Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2019/2217 E. 2021/1686 K. 25.11.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/2217
KARAR NO: 2021/1686
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME: İSTANBUL 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 17/04/2019
DOSYA NUMARASI: 2015/426 Esas – 2019/316 Karar
DAVA: Portföy Tazminatı (Acentelik Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 25/11/2021
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkili ile davalı sigorta şirketi arasında 24/01/2001 tarihinde Sigorta Acentelik Sözleşmesi akdedildiğini, sözleşme ilişkisinin yaklaşık 14 yıl devam ettiğini, ancak davalı sigorta şirketinin Beyoğlu … Noterliği’nin 24/09/2014 tarih ve … yevmiye numaralı fesih ihbarnamesi ile işbu ihbarnamenin tebliğinden itibaren 3 ay sonra acentelik sözleşmesinin feshini ihbar ettiğini, ihbarnamenin 30/09/2014 tarihinde kendilerine tebliğ edildiğini, kendilerinin de cevaben Kartal … Noterliği’nin 19/11/2014 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile feshin hukuki ve yasal dayanağı bulunmadığını, mevzuat gereği tüm alacak ve tazminatların 31/12/2014 tarihinde defaten ödenmesini talep ettiklerini, aksi halde 01/01/2015 tarihinde temerrüde düşmüş olduklarının bildirildiğini, ancak davalı sigorta şirketinin Beyoğlu … Noterliği’nin 30/12/2014 tarih ve … yevmiye numaralı fesih ihbar yazısı ile düzenlediği ikinci ihtarnameye konu; “Acenteye verilen ve karşılıklı olarak mutabık kalınan hedeflerin gerçekleştirilememesi ve bu konuda şirketimiz tarafından yapılan 07/07/2014 tarih ve … referans numaralı uyarıyı” şeklindeki gerekçeyle acentelik sözleşmesini feshederek kendilerini azlettiğini, oysa tutturulması gereken hedefler noktasında karşılıklı mutabakatları olmadığını, kendileri ile birlikte hedeflerini tutturamayan başka acenteler de olmasına rağmen hedefin tutturulamamış olması nedeniyle sadece kendi sözleşmelerinin feshinin eşitliğe aykırı ayrımcılık olduğunu, sigorta sektöründe 2009 yılından itibaren bir daralma yaşandığını, esasen hedeflerin tutturulamamasının asıl nedeninin bu olduğunu, müvekkilinin kardeş şirketi olan … Ltd. Şti ile … A.Ş. arasındaki “Yeni Araç Satış Sözleşmesi’nin 2012 yılında feshedildiğini, fesih nedeniyle yeni araç müşterilerine sigorta poliçesi üretiminin dönemsel olarak azaldığını, davalışirketin müvekkilinin bu özel durumunu bilmesine rağmen 14 yıllık acentesinin sözleşmesini feshetmesinin feshin kötüniyetli olduğunu ve fesihte davalının hiçbir menfaati bulunmadığını, davalı şirketin TTK’nın 122/2 maddesi gereğince denkleştirme tazminatı ödemesi gerektiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000,00 TL denkleştirme tazminatının fesih tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili 25/04/2018 tarihli ıslah dilekçesi ile; müdeabbihi 149.915,06 TL arttırmak suretiyle 159.915,06 TL’ nin fesih tarihinden itibaren ticari faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Yargılama sırasında davacı … Ltd. Şti tarafından Kartal … Noterliği’nin 29/06/2017 tarih ve … yevmiye numaralı Temlik Sözleşmesi ile işbu davaya konu ve sözleşmenin feshi nedeniyle doğacak tüm denkleştirme tazminatı ve alacak …’a temlik edilmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; … Ltd. Şti unvanlı davacı ile 24/01/2001 tarihinde sigorta acenteliği sözleşmesi akdedildiğini, davacının sözleşme şartlarına ve talimatlara uymadığını, Beyoğlu … Noterliği’nin 24/09/2014 tarih ve … yevmiye numaralı evrak üzerinden keşide edilen ihtarname ile, acentelik sözleşmesinin ihtarnamenin tebliğ tarihinden itibaren 3 ay sonunda feshedileceğinin bildirildiğini ve sözleşmenin 30/12/2014 tarihinde feshedildiğini, feshin davacı iddialarının aksine haklı olduğunu, sözleşmenin haklı nedenle ve olağanüstü yolla feshedilmiş olmasından dolayı davacının portföy tazminatı talep etme hakkı olmadığını, çünkü davacının gönderilen ihbarnamelere ve karşılıklı mutabakatlara aykırı olarak hedefleri gerçekleştirmediği ve tüm uyarılara rağmen iyileşme sağlanamaması nedeniyle ticari ilişkinin devamında karlılık ve kazanç oluşmayacağı nedeniyle sözleşmenin feshedildiğini, kaldı ki davacı acentenin müvekkili şirket dışında diğer sigorta şirketleri ile de çalıştığını ve sigortacılık faaliyetine devam ettiğini, davacının talebinin kabul anlamına gelmemekle birlikte davacı acente aracılığıyla gerçekleşen poliçelerin çok büyük bir bölümünün acentelik sözleşmesinin feshinden sonra müvekkili şirket nezdinde devam etmediğini, dolayısıyla davalı şirket olarak davacı acentenin sağladığı müşteri çevresinden menfaat temin etmediklerini, talep edilen tazminat miktarının yasal dayanaktan yoksun ve miktar olarak fahiş olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili, ıslah dilekçesine karşı beyan dilekçesinde; ıslahen arttırılıp tahsili talep edilen miktarın 6102 sayılı TTK m.122/4’de öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde talep edilmediği için reddini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 17/04/2019 tarih ve 2015/426 Esas – 2019/316 Karar sayılı kararı ile; ” Dava, 6102 sayılı TTK m.122′ den kaynaklanan denkleştirme (portföy) tazminatıdır.Davacı ile davalı arasındaki sözleşme ilişkisi sigorta acenteliği ilişkisidir. Bu nedenle tarafların hak ve yükümlülüklerinin ve davacı acentenin denkleştirme tazminatı talebinin öncelikle özel kanun niteliğindeki 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 23. maddesine göre bu kanunda hüküm bulunmaması halinde m. 23/son hükmünün atfı nedeniyle genel hüküm niteliğindeki 6102 sayılı TTK’ da acentelik ilişkisinin düzenlendiği m. 102-123’e göre çözülmesi gerekir. Sigorta acentelerinin sözleşmenin sona ermesi nedeniyle talep edebileceği porföyü (denkleştirme) tazminatı, 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 23/16. maddesinde; “Sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra sigorta şirketi sigorta acentesinin portföyü sayesinde önemli menfaatler elde ediyor ve hakkaniyet gerektiriyorsa, sigorta acentesi, sigorta şirketinden tazminat talep edebilir. Ancak, sigorta acentesinin haklı bir nedene dayanmaksızın sözleşmeyi feshetmesi ya da kendi kusuruyla sözleşmenin feshine neden olması halinde tazminat hakkı düşer.” şeklinde düzenlenmiştir. Düzenleme kapsamında sigorta acentelerinin porföy tazminatı talep edilebilmesi için gerek ilk şart, sigorta acentesinin acentelik ilişkisinin başlamasından sonra yeni müşteriler bulmuş olması, ikinci şart, sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da müvekkilin önemli menfaatler elde ediyor olması üçüncü şart ise somut olayın olayın özellik ve şartları değerlendirildiğinde, tazminat ödenmesinin hakkaniyete uygun düşmesidir. Genel hüküm niteliğindeki TTK. m. 122/1’de ise denkleştirme tazminatı; “(1) Sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra; a) Müvekkil, acentenin bulduğu yeni müşteriler sayesinde, sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da önemli menfaatler elde ediyorsa, b) Acente, sözleşme ilişkisinin sona ermesinin sonucu olarak, onun tarafından işletmeye kazandırılmış müşterilerle yapılmış veya kısa bir süre içinde yapılacak olan işler dolayısıyla sözleşme ilişkisi devam etmiş olsaydı elde edeceği ücret isteme hakkını kaybediyorsa ve (c) Somut olayın özellik ve şartları değerlendirildiğinde, ödenmesi hakkaniyete uygun düşüyorsa, acente müvekkilden uygun bir tazminat isteyebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenleme kapsamında acentelerinin porföy tazminatı talep edilebilmesi için gerek ilk şart, acentenin acentelik ilişkisinin başlamasından sonra yeni yeni müşteriler bulmuş olması, ikinci şart, sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da müvekkilin önemli menfaatler elde ediyor olması üçüncü şart ise somut olayın olayın özellik ve şartları değerlendirildiğinde, tazminat ödenmesinin hakkaniyete uygun düşmesidir. Esasen özel hüküm niteliğindeki 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu m. 23/16 ile genel hüküm niteliğindeki TTK m. 122/1 düzenlemesi genel olarak paralel niteliktedir. Her iki kanunun ile denkleştirme tazminatı için öngörülen maddi koşullar dışında, denkleştirme tazminatı talep edilebilmesi için, sözleşmenin, müvekkil (sigorta şirketi) tarafından haklı bir neden olmadan feshedilmiş olması (m. 122/3) ve davanın sözleşme ilişkisinin sona ermesinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içinde açılmış olması gerekir. (m. 122/4) Hükmedilecek tazminat miktarı, acentenin son beş yıllık faaliyeti sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalamasını aşamaz. Sözleşme ilişkisi daha kısa bir süre devam etmiş ise faaliyetin devamı sırasındaki ortalama esas alınır. (m. 122/2) Ancak mevzuatta bu şekilde öngörülen denkleştirme tazminatının niteliği konusunda öğreti ve yargıda görüş birliği yoktur. Bu konudaki hakim görüş, denkleştirme talebini, hakkaniyet düşüncesinden etkilenen, yaratılan müşteri çevresinin bir bedeli olarak tanımlamaktadır. Ancak doktrinde denkleştirme talebini, acenteye yardım etme düşüncesine dayandıranlar olduğu gibi, klasik anlamda bir malvarlığı zararının giderilmesi olarak kabul edenler de bulunmaktadır. Bazı yazarlar ise denkleştirme talebini sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayandırmaktadır.(bkz. Yrd. Dç. Dr. Rauf Karasu (2008) Türk Ticaret Kanunu Tasarısına Göre Acentenin Denkleştirme Talebi, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl:2008 s. 288) Acente, aracılık yapmak dışında sözleşme kapsamında sağladığı yeni müşteri çevresi ile yapılan işlemlerden hem müvekkil hemde kendisi menfaat elde etmektedir. Ancak acentelik sözleşmesinin sona ermesinden sonra acente bu müşteri çevresinden kural olarak fayda sağlama olanağını yitirdiği halde müvekkil bu çevre ile ilişkileri sürdürme ve menfaat elde etme imkanına sahiptir. Bu kapsamda acenteye tanınan denkleştirme tazminatı hakkı, acente tarafından müvekkile kazandırılan ve ancak fesih nedeni ile acentenin yoksun kaldığı ve fakat müvekkilin fesihten sonra da menfaat elde etmesi mümkün müşteri çevresi karşılığının hakkaniyet ilkesine uygun olarak hesaplanarak acenteye verilmesidir. (bkz. Yrd. Dç. Dr. İrfan Akın (2013) Türk Ticaret Kanunu Tasarısına Göre Acentenin Denkleştirme Talebi, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl:2013, Sayı 62, s.614-615) Esasen sözlşemenin haklı bir neden olmadan feshi halinde müvekkil kusuru ile acentenin sağladığı müşteri çevresinden menfaat elde etmesini engellemiş olmaktadır. Çünkü sözleşmenin sona ermesi ile acente gelecekte menfaat elde etme imkanını yitirerek zarara uğratılmış olmaktadır. Bu nedenle de sözleşmeyi haklı neden ile sona erdirdiğini ispat edemeyen müvekkil kusuru ile meydana gelen zarardan kanunda öngörülen limitler dahilinde sorumlu olacaktır. Bu nedenle müvekkilin sözleşmenin sona ermesinden sonra, sağlanan müşteri çevresinden fiilen menfaat sağlayıp sağlamadığı önemli değildir. Önemli olan müvekkilin objektif manada menfaati sağlayabilecek olması ve müvekkilin sözleşmeyi haksız olarak feshi nedeni ile acentenin bu menfaatten yoksun kalmasıdır. Değilse sözleşmenin sona ermesinden sonra, müvekkilin sağlanan müşteri çevresinden fiilen menfaat sağlandığının aranması, tazminatı tür olarak sebepsiz zenginleşmeye götürür ve davacının hak talebi de davalının menfaat sağlamak isteyip istememesine tabi kılınmış olur. Kötü niyetli müvekkil de salt tazminat ödememek için menfaat elde etmeme yolunu tercih edebilir. Kaldı ki TTK m.122/4 ile açılacak olan davanın fesih tarihinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süreye tabi tutulması, bu sürenin fesih ile birlikte başlaması ve acentenin fesihten sonraki ilk gün dahi işbu davayı açma hakkına sahip olması karşısında, müvekkilin, acente tarafından sağlanan müşteri çevresinden, fiilen menfaat sağlamaya başlaması ve bu hususun tazminat şartı olarak aranması çelişki olacaktır. Bu nedenle sağlanan müşteri çevresinden müvekkilin, yeni sözleşmeler yapmak sureti ile fiilen istifade şartı yerine sağlanan müvekkil çevresinden objektif olarak menfaat sağlayabilme olarak kabul etmek gerekir. İhtilaf, davacı tarafından haklı nedenle fesholunduğu iddia olunan Sigorta Acentelik Sözleşmesi’nin haklı nedenle feshedilip edilmediği ve davacı acentenin denkleştirme tazminatı talep hakkı olup olmadığı ve varsa miktarının tespiti noktalarında toplanmaktadır. Bu kapsamda, sözleşmenin haklı nedenle feshini ispat yükü davalı sigorta şirketinde, (bkz. Bilge Umar – Ejder Yılmaz (1980) İspat Yükü, Yeniden Yazılmış, Genişletilmiş 2. Bası Ankara: Kazancı Matbaacılık, s. 108-109/ Yargıtay 19. HD. 29.01.2018 tarih – 2016/12515 E. ve 2018/188 K.) buna mukabil acentelik ilişkisinin başlamasından sonra yeni müşteriler bulduğu ve sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da müvekkilin sağlanan bu müşteri çevresinden menfaat elde etmesinin mümkün olduğunu ispat yükü acentede ve saptanan tazminattan indirim yapılması için lazım gelen özgün hususları (acentenin sağladığı müşteri çevresine müvekkilin katkısı, müvekkilin markasının yaygınlığı ile piyasada ürününe duyulan güven gibi) ispat yükü ise müvekkil sigorta şirketindedir. Ancak davacı acente tarafından sağlanan müşteri çevresi ile denkleştirme tazminatının hesabı hukuk bilgisi dışında özel ve teknik bilgiyi gerektirdiğinden HMK m.266 kapsamında talep üzerine veya resen bilirkişi deliline başvurulabilmesi mümkündür. Davalının Beyoğlu … Noterliği’nin 24/09/2014 tarih ve … yevmiye numaralı evrak üzerinden keşide edelin ve 01.10.20014 tarihinde muhataba tebliğe edilen ihtarname ile herhangi bir gerekçe belirtilmeden acentelik sözleşmesini işbu ihtarnamenin tebliğ tarihinden itibaren 3 ay sonunda feshedileceğinin bildirmesi ile olağan fesih yolunu tercih ettiği ve daha sonra Beyoğlu … Noterliği’nin 30/12/2014 tarih ve … yevmiye numaralı evrakı üzerinden keşide edilen ihtarname ile de “… Acenteye verilen ve karşılıklı olarak mutabık kalınan hedeflerin gerçekleştirilememesi ve bu konuda şirketimiz tarafından yapılan 07/07/2014 tarih ve 08-1100-263 referans numaralı uyarılara rağmen bir iyileştirme görülmemiş olması nedeniyle feshedilmiştir.” şeklindeki gerekçe ile fesih nedenini hedeflerin gerçekleştirilememesi olarak belirterek Beyoğlu … Noterliği’nin 30/12/2014 tarih ve … yevmiye numaralı evrakı üzerinden düzenlenen ihtarname ile de acenteyi azlettiği görülmektedir. Dosya kapsamı ile davalı inşai nitelikte olarak olağan yolla fesih hakkını kullandığından, ikinci ihtarnamede belirtiği nedeni ispat yükü altındadır. Taraflar arasında Kadıköy … Noterliği’nin 24/01/2001 tarih ve … yevmiye numaralı evrakı üzeninden akdedilen acentelik sözleşmesinin 24. maddesinin; “Bu sözleşme acentenin sözleşme hükümlerine veya ilgili mevzuat ve teammüllere uygun olarak … Sigorta tarafından verilen karar, direktif ve genelgelere uymaması halinde önceden ihbara gerek kalmaksızın her zaman … Sigorta tarafından feshedilebilir” şeklindeki hükmü ile davalıya fesih hakkı verilmiş ise de sözleşme ile öngörülen fesih hakkının olağan yolla haklı bir neden olmaksızın kullanılması doğru değildir. Her hak gibi olağan fesih hakkı da keyfi olarak kullanılamaz. Keyfi kullanım dürüstlük kurallarına aykırılık teşkil eder. Bu nedenle davalı olağan yolla kullandığı fesih hakkının haklı bir nedene dayandığını ispat yükü altındadır.(bkz. Yargıtay 11. HD. 22/10/2014 tarih – 2014/7542 Esas ve 2014/16209 Karar ve 11. HD. 27/04/2016 tarih – 2015/15216 Esas ve 2016/4748 Karar) Davalı haklı nedenin ispatı anlamında davacının yıl sonu kotalarını yerine getirmediği nedeniyle feshettiğini ileri sürmüş ise de dosya kapsamı ile davacı acentenin hangi seviyede beklenen başarıyı gerçekleştiremediği, acente ile aynı konum ve büyüklükteki diğer acentelerden ne kadar geride kaldığı ve mevcut başarısızlığın davalı için sözleşmenin sürdürülmesi için kabul edilemez düzeyde olduğu ispat edilmiş değildir. Kaldı ki salt hedeflerin tutturulamaması acentelik sözleşmesinin feshi için haklı neden olarak kabul edilemez.(bkz. Yargıtay 11. HD. 18/04/2017 tarih – 2015/14094 Esas ve 2017/22015 Karar) Bu kapsamda mali müşavir bilirkişi … ve sigorta hukukçusu …’den alınan 28/04/2017 tarihli bilirkişi raporu ile; davacının 6102 sayılı TTK m.122/2 kapsamında 10.000,00 TL tutarındaki tazminatı talep etmesinin mümkün olduğu tespit edilmiştir. Ancak bu rapor hüküm kurmaya yeterli görülmemiştir. Kök raporun yetersizliği ve taraf itirazları da nazara alınmak sureti ile bilirkişi heyetinden alınan 14/02/2018 tarihli bilirkişi ek raporu ile; fesih tarihinden geriye doğru 5 yıl süreyle yapılan inceleme neticesinde acentenin aracılık etmiş olduğu işlemler nedeniyle 799.575,30 TL komisyon ücretine hak kazandığı, yasanın hükmü gereği bu ücretin 5 yıllık ortalamasının 159.915,06 TL olduğu, bu kapsamda davacının bu miktar tazminatı talep edebileceği tespit edilmiştir. Dosya kapsamı, düzenlenen bilirkişi raporlarının denetime açık ve hüküm kurmaya elverişli olması, taraflar arasındaki ilişkinin yaklaşık on dört sene sürmüş olması ve dosya kapsamı ile davalının haklı neden ile feshi ispat edememiş olması, davalının, davacının yıllık performansını beğenmemiş olmasının zımni olarak davacının daha önceki dönemlerde davalıya çevre sağladığı ve davalının da bu faydadan memnun olduğu, bu nedenle feshin haksız olduğu ve sözleşme feshedilmemiş olsa idi davacının fesihten sonra da olağan şekilde işleyecek ilişkiler çerçevesinde fayda sağlayacak olduğu ve ancak davalının haksız feshi ile davacının bu imkandan yoksun kaldığı, bu şekilde haksız olarak sonlanan ilişkide davacının sağladığı müşteri çevresinden davalının objektif olarak menfaat elde etmesinin mümkün olduğu, bu nedenle sağlanan müşteri çevresi bedeli olarak hakkaniyet gereği davacıya tazminat ödenmesi gerektiği, sağlanan müşteri çevresinde davalı sigorta şirketinin ülkemizde sigortacılık alanında güvenilirliğini ispat etmiş olan bir sigorta şirketi olması ve … Sigorta markasının sunulan hizmet itibariyle piyasada bilinirliği ve güvenilirliği olan bir marka olması nedeniyle saptanan tazminattan indirim yapılması mümkün olmak ile birlikte bir sonraki paragraftaki gerekçe ile ıslahen artırılacak miktarın reddine karar verilecek olması nedeniyle kısmi dava olarak talep edilen 10.000.00 TL’den takdiri indirim yapılmaksızın dava tarihi olan 21/04/2015 tarihiniden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermek gerekmiştir. Davacı vekilinin 25/04/2018 tarihli ıslah dilekçesi ile müdeabbihi 149.915,06 TL arttırmak suretiyle 159.915,06 TL’nin fesih tarihinden itibaren ticari faizi ile birlikte tahsilini talep ettiği görülmektedir. Davacı taraf ıslah yoluyla 25/04/2018 tarihinde müddeabihi 149.915,06 TL arttırmış ise de arttırılan bu miktarın m122/4 kapsamında bir yıllık hak düşürücü süre (bkz. Yargıtay 11. HD. 23/12/2014 tarih – 2014/11631 Esas ve 2014/20304 Karar) geçtikten sonra açılmış olduğu anlaşıldığından bu miktar bakımından davanın reddine karar vermek gerekmiştir. ” gerekçeleri ile; ” Davanın KISMEN KABULÜ İLE, 10.000,00 TL tazminatın dava tarihi olan 21/04/2015 tarihiniden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE, Islahen talep edilen miktar bakımından davanın REDDİNE, … ” karar verilmiş ve verilen karara karşı, davacı … vekili ile davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı … vekili istinaf dilekçesinde özetle; Davalının, acentelik sözleşmesini tek taraflı haksız biçimde feshettiğinden, TTK 121 madde gereği denkleştirme tazminatı ödemesi gerektiğini, mahkemenin denkleştirme tazminatının kabulü yönündeki kararının hukuka uygun olduğunu, davalının, müvekkilinin acentelik sözleşmesini feshettiğine dair 24.09.2014 tarihli ihbar yazısının müvekkiline 30.09.2014 tarihinde tebliğ edildiğini, işbu davanın ise 24.04.2015 tarihinde açıldığını, bu nedenle denkleştirme tazminatı talepleri kanuni süresinde talep ve dava edildiğinden mahkemenin bunu dikkate almadan vermiş olduğu kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, ayrıca acentelik sözleşmesinden doğan tüm taleplerin TBK m.147/5 hükmü gereği 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğunu, dava konusu denkleştirme tazminatı için de 5 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğini, Dava açılırken, davalıdan talep edilecek denkleştirme tazminatı miktarının davacı tarafından belirlenebilmesinin objektif açıdan mümkün olmadığını, tazminatın hesaplanabilmesi için, davalının ticari defterleri başta olmak üzere dayanmış olduğu delillerin de incelenerek hesaplama yapılmış olması gerektiğini, davacı müvekkilinin denkleştirme tazminatının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması, bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda talep edilecek alacağın belirsiz kabul edilmesi gerektiğini, alacak miktarının bilirkişi marifetiyle davalı tarafın defterlerinin incelenmesi neticesinde kesin olarak ortaya çıktığını, dolayısıyla müvekkilinin, dava konusu tazminat miktarını davalının ticari defterleri ve delilleri incelenmeden bilebilmesi mümkün olmadığından, müddeabihin artırıldığı tarih yönünden hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesi ile davanın kısmen reddine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, Davanın 24.04.2015 tarihinde açıldığını, yargılamanın uzun sürmüş olması nedeniyle müvekkilinin hak kaybına uğramasının adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğunu, dosyanın bilirkişiye 05.05.2016 tarihinde gönderildiğini, davanın açılmasından itibaren dosyanın bilirkişiye gitmesinin yaklaşık 1 yıl gibi uzun bir zaman aldığını, bilirkişi raporunun mahkemeye 28.04.2017 tarihinde yine yaklaşık bir yıl sonra sunulduğunu, bilirkişi raporundaki eksiklikler nedeniyle ek rapor alınmasına karar verildiğini ve bilirkişiler tarafından14.02.2018 tarihli bilirkişi raporunun mahkemeye sunulduğunu, dolayısıyla müvekkili şirket tarafından talep edilebilecek tazminat miktarının 14.02.2018 tarihli bilirkişi ek raporuyla açıklığa kavuştuğunu ve 25.04.2018 tarihli ıslah dilekçesiyle müddeabihin artırıldığını, yargılamanın gecikmiş olması nedeniyle tazminat miktarının davanın açılmasından üç yıl sonra hesaplanabildiğini, işbu davanın açılış tarihi itibariyle müvekkilinin davalıdan talep edeceği tazminat miktarını bilmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle ıslah edilen kısım yönünden hak düşürücü süre geçtikten sonra talep edildiği gerekçesiyle davanın reddi yönünde karar verilmesinin hakkaniyete, usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, bu yöndeki gerekçenin adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde bulunduğunu belirterek, İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi T. 17.04.2019 E 2015/426 – K 2019/316 sayılı kararın kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Mahkeme kararının, arttırılan bedelin hak düşürücü süre içerisinde talep edilmesi gerektiği yönü ile doğru olduğunu, ancak davacının portföy tazminatına hak kazandığı kabulünün doğru olmadığını, taraflar arasındaki sözleşme hükümlerine, genel hükümlere ve sigortacılık ile ilgili düzenlemelere aykırı olduğunu, mahkemenin, talebin esasını oluşturan portföy tazminatı konusunda ve özellikle de feshin haklılığı/ haksızlığı konusunda yanlış tespit ve değerlendirmelerde bulunduğunu, karar içeriğinde yer alan portföy tazminatının temel unsurlarının doğru tespit edilmediğini, Portföy tazminatının 4 temel unsuru olduğunu ve bu 4 temel unsurdan birinin dahi eksik olması halinde bu tazminata hak kazanılmayacağını, feshin haklılığı/ haksızlığının bunlardan biri olduğunu, ancak yalnızca bu unsurun değerlendirilmesi ile yetinilemeyeceğini, öte yandan tazminatın/ zararın belirlenmesinde de yanılgıya düşüldüğünü, son 5 yılın komisyon ortalaması mutlak ödenecek bir bedelmiş gibi bir algıya dayalı hesaplama yapıldığını, TTK 122. maddesi ve 5684 Sayılı Kanun’un 23/16 maddesine göre portföy tazminatının 4 ana unsuru bulunduğunu, mahkemenin kararında bu 4 unsurdan sadece bir tanesinin irdelendiğini, geri kalan unsurlara hiç ya da yeterince bakılmadığını, İşbu davayı ilgilendiren 6102 sayılı TTK’nun 122. maddesi ve 5684 sayılı Sigortacılık Yasası’nın 23/16 maddesi hükümlerine göre portföy tazminatına hak kazanılabilmesi için; ” 1-Acentenin kendisine ait olduğu belirlenmiş/kendisini yıllardır sürekli izleyen/gerçekten doğrudan acenteye bağlı/acentenin potföyü ve malı olarak addedilebilecek bir üretimin mevcudiyeti, 2- Feshin haksızlığı, 3- Acentenin doğrudan kendisine ait olduğu/malı olduğu/portföyü olduğu belirlenen bu üretimin, haksız fesihten sonra da sigorta şirketinin acenteyi dışlayarak ve onun hak ettiği komisyonları ödemeksizin devam ettirmesi, 4-Acenteye ait bu üretimin haksız bir biçimde sigorta şirketi tarafından sürdürülmesinden sonra şirketin önemli yararlar/menfaatler elde etmesi ” gerektiğini, Mahkemenin bu 4 unsurdan sadece feshin haklılığı/ ya da haksızlığı üzerinde durduğunu, ancak yanlış irdelediğini, diğer unsurların hiçbiri üzerinde durmadığını, TTK’da ve acentelik sözleşmesinde 3 ay önceden bildirimde bulunmak kaydıyla her iki tarafın da sözleşmeyi feshedebileceğinin öngörüldüğünü, fesih, kanun ve sözleşmedeki hükme uygun öneller de yapıldığına göre artık haklılık ya da haksızlık diye bir kavramdan söz edilemeyeceğini, tarafların bir amaç için sözleşme düzenleyerek bu sözleşmedeki tüm hükümlere uymayı peşinen kabul ettiklerini, tacirler arasındaki sözleşmelerde ise bu kuralların daha çok katı olduğunu ve sözleşmede yazılı hükümlerin her iki taraf için de bağlayıcı olduğunu, hukuk sistemimizde sonsuza kadar sürecek bir anlayışa dayalı sözleşme sistemi bulunmadığını, tam terine tüm sözleşmelere konan ortak hükümlerden birinin de sözleşmelerin fesih halleri ve şartları olduğunu ve bu fesih hal ve şartlarının da diğer hükümler gibi bağlayıcı ve tartışmasız hükümler olduğunu, TTK.’nun 121/1. maddesinin “Belirsiz bir süre için yapılmış olan acentelik sözleşmesini, taraflardan her biri üç ay önceden ihbarda bulunmak şartıyla feshedebilir. Sözleşme belirli bir süre için yapılmış olsa bile haklı sebeplerden dolayı her zaman fesih olunabilir.” şeklinde olduğunu, yine taraflar arasında akdedilmiş Acentelik Sözleşmesinin 24. maddesinin de; “üç ay önceden ihbar edilmek koşuluyla her zaman feshedilebilir” şeklinde olduğunu, birbirini teyit eden bu kanun ve sözleşme hükmüne göre; “3 ay öncesinden ihbarda bulunmak kaydıyla taraflar hiçbir gerekçe/neden/veya dayanak bildirmeksizin sözleşmeyi feshetme hakkına sahiptir.” dolayısıyla, 3 ay önce fesih ihbarında bulunulduğu takdirde haklı/haksız sorgulaması yapılmaksızın tarafların sözleşmeyi fesih hakkı olduğunu ve hak kullanıldığı takdirde hiç kimsenin feshin haklılığını/ haksızlığını/ doğruluğunu/ yanlılığını tartışma hakkı olmadığını, Her ne kadar Mahkeme kararında “ihbar öneline uyulmuş olsa bile yapılmış olan feshin iyi niyetli olması gerektiğini ve haklı bir nedene dayanması gerektiğini” belirtmiş ise de, kanundaki ve sözleşmedeki yazılım gereği bu görüşün doğru olmadığını, TTK 122/1 maddesi incelendiğinde, ilk cümlenin feshin haklılığının yada haksızlığının tartışılmayacağı, ikinci cümlenin ise haklılık ya da haksızlığın tartışılabileceği bir düzenleme öngördüğünün görüleceğini, burada birkaç temel unsur belirlendiğini; “-Hiçbir taraf sözleşmeyi aniden feshedemez. Böyle bir fesihte feshin haklılığı ya da haksızlığı kesinlikle tartışma konusu yapılır. – Her iki taraf 3 ay önceden ihbarda bulunmak koşuluyla hiçbir gerekçe göstermeden sözleşmeyi feshetme hakkına sahiptir. Bu durumda feshin haklılığı ya da haksızlığı tartışılmaz.”, fesihlerin aynı kategoride değerlendirilemeyeceğini, her iki fesih halinin farklı etki ve sonuçları olan fesihler olduğunun öngörüldüğünü, bu nedenle 3 ay önceden ihbarda bulunulmuşsa artık feshin haklılığı ya da haksızlığının tartışma konusu yapılamayacağını, Bu koşullar altında müvekkili şirketin; – 07.07.2014 tarihinde davacı acenteye bir uyarı yazısı göndererek hedeflere uyulmasını istediğini, – Hedef gerçekleştirme konusunda bir iyileşme görülmemesi üzerine 21.09.2014 tarihinde ikinci bir uyarı yazısı göndererek bu koşullar altında sözleşme ilişkisini sürdüremeyeceğini bildirdiğini, bilahare de 30.12.2014 tarihinde sözleşmeyi feshettiğini, yani 3 ay öncesinden ihbarda bulunulmak koşuluyla yapılacak her feshin tartışmasız haklı, doğru ve yasal kabul edileceği bir durumda müvekkili şirketin; (07.07.2014 – 30.12.2014 arası) yaklaşık 6 ay öncesinde ihbarda bulunduğunu, – Ve hiçbir yasal zorunluluğu olmamasına rağmen hedeflere uyulmaması gerekçesini göstererek, uyulduğu takdirde feshetmeyeceğini bildirdiğini, yasal gerekliliklere tamamen uyulmuş olmasının yanı sıra feshin esas itibariyle de geçerli/ haklı ve yasal bir fesih olduğunu, bir acente bir taahhütte bulunmuş ise buna uymamasının sonuçlarına katlanması gerektiğini, bu yükümlülüğün akdedilen sözleşmenin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu, Sigortacılıkta temel yükümlülüğün hasar ödemelerinin zamanında ve eksiksiz ödenmesi olduğunu, bu yükümlülüğün tamamen sigorta ve şirketlerinin üzerinde olduğunu, acenteler üzerinde bu açıdan hiçbir risk veya sorumluluk olmadığını, acentelerin tek misyonu/görevi müşteri/sigortalı bulmak ve komisyonu almak olduğunu, bu nedenle acentelerin buldukları her sigortalıya ait poliçenin kabulünü/ getirdikleri her teklifin poliçeleşmesini isteyeceklerini, oysa sigorta şirketlerinin bir yandan poliçe sayısının artmasını da amaçlarken öte yandan gelen bu üretimin sağlıklı ve dengeli bir üretim olup olmadığını, şirketin hasar dengesinin işlemesini ve ayakta kalmasını da gözetmek/ dikkate almak zorunda olduğunu, bu yüzden gelen her teklifin kabulünü değil dengeli üretimin sağlanmasını amaçlayacağını, bunun için bir takım hedefler, bir takım zorunluluklar öngöreceğini, her şirketin risk kabul politikasının da farklı olduğunu, müvekkil şirketin de bu açıdan bazı kuralları ve gereklilikleri bulunduğunu, bu konuda en fazla üzerinde durulan hususun; dengeli üretim sağlanması ve her branşta belirli hedefler verilmesi ve verilen hedeflerin tutturulması olduğunu, Davacı acentelik dahil her acentenin her sene başında şirket tarafından belirlenmiş branşlarda öngörülmüş hedeflere uymayı taahhüt ettiğini, uyanların sözleşmesinin aynı şartlarla sürdürüldüğünü, uymayanların ise sözleşmelerinin feshedildiğini, her iki tarafı tacir olan bir olayda bundan daha yasal, daha doğru ve işin mantığına uygun bir davranış olamayacağını, bu bakımdan feshin esas açısından da haklı ve yasal bir fesih olduğunun tartışmasız olduğunu, kanunen ve sözleşme hükümlerince öngörülen 3 aylık ihbar süresine uyulmamış olsa idi dahi feshin haklı ve ve yasal bir fesih olarak kabul edilmesi gerektiğini, mahkemenin kararının bu açıdan da yanlış ve yasal dayanaktan uzak kaldığını, Sigortacılıkta portföyün; ne anlama geldiği, portföy kavramının ne olduğu, her üretimin portföy olarak kabul edilip edilemeyeceği, özellikle trafik üretiminin porföy olarak kabul edilip edilmeyeceği hususlarının hiç irdelenmediğini, hangi üretimin acentenin portföyü, hangi üretimin şirketin portföyü sayılması gerektiğinin irdelenmesi ve belirlenmesi gerektiğini, – Bazı sigortalar ve sigortalıların işini almanın çok zor olduğunu, acentenin günlerce -hatta aylarca- işi alabilmek için ikna çalışmaları yaptığını, işi öyle aldıklarını, sigortalılara projeksiyon çalışmaları yaptığını, yönlendirdiğini, ihtiyaçlarını doğru biçimde belirlediğini ve en uygun şirketten en uygun poliçeyi çıkardıklarını, (Bu portföyün acentenin portföyü olduğunu ) – Bazı sigortalıların sadece güçlü şirketin/ hasarını zamanında ödeyen/ güven veren şirketin poliçesini isterim dediğini, benim için poliçeyi veren şirket önemlidir dediğini, (Bu portföy Sigorta şirketinin portföyü olduğunu ) – Bazı sigortalıların acentesi ne derse desin onun tavsiyelerine uyduğunu, acentesi hangi şirkete giderse gitsin onu takip ettiğini, şirketten ziyade acentesinin peşinden gittiğini, (Bu portföyün acentenin portföyü olduğunu ) – Bazı poliçeler için (sigortalıların değil 3. şahısların zararını karşılayan ve devletin tekeffülü altında olan zorunlu bir sigorta türü olan trafik sigortaları gibi) sırf ucuzluğun esas alınması sebebiyle acentenin değil tamamen sigorta şirketinin ön planda olduğunu, (Bu portföyün Sigorta şirketinin portföyü olduğunu ) – Bazı poliçeler için sağlanan avantajların (yetkili servislerle anlaşma, ikame araç verme, güçlü asistans desteği sağlama, hasarsızlık indiriminin kaybedilmemesi v.s.) tamamen sigorta şirketinin ön planda olduğunu, (Bu portföyün sigorta şirketinin portföyü olduğunu) Bunlardan her birinin, bir poliçenin acenteye mi şirkete mi ait olduğunu gösteren önemli göstergeler olduğunu ve her birinin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini, bir acentenin portföyü olarak adlandırılabilecek üretimin; – İnşaat Sigortaları/Endüstriyel Sigortalar/Nakliyat Abonman Sigortaları gibi teknik, uzun süreli ve yıllara sarkan poliçelere dayalı olması, – Ya da yıllardan beri aynı acenteden çıkan aynı acente ile devam eden ve en azından onunla bütünleşecek kadar bir süre acentede kalmış sigortalılara ait üretime dayalı olması gerektiğini, ertesi gün dahi kalıp kalmayacağı belli olmayan, zorunlu sigortalara dayalı veya hangi şirket daha ucuz fiyat verecekse onun tercih edildiği bir üretimin acentenin portföyü olarak nitelendirilemeyeceğini, bu konuda bir sürekliliğin veya devamlılığın bulunması gerektiğini, sürekli müşterinin; bir defa değil, belli bir süre içinde, tekrar sözleşme yapması beklenilen müşteri olduğunu, dolayısıyla şirketle sadece bir defa sözleşme yapan/ poliçe alan ve ikinci bir sözleşme ilişkisine girmesi beklenmeyen müşteriler, acente tarafından şirkete/ sigortacıya kazandırılmış olsa bile, portföy tazminatı talebi açısından dikkate alınamayacağını, Bilirkişi Raporunda bu konuda bir irdeleme olmadığını ve acentenin bir önceki dönemdeki her üretimi/her poliçesi; zorunlu poliçe olup olmadığına/ geçici poliçe olup olmadığına/acentenin şahsi bir çabasına dayanıp dayanmadığına/ özel bir proje olup olmadığına bakılmaksızın acentenin portföyü olarak kabul edildiğini, mahkemenin de kararını bu olgu üzerine oturttuğunu, böyle bir anlayışın ne sigortacılıkta ne de genel uygulamada yeri olamayacağını, özgünlüğü/ kalıcılığı/ sürekliliği/ niteliğinin irdelenmediğini, Portföy tazminatının önemli bir unsuru olan fesihten sonra da acenteye ait üretimin sigorta şirketinden devam ettirilme olgusu üzerinde hiç durulmadığını, hangi poliçelerin fesihten sonra devam ettirildiği, bunların miktarının ne olduğu, davacı acentenin birçok sigorta şirketi ile çalıştığını, müvekkili şirketten çıkaramadığı poliçeleri bu şirketlerden çıkarıp çıkarmadığı ve herhangi bir kaybının bulunup bulunmadığı hususlarının irdelenmediğini, sanki acentenin bir önceki yıldaki tüm üretimi sonraki yıl aynen müvekkil tarafından devam ettirilmiş gibi bir anlayışla karar verildiğini, Portföy tazminatının bir diğer önemli unsurunun; fesihten sonra da acenteye ait üretimden acente dışlanarak ve devam ettirilen poliçelere ait komisyonları kendisine ödemeksizin- yararlanılmaya devam edilmesi olduğunu, her tür zararda olduğu gibi Portföy Tazminatı talebinin de en önemli unsurlardan birinin somut bir zararın varlığının ortaya konması olduğunu, bu zararın varlığını ispat külfetinin de, talepte bulunan kişide/ acentede olduğunu, ancak davacı acentenin; – Hangi poliçesini fesihten sonra akdedemediğini, hangi işi kaçırdığını, -Somut hangi zararının bulunduğunu ortaya koyacak herhangi bir poliçe/Sözleşme/veya işle ilgili tek bir belge sunmadığını, kendi zararını kanıtlamak, bu zararların nelerden ibaret olduğunu ortaya koymak yerine bu saptamanın bilirkişilerce yapılmasını istediğini, davacı zararını somut olarak bildiremeyince ve bilirkişi heyetinin de herhangi somut bir zarar tespiti yapamadığını, böylelikle; – Davacı acentenin somut bir zararının bulunup bulunmadığı, – Sırf müvekkil şirketin feshi dolayısıyla davacının gerçekleştiremediği veya kaçırdığı herhangi bir iş olup olmadığı, – Müvekkili şirketten gerçekleştiremediği ve fakat acenteliğini yaptığı diğer şirketler vasıtasıyla aynı işi gerçekleştirdiği işlerin bulunup bulunmadığı, – Fesih nedeniyle kaçırdığı/ gerçekleştiremediği, ancak diğer şirketlere de yaptıramadığı işlerin/ sigortaların nelerden ibaret olduğu konularının boşlukta kaldığını ve bu konuda hiçbir saptama ya belirleme yapılamadığını, sanki acentenin bir önceki yıldaki tüm üretimi sonraki yıl aynen müvekkili tarafından devam ettirilmiş gibi bir anlayış sergilendiğini, davacının gerçekten bir zararının olup olmadığı varsa somut olarak nelerden ibaret olduğu konusunun kanıtlanamadığını, Davacı acentenin, sadece müvekkiline bağımlı bir acente değil, müvekkilinin yanı sıra birçok şirketin daha acenteliğini yaptığını ve müvekkilinden gerçekleştiremediği herhangi bir işi, rahatlıkla diğer şirketlerden gerçekleştirme imkânına sahip olduğunu, bu husus araştırılmadan hiçbir tespit yapılamayacağını, üretimin ağırlıklı bölümünün zorunlu sigortalardan olan Trafik Sigortasına dayandığı düşünüldüğünde, gerçekleştiremediği her işin/ sigortanın rahatlıkla diğer şirketlerden gerçekleştirdiğinin rahatlıkla görülebileceğini, Mahkemenin belirlediği 10.000,- TL.’nın neyin karşılığı olduğunun belli olmadığını, neyin karşılığı olduğu ortaya konmamış bir bedelin zarar olarak kabul edilemeyeceğini, Yine denkleştirme tazminatının en önemli şartı sayılan; müvekkilinin “fesihten sonra elde ettiği önemli kazanımın” ne olduğu konusunda da tek bir saptama yapılmadığını, sözleşmenin feshinden sonra davacı acentenin üretiminden elde edilmiş bir yararlanmanın söz konusu olmadığını, ispat külfeti davacıda olmasına rağmen davacının, yararlanım konusunda somut herhangi bir poliçeden ya da üretimden söz etmediğini, bilirkişilerin de bu konuda somut bir tespitte bulunmadığını, Acentenin fesihten önceki üretiminin tamamının fesihten sonra müvekkili şirkette devam ettirildiği kabul edilse dahi -ki böyle olasılık olamayacağını ve böyle bir durumun imkansız olduğunu – bilirkişilerin ” bu nitelikteki üretimin; hasar/prim oranını, genel giderleri ve diğer işletme giderlerini hesaplayıp sonuçta müvekkiline bir menfaat kalıp kalmadığını belirlemeleri gerektiğini, böyle bir belirleme yapılmadan, somut bir zarardan söz edilemeyeceğini, fesih haksız olsa bile sırf önemli yarar elde etme ilkesinin gerçekleşmemiş olmasının dahi, denkleştirme tazminatı talebine hak kazanılmaması açısından yeterli bir sebep olduğunu, TMK 6. maddesi gereğince davacının davasını ispatla mükellef olduğunu, işbu davaya konu talebin, bilirkişilerin belirleyeceği bir zarar değil, tamamen iddia sahibi davacının belirleyeceği bir zarar olduğunu, portföy tazminat hesabının, son 5 yılın komisyon ortalaması esas alınarak belirlenemeyeceğini, zararın somut ve teknik bir hesaba dayanması gerektiğini, “Son 5 yıl ortalaması” kavramının da yanlış anlaşıldığını, TTK 122 maddede, belirlenecek zararın son 5 yıl komisyon ortalamasını aşamayacağının düzenlendiğini, yani bunun bir üst limit olup, zarar bedeli olmadığını, mahkemece eksik, yetersiz ve kendi içerisinde dahi tam bir tutarlılık arz etmeyen denetime elverişli olmayan bilirkişi raporunu hükme esas almasının hatalı sonuçlara yol açtığını belirterek, İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 17.04.2019 tarih ve 2015/426 E – 2019/316 Karar nolu kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, TTK’nın 122/2 maddesi uyarınca acentelik sözleşmesinden kaynaklanan portföy(Denkleştirme) tazminatı istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, karara karşı taraf vekillerince istinaf başvurusunda bulunulmuştur. … Ltd. Şti. ile davalı şirket arasında 24/01/2001 tarihinde sigorta acenteliği sözleşmesi aktedildiği, davalı tarafça acenteye gönderilen Beyoğlu … Noterliği’nin 24/09/2014 tarih … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile, acentelik sözleşmesinin ihtarnamenin tebliğ tarihinden itibaren 3 ay sonunda feshedileceğinin bildirildiği ve sözleşmenin Beyoğlu … Noterliği’nin 30/12/2014 tarih … yevmiye numaralı azilnamesi ile feshedildiği, işbu davada davacı tarafça, feshin haksız olduğu iddia edilerek, TTK’nın 122/2 maddesi gereğince denkleştirme tazminatına hükmedilmesi talep edilmiştir. Davalı tarafça, davacının gönderilen ihbarnamelere ve karşılıklı mutabakatlara aykırı olarak hedefleri gerçekleştirmediği, tüm uyarılara rağmen iyileşme sağlanamaması nedeniyle ticari ilişkinin devamında karlılık ve kazanç oluşmayacağı nedeniyle sözleşmenin feshedildiği, davacı acentenin müvekkili şirket dışında diğer sigorta şirketleri ile de çalıştığı, sigortacılık faaliyetine devam ettiği, davacı acente aracılığıyla gerçekleşen poliçelerin çok büyük bir bölümünün acentelik sözleşmesinin feshinden sonra müvekkili şirket nezdinde devam etmediği, dolayısıyla davalı şirket olarak davacı acentenin sağladığı müşteri çevresinden menfaat temin etmedikleri savunularak, davanın reddine karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkemece, yapılan yargılama sonucunda dava dilekçesi ile talep edilen miktar yönünden davanın kabulüne, ıslah ile artırılan kısmın ise hak düşürücü süre içerisinde talep edilmediği gerekçesi ile reddine karar verilmiştir. Davaya dayanak acentelik sözleşmesinin “Sözleşmenin Feshi” başlıklı 24. maddesinde; “Bu sözleşme acentenin isteğine bağlı olarak üç ay önceden ihbar edilmek koşuluyla her zaman feshedilebilir. Bu sözleşme acentenin sözleşme hükümlerine veya ilgili mevzuat ve teammüllere uygun olarak … Sigorta tarafından verilen karar, direktif ve genelgelere uymaması halinde önceden ihbara gerek kalmaksızın her zaman … Sigorta tarafından feshedilebilir” şeklindeki hükümler ile feshin nasıl yapılacağı belirtilmiş, 25. Maddede de feshin sonuçları düzenlenmiştir. Taraflar arasındaki sözleşme 6762 sayılı yasanın yürürlükte olduğu dönemde yapılmış ve sözleşmede bir süre belirlenmemiştir. 6102 sayılı TTK’nın 122. maddesinde açıkça “denkleştirme istemi” olarak tanımlanan, doktrinde de “müşteri tazminatı”, “portföy tazminatı”, “portföy akçesi” olarak da ifade edilen bu tür tazminat, mülga 6762 sayılı TTK’nın sigorta hükümlerinde açıkça düzenlenmemiştir. Ancak, anılan Kanun’un 134. maddesinde muhik bir sebep olmadan ve üç aylık ihbar müddetine riayet etmeksizin akdi fesheden tarafın, başlanmış işlerin tamamlanmaması yüzünden diğer tarafın uğradığı zararı tazmine mecbur olduğu, müvekkilin veya acentenin iflas veya ölümü yahut hacir altına alınması sebebiyle acentelik mukavelesi sona ererse, işlerin tamamen görülmesi halinde acenteye verilmesi gereken ücret miktarına nispetle tayin olunacak münasip bir tazminatın acenteye yahut yukarıdaki hallere göre onun yerine geçenlere verileceği hükme bağlanmıştır. Fesihten sonraki tazminat alacağı bu şekilde belirlenmiştir. Ayrıca, fesih tarihi itibariyle yürürlükte bulunan ve uyuşmazlığa uygulanması gereken 5684 sayılı Sigorta Kanunu’nun 23/16. maddesinde, sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra sigorta şirketi sigorta acentesinin portföyü sayesinde önemli menfaatler elde ediyor ve hakkaniyet gerektiriyorsa, sigorta acentesi, sigorta şirketinden tazminat talep edebileceği, ancak, sigorta acentesinin haklı bir nedene dayanmaksızın sözleşmeyi feshetmesi ya da kendi kusuruyla sözleşmenin feshine neden olması halinde tazminat hakkının düşeceği düzenlenmiştir. Fesih ve dava tarihi itibarı ile yürürlükte bulunan 6102 sayılı TTK.’nın “Acentelik Sözleşmesinin Sona Ermesi-Sebepleri kenar başlığı altında yer alan 121/1. maddesinde; “Belirsiz bir süre için yapılmış olan acentelik sözleşmesini, taraflardan her biri üç ay önceden ihbarda bulunmak şartıyla feshedebilir. Sözleşme belirli bir süre için yapılmış olsa bile haklı sebeplerden dolayı her zaman fesih olunabilir.” hükmü, 122. Maddesinde ise; “(1) Sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra; a) Müvekkil, acentenin bulduğu yeni müşteriler sayesinde, sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da önemli menfaatler elde ediyorsa, b) Acente, sözleşme ilişkisinin sona ermesinin sonucu olarak, onun tarafından işletmeye kazandırılmış müşterilerle yapılmış veya kısa bir süre içinde yapılacak olan işler dolayısıyla sözleşme ilişkisi devam etmiş olsaydı elde edeceği ücret isteme hakkını kaybediyorsa ve c) Somut olayın özellik ve şartları değerlendirildiğinde, ödenmesi hakkaniyete uygun düşüyorsa, acente müvekkilden uygun bir tazminat isteyebilir. (2) Tazminat, acentenin son beş yıllık faaliyeti sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalamasını aşamaz. Sözleşme ilişkisi daha kısa bir süre devam etmişse, faaliyetin devamı sırasındaki ortalama esas alınır. (4) Denkleştirme isteminden önceden vazgeçilemez. Denkleştirme istem hakkının sözleşme ilişkisinin sona ermesinden itibaren bir yıl içinde ileri sürülmesi gerekir.” hükmü yer almaktadır. Somut uyuşmazlıkta, yargılama sırasında alınan bilirkişi rapor ve ek raporlarında, taraflar arasındaki acentelik sözleşmesinde prim üretim ölçütlerinin ve hedeflenen üretimin altında kalınması ve bunun yaptırımı belirlenmediğinden, ileri sürülen sebebin haklı fesih sebebi olarak görülmesinin mümkün olmadığı, davacının 5 yıllık faaliyet sonucu almış olduğu komisyon ve diğer ödemeler toplamının 5 yıllık ortalamasının portföy tazminatı olarak talep edebileceği belirtilmiş, mahkemece de bu rapor hükme esas alınmış ise de; portföy tazminatı talep edilebilmesi için yukarıda anılan hükümlerde yer alan diğer koşulların gerçekleşip gerçekleşmediği tespit edilmediği gibi davalı tarafın bilirkişi raporuna bu yöndeki itirazlarının karşılanması için ek rapor ya da yeni bir rapor alınmadan, eksik inceleme, değerlendirme ve yetersiz gerekçe ile karar verilmesi doğru görülmemiştir. Bu durumda mahkemece, HMK’nın 31. maddesinde düzenlenen hakimin davayı aydınlatma ödevi kapsamında, davalı vekilince cevap dilekçesi ekinde ibraz edilen 07/07/2014 tarihli davalı şirket tarafından davacıya gönderildiği belirtilen yazıda “Bu yılın başında acenteliğinize tebliğ edilen 28 Şubat 2014 tarihli yazımızla, hedefler tarafınıza bildirilmişti. Yapmış olduğumuz kontrollerde Haziran ayı sonu itibarı ile acenteliğiniz için belirlenmiş olan hedeflere ulaşamamış olduğunuz,…” şeklindeki ifadeye göre, taraflar arasında acentelik sözleşmesi dışında belirli bir süre için belirlenmiş belli bir hedef bulunup bulunmadığı taraflardan sorulmak suretiyle tespiti, bilirkişilere yaptırılacak inceleme ile, belirlenmiş bir hedef var ise davacının bu kapsamdaki durumu, davacı acentenin, davalı adına ne tür poliçeler düzenlediği, bu poliçelerin süreleri, davacının davalı tarafın müşteri portföyüne kattığı müşterilerle, davalının sözleşmenin sona ermesinden sonra da ticari ilişkisini devam ettirip ettirmediği, ettirdi ise hangi firmalarla, hangi süre ve oranda devam ettirdiği tespit ettirilerek, taraflar arasındaki sözleşmenin kurulup devam ettiği süre, ilişkinin ileriye dönük menfaat sağlayıp sağlamadığı, davalının acentenin portföyünden ne gibi önemli menfaatler elde edeceği ve hakkaniyet ilkesi gereği portföy tazminatı verilmesinin gerekip gerekmediği hususları tartışılarak, varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir. HMK.nun (Değişik:22/07/2020-7251/35md.)353/1-a6 maddesinde; “Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması.” hali, kararın kaldırılarak, dosyanın mahkemesine iadesi sebepleri arasında gösterilmiştir. Açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 353/1-a.6 maddesi uyarınca kaldırılmasına, dosyanın davanın yeniden görülmesi için mahkemesine iadesine, kararın kaldırılma sebebine göre davacı vekilinin istinaf sebeplerinin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verilerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davalının istinaf başvurusunun KABULÜ ile; İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 17/04/2019 tarih ve 2015/426 Esas – 2019/316 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a6 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine İADESİNE, 2-Davacının istinaf sebeplerinin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 3-Harçlar Kanunu gereğince, taraflarca yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, 4-Taraflarca yatırılan istinaf karar harçlarının, talep halinde taraflara iadesine, 5-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 6-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine, 7-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 25/11/2021 tarihinde HMK’nın 362/1-g maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.