bu hakkını kullanmadığı anlaşılmaktadır. Dosya münderecatından da anlaşıldığı üzere Ticaret hayatına devam eden bir şirkette aradan uzun zaman geçtikten sonra tahvil kararının geçersizliği ileri sürmek hakkın gecikilerek kullanımı anlamına gelip dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı M.K’nın 2.maddesine aykırı olduğundan bu nedenle de davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki gibi hüküm fıkrası oluşturulmuştur. …”gerekçesi ile, Davanın reddine karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile, Dava dosyasının uzun süre (yaklaşık 10 sene) Küçükçekmece 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin neticesini beklediğini, bu dosyanın kararının kesinleşmesi, bütün delillerin toplanmış olmasından sonra mahkemece dosyanın bilirkişiye tevdi edildiğini, Mahkemenin gerekçeli kararında önce taraflarından yazılan dava dilekçesinin özetlendiği, daha sonra davalı tarafın cevap dilekçesinin özetlendiğini, bilirkişi raporu mahkemenin gerekçeli kararını oluşturacak şekilde kök rapor ve bu rapora itirazları üzerine ek rapor tanzimi şeklinde olduğunu, Bu ifadenin ağır bir ifade olduğunu, ancak mahkemenin gerekçeli kararını ve bilirkişi heyetinin kök ve ek raporları okunduğu zaman bu iddianın yanlış olmadığını ortaya çıktığını, Gerekçeli karar incelendiğinde, bilirkişi kök raporunun, “DELİLLER VE GEREKÇE” bölümündeki “Huzurdaki davada… ” cümlesi paragraf başlığı ile başlayan 3 sahifedeki gerekçe bilirkişi kök raporunun 12 sahifesindeki “hukuki inceleme ve değerlendirme” bölümünün “Huzurdaki davada…” başlığı ile başlamakta ve beş paragraf aynen kopyalanıp yapıştırıldığını, Gerekçeli kararın 4. sahifesindeki “davalı şirketin” diye başladığı paragraf bilirkişi ek raporunun 4. sahifesindeki “hukuki inceleme ve değerlendirme” başlığındaki “davalı şirketin hamiline paylarının….”cümlesi ile başlayan ve gerekçeli kararın sonuna kadar bilirkişi raporu kopyalanıp yapıştırıldığını, bunun dışında yerel mahkemenin bir cümlelik dahi olsa gerekçeli kararında mahkemeye ait bir gerekçe kesinlikte söz konusu olmadığını, Yani mahkemenin, gerekçeli kararın, bir sahifesini bilirkişinin kök raporundan, diğer kısımlarının tamamına da ek rapordan kopyalayıp yapıştırmak sureti ile oluşturduğunu, buna rağmen, sayın mahkeme kök rapor ile ek rapor arasındaki hukuki çelişkiler içeren paragrafları özen göstererek bu bölümleri gerekçeli kararı yazmadığını, kök rapor ile ek rapor arasında hukuki bakımdan da çok büyük hukuka tamamen aykın görüşler ortaya konduğunu, Oysa gerek Anayasanın amir hükümlerine ve gerekse Yargıtay “ın kökleşmiş kararlarına göre mahkeme kararlarının gerekçeli olma mecburiyeti olduğunu, mahkeme kararlarının gerekçesi, bilirkişi raporunun kopyalayıp yapıştırılmak sureti ile olacağına dair bir hukuki düzenlemede söz konusu olmadığını, (Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 2012/186 E.2013/12769 K sayılı emsal kararı) Mahkemenin gerekçeli kararını oluşturan bilirkişi heyetinin kök ve ek raporu, hukuki inceleme ve değerlendirmesi, mahkemenin 13.07.2017 tarihli celsedeki bilirkişilerin görev tanımı ve sınırlarına, HMK / 278 maddesinde düzenlenen bilirkişinin yetkilerine, HMK 279/4′ de düzenlenen, bilirkişi raporunda ve sözlü açıklamaları sırasında, hukuki değerlendirmelerde bulunamaz amir hükmüne ve Yargıtay’ın bu konuda yerleşmiş kararlarına tamamen aykırı olduğunu, Raporun hukuki inceleme ve değerlendirme kısmında da Kök rapor ile Ek rapor arasında TTK. 562 maddesinde düzenlenen hisse senetlerinin nevi değiştirmesi, ilgili açıklamaları taban tabana tamamen zıt yanlış görüşler ortaya konmuş bulunduğunu, Bu hususu bilirkişiler, “kök rapordaki yanlış anlaşılmaya yol açabilecek tespitlerimizi düzeltmekte fayda olduğu düşünülmektedir” cümlesi ile ortaya koyduğunu, Yani kök rapordaki, 6762 sayılı TTK. 562 maddesinin, hamiline yazılı senetlerin nama yazılı senetlere tahvil edilebilmesi için bütün pay sahiplerinin onayı gerektiğinin belirtildiği, emredici düzenlemeye yaptırımın butlan olacağı, hak düşürücü süreye tabi olmadığının bildirildiğini, Oysa Ek raporda bunun tam tersi bir görüş ortaya konduğu, ek raporda, bilirkişi heyeti kök rapordaki hukuki görüşünden vazgeçerek kök rapordaki görüşünün yanlış olduğunu belirterek, TTK 56Z. maddesinin hamiline yazılı payların bütün ilgililerin nama yazılı paya dönüştürülmesinde bütün ilgililerin rızası aranmamıştır şeklinde TTK 562. Maddenin ruhuna ve amir hükmüne aykırı bir görüş ortaya koyduğunu, Yani şu hali ile bilirkişi heyetinin Kök rapordaki görüş ile Ek rapordaki görüş tamamen birbirine aykırı bir durum arz ettiğini, Bu konuda dosyaya sunmuş oldukları Prof. Dr. … Beyin uzman görüşü ile bilirkişi heyetinin görüşünün taban tabana zıt olduğunu, Bu konu gerek kanunda gerek doktrinde bu kadar açık ve seçik olmasına rağmen, bilirkişi heyetinin usul ve kanuna aykırı olarak kök rapordaki kesmen doğru görüşlerinden dönerek TTK. 562 hükmüne aykırı görüş ortaya koymasını anlamanın mümkün olmadığını, Dava konusu senetler üzerinde hiçbir kimsenin tür değişimi hususunda muvafakati bulunmadığını, Bu nedenlerle söz konusu senetlerin “davacının zilyet olduğu tarihte geçerliliğini yitirmiştir” şeklindeki iddiaları da tamamen hukuka ve dosya kapsamına aykırı olduğunu, bu nedenle bilirkişi heyetinin emredici bir kural olan; 562/1’e göre, nama veya emre yazılı senet, ancak kendisine hak verdiği ve borç yüklediği tüm kişilerin muvafakati ile hamile yazılı senede dönüştürülebileceğini, bu muvafakatin doğrudan senet üzerine yazılması gerektiği, Bu muvafakat senet üzerine yazılmakla hamiline hisse senedi geçersiz hale geldiğini, oysa dava konusu senetler üzerinde nama çevrilmesi hususunda hiç kimsenin muvafakati olmadığı gibi, dosyaya sundukları senetler üzerinde hiç kimsenin muvafakatine dair imzası da söz konusu olmadığını, Halbuki müvekkilinin bu senetlerin meşru ve gerçek hamil olduğu kesinleşmiş mahkeme kararı ile sabit olduğunu, Bu genel kurulda TTK. md. 562 ‘ ye göre Hamiline hisselerin, nama çevrildiğini, o takdirde takdirde hisse senetlerinin üzerine, TTK. md. 562’ ye göre malik ve hak sahiplerinin muvafakat, ve imzaları alınmadığını, Bilirkişiler ısrarda ve inatla kesinleşmiş mahkeme kararına rağmen müvekkilinin maliki olduğu B grubu 9 adet 9 milyonluk hisselerin sahipliğini tartışma yaptıklarını, Bilirkişilerin bu görüşleri davalı tarafın Küçükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesine verilen 20. 05. 1999 tarihli dava dilekçesindeki iddialarının aşağı yukarı aynısı olduğunu, Davalı tarafın Küçükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesinin dava dilekçesinde senetlerin iptali ile ilgili iddialarının şu şekilde olduğunu; Şu andaki davalı … vekili dilekçesinde senetlerin kaybını; “Genet Kurul hazırlıkları sırasında hisse senetleri ibraz edilmek üzere arayıp bulunamaması üzerine” şeklinde açıklama yaparak en son hisse senetlerinin sahipliğinin delili olarak genel kurul hazirun cetvelini göstermekte olduğunu, Bu yıla ait genel kurul Hazirun cetvelinde B grubu senetlerden 79- 87 seri numaralı olanların, genel kurulda kimin tarafından temsil edildiği yani bu genel kurulda bu senetlerin gerçekten temsil edilip edilmediği tutanaktan anlaşılamadığını, Bu hususlar Küçükçekmece 2. Sulh Mahkemesinin dosyasında tartışılmış ve karara bağlanarak kesinleştiğini, Bilirkişi heyeti bu dosyayı dahi okumadan incelemeden rapor hazırladığını, Bilirkişi heyetinin raporu, Yargıtay denetiminden geçen Küçükçekmece 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2013/960 Esas ve 2014/80 Karar sayılı dosyası kapsamı, raporun kendi içinde tamamen çelişkili olması ve 6762 sayılı TTK 562.maddesinin emredici hükümlerine tamamen aykırı olması sebebi ile kabulünün mümkün olmadığını, (Yargıtay 11. Hukuk dairesinin 2014/16532 ve 2015/6562 K.) Söz konusu kararla ilgili olarak Yargıtay davalıların bütün itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun bulunan hükmün onanmasına karar verdiğini, Davalılar tarafindan söz konusu Onama Kararı, karar düzeltme talebinde bulunulması karşısında talep Yargıtay tarafından reddedilerek karar kesinleştiğini, Bu husustaki Küçükçekmece 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2013/960 E. ve 2014/80 K. sayılı dosya fotokopisi üç klasör halinde ilişikte sunulduğunu, Müvekkilinin hamiline hisse senetlerinin meşru hamili olduğu Yargıtay denetiminden de geçerek kesinleştiğini, Hal böyle almasına rağmen bilirkişi heyetinin, kesinleşmiş mahkeme kararına rağmen hamiline hisse senetlerinin davacı tarafa satılmış olduğuna ilişkin bir kaydın görülmediği yönündeki raporu, kesinleşmiş bir mahkeme kararını yok farz ederek, görmezlikten gelinerek bütün gerçekleri davalı taraf ile birlikte örtbas etmeye matuf, mahkemeyi yanıltmaya dönük durum olduğunu, Bilirkişilerce bu husustaki 12.06.2017 tarihli mahkemeye vermiş oldukları rapora itiraz dilekçesindeki itirazlarının hiçi değerlendirilmediği gibi okunup dikkate alınmadığını, Bu davanın müvekkilinin B grubu dava konusu hamiline hisse senedinin ne şekilde müvekkiline intikal ettiğinin araştırıldığı bir dava olmadığını, bu davanın 6762 sayılı TTK 562. maddesine göre yapılması gereken hamiline hisse senedinin namına tahvil işlemlerinin kanuna uygun olarak yapılıp yapılmadığı yönündeki bir dava olduğunu, Müvekkilinin yetkili hamil olduğu hususu Küçükçekmece 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nce yaklaşık 10 seneyi aşkın bir süre araştırıldığı vc karara bağlandığını, Bilirkişilerin görevi, kesinleşmiş bulunan hamiline hisse senetlerinin sahipliğini yeniden tartışmaya açmak olmadığını, bilirkişi heyetinin buna ne yetkileri ve ne de hakları söz konusu olmadığını, mahkeme de bilirkişi heyetine böyle bir yetki ve görev vermediğini, Bilirkişi heyetinin raporda bazı İsviçre kaynaklı alıntılar yapması ve bunu rapora yazması, kendilerini sanki bu işin uzmanı olarak göstermesi de ilmi yönden ayrı bir gariplik örneği olduğunu, Bilirkişilerin, yalan yanlış konu ile ilgili bulunmayan yabancı kaynaklı olarak sunulan bazı görüşler yerine dava dosyasındaki tarafların itiraz ve beyanlarını, kesinleşen dava dosyalarını okumaları ve irdelemeleri ve cevap vermeleri gerektiğini, ancak bilirkişiler ,yetki ve görevlerinin dışında davalı ile birlikte hukukun, aklın ve mantığın kabul edemeyeceği yollara başvurarak davah yanı haklı çıkarmanın yolunu aradıklarını, Bilirkişi raporunun 8. Sahifesinde; “Davacının davalı şirketin genel kurulunda alınan tahvil kararını bilmediği ve payları iyi niyetle iktisap ettiğini ileri sürmesi mümkün değildir. Bir an için duvacının söz konusu payların maliki olduğu kabul edilse bile genel kurulun butlan ile malul olduğuna ilişkin talebi değerlendirirken bir başka emredici kanun hükmünü dikkate almak gerekmektedir” dendiğini, Bu görüşü ve iddiayı davalı vekili bile cesaret edip bu güne kadar yazamadığını, Bilirkişinin bahsettiği emredici kanun hükmünün ne olduğu net olarak ortaya konmadığını, dürüstlük kuralı olaydan olaya, davadan davaya taraflardan beklenen bir durum olduğu, bu hususta emredici bir net düzenleme söz konusu olmadığını, Ancak, dava ile ilgili yukarıda yazılan Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin kararına göre müvekkilimizin, hisse senetlerinin meşru hamili olduğu kesinleşmesine rağmen, bunun görmezlikten gelerek tamamen davalının lehine olacak şekilde bilirkişilikle bağdaşmayan, dürüstlüğün kenarından bile geçmeyen bir rapor hazırlayan bilirkişilerin, dürüstlükten bahsetmeye kesinlikle hakları bulunmadığını, Bilirkişi raporunda, aradan uzun zaman geçtikten sonra tahvil kararının geçersizliğini ileri sürmek hakkın gecikerek kullanımı anlamına gelip, dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı yönündeki görüş ve kanaat usul ve kanuna tamamen aykırı olduğunu, Bilirkişilerin bu bususştaki Kök rapor 13. Sahifesinin; “Uyuşmazlık konusu olayda dava dışı şirketin hamiline paylarının şirketin 18.9.1996 tarihli olağanüstü genel kurulunda alınan bir karar ile nama yazılı hale getirilmesi söz konusu olup, uyuşmazlık tarihinde yürürlükte olan 6762 s. TTK md. 562 f2 gereği hamiline yazılı senetlerin nama yazılı senetlere tahvil edilebilmeleri için bütün pay sahiplerinin onayı gerekmektedir. Emredici nitelikteki bu düzenlemeye aykırılığın yaptırımı ise butlan olup, butlanın tespiti davası, TTK md. 445 vd. düzenlenen iptal davasından farklı olarak üç aylık hak düşürücü süreye tabi değildir. Hakkın kötüye kullanımı yasağının ihlali anlamına gelmeyecek sürede genel kurulda alınan kararın burlanı davası açılabilir. Anonim şirketin paylarının dönüştürülebileceği mülga TIK md. 410’da hükme bağlanmıştır. Bunun için aksine ana sözleşmede hüküm bulunmaması gereklidir. Bunun dışında payların tahvili için TTK md. 562 f.2 gereği bütün pay sahiplerinin onayı gerekmektedir. Yine anılan genel kurulda payların birleştirilmesine de karar verilmiş olup mülga TTK md. 400 f 2 gereği pay sahibinin muvafakatini almak zorundadır.” şeklinde olduğunu, Bu hususta TTK 562. Maddesinin; “Nama yahut emre yazılı senet, ancak kendisine hak verdiği ve borç yüklediği bütün kimselerin muvafakatiyle hamile yazılı bir senet haline getirilebilir. Bu muvafakatin bizzat senet üzerine yazılması gerekir. Hamile yazılı senetlerin nama veya emre yazılı senet haline getirilmesi hususunda da aym esas caridir. Bu son halde hak veya borç sahibi kimselerden birinin muvafakati bulunmazsa bu değişiklik, ancak değişikliği yapan alacaklı ile onun haklarına doğrudan doğruya halef olan şahıs arasında hüküm ifade eder.” şeklinde olduğunu, Keza mülga TTK 400. madde de bütün hissedarların muvafakatlerini aramakta olduğunu, ilgili maddede; ‘Hisse senedi şirkete karşı bölünemez. Bir hisse senedinin birden fazla sahibi bulunduğu takdirde bunlar, şirkete karşı haklarını ancak müşterek bir mümessil vasıtasıyla kullanabilirler. Müşterek bir mümessil tayin etmedikleri takdirde şirketçe bunlardan birisine yapılacak tebliğ hepsi hakkında muteber olur. Umumi heyet, esas sermaye miktarı aynı kalmak üzere esas mukaveleyi değiştirmek suretiyle hisse senetlerini itibari kıymetleri daha az olan hisse senetlerine bölmek veya itibari kıymetleri daha yüksek olan hisse senetleri halinde birleştirmek salahiyetini haizdir. Şu kadar ki; hisse senetlerinin birleştirilmesi her pay sahibinin muvafakatine bağlıdır. 399 uncu madde hükmü mahfuzdur. ‘ şeklinde belirtildiğini, Bu sebeple davalı şirketin hamiline hisse senetlerinin, bütün hisse senetlerinin toplanmadan, meşru hamillerinin senct üzerinde imzaları ile muvafakatleri alınmadan namına çevrilmesi mülga TTK. madde 400 ve m. 562’nin amir hükmüne aykırı olup, yapılan işlem butlanla makuldür. Butlanla geçersiz olan bir nevi değiştirme ve birleştirme işlemi için zamanaşımı söz konusu kesinlikle olmadığını, bu nedenle bilirkişi heyetinin uydurmuş olduğu objektif ve sübjektif şartlar geçerli bir durum ve olgu olmadığını, Bilirkişiler 12.06.2017 tarihli, bilirkişi raporuna karşı dilekçelerini okumadıklarını ve ortaya koydukları davanın gerçekleri ile hukuki yorumlara hiç cevap vermediklerini, davalıların 1996 yılındaki yapılan genel kurul ile şirkete ait bütün hisse senetleri hamiline iken namına çevrilmiştir. Bütün hamiline hisse senetlerinin toplanması kanuni bir zorunluluk olduğunu, bu nedenle dosyadan habersiz, yetkisi ve görevi dışında hazırlanan, menfaat karşılığı alınan uzman görüşüne benzeyen sadece hukuki inceleme ve değerlendirme olarak hazırlanan raporu kabul etmenin mümkün olmadığını, bilirkişinin bu raporlarını ,kopyalayarak gerekçe haline getiren mahkemenin vermiş olduğu karar da usul ve kanuna tamamen aykırı olduğunu, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile, mahkemenin gerekçeli kararına esas teşkil ettirilen bilirkişi raporu HMK 279/4.hükmüne, Yargıtay kararlarına, mülga TTK 562 ve 400 amil hükümlerine, kesinleşen Küçükçekmece 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin kesinleşen kararına aykırılık bulunmakta, kök rapor ile ek rapor arasında çok derin görüş ve ayrılığı ve çelişkiler içermekle, kabulü mümkün olmayan bilirkişi raporu esas alınarak davanın reddine dair verilen karar usul ve kanuna aykırı olmakla, ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, davalı şirketin,18/09/1996 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında alınan, “hamiline yazılı hisse senetlerinin nama yazılı hale tahviline ilişkin kararının” iptali istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davanın 14/07/2005 tarihinde İstanbul 4 ATM. De açıldığı, 22/11/2007 tarih ve 2005/245 E-2007/715 Karar sayılı yetkisizlik kararı üzerine dosyanın Bakırköy ATM.ye gönderildiği ve Bakırköy 3 ATM.ye tevzi edilmesi üzerine yargılamaya devam edildiği anlaşılmıştır. Anonim şirketlerde genel kurul kararlarının iptali 6762 sayılı TTK’nın 381 vd maddelerinde düzenlenmiştir, TTK 381 (6102 sayılı TTK 445.) Maddesinde genel kurul kararlarının iptali davası açabilecekler ve dava açma süresi gösterilmiştir. Buna göre genel kurul kararlarının iptali davası karar tarihinden itibaren 3 ay içinde açılmalıdır. Öngörülen süre hak düşürücü süre olup, iptal davasının belirlenen süre içinde açılmaması halinde dava dinlenilemez. Bunun tek istisnası butlan sebeplerinin varlığıdır. Bu butlan sebeplerinin varlığının ileri sürülmesi halinde süreye bakılmaksızın her ilgili genel kurul kararlarının batıl olduğunun tespitini mahkemeden talep edebilecektir. Somut olayda davacı,davalı şirketin 18/09/1996 tarihli olağanüstü genel kurulda almış olduğu hamiline yazılı hisse senetlerinin nama yazılı hale TTK 562 maddesine aykırı olarak döndürmüş olduğu iddiasıyla eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır. Dava tarihi itibarıyla iptali istenen genel kurul toplantısının üzerinden 6762 sayılı TTK’nın 381. Madde de öngörülen hak düşürücü süre geçmiş olduğu anlaşılmıştır. 6762 Sayılı TTK. Nın TAHVİL başlıklı 562 Maddesinde;” Nama yahut emre yazılı senet, ancak kendisine hak verdiği ve borç yüklediği bütün kimselerin muvafakatiyle hamile yazılı bir senet haline getirilebilir. Bu muvafakatin bizzat senet üzerine yazılması gerekir. Hamile yazılı senetlerin nama veya emre yazılı senet haline getirilmesi hususunda da aynı esas caridir. Bu son halde hak veya borç sahibi kimselerden birinin muvafakati bulunmazsa bu değişiklik, ancak değişikliği yapan alacaklı ile onun haklarına doğrudan doğruya halef olan şahıs arasında hüküm ifade eder,” hükmü düzenlenmiştir. Mahkemece alınan kök bilirkişi raporunda, davalı şirketin pay defteri ve 04/06/1987 tarihli hisse senedi teslim makbuzlarına göre,ihtilaf konusu … seri nolu B Serisi hisse senetlerinin …’a teslim edilmiş olduğu, davalı şirketin 1985, 1986, 1987, 1989,1992,1993,1997 yıllarında sermaye artırımına gitmesi üzerine pay oranlarının değiştiği belirtilmiştir. Davalı şirketin pay defteri ve dosyaya sunulan genel kurul hazurun cetvellerine göre hisse sahibi olarak görünen Dava dışı …’ın 1985-1997 yılları arasında raporda belirtilen miktarlarda hisse sahibi olduğu ve 1997 yılında şirket hisselerini …’a devrederek şirket ortaklığının sona erdiği, şirket hissesini devrettiği 16/05/1997 tarihine kadar şirketin genel kurullarına hissedar olarak katıldığı anlaşılmıştır. Davacı tarafça Sulh Hukuk Mahkemesi kasasına teslim edilen ihtilafa konu … nolu … Serisi hisselerin davacı tarafa satılmış olduğuna dair şirket defterlerinde kaydın olmadığı, buna karşın davalı vekili cevap dilekçesinde davacının elinde olan hisse senetlerinin 1986 yılında basılmış ve 1988 yılında gerçekleşen sermaye artışı ile yürürlükten kalktığı belirtilmiş ise de dava konusu senetlerin iptal edilerek yenisinin basıldığına dair herhangi bir delilin dosyaya ibraz edilmediği belirtilmiştir. Küçükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1999/978 esas sayılı dosyası ile, Davacı … vekili tarafından hasımsız olarak davacının hamili bulunduğu … A.Ş’ne ait 23.07.1986 tarihli Ticaret Sicil Gazetesinde yayınlanan genel kurul kararı ve esas sözleşme değişikliğine dayanılarak hisse senetlerinden davacıya ait … Grubu … seri numaraları arasında kayıtlı 10 adet her biri 1.0000.000 TL ‘lik toplam : 10.000.000 TL nominal değerde hisse senetlerinin kaybedildiği iddiası ile iptalleri ve zayi belgesinin verilmesinin istendiği mahkemece 1999/978 esas-2000/116 karar sayılı ve 01.02.2000 tarihli karar ile hisse senetlerinin iptaline karar verildiği anlaşılmıştır. Davacı tarafından Küçükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1999/978 esas-2000/116 karar sayılı ve 01.02.2000 tarihli kararın iptali için Küçükçekmece 2. Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açıldığı, mahkemece yapılan yargılama sonucunda 13/02/2014 tarih ve 2013/960 Esas – 2014/80 Karar sayılı kararı ile; Davanın KABULÜ ile K.çekmece 1 Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1999/978 Esas ve 2000/116 Karar sayılı hükmü ile verilen ve … A.Ş.’den alınan … grubu … seri numaraları arasında kayıtlı olan 9 adet her biri 1.000.000..(bir milyon eski TL ) olarak toplam 9.000.000 (9 milyon eski TL) yönünden kararın İPTALİNE, karar verildiği, verilen kararın temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2014/16532 Esas- 2015/6562 Karar sayılı kararı ile onandığı anlaşılmıştır. Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2008/55 esas sayılı dava dosyası ile; Davacı … tarafından davalılar … A.Ş, …, …, …, …, …, … aleyhine, davacının … A.Ş ‘deki ortaklığının tespiti ile davacıya ait hisse senetlerinin haksız zilliyetinden alınarak bu senetlerden kaynaklanan her türlü haklar ile birlikte davacıya iadesi ve davacının uğradığı zararların tazminine yönelik dava açıldığı ve derdest olduğu anlaşılmıştır. 6762 Sayılı TTK.nın 381 maddesinde Genel kurulda alınan kararların iptal edilebilirliği düzenlendiği halde 6762 Sayılı TTK.da butlanının düzenlenmediği ve 6102 Sayılı TTK’nunda butlan hali düzenlenmiştir. Kesin hükümsüzlük hali TBK’nın 27. (eski BK. 20) Maddesinde belirtilmiştir. Anılan BK’nun genel hükümlerinin ticari işlere de uygulanacağı tartışmasızdır. Bu bakımdan, nitelikleri itibariyle imkansız veya kanunun emredici hükümlerine aykırı olan yahut ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı bulunan genel kurul kararlarının da mutlak butlanla batıl olduğu ileri sürülebilecektir. Hukuki yararı olanlar, kararın mutlak butlan ile batıl veya geçersiz olduğunun tespitini talep edebilecektir. Böyle bir davanın iptal davasında olduğu gibi bir süreye tabi olmadan her zaman açılması mümkündür. Ayrıca, karara muhalefet ve karşı oy kullanma şartı da bulunmamaktadır. Uygulamada daha çok kanunun emredici hükümlerine uymamak durumu, genel kurulda alınan kararların mutlak butlanla batıl veya geçersizliği sonucunu doğurmaktadır. Özellikle toplantı ve karar nisabına uymadan kararlar alınması, en sık rastlanan geçersizlik halidir. Mahkemece alınan bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere iptali talep edilen dava konusu olağanüstü genel kurul toplantısına tüm pay sahiplerinin katıldığı ve dava konusu paylara malik dava dışı …’ın da toplantıya katıldığı, karara muhalif kalındığı ve tahvile onay verilmediğine dair dosyada bilgi ve belgenin olmadığı , kararın oy birliği ile alındığı anlaşılmaktadır. Bilirkişi raporunda, davacı tarafın paylara ne zaman sahip olduğu ve iptali talep edilen olağanüstü genel kurul karar tarihinde davacının pay sahibi olduğunun tesbit edilemediği belirtilmiş olup bu yönde davacı tarafça delilde sunulmadığı anlaşılmıştır. Davacı vekili, dosyaya sundukları hukuki mütalaanın rapor ile zıt görüş içerdiği iddiasında bulunmuştur. Davacı vekili tarafından ileri sürülen davanın esasına yönelik diğer istinaf sebeplerinin yargılama aşamasında verdiği beyan dilekçeleri ile de ileri sürüldüğü, ilk derece mahkemesince alınan bilirkişi raporlarında bu iddiaların değerlendirildiği anlaşılmıştır. Ilk Derece Mahkemesi bilirkişi heyetinden kök ve ek rapor rapor almıştır. Alınan raporlar kapsamlı ve detaylıdır. Kaldı ki HMK 282 mad. uyarınca “Hakim bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir” düzenlemesi uyarınca, bilirkişi ve uzman görüşü takdiri delil olmakla davacı vekilinin bu yöndeki istinaf sebebi yerinde görülmemiştir. İlk derece mahkemesi kararında davanın esasıyla ilgili tarafların gösterdiği hükme etki edecek tüm delillerin toplandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, ilk derece mahkemesi hüküm ve gerekçesinde davacı vekilinin istinaf nedenlerinin ayrıntılı olarak karşılandığı, yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan 98,10.TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30.TL istinaf karar harcından, istinaf eden tarafından peşin olarak yatırılan 35.90.TL harcın mahsubu ile bakiye 23,40.TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden üzerinde bırakılmasına, 5-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde artan gider avansı varsa avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 30/12/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.