Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2019/2700 E. 2022/73 K. 20.01.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/2700 Esas
KARAR NO: 2022/73 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 30/09/2019
NUMARASI: 2015/1129 Esas 2019/883 Karar
DAVANIN KONUSU: Alacak (Acentelik Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 20/01/2022
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davalı ile müvekkili arasında 18.07.2008 tarihinde başlayan acentelik ilişkisinin, davalının tek taraflı haksız fesih iradesinin hüküm ve sonuçlarını doğurduğu 17.12.2014 tarihine kadar devam ettiğini, müvekkilinin sözleşmenin haksız fesih tarihine kadar tüm sözleşmesel yükümlülüklerini yerine getirdiğini, davalı sigorta adına sözleşmeler imzaladığını ve davalının portföyünde daha evvel mevcut olmayan pekçok yeni müşteriyi davalıya kazandırdığını, müvekkilinin sözleşme gereğince 2010-2014 (12. ay ilk 16 günü dahil) yılları içerisinde toplam 3.563.941.00 TL bedel tutarında satış gerçekleştirdiğini ve bu toplam satışın net komisyonu 542.664,00 TL’nin müvekkili acente tarafından iktisap edildiğini, taraflar arasındaki sözleşmenin belirsiz süreli olarak aktedildiğini, sözleşmenin 23. maddesi uyarınca 3 ay önceden ihbar edilmek koşuluyla her zaman feshedilebileceğini, ancak davalı sigorta şirketi tarafından acentelik sözleşmesinin hukuk dolanılarak, sözde haklı bir fesih sebebi uydurularak ve önel tanınmadan haksız azil ile feshedilerek, müvekkilinin oluşturduğu müşteri portföyünden fesih sonrasında da faydalanılmaya devam edildiğini, davanın, davalı sigortanın müvekkili kanalıyla edindiği müşterilerden fesih sonrasında vekil edeni devre dışı bırakarak kendi uhdesinde tutmaya devam ederek elde ettiği kazancın denkleştirilmesine ve sözleşmede düzenlenen TT K 121 ile paralellik arz eden üç ay öncesinden feshi ihbar şartına uymaması nedeniyle bu döneme ilişkin müvekkilinin mahrum kaldığı üç aylık kar kaybına ilişkin olduğunu, davalı sigorta şirketinin 17.12.2014 tarihli feshinde ileri sürdüğü hedeflerini gerçekleştirilememesi gerekçesinin haklı fesih nedeni olarak değerlendirilemeyeceğini, taraflar arasında aktedilen sözleşmede bu yönde bir hüküm bulunmadığını, müvekkilinin kar elde edeceği bir ticarette kasıtlı olarak kar elde etmemeyi isteme veya ihmal etme tasavvuru dahilinde olduğunu iddia etmenin hayatın olağan akışı ile bağdaşmayacağını, davalı sigortanın hukuka aykırı haksız fesih ile sözleşmeden doğan borcunu ifa etmemesi nedeniyle müvekkilinin BK 125/2 uyarınca üç aylık dönem için yoksun kaldığı ortalama kazancı tazmin etmek zorunda olduğunu, haksız fesih nedeniyle müvekkiline tanımadığı üç aylık önel dönemine isabet edecek mahrum kalınan net komisyon bedellerini ödemesi gerektiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla HMK 107. madde kapsamında belirsiz alacak statüsü ile, şimdilik 10.000 TL denkleştirme bedeli ile 17.12.2014- 17.03.2015 tarihleri arasında haksız fesih nedeniyle devam ettirilemeyen dava konusu sözleşmeden dolayı müvekkilinin mahrum kaldığı 5000,00 TL müspet zararının BK 125 uyarınca sözleşmenin sona erdirdiği haksız fesihden itibaren işleyecek en yüksek ticari avans reeskont faizi ile birlikte davalı sigorta şirketinden tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, yargılama sırasında davacı vekili denkleştirme bedeli talebini 60.484,00 TL, müspet zarar bedeli talebini de 17.099,00 TL olarak artırmış, 01/11/2018 tarihli dilekçesi ile de, dava değerini 104.715,00 TL denkleştirme bedeli, 17.099,00 TL müspet zarar bedeli olmak üzere toplam 121.814,00 TL tutarına artırdıklarını beyan etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Davacı acente, müvekkili şirket ile imzalanan sözleşmedeki şartlara ve talimatlara uymadığından müvekkili şirket tarafından keşide edilen 17.12.2014 tarihli ihtarname ile Beyoğlu … noterliğinin 16 Temmuz 2008 tarihli vekaletnamesinden az edildiğini ve acentelik sözleşmesinin feshedildiğini, davacı acentenin müvekkili şirket tarafından kendisine verilen hedefleri gerçekleştiremediğini, bu nedenle acentelik sözleşmesinin haklı olarak feshedildiğini, vekâlet ilişkisinin devam ettiği dönemde davacı acentenin kendisine verilen hedeflerin sürekli altında kaldığını, müvekkili şirketin bu durumu 30.04.2014 tarihli yazı ile davacı acenteye bildirdiğini, kendisine verilen hedefleri gerçekleştiremediği ve bu konuda yeterli çabayı göstermediğinin belirtildiğini, davacının bu yazıya herhangi bir itiraz ya da cevap vermediğini, davacı acentenin müvekkili şirket dışında da sigorta şirketleri ile çalıştığını, acentelik sözleşmesinin haklı nedenle feshedilmesi nedeniyle davacı acentenin komisyon ve portföy tazminatı alacağı talebinin bir dayanağının bulunmadığını davacının halen tüm sigortacılık faaliyetlerine devam ettiğini, davacı aracılığı ile gerçekleştirilen poliçelerin büyük bir bölümünün acentelik sözleşmesinin feshinden sonra müvekkili şirketçe yenilenerek devam etmediğini ve bunlar nedeniyle önemli bir menfaat elde edilmediğini, davacının 2008- 2014 yılları arasında toplam 4604 adet müşteri ile çalıştığını, 2014 yılında acentelik sözleşmesinin sona ermesinden sonra davacı tarafın kendisine ait olduğunu iddia ettiği müşterilerden sadece 165 tanesinin … Sigortanın diğer acentelerinden poliçelerinin yapıldığının tespit edildiğini, davacının portföy tazminatı talep edebilmesi için sigorta şirketinin sigorta acentesinin portföyü sayesinde önemli menfaatler elde etmesi gerektiğini, müvekkili şirketin fesih sonrası davacı acentenin portföyünden elde ettiği önemli hiçbir menfaati bulunmadığını, talep edilen tazminatın yasal dayanaktan yoksun ve miktar olarak fahiş olduğunu, davacı tarafça acentelik yapabilmesi için zorunlu olduğunu iddia ettiği masraflar ve acentelik sözleşmesinin feshine ilişkin masrafların müvekkili şirketten tahsili talep edilmiş ise de sözleşme gereği tüm giderlerden kendisinin sorumlu olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 30/09/2019 tarih ve 2015/1129 Esas – 2019/883 Karar sayılı kararı ile; ” ….Taraflar arasında 18.07.2008 tarihinde acentelik sözleşmesinin akdedildiği, bu sözleşmeye istinaden davacı tarafın acente olarak faaliyet gösterdiği, davalı tarafından keşide edilen Beyoğlu … Noterliği … yevmiye numaralı 17.12.2014 tarihli ihtarname ile “karşılıklı olarak mutabık kalınan hedeflerin gerçekleştirilmemesi” gerekçesiyle acente sözleşmesinin feshedildiğinin bildirildiği anlaşılmıştır. Davacı taraf sözleşmenin haksız feshedildiği iddiasıyla müspet zarar ve denkleştirme tazminatı talep etmiştir. Davalı taraf, sözleşmenin haklı nedenle derhal feshedildiğini beyan etmiştir. Dolayısıyla sözleşmenin 23. maddesi kapsamında ihbar önelli fesih hakkının kullanılması durumu çerçevesinde değerlendirilme yapılmamıştır. Öncelikle belirtmek gerekir ki; sözleşmenin haklı nedenle feshedildiği ispat etme yükü sigortacı davalı tarafın üzerindedir. Davalı tarafın fesih nedeni olarak belirttiği “karşılıklı olarak mutabık kalınan hedeflerin gerçekleştirilmemesi” iddiası çerçevesinde yapılan değerlendirmede; dosya içerisinde davalı … Sigorta tarafından davacı acenteye yönelik somut bir hedef ortaya koyulduğunu, bu somut hedefin davacı acenteye tebliğ edildiğini ve tarafların mutabık olduğunu gösterir belgelerin bulunmaması ve bu hedeflerin gerçekleşip gerçekleşmediğine ilişkin somut bir performans denetimi yapıldığına dair de somut bir tespit bulunmaması nedenleriyle davalı tarafça yapılan feshin haksız olduğu sonucuna varılmıştır. Denkleştirme tazminatı açısından, 6102 sayılı TTK’ nın 122/1-c maddesi de göz önüne alınmak suretiyle 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’ nun 23/15-16. maddeleri kapsamında sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra davalı sigorta şirketinin, davacı acentenin faaliyeti sonucu önemli menfaatler elde edip etmediği, ya da hakkaniyetin bunu gerektirip gerektirmediği hususlarının değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda bilirkişi incelemesine başvurulmuş olup, bilirkişilerce tanzim edilen raporda; davacının portföyü üzerinden yenilenen poliçe sayısının 165 olduğu, davacı tarafından acentelik faaliyeti sırasında yapılan toplam poliçe sayısına(4604) oranı % 3,58 olarak belirlenmiş olmakla bu oran kayda değer bir menfaat sayılır. Bu durumda 6102 sayılı TTK 122. maddesi ile 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’ nun 23/16. maddesine göre somut olayın özellik ve şartları ile hakkaniyet ilkeleri uyarınca denkleştirme tazminatı hak etme koşullarının oluştuğu kabul edilmiştir. Somut olayda, portföy tazminatının üst sınırı davacı acentenin son 5 yıllık komisyon tutar ortalaması olan 117.749,20 TL olarak tespit edilmiştir. Davalı sigorta şirketinin marka değeri olarak tanınırlığı, acente sözleşmesinin feshinden sonra yenilenen poliçe sayısı dikkate alınarak hakkaniyet gereği denkleştirme tazminatının davalı sigorta şirketinin davacıdan edindiği ve kendi üzerinde kalan müşteri portföy oranı tutarında olması gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu nedenle denkleştirme tazminatı üst sınırı 117.749,20 TL’nin % 3,58’i hesaplanmak suretiyle bulunan 4.215,43 TL portföy tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Davacının müspet zarar talebi açısından yapılan değerlendirmede, müspet zarar iddiasını ispat yükünün davacı üzerinde olduğu, dosya içerisinde davacı tarafın müspet zararın varlığına yönelik yönelik bir somut delil bulunmadığı hususları doğrultusunda müspet zarar ispatlanmadığından talebin reddine karar vermek gerekmiştir. Tüm bu açıklanan nedenlerle; davanın kısmen kabulüne, 4.215,43 TL portföy tazminatının davalıdan tahsiline, dava tarihinden itibaren avans faizi uygulanmasına karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. ” gerekçeleri ile; ” 1-Davanın KISMEN KABULÜ ile 4.215,43 TL portföy tazminatının davalıdan tahsiline, dava tarihinden itibaren avans faizi uygulanmasına, fazlaya ilişkin istemin reddine, … ” karar verilmiş ve verilen karara karşı, davacı vekili ile davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı Vekili İstinaf Dilekçesinde Özetle; TTK m.122 gereğince denkleştirme bedeli taleplerine ilişkin olarak; Yapılan yargılama sonucunda sözleşmenin haksız feshedildiği, bu nedenle müvekkilinin denkleştirme tazminatına hak kazandığının tespit edildiğini, ancak denkleştirme bedeli tespit edilirken hataya düşüldüğünü, portföy tazminatının üst sınırının dosyada mübrez bilirkişi raporlarıyla 117.749,20 TL olarak bulunduğunu, mahkemece bu rakamın %3,58’i alınarak (yani sözleşmenin feshinden sonra yenilenen poliçe sayısının kazandırılan tüm poliçelere olan oranı uygulanarak) 4.215,43 TL’ye hükmedildiğini, mahkemenin hakkaniyet indiriminde yanılgıya düştüğünü, Sigorta şirketinin önemli menfaatler elde edip etmediğinin tespiti için bilirkişi tarafından sigorta şirketine kazandırılan tüm poliçelerin (4604 adet), fesihten sonra yenilenen poliçelere(165 adet) oranının bulunduğunu, (4604*165/100=%3,58) bu oranın portföy tazminatına hak kazanabilmek için yeterli olduğunu, bu hususun müvekkili acente tarafından kanıtlandığını, oysa fesihten itibaren basiretli bir tacir olan davalı sigorta şirketinin kazandırılan müşterilerle bu poliçeleri yenileyemediğini, bunun tamamen davalı şirketin kusuru olduğunu, müvekkiline izafe edilerek hakkaniyet indirimine gidilmesinin mümkün olmadığını, Yargıtay 11. HD. 2016/2170 E. 2017/2780 K. Sayılı ilamına göre acente, yeni müşteri çevresinin yaratıldığını, var olan müşterilerle ilişkinin geliştirilip genişletildiğini ve bu müşteriler sebebiyle müvekkilinin önemli menfaatler elde ettiğini ispatladığını, davalının ise denkleştirme talebinin hakkaniyete uygun olmadığını veya bedelin indirilmesi gerektiğini ispatlayamadığını, bu nedenle üst sınır üzerinden belirlenen portföy tazminatına hükmedilmesi gerekirken hakkaniyet indirimine gidilmesinin hatalı olduğunu, Hakkaniyete dayanan kararın, açık, şeffaf ve objektif olarak kontrol edilebilir olması gerektiğini, ayrıca hakimin, yasada TTK 122. maddede açıkça denkleştirme bedeline ilişkin bir hesap yöntemi açık olarak düzenlenmişken artık o konuda sanki yasal boşluk varmış gibi yeni hesap yöntemleri oluşturamayacağını, yerel mahkemenin ihlalinin bu yönde tezahür ettiğini, bu kararda hakkaniyetin ortaya çıkmasına, hakkaniyete göre karar verilmesine neden olan olayların, gerekçelerin açıkça gösterilmesi gerektiğini, sadece hakkaniyetin gerektirdiği iddiasının, hüküm kurmak için yeterli gelmeyeceğini, her somut olay, farklı özellik göstereceği için genel bir hakkaniyet kriteri sistemi yaratılamayacağını, Hem anılı Yargıtay kararı gereği hakkaniyet indiriminin yapılması gerektiğinin davalı yan tarafından kanıtlanamadığını, hem de yerel mahkemenin hangi kritere göre hakkaniyet indiriminde bulunduğunu gerekçesine derç etmediğini, bu nedenle eksik incelemeye dayalı verilen kararın bozulması gerektiğini, BK. m.125 gereğince müspet zararın istemine ilişkin olarak; Prof. Dr. …’in, müspet zarar kalemini sözleşmenin hiç veya gereği gibi ya da vaktinde ifa edilmemesinden doğan zarar cinsi olarak ifade ettiğini, …’in, müspet zararı fiili zarar ve yoksun kalınan kar olarak iki başlık hallerinde incelediğini, Bu noktada dava konusu sözleşmenin 23. maddesinde “…üç ay önceden ihbar edilmek koşuluyla her zaman feshedilebilir..” düzenlemesinin TTK 121 ile paralellik gösterdiği nazara alındığında davalının, haksız fesih nedeniyle müvekkiline tanımadığı üç aylık önel dönemine isabet edecek mahrum kalınan kazanç kaybını TBK 125/2 uyarınca ödemeye mahkum edilmesi gerektiğini, fesih haksızsa o halde müspet zarara hükmedilmesi gerektiğini, sözleşme hükmünün açık olması ve taraflarca mutabık kalınmış olması hususu göz ardı edilerek ayrıca kendileri tarafından somut delil sunulmadığı gerekçesiyle müspet zarar talebinin reddine karar verilmesinin mümkün olmadığını, müspet zararın varlığının sözleşmenin geçerliliği ile kanıtlandığını belirterek, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Vekili İstinaf Dilekçesinde Özetle; Mahkemenin verilen hedeflerin gerçekleştirilmemiş olduğuna ilişkin somut bir tespit bulunmaması nedeniyle feshin haksız olduğu görüşüne katılmadıklarını, karardaki bu ifadeden mahkemenin “verilen hedeflerin tutturulamamış olmasının feshi haklı kılacağı, verilen hedefler tutturulmamış ise feshin haklı bir fesih olarak kabul edilebileceği” görüşünde olduğunu anladıklarını, eğer öyle ise ve mahkeme -çok açık bir biçimde zikretmemiş olsa da- gerçekten hedeflerini tutturamayan acentenin feshinin haklı fesih olarak kabul edileceği inancında ise, buna aynen katıldıklarını, bu hususun ayrı, verilen hedeflerin tutturulamadığının somut verilerle kanıtlanamadığı hususunun ayrı bir şey olduğunu, bu nedenle mahkemenin “verilen hedeflerin tutturulamamış olmasının feshi haklı kıldığı, ancak davalı şirketin verilen hedeflerin tutturulamadığını somut verilerle kanıtlayamamış olduğu” görüşüne, yani sadece “kanıt” hususuna ilişkin değerlendirme yapacaklarını, Davacı acentenin hiçbir zaman son yıl hedefini tutturduğu gibi bir iddiası olmadığını, davacının temel iddiasının “verilen hedeflerin tutturulamamış olmasının feshe dayanak oluşturamayacağı” biçiminde olduğunu, bu bakımdan mahkemenin bu konudaki gerekçesi ile davacının gerekçesi arasında bir çelişki doğmakta olduğunu, bilirkişi raporlarının hiçbirinde verilen hedeflerin tutturulmuş olup olmadığı ile ilgili hiçbir tespit/araştırma/saptama bulunmadığını, bu durum karşısında mahkemenin “somut delil sunulmadığı” gerekçesinin dayanaksız kaldığını, davacı acenteye çekilen ihtarlarda hedefleri tutturamamış olduğu belirtilmesine rağmen bu ihtarlara “tutturdum” diye bir cevabı olmadığını, bütün bu olgular karşısında mahkemenin “”verilen hedeflerin tutturulamamış olduğunun somut olarak kanıtlanamamış olduğu” gerekçesinin dayanağının bulunmadığını, bu nedenle mahkeme, “verilen hedeflerin tutturulamamış olmasının feshi haklı kıldığı” görüşünde ise buna aynen katıldıklarını, Fesihten sonra devam etmiş her üretimin tamamen acentenin malı/portföyü olarak kabul edilmiş olması esasına dayalı gerekçenin portföy tazminatının esası ile hiçbir ilgisi olmadığını, bilirkişi raporunda, fesihten sonra devam eden müşteri/sigortalı sayısının toplam 165 kişi olduğunun saptandığını ve mahkemenin de devam eden bu müşterilerin tamamının davacı acenteliği malı/portföyü olduğu esasına dayalı olarak karara vardığını, bu kararın/ bu kabulün son derece yanlış bir kabul olduğunu, bilirkişilerin bu saptamasının eksik ve işin özü açısından yetersiz olduğunu, heyetçe, devam eden müşteri/ sigortalı sayısının değil, devam eden poliçe sayısının, niteliğinin, devamın direkt (müvekkili şirketten mi) sigorta şirketinden mi yoksa başka bir acente üzerinden mi devam ettiğinin saptanması gerektiğini, bu eksikliğin davanın seyrine son derece önemli bir etki oluşturabilecek bir eksiklik olduğunu, Zira; müvekkili şirkette, arada acente olmaksızın doğrudan şirket tarafından yapılmış/ düzenlenmiş poliçe bulunmadığını, poliçelerin neredeyse tamamı denecek ölçüdeki kısmının acenteler aracılığıyla yapıldığını, müvekkili şirkette doğrudan üretimin; yalnızca ülkenin büyük ve önemli projeleri ya da kamunun doğrudan sigorta şirketlerinin kendisi ile yapmak istediği özel projelerde söz konusu olduğunu, bunun dışındaki özgün olmayan/ büyük çaplı olmayan/veya bireysel poliçelerin -hele trafik sigortalarının- tamamının acentelik kanalı ile yapıldığını, bu durumun devam eden üretiminde de böyle olduğunu, fesihten sonra da böyle olduğunu, davacı acenteliğin üretiminde de aynen bu esasın uygulandığını, Bilirkişi incelemesinde eksik olduğunu, davacı vekilinin dava dilekçesinde de belirttiği üzere, fesihten sonra devam eden üretimin müvekkili şirketin başka acenteleri vasıtası ile devam ettirildiğini, üstelik devam ettirilmiş bu poliçelere ilişkin komisyonların da, poliçe hangi acenteden çıkmış ise o acenteye ödendiğini, bunun anlamının, devam eden 165 müşterinin hiçbirisinin davacı acentenin daimi müşterisi olmadığını, tam tersine özellikle … Sigorta A.Ş.’den devam etmek isteyen müşteriler olduğunu, yani 165 kişinin devam ettirdiği kaç poliçe var ise, aslında bu poliçelerinde bu poliçeleri yaptırmak isteyen müşterilerin de davacıyı değil – özellikle müvekkili şirkette devam etmek istedikleri için- müvekkili şirketi bilen, müvekkili şirketin marka değerine güvenen, müvekkili şirket ile devam etmek isteyen kişiler olduğunu, dolayısıyla portföyün de davacının değil, müvekkili şirketin portföyü sayılması gerektiğini, Üstelik portföy aslında müvekkili şirkete ait olmasına ve sırf müvekkili şirket doğrudan poliçe kesmediği için müvekkilinin bir başka acentesini bulmak zorunda kalmalarına rağmen üretimi kendisinden devam ettirilen bu acentelere de ayrıca -üretim sanki o acenteden gelmiş gibi- komisyonlarının da ödendiğini, yani davacının bu dava ile kendi malı/ portföyü olmadığı için bir başka acenteden geçirilmiş/ devam ettirilmiş – üstelik o acenteye de komisyonları ödenmiş – bir üretime ait portföy tazminatı talep ettiğini, bunun kabul edilebilir hiçbir yanı olmadığını, davacı (ve davayı kısmen de olsa kabul eden Mahkemenin) portföy tazminatını; 1 yıl önce davacının kendisinden çıkmış poliçelerden devam eden poliçelerin tamamı için portföy tazminatının hak edebileceği, acentenin kendisinden devam etmemiş olsa bile başka acentelerden sürdürülmüş poliçenin dahi acentenin kendisine ait bir üretim gibi kabul edilebileceği ve böyle bir üretimi de portföy tazminatına konu edilebilecek bir tazminat olarak gördüğünü, böyle bir anlayışın kabul edilemeyeceğini, Üretiminin tamamına yakın kısmını götürmüş, kalan çok cüz’i bir kısmı da kendisinin değil tamamen müvekkilinin malı olduğu için başka acenteler tarafından sürdürülmüş bir üretimden hiçbir tazminat alınmasının mümkün olmadığını, istenen tazminatın/ zararın neyin, hangi zararın karşılığı olduğunu anlamanın mümkün olmadığını, zaten kendisine ait olanı götürdüğünü, iş yaptığı başka şirketlerden sürdürerek o üretime ilişkin komisyonlarını almaya devam ettiğini, kalan çok az bir üretimin de kendisinin malı/ portföyü olmadığı için başka acenteler tarafından sürdürülmek suretiyle şirkette kaldığını, üstelik şirketin doğrudan üretim yapmayı operasyonel açıdan uygun bulmadığı için kalan bu müşterilerin yine müvekkili şirketin bir başka acentesine giderek bu poliçeleri müvekkili şirkette sürdürmek istediklerini bildirdiğini ve müvekkilin de bu üretimi üzerinden geçirmiş olan acenteye de komisyonunu tam olarak ödediğini, Tazminata konu edilebilecek portföyün, acentenin kendisine ait/kendisi ile özdeşleşmiş/ve tamamen kendisinin sayılabilecek bir portföy/üretim olup olmadığı hususunun da irdelenmesi gerektiğini, oysa raporda yalnızca devam eden üretimin miktarının belirlendiğini, üzerinde hiç diğerlendirme yapmadan sanki bu üretim tamamen acentenin kendi malı/ portföyü imiş gibi bir sonuca ulaşıldığını, bunu kabul etmelerinin mümkün olmadığını, mahkemenin, heyetin -devam eden her üretim tamamen davacı acentenin üretimi kabul edilerek- belirlediği % 3,58’lik orana tekabül eden 4.215,43.TL.’lık kaybı, portföy tazminatına konu tazminat olarak kabul ederek sonuca ulaştığını, ancak devam eden her üretimin acentenin malı/portföyü olarak kabulüne karşı çıktıklarını, bir başka acente tarafından sürdürülmek suretiyle müvekkili şirkette kalmış bir üretimin acentenin malı/ portföyü olduğu iddiasının kabul edilemeyeceğini, kalan bu üretimin davacı acentenin değil müvekkili şirketin portföyü olduğunu ve üstelik müvekkili şirketin portföy kendisine ait olmasına rağmen kalan bu üretim için sigortalının müracaat ettiği bir başka acenteye de komisyonunu ödediğini, Devam eden her poliçenin acentenin portföyü olarak kabul edilmesinin son derece yanlış ve sigortacılık tekniğine uygun olmayan bir anlayış olduğunu, öncelikle herhangi bir üretimin gerçekten acentenin malı/ portföyü olduğunun belirlenmesi gerektiğini, bunun için önce söz konusu poliçenin/ sigortalının uzun süreden beri acenteyi izleyip izlemediği, kalıcı olup oladığı, özel bir proje mi yoksa zorunlu sigortalara dayalı bir üretim mi olduğunun irdelenmesi ve ancak bu türdeki üretimlerin acentenin portföyü sayılarak hesaba katılması gerektiğini, oysa dosyadaki belgeler incelendiğinde acentenin üretiminin %90 oranında kasko ve trafik sigortalarına dayandığı -ki kaskoda sigorta şirketinin hizmet kalitesinin ön planda olduğunu, trafik sigortalarında da zorunluluk bulunduğu için hangi şirket daha ucuz poliçe kesiyorsa ondan alınacağını – buna karşılık Nakliyat ve Mühendislik gibi branşlarda ise hiçbir varlık gösteremediğinin görüleceğini, Trafik sigortasından portföy tazminatı doğmayacağını, özel bir projeye dayanmayan üretimden portföy tazminatı doğmayacağını, hangi şirket daha ucuz poliçe düzenliyorsa o şirketten devam eden/ bir yıl bir şirketten ertesi yıl başka şirketten devam eden, kalıcılığı ve sürekliliği olmayan üretimden portföy tazminatı doğmayacağını, bu tür üretimin de acentenin portföyü sayılmayacağını, bu bakımdan heyetin devam eden her poliçeyi hiçbir seleksiyona/ değerlendirmeye tabi tutmadan olduğu gibi acentenin malı/ portföyü kabul ederek hesaplamaya dahil etmesinin yanlış ve kabul edilemez olduğunu, Fesihten sonra % 3,58 oranında devam etmiş bir üretimin hiçbir seleksiyona tabi tutulmadan sırf oran esas alınarak kayda değer bir menfaat sayılmasının kabul edilemeyeceğini, mahkemenin “Fesihten sonra % 3,58 oranında devam etmiş bir üretimi -hem de hiçbir seleksiyona tabi tutmadan, karlı mı? zarar eden üretim mi? hasar/prim oranı bozuk mu? bakmadan, irdelemeden- kayda değer bir menfaat olarak kabul ettiğini ve bunun için tazminata hükmettiğini, TTK 122 ve 5684 sayılı Kanun’un 23. maddesinde portföy tazminatının temel unsurlarından birinin de “önemli menfaat elde etme” unsuru olduğunu, ancak ne bilirkişilerin ne de mahkemenin ” sigortacılıkta önemli menfaat elde etme olgusunun” ne anlama geldiği hususunda herhangi bir değerlendirme yapmadıklarını, sadece devam eden her üretim için kayda değer menfaat oluştuğu -ki kanundaki deyimin de kayda değer menfaat değil, önemli menfaat olduğunu, bunun çok önemli bir farklılık olduğunu – söylenerek sonuca ulaşıldığını, % 3 oranında devam etmiş bir üretimin her tarafı menfaat olsa ve tüm rasyoları dahil mükemmel olsa dahi böyle bir oranın önemli bir menfaat olarak kabul edilemeyeceğini, üretiminin tamamını yanında götürmüş bir acentenin kalan yok denecek kadar az bir üretimi için sigorta şirketine önemli bir menfaat elde ettiğini iddia etmesinin ve bu iddianın kabul görmesinin kabul edilemeyeceğini, Bilirkişiler ve mahkemenin sadece “fesihten sonra devam etme” olgusunu menfaat olarak kabul ettiğini, bu ölçünün kabul edilemeyeceğini, sigortacılıkta menfaatin “genel üretimin hasar/ prim oranının uygun olması” olduğunu, sigortalıdan ne kadar prim alınmıştır, alınan bu prim karşılığında ne kadar hasar ödenmiştir ve ne kadar genel gider ödenmiştir, bunların düşüleceğini, eğer sonuçta ilave ( + ) bir değer/ kazanç çıkıyorsa bundan menfaat elde edilmiş kabul edileceğini, bu nedenle sigortacılıkta acentelerin hasar prim rasyolarının hayati önem taşıdığını, bir sonraki komisyonlar, ek komisyonlar, teşvik komisyonlarının hep hasar/prim oranlarına göre belirleneceğini, çünkü reasürörlerin de aynı yöntemi sigorta şirketlerine uygulayacağını, dolayısıyla sigortacılıkta üretimden ziyade karlı üretimin önemli olduğunu, acentelerin üzerinde hiçbir sorumluluk olmadığı için tüm yük (hasar ödeme yükümlülüğü) sigorta şirketlerinde olduğu için acentelerin getirdikleri her teklifin poliçeleşmesi beklentisi içerisinde olduklarını, oysa sigorta şirketinin böyle olmadığını, oto branşı gibi zararlı üretimden çok; mühendislik/özgün mühendislik/nakliyat/özgün projeler/büyük ve uzun yıllara sari özel projelere ait poliçelerin getirilmesi beklentisi içerisinde olduğunu, bu bakımdan menfaat elde etme olgusuna bu bakış açısı ile bakılması gerektiğini, dikkat edilirse kanunda sadece devam etme olgusu/ unsurunun öngörülmediğini, “önemli menfaat elde etme” gibi çok vurgulu, özel ve sıra dışı bir unsur oluşturulduğunu, aksi takdirde “devam eden her poliçeye portföy tazminatı ödenmelidir” şeklinde bir unsur oluşturulacağını ve işin içinden çıkılacağını, menfaat dahi denmediğini, önemli bir menfaat dendiğini, bu bakımdan mahkemenin önemli menfaat elde etme olgusunu kayda değer menfaat elde etme olarak kabul etmesini ve bunu yalnızca devam etmeye kadar indirgemesini kabul etmediklerini, bu unsurun son derece dipte bir unsur olarak kabul edildiğini ve işin özüne tamamen aykırı davranıldığını, Devam eden üretimin küçücük bir oran olması bir yana sırf devam olgusunun ölçü olarak alınmasının da anlaşılır bir durum olmadığını, bir tek poliçe dahi devam etse onun için bile portföy tazminatına hükmedileceğini, bunun işin özü ve esası ile yakından uzaktan ilgisi olmayan bir anlayış olduğunu, bu yüzden başından beri kendilerinin “portföy tazminatının yıllara sari, acente ile özdeşleşmiş, onun malı sayılabilecek, özgün veya büyük bir üretim/poliçe olması gerektiğini” iddia ettiklerini, sigorta şirketinin mi, acentenin mi malı olduğu tartışılmamış her üretime ve hatta bir trafik sigortasına dahi portföy tazminatına konu üretim olarak bakılacak olursa bu işin içinden çıkılamayacağını, acentelerin zaten getirdikleri her üretim için normal komisyonlarını ve hatta ek/teşvik komisyonlarını da aldıklarını, bunun üstüne bir de sigorta şirketinin marka değerine güvenerek şirkette kalmış üretime de portföy tazminatı hakkı tanınırsa bu işin altından kalkılamayacağını, böyle bir portföy anlayışı olamayacağını, Mahkemenin fesihten sonra devam etmiş üretimin içeriğine, özelliğine, bir başka acente tarafından devam ettirilmiş olup olmadığına bakmadan toptancı bir anlayışla sadece devam etme olgusunu dikkate almasının kabul edilemeyeceğini, sigortacılıkta portföyün; ne anlama geldiği, portföy kavramının ne olduğu, her üretimin portföy olarak kabul edilip edilemeyeceği, özellikle trafik üretiminin porföy olarak kabul edilip edilmeyeceği hususlarının hiç irdelenmediğini, Terminoloji konusunda da hiçbir özen gösterilmediğini, portföyün yeni bir kavram, sigortacılıkta portföyün ise çok daha yeni ve unsurları henüz yerli yerine oturtulmamış bir kavram olduğunu, bu konunun ve davacının portföy diye dile getirilen üretiminin mahiyetinin tam olarak anlaşılabilmesi açısından, gelen herhangi bir iş; özel bir işse, özel bir proje ise, ülkenin önemli bir holdinginin sürekli işi ise, yıllardır kendisini izleyen, kendisi nereye gidiyorsa (şirketine bakmaksızın) oraya giden bir işse bu portföyün acentenin portföyü sayılacağını, ama gelen iş; hangi şirket daha ucuz fiyat veriyorsa oraya giden bir işse, zarar sigortalarında güçlü bir şirket gereksinimi duyan bir işse, acenteden ziyade güçlü bir şirket yapısını öngören bir işse, bu portföyün sigorta şirketinin portföyü olduğunu, trafik sigortaları; sigortalıların değil 3. şahısların zararlarını karşılamaya yönelik ve zorunlu bir poliçe türü olduğundan, bu poliçeleri talep eden şahıslar açısından; sigorta şirketinin adı, alınacak hizmetin kalitesi veya teminatların özelliklerinin hiçbir önemi olmadığını, bu sigortayı talep eden kişiler açısından tek önemli unsurun, fiyat olduğunu, ismine bakılmaksızın, hangi şirket daha ucuz fiyat veriyorsa poliçenin o şirketten kesildiğini, dolayısıyla acentelerin böyle bir üretimi elde etmek için özel bir çaba sarf etmeleri, özel bir sigortacılık birikimini devreye sokmaları gerekmediğini, böyle bir yapıdan çıkacak üretime acentenin portföyü denilmesinin imkansız olduğunu, Oysa sigortacılıkta portföyün; İnşaat Sigortaları/Nakliyat Abonman Sigortaları/Hayat Sigortaları gibi teknik, uzun süreli ve yıllara sarkan poliçeleri/sigortaları, ya da yıllardan beri aynı acenteden çıkan aynı acente ile devam eden ve en azından onunla bütünleşecek kadar bir süre acentede kalmış sigortalılara ait üretim olarak görüldüğünü, bu konuda bir sürekliliğin bulunması gerektiğini, dolayısıyla şirketle sadece bir defa sözleşme yapan/ poliçe alan ve ikinci bir sözleşme ilişkisine girmesi beklenmeyen müşterilerin/ acente tarafından şirkete/ sigortacıya kazandırılmış olsa bile, denkleştirme talebi açısından dikkate alınamayacağını, işin doğasının da portföy tazminatı talebinin mantığının da bunu gerektirdiğini, İnşaat Sigortalarını, Endüstriyel Sigortalarını, Nakliyat Abonman Sigortalarını -hele hele büyük kurumların bu tür sigortalarını- bağlamanın, gerçekleştirmenin çok zor bir iş olduğunu ve acentenin ciddi bir çabasını, birikimini/ tecrübesini ortaya koymasını gerektirdiğini, ancak böylesi bir çaba sarf edilmiş üretim için portföy denilebileceğini, ya da bir poliçenin yıllardan beri aynı acentede olduğunu ve onun verdiği hizmet esas alınarak, onun önerileri kabul edilerek yıllardan beri aynı acente ile çalışılmakla olduğunu, ancak bu koşullarda oluşturulmuş bir üretimin, acentenin kendisine ait üretim/ portföyüne dahil bir mal olarak kabul edilebileceğini ve ancak bu koşullardaki bir portföy için – diğer şartlar da oluşmuşsa – tazminat talebinde bulunabileceğini, mahkemenin kararında bu konuda tek bir irdeleme olmadığını, Portföy tazminatına konu olabilecek poliçe numaralarının yer almadığı/ortaya konmadığı hiçbir davada bu tazminatlara hak kazanılamayacağını, davacının davasını ispatla mükellef olduğunu, davacının ve bilirkişi heyetinin somut poliçe numaralarını bildirmediği/ irdelemeye almadığı hiçbir durumda portföy tazminatından bahsedilemeyeceğini, ne dava dilekçesinde ne de bilirkişi raporunda herhangi bir poliçe numarası bulunmadığını, bu durumda ne portföy tazminatından ne de başka herhangi bir tazminat hakkından söz edilemeyeceğini belirterek, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, acentelik sözleşmesinin haksız feshi iddiasından kaynaklanan portföy tazminatı ve müspet zarar tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece, portföy tazminatı talebinin kısmen kabulüne, müspet zarar talebinin reddine karar verilmiş, karara karşı taraflarca istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davalının istinaf başvurusu yönünden; 29906 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak 02/12/2016 tarihinde yürürlüğe giren 6763 sayılı kanunun 41.maddesi ile değişik HMK’nın 341/2madde hükmü uyarınca miktar ve değeri 3.000,00-TL’yi geçmeyen mal varlığına ilişkin davalar kesin olup, yeniden değerleme oranındaki artış sonucu yerel mahkeme hükmünün verildiği 2019 yılı için HMK’nun 341/2. maddesindeki kesinlik sınırı 4.400,00-TL olmuştur. Mahkemece davalı aleyhine hükmedilen miktar 4.215,43 TL’dir. Bu hali ile, istinafa konu miktar 4.215,43 TL olup, ilk derece mahkemesince verilen karar davalı yönünden kesin niteliktedir. Miktar olarak kesin nitelikteki karar ile ilgili olarak yerel mahkemece karara karşı kanun yolunun açık olduğunun belirtilmesinin de sonuca bir etkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle, davalı vekilinin istinaf başvurusunun, HMK’nın 352. maddesi gereğince usulden reddine karar verilmesi gerekmiştir. Davacının istinaf başvurusu yönünden; Taraflar arasındaki acentelik sözleşmesinin “Sözleşmenin Feshi” başlıklı 23. maddesinde ” bu sözleşme acentenin isteğine bağlı olarak üç ay önceden ihbar edilmesi koşulu ile her zaman fesih edilebilir. Bu sözleşme acentenin sözleşme hükümlerine veya ilgili mevzuat ve teamüllere uygun olarak … tarafından verilen karar, direktif ve genelgelere uyulmaması halinde önceden ihbara gerek kalmaksızın her zaman … tarafından feshedilebilir.” hükmü, 24. maddesinde, her ne sebeple olur ise olsun sözleşmenin gerek acente gerek … tarafından feshi halinde acente …’tan herhangi bir nam altında hiçbir hak ve tazminat talep edemez.” hükmü, Sözleşmenin 6. maddesinde ise, “Acente bu sözleşmenin imzalanmasından sonra başlamak üzere doğrudan doğruya veya herhangi bir aracı ile herhangi bir surette başka bir sigorta şirketinin acenteliğini ve vekilliğini yapamaz ve diğer sigorta şirketlerine dolaylı veya dolaysız sigorta işleri temin edeme. Başka sigorta şirketlerine iş temin eden ortaklıklara dahil olamaz. Acente, …’ın doğrudan doğruya veya diğer aracılık organları ile temin ettiği portföyler dahil sigorta işlerine müdahale ve onlarla rekabet etmemeyi kabul ve taahhüt eder.” hükmü yer almaktadır. Davalı sigorta şirketi tarafından davacı acenteye gönderildiği belirtilen 30.04.2014 tarihli yazıda, bu yılın başında acenteliğe tebliğ edilen 28.02.2014 tarihli yazıda hedeflerin acenteye bildirildiği, yapmış oldukları kontrollerde nisan ayı sonu itibari ile acentenin belirlenmiş olan hedeflere ulaşamadığı ve bu konuda yeterli çabayı göstermediğinin tespit edildiği, … bu nedenle haziran ayı sonuna kadar kümülatif hedefin gerçekleştirilmesi ve bu konuda çaba gösterilmesi, bu hedeflere ulaşılamaması durumunda acentelik ilişkisinin gözden geçirileceğinin bildirildiği görülmektedir. Davalı … Sigorta tarafından davacıya gönderilen 17 Aralık 2014 tarihli fesih ihbarı ile, acente ile akdedilen 18 Temmuz 2008 tarihli acentelik sözleşmesinin acenteye verilen ve karşılıklı olarak mutabık kalınan hedeflerin gerçekleştirilememesi ve bu konuda şirket tarafından yapılan 30 Nisan 2014 tarihli uyarılara rağmen bir iyileştirme görülmemiş olması nedeniyle feshedildiği, işbu feshin sözleşmedeki yetkiye dayanılarak tek taraflı olarak tanzim ve imza edildiği belirtilmiştir. Yine 17 Aralık 2014 tarihli azilname ile, acentelik sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle acentelik faaliyetlerinin yürütülmesi için verilen vekaletnameden davacı acentenin azledilmiştir. 10.10.2018 tarihli bilirkişi raporunda; davacının, davalı şirketten 2014 yılında almış olduğu komisyon tutarı ortalamasının 37.297,25 TL, davacının 2015 yılında yürütülen sigorta acenteliği faaliyetlerinden dolayı elde ettiği komisyon tutarının 172.430,05 TL, davalı şirketin kullandırmadığı üç aylık ihbar öneline isabet eden komisyon tutarının ise 43.107,50 TL’ye isabet ettiği, davacının üç aylık fesih öneline isabet eden kar mahrumiyeti tutarı (37.297,25 TL), fesih öneli süresi içinde elde ettiği kardan 43.107,51 – 37.297,25 = 5.810,26 TL daha düşük olmakla, davacının davalı şirketten kar mahrumiyeti, müspet zararının tazminini talep edemeyeceği belirtilmiştir. HMK 282 maddesi uyarınca hakim bilirkişinin oy ve görüşünü diğer deliller ile birlikte serbestçe değerlendirir. Mahkemece alınan bilirkişi raporlarındaki tespitlerle birlikte diğer deliller de değerlendirilerek ve gerekçesi yazılmak suretiyle hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle davacının eksik inceleme ve değerlendirme ile karar verildiği yönündeki istinaf sebebi yerinde değildir. Somut uyuşmazlıkta; taraflar arasındaki sözleşmenin devamı sırasında davacı tarafça üretilen poliçe sayısı ile fesihten sonra davalı uhdesinde devam eden poliçe sayısı dikkate alındığında, mahkemece belirlenen portföy tazminatı miktarının hakkaniyete uygun olduğu, bilirkişi raporlarına göre, davacının taraflar arasındaki sözleşmenin devamı sırasında davalı sigorta şirketi dışında farklı sigorta şirketleri ile de çalıştığı, sözleşmenin feshinden sonra da farklı sigorta şirketleri ile çalışmaya devam ettiği ve gelirinin arttığının sabit olduğu, bu hali ile dosya kapsamına göre davacının fesih nedeniyle kar mahrumiyetine uğradığının ispatlanmadığı, ileri sürülen istinaf sebeplerinin yerinde olmadığı anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, davalının istinaf başvurusunun HMK’nın 352. maddesi uyarınca usulden reddine, davacının istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilerek, aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davalının istinaf başvurusunun HMK’nın 352.maddesi uyarınca USULDEN REDDİNE, 2-Davacının istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, 3-Harçlar Kanunu gereğince istinaf edenler tarafından yatırılan 121,30’ar.TL istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, 4-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince istinaf talep eden davacıdan alınması gereken 80,70.TL harçtan, davacı tarafından istinaf aşamasında yatırılan 44,40.TL harcın mahsubu ile bakiye 36,30.TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 5-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince istinaf talep eden davalıdan alınması gereken 80,70.TL harçtan, davalı tarafından istinaf aşamasında yatırılan toplam (44,40.TL+28,00.TL=) 72,40.TL harcın mahsubu ile bakiye 8.30.TL’nin davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 6-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep edenler üzerinde bırakılmasına, 7-Artan gider avansı varsa talep halinde avansı yatıran tarafa iadesine, 8-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 20/01/2022 tarihinde HMK’nın 362/1-a maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.