Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2019/2723 E. 2021/1920 K. 30.12.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/2723 Esas
KARAR NO: 2021/1920 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 02/05/2019
NUMARASI: 2018/68 Esas 2019/362 Karar
DAVANIN KONUSU: Ticari Şirket (Genel Kurul Kararının İptali İstemli)
KARAR TARİHİ: 30/12/2021
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, davalı şirket nezdinde 31/10/2017 tarihinde ilanlı olarak olağanüstü genel kurul toplantısı yapıldığını, söz konusu olağanüstü genel kurul toplantısı gündeminin konusunun davalı şirket esas sözleşmesinin sermaye başlıklı 6. maddesinin değiştirilmesi olduğunu, müvekkilinin anılan olağanüstü genel kurul toplantısına katılımının engellendiğini, bu sebeple müvekkilinin azınlık pay sahibi olarak hak ve menfaatlerini korumak maksadı ile muhalefet şerhi de koyamadığını, hisse devrinden sonra çoğunluk hissedar …’ın azınlık hissedarlarının mali haklarını, bilgi alma ve inceleme haklarını gasp ettiğini, planlı olarak yapılan eylemler neticesinde müvekkilinin zarara uğradığını, davalı şirketin hakim hissedarının gereği yokken sermaye artırımı organize ederek azınlık konumunda bulunan müvekkiline ait payları eritme gayreti olduğunu, olağanüstü genel kurul toplantısına katılmak için pay sahiplerine usulüne uygun çağrı yapılmadığını, genel kurul toplantısının gündeminin belirli olmadığını, bu minvalde bir kararın alınacağı genel kurul toplantısı gündeminin açık, anlaşılabilir, genel kurulda karar vermeye ve oy vermeye elverişli olması gerektiğini, davalının hakim hissedar olarak iş bu hakimiyetini kötüye kullandığını, TTK hükümlerini açıkça ihlal ettiğini, basiretli bir tacir gibi davranmadığını, genel kurul toplantısı sermaye artış kararının afaki iyi niyet kurallarına ve dürüstlük kuralına aykırı olduğunu belirterek 31/10/2017 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında alınan sermaye arttırımı kararının kanuna, esas sözleşmeye ve özellikle dürüstlük kuralına aykırılık sebebi ile TTK 445 vd. maddeleri uyarınca iptaline, TTK 449 maddesi uyarınca ilgili kararların icrasının durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile, İrlanda’da tüzel kişiliği bulunan davacı şirketin yargılama masrafları dahil olmak üzere müvekkili şirketin dava sebebi ile uğrayabileceği zararları bakımından teminat yatırması gerektiğini, iş bu davanın hukuki dayanaktan yoksun, mesnetsiz ve kötü niyetli olduğunu, davalı şirkete çağrı prosedürüne uygun surette bildirimde bulunulduğunu, müvekkili şirket yönetim kurulunun 10/10/2017 tarih ve 2017/3 toplantı numaralı kararı ile TTK madde 376 şartlarının oluştuğundan olağanüstü genel kurulun toplanması için çağrı yaptığını, davacı şirketin gündemin belirliliği ilkesinin açıkça ihlal edildiğini, gündem maddelerinin kanuna aykırı olarak düzenlendiği ve iptal edilmeleri gerektiği yönündeki iddialarının gerçeği yansıtmadığını, TTK 446 maddesi altında iptal davası açabilecek kişilerin belirlendiğini, iş bu madde kapsamında davacı tarafça iddia edilen söz konusu aykırılıkların genel kurul kararının alınmasında etkili olmasının dava şartı olduğunu, pay sahiplerinin kararı iptal ettirebilmek için söz konusu aykırılığın genel kurul kararının alınmasını etkilediğini ispat etmekle yükümlü olduklarını, davacı tarafın beyanlarının afaki olduğunu, ilgili hususları ispata yönelik hiçbir delil ve belge sunmadığını, müvekkili şirketin hakim ortağın hisse devralmasından sonra büyük yatırımlar gerçekleştirdiğini, bu yatırımlar için finansal bir kaynağa ihtiyaç duyulduğunu, müvekkili şirketin artırım kararı almakla çoğunluk pay sahibi şirketten para alacağını yatırıma dönüştürmek sureti ile fedakarlıkta bulunduğunu, 30/09/2017 tarihli hesapları ile mali tabloları esas alınarak hazırlanan YMM özvarlık tespit raporuna göre öz varlığın -10.828.391,84-TL olarak tespit edildiğini, bu durumda 2.500.000,00-TL tutarındaki davalı şirket sermayesinin artırılması zorunluluğu doğduğundan sermayenin 27.000.000,00-TL’ye çıkartıldığını, sermaye arttırımı sebebi ile davacı tarafın herhangi bir hakkının ihlal edilmediğini, rüçhan haklarını kullanmaları için gerekli tüm prosedürün yerine getirildiini ancak davacı tarafın asıl amacının sermaye arttırımı yaptırmamak, şirkete herhangi bir katma değer sağlamamak olduğunu belirterek TTK 451 md. uyarınca genel kurul kararına karşı kötü niyetle iptal davası açan davacı şirketin, davalı şirketin uğradığı yahut uğrayacağı her zarardan sorumlu bulunmasına ve gerek dava masrafları gerekse uğrayacağı zararlar bakımından artırılan sermayenin %15’inden az olmamak üzere uygun bir teminata hükmedilmesine, davacı tarafın genel kurul kararının icrasının durdurulması ve yürütülmesinin geri bırakılması taleplerinin reddine, müvekkili şirketin 31/10/2017 olağanüstü genel kurul toplantısında alınan sermaye artırımı kararının esas sözleşmeye, dürüstlük kuralına ve yerleşmiş içtihada uygun olarak alındığından genel kurul kararının iptali talebinin reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 02/05/2019 tarih ve 2018/68 Esas – 2019/362 Karar sayılı kararında; “…Tüm delillerin değerlendirilmesi sonucunda; dava, davalı şirketin 31/10/2017 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında alınan 3 nolu kararın iptali talebine ilişkin olup, davacı vekili müvekkilinin 31/10/2017 tarihi itibari ile %25 hissedarı olduğu davalı şirketin 31/10/2017 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısına katılmak için müvekkiline usulüne uygun çağrı yapılmadığını, müvekkilinin bu sebeple toplantıya katılamadığını, gündemin belirli olmadığını, toplantıda sermaye artırımına ilişkin alınan kararın iyi niyet ve dürüstlük kurallarına aykırı olduğunu belirterek kararın iptali talebinde bulunmuş olup, davacının taleplerinin temel 2 hususa dayandığı, 1. hususun genel kurulun toplanmasında usulsüzlük, 2. hususun alınan genel kurul kararının esas olarak haksız ve kötü niyetli olduğu yönündedir. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle davacıya davaya konu 31/10/2017 tarihli olağan genel kurul toplantı çağrısının usulünce yapılıp yapılmadığının tespiti gerekmektedir. Genel kurul toplantısının hukuken geçerli olabilmesi için bütün pay sahiplerinin Türk Ticaret Kanunu’nda (md. 414), diğer özel kanunlarda ve ana sözleşmede belirtildiği şekilde toplantıya çağırılmaları şarttır. TTK 414 maddesi uyarınca genel kurulu toplantıya çağrının esas sözleşmede gösterilen şekilde ilan ve toplantı günleri hariç olmak üzere toplantı tarihinden en az 2 hafta önce Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi’nde yayınlanan ilan ile yapılacağı hüküm altına alınmıştır. Bunun tek istisnası TTK’nun 416. maddesinde öngörüldüğü üzere bütün pay sahipleri veya temsilcilerinin toplantıda hazır bulunmaları ve hiçbirinin toplantı yapılmasına ve karar alınmasına herhangi bir şekilde itiraz etmemesi halidir. Toplantı çağrısı kanun veya ana sözleşmeye göre, yetkili organ veya kişiler tarafından pay sahiplerine ve/veya temsilcilerine yöneltilen ve genel kurul toplantısına çağrı ile bu toplantının yerini, zamanını, gündemini ve katılma koşullarını içeren ilan veya mektup şeklinde yazılı bir irade beyanı veya bildirimi olup, hukuken zorunludur. Somut olayda 31/10/2017 tarihinde icra edilecek genel kurula ait çağrı mektubunun Beyoğlu … Noterliği’nde 16/10/2017 tarihinde hazırlatılarak davacı tarafa gönderilmek üzere 23/10/2017 tarihinde … Kargo firmasına teslim edildiği ve mektubun 26/10/2017 tarihinde davacı tarafa teslim edildiği, diğer yandan davalı şirket vekilinin davacı şirket vekiline 16/10/2017 tarihli e-posta ile genel kurul ilanını gönderdiği, 12/10/2017 tarihli e-posta ile yapılan telefon görüşmesine atfen ilgili dökümanları gönderdiği, genel kurula davet ilanının Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi’nin 16/10/2017 tarih 9430 sayılı nüshasında ilan edildiği anlaşılmıştır. Her ne kadar davalı şirketin yurt dışında olmasına dayalı olarak çağrı mektubu yasada ön görülen sürelerde tebliğ edilememiş ise de taraf vekilleri arasındaki e-posta yazışmaları ile davalı şirketin bilgilendirildiği, bu durumda davalı şirketin genel kurul çağrı ilanının usulüne göre yapılmadığını öne sürerek genel kurulun iptalini talep etmesinin dürüstlük kuralına aykırı olduğu, kaldı ki genel kurul toplantısında şirketin toplam 2.500.000,00-TL olan sermayesinden 1.875.000,00-TL’sine karşılık gelen (%75) pay sahibinin toplantıda hazır bulunduğu ve sermaye artırım kararının davalı şirketin %75 pay sahibi olan … A.Ş.’nin olumlu oyu ile alındığı, TTK ve şirket esas sözleşmesi kapsamında toplantı nisabının sağlandığı, bu durumda davacı şirketin genel kurul toplantısına katılmış olsa dahi alınan kararı değiştirecek bir çoğunluğa sahip olmadığı anlaşılmakla Yüksek Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin bu yöndeki yerleşik uygulaması da nazara alınmak sureti ile davacının çağrının usulsüz olduğu, gündemin belirli olmadığı yönündeki iddiaları kabul edilmemiştir. Davacının “genel kurul kararının esas olarak haksız ve kötü niyetli olduğu” yönündeki iddialarının incelenmesine gelince; dava konusu 31/10/2017 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında alınan 3 nolu kararın “…Şirket sermayesinin 2.500.000,00-TL’den 27.000.000,00-TL’ye artırılması ve bu kapsamda şirket ana sözleşmesinin 6. Maddesinin tadil edilmesine ilişkin görüşmelere geçildi. Şirket yönetim kurulu üyesi Sayın … söz aldı; şirket ana sözleşmesinin 9. Maddesi hükmü göz önünde bulundurulduğunda, şirketimizin 30/09/2017 tarihli mali tabloların incelenmesi sonucu şirketin öz sermayesini kaybettiği anlaşıldığından, yönetim kurulu tarafından bu konuda bir yeminli mali müşavir raporu hazırlattırıldığı, 25/10/2017 tarihli ve 47871 sayılı YMM raporunda da şirketin 30/09/2017 tarihli mali tabloların incelenmesi sonucunda “aktif toplamının 84.344.111,47-TL olduğunun ve borçlar toplamının 95.172.503,31-TL olduğunun veaktif toplamından borçlar düşülmesi sonucunda özvarlığının -10.828.391,84-TL” olduğunun tespit edildiği, şirketin gerek faaliyetlerini devam ettirebilmesi gerekse vergi, sigorta primi ve benzeri kamusal yükümlülüklerini yerine getirmesi açısından sermaye artırımı yapmasının zaruri olduğu hususları hakkında genel kurula bilgi verdi ve bu nedenle şirket genel kurulunu ivedilikle toplantıya çağırıldığı belirtilmiştir. Buna göre, TTK’nın ilgili hükümleri gereğince şirketin sermayesinin 2.500.000,00-TL’Den 27.000.000,00-TL’ye artırılması gerekliliği yönetim kurulu tarafından şirket pay sahiplerine vurgulanmıştır. Bu kapsamda TTK ve şirket ana sözleşmesi uyarınca şirket sermayesinin 2.500.000,00-TL’den 27.000.000,00-TL’ye artırılmasına ve artırılması için gerekli olan toplantı ve karar nisabının sağlanması nedeniyle şirket ana sözleşmesinin “sermaye” başlıklı 6. maddesinin iş bu genel kurul toplantı tutanağının ek-1’indeki şekli ile tadil edilmesine oy birliği ile karar verilmiştir…” şeklinde olduğu görülmüştür. Yukarıda özetlenen ve mahkememizce benimsenen bilirkişi raporunda yapılan tespite göre 30/09/2017 tarihli davalı şirket bilançosuna göre öz varlık tutarının -10.828.391,84-TL olarak belirlendiği sabittir. TTK 376 maddesi uyarınca sermaye ve yasal yedek akçeler toplamının belirli oranlarda azalması halinde yönetim kurulu bazı önlemler almakla yükümlü kılınmıştır. Ticaret Bakanlığı’nın 15/09/2018 tarih 30.536 sayılı resmî gazetede yayınlanan “6102 sayılı TTK’nun 376 maddesinin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar” tebliğinin 5 maddesi uyarınca yönetim kurulunun sermaye ile kanuni yedekler toplamının en az yarısının ya da 2/3’ünün zararlar sebebi ile karşılıksız kalması nedeni ile genel kurulu toplantıya çağırması, tebliğin 6. maddesi uyarınca son bilançoyu genel kurula sunması, durumu her ortağın anlayabileceği şekilde anlatması zorunludur. Sermaye ve yedek akçeler toplamının en az 2/3’ünün karşılıksız kalması halinde sermayenin 1/3’ü ile yetinilmesine ve TTK md. 373-375 uyarınca sermayenin bu oranda azaltılmasına, sermayenin tamamlanmasına veya sermayenin artırılmasına karar verebilir. Genel kurul bu önlemlerden birine karar vermediği takdirde şirket kendiliğinden sona erer. Somut olayda davalı şirket yönetim kurulunun tebliğin 6. maddesi kapsamında genel kurulu toplantıya çağırma kararı aldığı ve genel kurul toplantısında yasaya ve tebliğe uygun şekilde sermaye artırımı yapılmasına karar verildiği, şirketin mevcut mâli durumu nedeni ile sermaye artırımının zorunlu olduğu, bu nedenle anılan kararın esas sözleşmeye ve dürüstlük kuralına aykırı olmadığı, TTK 445 vd. hükümleri uyarınca iptali koşullarının gerçekleşmediği anlaşılmakla davanın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerektiği kanaatine varılmıştır. …”gerekçesi ile, Davanın reddine, karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile, Dava, Davalı şirketin 31.10.2017 tarihli olağanüstü genel kurul ile alınan sermaye artırım kararının usule, kanuna, afaki iyi niyet kurallarına ve dürüstlük kuralına aykırılığı sebebi ile TTK m. 445 vd hükümleri uyarınca iptali ve TTK m.449 uyarınca ilgili kararın icrasının durdurulması talepli olduğunu, Mahkemenin, 02.05.2019 tarihli kararı ile dosya kapsamı ve delil durumuna göre davanın reddine karar vermiştir ancak işbu ret kararının hukuka aykırı olduğunu, … A. Ş. (Şirket), çoğunlukla cam seramik ve boya sanayide ağırlıklı olarak kullanılan feldspat madenciliğinde faaliyet alanı olan bir şirket olduğunu, Bu şirketin faaliyet konusu olan feldspat madeni küresel ölçekte yüksek bir değere sahip olduğunu, o kadar ki dünya feldspat kaynaklarının %15’ine sahip olan Türkiye hem miktar hem kalite açısından feldspat madenciliğinde dünya lideri olduğunu, dolayısı ile üretiminin gerçekleştiği Türkiye’den yurtdışına ihracı yüksek, değerli bir maden yatırımı söz konusu olduğunu, 2013 yılında imzalanan Hisse Satış Sözleşmesi (“HSS”) (Ek-1) ile, …’in sahibi olduğu …, Şirket’in %75 hissesini devraldığını, bu anlaşma ile %25’e sahip azınlığa birtakım ayrıcalıklar verildiğini, bu ayrıcalıklardan biri ise yönetim kurulunda temsil edilme hakkı olduğunu, 2015 yılında … hisselerini …’a devrettiğini, Müvekkilinin ise 2016 yılında Hisse Satış Sözleşmesi diğer tarafı olan dava dışı …’ın paylarını devraldığını, gelinen noktada %75’lik hisse sahibi …, %25’lik ayrıcalıklı azınlık sahibi ise müvekkili olduğunu, ardından 31.10.2017 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında yapılan hukuka aykırı 24.500.000 TL sermaye artırımı ile bilinçli olarak müvekkili şirketin payları seyreltildiği ve müvekkili şirket tek seferde azınlık haklarını da kaybederek %2.315 pay oranına düşürüldüğünü, 2.500.000 TL olan Şirket sermayesinin bu denli yüksek sermaye artırımı, her ne kadar gerekçeli karar ile çağrı usulü ve gündeme ilişkin olarak aykırılık olmadığı kararı verilse de çağrı usulüne ve gündeme ilişkin gerekliliklere uygun çağrı yapılmayarak usule aykırı olarak gerçekleştirildiğini, kaldı ki; iyi niyet ve dürüstlük kuralınca yapılan açıklamalarda incelendiğinde fark edilecektir ki çağrıda usulsüzlük dahi bilinçli olarak yapıldığını, İlgili kararın TTK m. 449 uyarınca icrasının durdurulmasına karar verilmesi talep edilmişse de bu talep reddedildiğini, bu talebin reddi ilerleyen dönemde de Müvekkil’in ciddi hak kayıplarına sebebiyet verdiğini, müvekkilinin davacıya 22.03.2019 tarihli Yönetim Kurulu Kararı ulaştığı ve bu karar ile 12.04.2019 tarihinde yapılacak olağan genel kurul gündemi gönderildiğini, bu karara göre, henüz sermaye artırımına ilişkin uyuşmazlık devam ederken 23.000.000 TL tutarında sermaye azaltımına gidilmesi planlanmıştır. İlgili karar ulaşır ulaşmaz tekrar TTK md. 449 uyarınca sermaye artırım kararının yürütmesinin geri bırakılması yönünde taleplerinin oluşturulduğunu, zira söz konusu artış sebebi ile %2.315 pay oranına sahip müvekkilinin yönetimdeki hakları, kanuni azınlık hakları ve pay sahibi hakları bu karar ile elinden alındığını, kaldı ki planlanan azaltımın gerçekleşecek olması tam olarak dava konusu artırım kararının icrası niteliği taşıyacak ve geri dönülemez sonuçlara yol açacağını, buna rağmen 09.04.2019 tarihli ara karar ile “31.70.2017 tarihli genel kurul toplantısında alınan sermaye artırımı kararının yürütülmesinin durdurulması talebinin reddine” ve “12.04.2019 tarihli genel kurul toplantısında sermaye azaltım kararı alınmasının tedbiren durdurulması talebinin reddine” karar verildiğini, Söz konusu ara karara dair 10.04.2019 tarihinde istinaf incelemesi talep edilmişse de bu talebe ilişkin bir işlem yapılmadığı ve 12.04.2019 tarihinde planlandığı gibi sermaye azaltımı gerçekleştirildiğini, müvekkilinin bu noktada adil yargılanma hakkı dâhil sayısız hakkı ihlale uğradığını, söz konusu sermaye azaltımını da dikkate alıp sermayede yapılan bu anlamsız oynamalar için mevcut durumda yönetim kuruluna sorumluluk davası açıldığını, Esasa ilişkin olarak detaylıca anlatıldığı üzere yetersiz bilirkişi raporlarına itirazları ve açıklamaları hiçbir şekilde dikkate alınmayarak ve gerekçeli karara dahi konu edilmeyerek 02.05.2019 tarihli celsede davanın reddine karar verildiğini, her ne kadar gerekçeli kararın 27.05.2019 tarihinde yazıldığı görülmekteyse de 29.08.2019 tarihinde tebliğ edilmesi ve itirazları bu denli gecikmesi maalesef ki hak kayıplarının devamına sebebiyet verdiğini, gerekçeli kararda her nasılsa bunca celseden sonra etki kuralı da dikkate alınarak, çağrı ve gündem iddiaları kabul edilmemiş ve itiraza konu bilirkişi raporuna dayanılarak karar verildiğini, Çağrının usulsüz olduğu ve gündemin belirli olmadığı iddialarına yönelik ret kararının isabetsiz olduğunu, (TTK md. 446) TTK m. 446/1.b.’de sayılan koşullardan birinin bulunması durumunda karara olumsuz oy verip vermediği ya da muhalefeti toplantı tutanağına geçirtip geçirtmediği fark etmeksizin tüm pay ya da intifa hakkı sahipleri genel kurul kararları aleyhine iptal davası açabileceklerini, bu sayılan koşullardan en az birinin bulunması dava açılması için yeterli sayılacağını, Çağrının usule uygun yapıldığını, TTK md. 413 uyarınca, genel kurul toplantıya esas sözleşmede gösterilen şekilde, şirketin internet site-sinde ve Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde yayımlanan ilanla çağrılacağını, bu çağrı, ilan ve toplantı günleri hariç olmak üzere, toplantı tarihinden en az iki hafta önce yapılacağını, pay defterinde yazılı pay sahipleriyle önceden şirkete pay senedi veya pay sahipliğini ispatlayıcı belge vererek adreslerini bildiren pay sahiplerine, toplantı günü ile gündem ve ilanın çıktığı veya çıkacağı gazeteler, iadeli taahhütlü mektupla bildirileceğini, 31.10.2017 tarihli Olağanüstü Genel Kurul Toplantısına ilişkin çağrı her ne kadar TTSG’de yayınlanmış olsa da iadeli taahhütlü mektup ile gönderilmediğini, 23.10.2017 tarihinde … yolu ile gönderildiğini, 26.10.2017 tarihinde davacı müvekkil tarafından teslim alındığını, dava dilekçesi ekinde mevcut olduğunu, çağrının gereği gibi yapılmış olması için TTK md. 413’de belirtilen usullerden birinin yerine getirilmesi değil tamamının yerine getirilmesi gerektiğini, bu denli büyük bir değişikliğe ilişkin kararın değerlendirilmesi için gerekli süre müvekkiline sağlanmadığını, Gündemin belirli olmadığını, TTK m. 413 uyarınca usulüne uygun çağrının yapılmış olması için gündemin belirtilmesi bir zorunluluk olduğunu, bir an için toplantı çağrısının usule uygun bir zamanda gönderildiğini kabul etsek dahi içerik itibarı ile gündemin gereği gibi ilan edilmediğini, yeterli bilgi içermeyen bu çağrının sonuç doğurması beklenemeyeceğini, zira bilgilendirmenin yapıldığının kabul edilmesi için yalnızca gönderilen bilgilerin ulaşması yeterli değildir gündemin açıklığı olmazsa olmaz bir koşul olduğunu, ilan edilen gündem incelendiğinde görülecektir ki; gündemde yalnızca “esas sözleşmenin “sermaye” başlıklı 6. Maddesinin değiştirilmesi” ifadesi mevcut olduğu, hukuka uygun gündem ilanında değiştirilecek maddelerin eski ve yeni halinin belirtilmesi yalnız uygulamada görülen bir husus değil aksine menfaatleri koruyan ve hukuken zorunlu olan bir husus olduğu, pay sahiplerinin haklarının korunması bakımından gündemin net ve anlaşılır olması gerekli olduğu, sermaye maddesinin değiştirileceği belirtilmişse de 2.500.000 TL sermayeli bir şirkette 24.500.000 TL sermaye artışını gündemde açıkça belirtmemek iyi niyetten uzak bir davranış olduğu, kaldı ki TTSG’de ilan olunan yönetim kurulu kararında da finansal tablolar nazara alınarak iyileştirici önlemlerin alınacağı belirtilmiş sermaye artışına ilişkin olarak açık ibare kullanılmadığını, dolayısı ile bu denli önemli bir değişiklikte genel kurulda oy vermeye elverişli bir gündem belirlemesi olmadığını, Etki kuralının yanlış değerlendirilmekte olduğunu, Gerekçeli karar ile …’in 9675 pay sahipliği ile toplantıda gerekli nisabı sağlayarak şirket esas sözleşmesindeki nisabı sağlamış olduğu belirtilmiş ve etki kuralı olarak kabul gören kuralı dikkate aldığını, öncelikle belirtmek gerekmektedir ki Ek-1 ile sunulan HSS ‘de “8.3 Taraflar, Şirket’in ödenmiş sermayesinin 25.000.000,00-TL’nin (yirmi beş milyon Türk Lirası’nın) üzerine artırılması için gerekecek Genel Kurul toplantı nisabının Şirket sermayesinin en az 9680’ine sahip hissedarların hazır bulunması ve kararın nisabının ilgili Genel Kurul Kararı ile ilgili olarak Şirket sermayesinin en az 9680’ini temsil eden hisselere ilişkin oy haklarının olumlu yönde kullanılmış olması ile sağlanacağı konusunda mutabıktırlar. Alıcı Kapanış Tarihinden sonra sermaye artırımını birden çok seferde gerçekleştirebilir.” düzenlemesine gidildiğini, her nasılsa esas sözleşmeye bu nisap eklenmemiş olsa da taraflar arasında mevcut niyetin açık olduğu, bu denli yüksek meblağlı artışlarda 80 nisap arandığını, sermaye artışına ilişkin iyi niyet değerlendirmesinde detaylandırılacağı üzere neden 24.500.000.TL artış yapıldığı hiçbir zaman anlaşılamamış olup, yalnız bu bariyere takılmamak belirlendiği anlaşıldığını, Prof. Dr. … tarafından da belirtildiği üzere etki kuralının getiriliş amacı yersiz iptal davalarının engellenmesi olduğunu, ancak, her bir somut olayda değerlendirilmesi ve hükmün getiriliş amacını göz önünde bulundurmak gereklidir. Yalnız pay miktarına bakarak değerlendirme yapmak hükmün getiriliş amacını zedelemekte olduğunu, Mahkemeye dayanak olabilecek bilirkişi raporu sağlanmadığını, gerekçe olarak kullanılan kılavuz bakımından hatalı olduğunu, Mahkemenin 17.05.2018 tarihli ara kararı ile iptali istenen genel kurul kararının meydana gelişi veya içeriği itibariyle yasaya, ana sözleşmeye veyahut dürüstlük kuralına, emredici hükümlere, ahlaka ve kişilik haklarına aykırı olup olmadığının tespiti, şirketin mali durumunun tespiti ile sermaye artırımının zorunlu olup olmadığının tespiti hususunda bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verildiğini ve bilirkişiler atandığını, 25.09.2018 tarihli Bilirkişi Raporu ile kök rapor oluşturulduğunu, ardından raporun mali ve hukuki açıdan yetersizliği sebebi ile yeni bir heyetten yeni bir bilirkişi raporu alınması tarafımızca talep edildiği ve ek rapora gidildiğini, 06.03.2019 tarihli ek rapor ile yine eksik incelemeler yapıldığı, mali açıdan yetersiz bulunan kök rapordan ayrılınmamış ve dolayısı ile ek rapora itiraz edilmiştir. Ancak 02.05.2019 tarihli karar duruşmasında taraflarınca yapılan yeni heyet ve rapor talebi reddedilerek dosyanın karara çıkarıldığını, Kullanılan mevzuatın hatalı olduğunu, Bilirkişi kök raporda da son raporda da öz varlık tespit raporunu ve şirket borçlarını ele alarak şirketin borca batık olduğunu ve TTK 376/3 madde hükümlerinin uygulanarak sermaye artırımının zorunlu olduğu sonucuna vardığını, borca batık bir şirketin TTK ve İİK uyarınca uygulayacağı kurallar belli olduğunu, bilirkişi de hem YMM Öz Varlık Tespit Raporu ile hem de mali değerlendirme ile şirketin borca batık olduğu sonucuna ulaştığını, Bilirkişi tespitlerinde borca batıklık dolayısı ile TTK 376/3 hükmünün uygulanacağını ifade edip bunun sonucunda da sermaye artırımının kaçınılmaz olduğu belirtildiğini, ancak bilindiği üzere, borca batıklık halinde uygulanacak TTK 376/3 maddesinde; “Şirketin borca batık durumda bulunduğu şüphesini uyandıran işaretler varsa, yönetim kurulu, aktiflerin hem işletmenin devamlılığı esasına göre hem de muhtemel satış yatları üzerinden bir ara bilanço çıkartır. Bu bilançodan aktiflerin, şirket alacaklılarının alacaklarını karşılamaya yetmediğinin anlaşılması hâlinde, yönetim kurulu, bu durumu şirket merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesine bildirir ve şirketin iflasını ister. Meğerki, iflas kararının verilmesinden önce, şirketin açığını karşılayacak ve borca batık durumunu ortadan kaldıracak tutardaki şirket borçlarının alacaklıları, alacaklarının sırasının diğer tüm alacaklıların sırasından sonraki sıraya konulmasını yazılı olarak kabul etmiş ve bu beyanın veya sözleşmenin yerindeliği, gerçekliği ve geçerliliği, yönetim kurulu tarafından iflas isteminin bildirileceği mahkemece atanan bilirkişilerce doğrulanmış olsun. Aksi hâlde mahkemeye bilirkişi incelemesi için yapılmış başvuru, iflas bildirimi olarak kabul olunur.” şeklinde olduğunu, Görüldüğü gibi kanun lafzı Sayın bilirkişinin tespit ettiği üzere sermaye artırımı zorunluluğunu doğurmayacağı, aksine söz konusu maddede sermaye artırımı bir seçenek olarak dahi belirlenmediği, TTK m. 376/3 uyarınca doğrudan sermaye artırımına gidilmesi mümkün olmadığı, ayrıca, İİK 345/a “İdare ve temsil ile görevlendirilmiş kimseler veya tasfiye memurları, 179 uncu maddeye göre şirketin mevcudunun borçlarını karşılamadığını bildirerek şirketin iflasını istemezlerse, alacaklılardan birinin şikâyeti üzerine, on günden üç aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır” hükmünü getirdiğini, bu hüküm TTK m. 376/3 ile birlikte değerlendirildiğinde, borca batıklık durumunda uygulanacak kuralların emredici olduğunu ortaya koyduğunu, borca batık şirket mahkemeye durumu bildirmek sureti ile iflas veya konkordatoya karar verilmesini istemek yahut TTK m. 376/3 ile belirtildiği gibi borca batıklığı ortadan kaldıracak miktarda alacak için sırada sona gitme beyanı veya sözleşmesinin varlığı hâlinde, gerekli bilirkişi incelemesinin yapılması için, mahkemeye, icabında aynı zamanda iflas bildirimi olarak da kabul edilecek olan başvuruyu yapmak zorunda olduğunu, sermaye artışına gitmek uygun olmadığını, Bilirkişi raporuna itirazda belirttikleri ve sunulan mütalaada da belirtildiği gibi bilirkişi raporundan gerekçeli karara temel oluşturan “6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 376. Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Tebliği” somut olayda uygulanamayacağını, söz konusu tebliğ 15.09.2018 tarihinde yürürlüğe girmiş olup genel kurul kararı 31.10.2017 tarihinde alındığını, kaldı ki sunulan Prof. Dr. … tarafından kaleme alınmış mütalaa ile de görülebileceği gibi söz konusu tebliğ normlar hiyerarşisi bakımından yasaya aykırı olduğunu, dolayısı ile HMK m. 35 uyarınca “Hakim Türk hukukunu re’sen uygular” düzenlemesi gereği hem zaman açısından hem yasa açısından uygulanmaması gereken bu tebliğin dayanak olması imkansız olduğunu, bunca sunulan itiraza rağmen bu durumun hem bilirkişi hem mahkeme tarafından gözden kaçması iddialarımızın hiç incelenmediğini apaçık ortaya koyduğunu, Mali açıdan gerekli değerlendirme yapılmadığı ve itirazların incelenmediğini, Dava konusu kötü niyetli sermaye artırımının yasaya, dürüstlük kuralına, iyi niyet ve ahlaka uygunluğu değerlendirilirken en temel niyet gösterici unsurlar şirketin mali hareketleri ile belirlenebilir. Hukuken alınan tedbirler ve mali hareketler yapılan sermaye artırımının salt ortağın payını eritmek için mi yoksa gereklilikten mi yapıldığını ortaya koyabileceğini, somut olayda hâkim şirket ve bağlı şirketler mevcut olduğu için para hesaplarında yapılan şüpheli hareketlerle şirket borç meblağı artırılmış ve özellikle ortaklar borç hesabı sebebi ile şirket borca batık hale gelmiştir. Dilekçelerimiz ve itirazlarımızda toplam borcun %40,50 sini oluşturan bu ortaklar borç hesabının, stok ve pazarlama giderlerinin incelenmesi için defalarca talepte bulunulduğunu, buna rağmen esasa ilişkin karar bu incelemelerin hiçbir şekilde yapılmadığı kök rapora binaen verildiğini, mali açıdan ayrılınmayan kök rapordaki çoğu itirazları 1. Görev kapsamında yer almadığı 2. Ticari defterlere yönelik bir görevlendirme bulunmadığı 3. Bu yönde inceleme yapılacaksa da hesapların geriye doğru denetlenmesi şeklinde değil ancak ilgili dönem mizanında yer alan hesap tanımlamaları çerçevesinde yapılabileceği gerekçeleri ile incelenmediğini, bu noktada özellikle detaylandırdıkları dikkate alınmayan bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinin değerlendirilmesini talep ettiklerini, Özetlemek gerekirse; Sermaye artışının zorunlu olup olmadığı incelenmediğini, Bilirkişilerce TTK 376/3 uygulamasının yapılacağı belirtilmişse de iyileştirici önlemler konusunda bir değerlendirme yapılmadığı, şirket öz varlığının yitirilmesi durumunda yapılacak iyileştirici önlemler hukukumuzda yalnızca sermaye artırımından ibaret olmadığını, Sermaye artırımının zorunluluk olup olmadığı tam olarak görevlendirme kapsamında olduğu, Kaldı ki yine görevlendirme kapsamında olan dürüstlük kuralına aykırılık oluşturup oluşturmadığı hususu bu tespit ile belirlenebileceğini, dolayısı ile bu zorunluluğun tespitinin açıkça ortaya konulması gerekirken hiçbir açıklama sağlanmadan sermaye artışına gidilmesinin kaçınılmaz olduğu şeklinde tespitin isabetsiz olduğunu, Sermaye artış değerinin neden 24.500.000 TL olduğu hiçbir şekilde açıklanamadığını, Sunulan mütalaa ile detaylı olarak görülebileceği gibi Yargıtay içtihatlarıyla da sabit olduğu üzere yapılan sermaye artırımına gerekliliğin bilirkişilerce belirlenmesi ve eğer ihtiyaç duyuluyorsa da bu meblağın değerinin tespiti gerekmektedir. Sayın bilirkişi kök raporda da TTK m. 376/2 uygulaması yaparken sermayenin 1/3’ü ile yetinilmesi gerekliliği ile 10.829.225,17 TL sermaye artırımı yapılması tespitinde bulunmuştur ancak yapılan 24.500.000 TL’lik artışa neden ihtiyaç duyulduğunun mali ve dürüstlük kuralı açısından incelemesine hiçbir şekilde gidilmediğini, buna ilişkin olarak gerekçeli kararda da bir değerlendirme yapılmadığını, Yargıtay kararlarında, kararın dürüstlük kuralına aykırı olup olmadığında önemli olan hususun sermaye artırımının, şirketin sermaye ihtiyacından çok pay sahiplerini zarara uğratmak ve onların şirketteki kâr, tasfiye payı ve oranlarını azaltmak maksadıyla yapılıp, yapılmadığı olduğunu vurgulandığını, kaldı ki raporla da sabit olduğu üzere ortaklar borç hesabı 940,50 eksi değer oluşturuyorken bu gerekliliğin incelenmemesi temel bir eksiklik olduğunu, Sermaye artışından sonra yapılan ödemenin nakit kaynak ile yapılması itirazlarına rağmen değerlendirilmediğini, Ortaklara borç kaleminin neredeyse ortaklığın iflasına sebebiyet verdiği somut olayda kök bilirkişi raporuna bu açıdan değerlendirilme yapılması için itirazda bulunulmuştu. Zira somut uyuşmazlıkta yapılan sermaye artırımını yapan hâkim ortağın ortaklar borç hesabında 38.559.739,80 TL tutarında bir bakiyesi mevcut olduğu, bu bakiyeye rağmen sermaye artışını takiben konulan paranın takas usulü ile değil de nakit kaynak olarak yapıldığı görüldüğünü, Bunun altında yatan sebep yalnız itirazlarımız sebebi ile değil yine dürüstlük kuralına uygunluk görevlendirmesi altında incelenmesi gerekirken hiçbir suretle incelenmediğini, bilirkişinin raporda nakit artışın sebebine ilişkin incelemenin, denetim kapsamında değerlendirilebileceği gerekçesi ile görev kapsamında olmadığını ifade etmiştir. Bu durumun tespiti için nakit kaynağın izlenmesi gerekliliği ve hesapların geriye doğru izlenmesi yönteminin kullanılması gerektiğini belirttiği, yeni raporda da geriye doğru denetleme şeklinde yapılması gerekliliği ileri sürülerek incelenmediğini, dolayısı ile çelişen sebeplerle inceleme yapılmadığını, bu yönüyle bilirkişi heyeti de bu incelemenin yeterli olmadığı hususunu teyit etmiş olduğunu, bilirkişi bunun tamamen farkında olup, bu şekilde bir incelemeye gitmeden temelden yoksun olarak şirketin nakit kaynağa ihtiyacı olduğu değerlendirmesini yaptığını, kaldı ki tekrar belirtmek gerekir ki bu inceleme dürüstlük kuralına aykırılık ve gereklilik noktasında tam olarak görevlendirme kapsamında olduğunu, Ortaklar borç kaleminin bu duruma sebebiyet vermesi hiçbir şekilde incelenmediği ilgili itirazları göz ardı edildiğini, şirketin dava dışı … A. Ş.’ye 38.592.201,88 TL tutarında olan borcu, şirketi borca batık hale getirdiğini, bu borç tutarının %40,50 eksi değer oluşturduğunu, dolayısı ile şirketi borca batıklığa sürükleyen bu hesabın detaylarının araştırılması taraflarınca talep edildiğini, Bilirkişi sunulan muavin ektresine dayanarak bu borçların çoğunun hesap hareketi olduğu belirlendiğini, buna rağmen yeniden hesapların geriye doğru izlenmesi yöntemi ile uygulanacak denetim prosedürünün işletilmesi ile temellerinin anlaşılabileceği belirtilerek inceleme yapılmadığını, yine hatırlatmak gerekir ki kök raporda hesapların geriye doğru denetlenmesi yönteminin kullanılmayacağı gerekçesi ile inceleme yapılmadığını, sonuç itibariyle ek raporda da bu husus irdelenmemiş ve davalı şirketin yakın bir tarihte şirketin pay sahibine borçlanması ve bu durumun şirketi adeta iflasa sürüklemesi üzerine sermaye artırım kararı alınmasında güdülen şirket menfaatinin ne olduğu hususu somut olarak belirlenemediğini, bu husus aydınlatılamadan gerekçeli kararda bu rapor kullanılarak sonuca varılmıştır. Belirtilen hesap detaylıca incelenmeden ve özellikle nakden temin edilen 18.375.000,00 TL’lik tutarın şirkete girdikten sonra hangi amaçla ne şekilde harcandığı, kimlere, ne kadar ne şekilde ödeme yapıldığı ortaya çıkartılmadan verilen karar, bu borç hesabının muhasebesel kayıtla yaratılmak sureti ile sermaye artırımı için bir araç olarak kullanıldığı şüphesini bertaraf etmediğini, Dürüstlük kuralı ve iyi niyet değerlendirme yapılmadığını, Yapılan sermaye artışlarının dürüstlük kuralına uygun olup olmadığı konusunda şirket ve ortaklar menfaatinin uyum içerisinde olup olmadığı dikkate alınması gerektiğini, bu açıdan ele alındığında yapılan işlemin başkalarına zarar vermeden veya en az zarar verecek şekilde, hakların sakınılarak kullanılması ilkesine uygunluk ile gerçekleştirilmesi gerektiğini, Uyuşmazlık konusu artırıma bakıldığında yapılan artırım sonucu, müvekkili Davacı’nın %25 olan pay oranı 902.314 oranına düşmüştür. Bu azalma sonucunda müvekkilimin ortaklığa katılımı engellendiğini, zira esas sözleşme 11. Madde ile belirtildiği üzere ancak şirket sermayesinin 9625’i ve daha fazlasına sahip paydaşlar şirket idaresi ve işlerine dahil olabilmekte olduğunu, bunun yanısıra tek işlemde müvekkili %10 oranının altına düşürüldüğünü, yani, bu tek işlemle müvekkili davacının kanuni azınlık hakları, Esas Sözleşme ve HSS ile sahip olduğu haklardan mahrum bırakıldığını, en başta Yönetim Kurulu üyelerinden birini tayin etme hakkı elinden alındığını, davalı şirket ve onun çoğunluk pay sahibi … Grubu’nun kendilerince tek bir kararla birçok hedefe ulaştığını söylemek yanlış olmayacağını, özellikle bilirkişi kök raporunda tespit edildiği üzere sermayenin 1/3’ü ile yetinilerek 10.829.225,17 TL artırım ile şirket menfaatleri korunabilecek iken yapılan bu artışın sebebi davalılar tarafından ortaya konulamadığını, ve hatta, bilirkişi raporu ile bu belirlenmenin yapılmış olmasına rağmen yine bilirkişilerce artış oranının dürüstlük kuralı çerçevesinde incelenmediğini, Dava görülürken gerçekleştirilen sermaye azaltımı dikkate alınmadığını, Sermaye artışına ilişkin dava süregelirken, bu sermaye artışının şiddetle Davalı tarafından savunulduğu, bilirkişi raporlarınca eksi değerler yüzünden gerekli olduğu iddia edilirken 22.03.2019 tarihli Yönetim Kurulu Kararı ile 12.04.2019 tarihinde gerçekleşecek olağan genel kurul toplantı gündeminde Şirket’in 27.000.000 TL’ye çıkarılmış sermayesinin 4.000.000TL’ye indirilmesinin görüleceğinin belirtildiği, bu noktada yukarıda belirtilmiş olunan icranın durdurulması, istinaf gibi elde olan tüm imkanlar kullanılarak bu kararın alınması ile müvekkilinin yaşayacağı bu büyük mağduriyetin önüne geçilmek istendiğini, Hâkim pay sahibi kötü niyetini burada da ortaya koyduğunu, bu durum açıkça dava dosyasında dile getirildiği, bilirkişi itiraz ve beyanda ortaya konulduğu ve talepler yazıldığını, yine de bu yeni durum mahkeme tarafından hiçbir şekilde değerlendirilmediğini, gerekçeli kararda dahi bahsi geçmediğini, davalının planlı bir şekilde önce 2.500.000 TL’lik sermaye içindeki %25 payı 27.000.000 TL’de 962.314’e düşürdüğü sonra da bu yapılan azalışla 4.000.000 TL içerisinde %2.314’e getirdiğini, bu denli büyük, planlı bir kötü niyetin mahkeme tarafından görmezden gelinmesi şaşırtıcıdır, açıkça hukuk bu operasyona alet edildiğini, tüm bilirkişilerin ve Davalının ileri sürdüğü mahkemece kabul edilen sermaye gerekliliği, nakit sermaye ihtiyacı gibi sebepler bir işlemle daha kendi kendini çürüttüğü ancak mahkemece bu durum incelenmediğini, davalı şirket tarafından alınan kararın geçersizliğine yol açacak çok sayıda emredici kanun hükmünü, Esas Sözleşmeyi, HSS’yi, dürüstlük kuralını, ahde vefa ilkesini aynı anda ihlal ettiğini, Her biri ayrı ayrı 15.01.2013 tarihli genel kurul toplantısında alınan kararın geçersizliği için yeterli sebep oluşturan gerekçelerinin; Dava konusu sermaye artırımı kararı, esas sözleşmede %25’e tanınan imtiyazı hiçe saydığı için, imtiyazlı pay sahiplerinin haklarını ihlal edecek nitelikte olduğu için Ticaret Kanunu’nun 454. maddesi uyarınca geçersiz olduğunu, şirket esas sözleşmenin 11. Maddesine göre şirketin bir üyesi şirket esas sermayesinin %25’ine ve daha fazlasına tekabül eden şirket hisselerinin sahibi olanlar arasından seçileceğini, dava konusu olağanüstü genel kurul toplantısı ile davacı şirketin pay oranı yaklaşık 962.314’e düşürülerek kendisinin yönetim kurulu üyesi belirleme hakkı da elinden alındığını, bu da alınan kararın TK m. 445/1 anlamında dürüstlük kuralına da aykırı olduğunu gösterdiğini, Alınan karar, hissedarlar sözleşmesinde öngörülen 9680 ile karar alma kuralını ihlal ettiği ve bu sözleşmenin amacına aykırı olduğu için kötü niyetlidir ve 445. Madde uyarınca geçersiz olduğunu, Özellikle yeni genel kurulda sermayenin tekrar 27.000.000-TL’den 4.000.000-TL’ye indirilmesi yönündeki yönetim kurulu kararı da dikkate alındığında müvekkili şirketin payının, salt genel kurul kararları ile (deyim yerindeyse hukuk kurallarının kötü niyetli tatbiki sonucu) 9125’ten 92,3’e indirilmesi nedeniyle alınan karar 445. Madde kapsamında geçersiz olduğunu, şirketin daha önce 9675’lik payını Hisse Satış Sözleşmesi ile devralan davalı şirketin hâkim ortağı …, işbu sözleşmedeki söz ve taahhütlerine de aykırı bir şekilde müvekkil şirketi tamamen şirket dışına itme, baskı sonucu yıldırma ve kalan paylarını bedelsiz şekilde ele geçirme niyet ve düşüncesiyle hareket ettiğini, Bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere davalı şirketin mali durumu 10.829.225,17 TL sermaye artışı ile düzelebildiğine göre, bu kadar yüksek meblağlı artışa gidilmesindeki gayenin, azınlık pay sahibinin payının sulandırılması olduğunu, bu sebeple de alınan karar 445. Maddeye göre geçersiz olduğunu, Alınan sermaye artırımının gerekçesi hiçbir şekilde açıklanamadığı için, şirketin bu sermayeye ihtiyacı bulunmadığı, somut bir yatırım planı mevcut olmadığı, günlük ihtiyaçlar vergi vb ödemeler için 24.500.000-TL tutarında artırım olmasının izah edilebilir bir yönü olmadığı için karar 445. Madde kapsamında dürüstlük kuralına ve hakların sakınılarak kullanılması ilkesine aykırıdır ve geçersizdir. 31.10.2017 tarihli genel kurul tutanağında artımının gerekçesi olarak bir taraftan “şirketin öz sermayesini kaybettiği anlaşıldığından” denilmiş bir taraftan “şirketin gerek faaliyetlerini devam ettirebilmesi gerekse vergi, sigorta primi ve benzeri kamusal yükümlülüklerinin yerine getirmesi açısından sermaye artırımı yapmasının zaruri olduğu” denilerek hem çelişkili gerekçeler gösterildiği hem de artırımın gerçek bir gerekçesinin olmadığı ortaya konulduğunu, şirketin öz sermayesini yitirmiş olması durumunda yapılması gereken artırım kararı alınması değil şirketin iflasının istenmesidir (Ticaret Kanunu m. 373/6, İİK345/a). Nitekim cevap dilekçesinde dahi artırım kararı öncesi şirketin borca batık olduğu vurgulandığını, Bu kadar yüksek tutarda bir sermayenin peşin ödenmesinin öngörülmüş olması salt müvekkilinin rüçhan hakkını kullanmasına mani olmak için olduğunu, kötü niyetin açık olduğunu, kararın iptal edilmesi gerektiğini, müvekkilinin rüçhan hakkını kullanamadığı için pay oranı %25’ten %2,3’e düştüğünü, müvekkilinin bir şekilde rüçhan hakkını kullanabilmiş olsaydı o zaman da çoğunluğa sermaye sağlamış olacağını, müvekkilinin bu kadar yüksek bir meblağı karşılığı olmaksızın ödemekle pay oranının %2,3’e düşmesi arasında bir tercihte bulunmaya zorlandığını, davalı şirketin ve çoğunluğun buna hakkı olmadığını, kaldı ki bu tercihi yapmaya gelmiş çoğunluk şirkete sonradan dahil olduğunu ve açık olduğunu ki şirket menfaatini hiçbir şekilde dikkate almadığını, Şirket hiç gereği olmadığı halde çoğunluk pay sahibine borçlandırıldığını, sonrasında bu borç temeli ile sermaye artırım kararı alarak müvekkil şirketin pay oranı %2,3’e tek işlemle düşürdüğünü, artırım kararı kötü niyetlidir ve geçersiz olduğunu, Bizzat …’ın internet sayfasında …’in ne denli büyük ve değerli bir yatırım olduğu belirtildiğine göre müvekkilinin bu yatırımın %22.7’sinden mahrum edilmesi sonucunu doğuran karar dürüstlük kuralına aykırılık nedeniyle geçersiz olduğunu, Borca batık durumdaki bir anonim ortaklığın, doğrudan sermaye artırımı kararı alması hukuken olanaklı olmadığı için karar batıl olduğunu, (TK 376/3, İİK 345/a). davalı dilekçelerinde artırımın borca batıklık gerekçesiyle gerçekleştirildiği belirtildiğine göre şirketin iflasını talep edilmesi ya da gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini, Bilirkişi raporunda, verilen görev kapsamında bir değerlendirme bulunmadığı için, mali yönden ortaya konulan görüşler çelişkili olduğu için ve hukukçu bilirkişinin rapora hiç katkısının olmadığı görüldüğü için alınan rapor hükme esas olacak nitelikte olmadığını, Toplantıya çağrı usulüne uygun gerçekleştirilmiş olmadığı için artırım kararı iptal edilmesi gerektiğini, Davalı şirketin artırımın gerekçesine ilişkin gerek toplantı tutanağındaki gerek cevap dilekçelerindeki çelişkili beyanları da kötü niyeti ortaya koymakta olduğunu, Görüldüğü üzere 31.10.2017 tarihinde alınan sermaye artırımı kararının geçersizliğine (butlanına ve iptaline) karar verilmesi için çok sayıda sebep mevcut olduğunu, Mahkemenin 17.05.2018 tarihli ara kararı ile iptali istenen genel kurul kararının kararın meydana gelişi veya içeriği itibariyle yasaya, ana sözleşmeye veyahut dürüstlük kuralına, emredici hükümlere, ahlaka ve kişilik haklarına aykırı olup olmadığının tespiti, şirketin mali durumunun tespiti ile sermaye artırımının zorunlu olup olmadığının tespiti hususunda bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiş ve 25.09.2018 tarihli Bilirkişi Raporu ile kök rapor oluşturulduğunu, oluşturulan raporun, davalının ticari defter ve kayıtlarını içermemesi sebebi ile bu yönde yetkilendirme yapılarak ek rapora gidilmiştir. Ancak, 06.03.2019 tarihli Bilirkişi Raporu ile görülmekte olduğu ki her ne kadar ticari defterler ve mali kayıtlar ele alınmış olsa da görevlendirme kapsamında yine değerlendirme yapılmadan sonuca ulaşılmış, sağlanan ticari kayıtlara rağmen mali yönden kök rapordan ayrılmayı gerektirecek bir husus bulunmadığını, Hukuk bilirkişisinin de rapora ne tür bir katkısı olduğu anlaşılamadığı, yukarıda detayları verildiği üzere özellikle borca batıklık, hakların sakınılarak kullanılması, dürüstlük kuralı gibi sermaye artırımlarında incelenmesi gereken hususlar incelenmemiştir. Anılan sebeplerle mahkeme kararının kaldırılarak genel kurulda alınan sermaye artırımı kararının iptaline karar verilmesinin hukuki bir zorunluluk olduğunu, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, davalı şirketin 31.10.2017 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında alınan sermaye artırımı kararının kanuna, esas sözleşmeye ve özellikle dürüstlük kuralına aykırılık sebebiyle TTK m. 445 ve devamı hükümlerince iptaline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, davalı şirketin 31/10/2017 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında alınan sermaye artırımı kararının kanuna, esas sözleşmeye ve dürüstlük kuralına aykırı olduğu iddiası ile TTK 445 vd. hükümleri uyarınca iptali talebine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine, karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davacı tarafça, davalı şirketin 31/10/2017 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında sermaye artırımı yaparak, şirket sermayesini 2.500.000,00 TL’ den bilahare 27.000.000,00 TL’ ye çıkardığı, genel kurul çağrısının usulüne uygun yapılmadığı ve işbu sermaye artırımının TTK’nın emredici hükümlerine aykırı olduğu, sermaye arttırımının davacı pay sahibini zarara uğratmak amacıyla yapıldığı iddiasıyla genel kurul kararın iptali talep edilmektedir. Olağanüstü genel kurul kararından önce, davalı şirketin iki ortaklı olup sermayesinin 2.500.000,00 TL. Olduğu, İtibari değeri 1.875.000,00 TL. Olan 1.875.000 adet hissenin dava dışı … AŞ.ye ait olduğu, itibari değeri 625.000,00 TL. Olan 625.000 adet hissenin davacı … şirketine ait olduğu anlaşılmıştır. İptali talep olunan kararın, şirket esas sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen sermaye maddesinde değişiklik yapılarak sermaye artırımı kararına ilişkin olup davacı tarafça sermaye artırımı maddesine ilişkin ana sözleşme tadil metninin değiştirilecek mevcut hükümlerle birlikte usulünce ilan edilmediği, bu şekilde gündemin gereği gibi ilan edilmeyerek TTK 453.m. uyarınca emredici yasa hükmüne aykırı davranıldığı ileri sürüldüğü halde, ilk derece mahkemesince bu hususta herhangi bir değerlendirmede bulunulmadan karar verilmesi doğru görülmemiştir. Mahkemece bilirkişi heyetinden alınan raporda, davalı şirketin 2017 yılı 331 numaralı ”ortaklara borçlar ” hesabına muavin kayıtlarına göre dava dışı ortağın davalı şirketten 30/09/2017 tarihi itibariyle alacağının 38.592.201,88 TL. Olduğu belirtilmiştir. Bilirkişi raporunda, dava dışı hakim ortak … AŞ.’nin davalı şirkete borç verdiği şirket defterlerinde kayıtlı olduğu belirtilmiş ise de, borcun veriliş sebebi, neden ve ne koşullarda borç verdiği, davalı şirketin dava dışı çoğunluk pay sahibine borçlandırılış sebebinin açıklanmadığı tesbit edilmiştir. Bilirkişi raporuna göre, davalı şirketin mali durumu 10.829.225,17 TL sermaye artışı ile düzelebildiğine göre, bilirkişi raporunda bu miktarın üzerinde sermaye artırımı yapılmasını gerektirir somut bir yatırım planı olduğuna dair bir değerlendirme yapılmadığı gibi tesbitinde olmadığı, sermaye artırımının başka kaynaklardan karşılanıp karşılanmayacağı hususunun tartışılıp değerlendirilmediği, davacı vekilinin kök ve ek bilirkişi raporuna yönelik verdiği beyan dilekçesindeki itirazlarının da davalı şirketin defter ve kayıtları incelenmek suretiyle bilirkişilerce değerlendirilmediği gibi mahkemece de bu yönde bir değerlendirme ve tesbitin yapılmadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle mahkemece, davacı vekilinin itirazının dayanağını teşkil eden uzman görüşüne ilişkin raporun HMK’nın 293. maddesi çerçevesinde incelemeye tabi tutularak ve aralarında finans konusunda uzmanlığı olan bir bilirkişi barındıran yeni bir heyet oluşturularak davalı şirketin ticari defter ve kayıtları da incetilmek suretiyle yukarıda tesbit edilen hususlarda ve davacı vekilinin uzman görüşüyle de desteklenen bilirkişi raporlarına vaki itirazlarının da karşılanmak suretiyle yeni rapor alınıp oluşacak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde ve eksik incelemeye dayalı olarak hüküm kurulması yerinde görülmemiştir. HMK.nın (Değişik:22/07/2020-7251/35md.)353/1-a6 maddesinde; “Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması.” hali, kararın kaldırılarak, dosyanın mahkemesine iadesi sebepleri arasında gösterilmiştir. Açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 353/1-a.6 maddesi uyarınca kaldırılmasına, dosyanın davanın yeniden görülmesi için mahkemesine iadesine, karar verilerek, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun KABULÜ ile; İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 02/05/2019 tarih ve 2018/68 Esas – 2019/362 Karar sayılı kararının HMK 353/1-a6 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine İADESİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan 121,30.TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 44,40.TL istinaf karar harcının talep halinde davacıya iadesine, 3-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 4-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine, 5-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 30/12/2021 tarihinde HMK’nın 353/1-a6 ve 362/1-g maddeleri gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.