Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2019/2161 E. 2021/1560 K. 04.11.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/2161 Esas
KARAR NO: 2021/1560 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 25/03/2019
NUMARASI: 2016/362 Esas 2019/290 Karar
DAVANIN KONUSU: Alacak
KARAR TARİHİ: 04/11/2021
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin sağlık sektöründe faaliyet gösterdiğini, ilaç üreticisi İrlanda’da mukim … firması ile 08/07/2014 tarihinde distribütörlük sözleşmesi imzalandığını ve müvekkilinin Türkiye’deki tek satıcı olduğunu, daha sonra …’nun sözleşmeye konu ürünlerin de dahil olduğu malvarlığının büyük bir kısmını davalı … firmasına devrettiğini, birleşme sonrasında davalının unvanının … olarak değiştirildiğini, devir sonrasında tek satıcılık sözleşmesi gereklerinin davalı tarafından yerine getirilmediğini, bu nedenle müvekkilinin zarara uğradığını ileri sürerek, TBK madde 112 uyarınca borcun ifa edilmemesinden ve sözleşmenin süresinden önce sona ermesi yüzünden uğranılan zarar, akdedilen sözleşme uyarınca yapılan ruhsatlandırma vb giderler, TTK madde 122 uyarınca davacının davalıya kazandırdığı müşteri çevresinden dolayı TTK madde 122 gereğince denkleştirme tazminatının tazmini bakımından şimdilik belirsiz alacak olarak 5.000,00 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyen TCMB’nin kısa vadeli krediler için uyguladığı avans faizi ile birlikte, ayrıca ticari itibar kaybı ve ticari faaliyetlerin zarar uğraması nedeniyle 5.000,00 TL manevi tazminat ile denkleştirme alacağının TBK madde 202 gereğince davalı malvarlığını devralmakla bu malvarlığına bağlı borçlardan da sorumlu olduğundan davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Vekili Cevap Dilekçesinde Özetle; Davacının dayandığı sözleşmede tahkim şartı bulunduğunu, uyuşmazlığın milletler arası ticaret odası tahkim kuralları çerçevesinde çözülmesi gerektiğini, uyuşmazlıkta İngiliz hukukunun uygulanması gerektiğini, sözleşmenin ihlal edildiği kabul edilse dahi ihlal eden tarafın … firması olduğunu, davalının sözleşmeyi …’dan devralmadığını, bu nedenle sözleşmeden kaynaklanan sorumluluklarının bulunmadığını ve davayla ilgili husumet itirazları bulunduğunu, öncelikle husumet yokluğundan davanın reddi gerektiğini, müvekkilinin … firmasından sadece … ürününü satın aldığını, bu ürünün satışı işlemlerine ise üretimden kaynaklanan hukuki problemler nedeniyle hiç başlanamadığını, dolayısıyla müvekkiline yüklenebilecek kusur da bulunmadığını, davalının sözleşmeden sorumlu olduğu kabul edilmesi halinde dahi olayda ifa imkansızlığı bulunduğundan davanın reddi gerektiğini, müspet ve menfi zararların bir arada istenilemeyeceğini, davacının faaliyetleri sonucunda müvekkili nezdinde oluşmuş bir müşteri çevresi bulunmadığını, olayda denkleştirme sorumluluğunun söz konusu olmadığını, hem maddi hem manevi tazminat şartları oluşmadığını belirterek, davanın öncelikle usulden, bu talep kabul edilmezse esastan reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 25/03/2019 tarih ve 2016/362 Esas – 2019/290 Karar sayılı kararı ile; “….Davacı ile dava dışı firma arasında akdedilen distribütörlük (tek satıcılık) sözleşmesinde, sözleşmenin başkasına devredilmesi davacı akidin onayına bağlanmış olup, dava dilekçesinde belirtildiği üzere dava dışı … firması sözleşmenin davalıya devrine muvafakatını istemişse de davacının muvafakat vermediği, buna rağmen …’nun … ürününe ilişkin malvarlığını ve haklarını davalıya devretmesi sonucu sözleşmenin uygulanamaz hale geldiği tarafların kabulündedir. TBK madde 202’de kastedilen ve devralanın doğrudan sorumlu tutulduğu borçlar ise, malvarlığının muaccel borçlarıdır, borç ilişkileri değildir. Sözleşmeden doğan edim yükümlülüklerinin veya bu sözleşme ilişkisine bağlı diğer hukuki sorumlulukların, sözleşmelerin nispiliği ilkesi de dikkate alındığında, bu sözleşme tek satıcılık olsa bile, sözleşmenin açıkça devri sözkonusu olmadıkça, devredilen malvarlığının muaccel borcu sayılması hukuken mümkün değildir. Davacı tarafın talebi sözleşme kapsamında dava dışı (malvarlığını devreden) … nezdinde malvarlığının devri öncesi doğmuş ve muaccel hale gelmiş bir alacak talebi olmayıp, maddi zarar talebi sözleşmeye güvenerek yapılan masraflar, kar mahrumiyeti ve denkleştirme tazminatı talebine ilişkindir. Bu zarar türleri ise esasen sözleşmenin feshine bağlı olarak sözleşmeyi haksız fesheden taraftan talep edilebilecek nitelikte menfi zararlar olup, davacı tarafça sözleşmenin davalı tarafça devam ettirilmesi gerektiği iddiasıyla bilirkişi tarafından hesaplanması talep edilen TBK madde 112 uyarınca borcun ifa edilmemesinden (sözleşmeye aykırılık) kaynaklanan müspet zararın ise, sözleşmenin davalıya devredilmiş olduğu ispatlanamadığına göre davalıdan talep edilmesi mümkün değildir. Malvarlığının devredilmesi, o malvarlığı üzerindeki sözleşme ilişkisinin ve edim yükümlülüğünün de (TBK 205’teki açık hükme rağmen) kendiliğinden devralana devredilmiş sayılacağı şeklinde yorumlanamaz, böyle bir yorum için, açık kanun hükmü bulunması veya sözleşmenin malvarlığıyla birlikte devredildiğinin ispatlanması zorunludur. Davacı tarafça … ürününe ilişkin malvarlığı ve hakların dava dışı … tarafından davalıya devredilirken, sözleşmede kalan taraf olan davacı sözleşmenin devrine onay vermemiş olsa da, tek satıcılık sözleşmesinin de bu malvarlığıyla birlikte davalıya devredildiği ileri sürülmüştür. Dava dilekçesinde dayanılan delillerin arasında “davalı şirket merkezinin yurtdışında bulunması sebebiyle yurtdışında bulunan kurumlara yazılması gereken müzekkereler” bulunmaktadır. Bu kapsamda Mahkememizce davanın 04/12/2017 tarihli celse ara kararıyla davalı vekiline süre verilerek, 12/03/2018 tarihli celse ara kararıyla ise davacı vekiline “taraflar arasındaki ilişkinin tespitinde davalıyla dava dışı … firması arasında imzalanan sözleşmenin değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğu anlaşıldığından davalı vekiline sözleşmenin örneğini sunması muhtemel kurumları bildirmesi, bildirildiğinde buradan sözleşme örneğinin yurt dışı talimat yoluyla istenmesine” karar verilmişse de, davalı vekilince dosyaya bu hususta herhangi bir belge sunulmamış, kurum da bildirilmemiş, 14/05/2019 tarihli celsede istenen sözleşmenin bulunamadığı, bu nedenle dosyaya sunulamayacağı beyan edilmiştir. Bunun üzerine davacı vekilince 12/03/2018 tarihli celse ara kararı doğrultusunda dosyaya sunulan 11/04/2018 tarihli beyan dilekçesinde, davalının istenen sözleşmeyi sunmadığı için iddialarını ispat edemediği gözönüne alınarak yargılamaya devam edilmesi, dava dışı …’nun internet sitesinde ürünün devredildiğine dair yaptığı duyurunun ve haberin davacının iddialarını ispat eder mahiyette olduğu, … ile davalı arasındaki sözleşmenin yurtdışında herhangi bir kuruma sunulmuş olma ihtimalinin oldukça düşük olduğu, dava dilekçesinin İrlanda’da mukim davalı şirkete tebliğinin bile 1 yıl sürdüğü dikkate alınarak bu sözleşmenin temini için yurtdışı kurumlara müzekkere yazılmasının yargılamayı daha da uzatacağı belirtilerek, bu sözleşmeye delil olarak dayanmadıklarını, bu nedenle yurtdışına müzekkere yazılmamasını talep ettikleri beyan edilmiş ve bildirilmiştir. Davacı vekilince davalının iddialarını ispat edemediği ileri sürülmüşse de, alacak davası olan davada ispat yükü davacı taraf üzerinde olmakla, dava konusu malvarlığıyla birlikte tek satıcılık sözleşmesinin de dava dışı şirket tarafından davalıya devredilmiş olduğu iddiası davacı tarafça ispat edilememiş durumdadır. Malvarlığına bağlı tek satıcılık sözleşmesinin de bu malvarlığıyla birlikte davalıya devredildiği veya davalının bu sözleşmeyi dava dışı …’dan devraldığı veya … ile davalı arasında borç ilişkisinin nakli-borç ilişkisinin iç üstlenilmesine dair bir sözleşme bulunduğu davacı tarafça ispatlanamamıştır. Davacı ile davalı arasında borç ilişkisinin dış üstlenme yoluyla davalı tarafından üstlenildiğine dair bir sözleşme ilişkisi bulunmadığı da tarafların kabulündedir. Sonuç itibariyle davacının sözleşmeye aykırılık nedeniyle, ayrıca (sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi olması hasebiyle) sözleşme ilişkisinin uygulanamaz hale gelmesine neden olacak şekilde sona ermesine neden olan dava dışı sözleşme akidinden talep edebileceği nitelikteki zarar taleplerinin, TBK madde 202 kapsamında davalıya yöneltilmesi mümkün olmadığından, davalının bu talepler yönünden taraf ehliyeti, başka bir deyişle pasif husumeti bulunmadığından, davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar vermek gerekmiştir. ” gerekçeleri ile; ” 1-Davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle dava şartı yokluğundan usulden reddine, … “karar verilmiş ve verilen karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Mahkemece 6098 Sayılı TBK’nın 202 ve 205. maddelerinin hatalı yorumlandığını, davalı taraf ile devreden firma arasında imzalanan devir sözleşmesinin, devreden firmanın malvarlığı ile birlikte, devreden firmanın aktifinin %95’ini oluşturan ürünlere ilişkin tek satıcılık sözleşmesini de kapsadığını, Her ne kadar gerekçeli kararda TBK’nın 202. maddesi uyarınca gerçekleştirilecek malvarlığı veya işletmenin devrinin sözleşmenin devrini kapsamadığına dayanılmışsa da, böyle bir kabulün herhangi bir şirketin, maddi olanaklarının imkân vermeyeceğini bilerek ve buna rağmen isteyerek çok çeşitli sözleşmeler imzalayıp, taahhütler vermesi, borç altına girmesi ve fakat ilgili borçların muacceliyet kazanacağı tarihte malvarlığını/işletmesini devretmek suretiyle tamamen bu taahhüt ve borçlarından kurtulması gibi ticaret hayatında ve hukukun genel prensipleri kapsamında kabulü imkânsız bir duruma sebebiyet vereceğini, bu nedenle mahkemece birlik ve kombinasyon teorilerinin değerlendirilmesinde somut olayın özellikleri gözetilmeksizin birlik teorisinin kabul edilmesinin isabetsiz olduğunu, Gerekçeli kararda sözleşmenin devrinin, mal varlığı/ işletme devri kurumundan ayrı bir madde olarak düzenlenmiş olması sebebiyle TBK’nın 202. maddesinde yer alan düzenlemenin 205. madde anlamında devri kapsamadığı ifade edilmişse de 205. maddede yer alan sözleşmenin devrine dair düzenlemenin, mal varlığı/ işletme devri gibi çok büyük bir boyuttaki ticari bir faaliyete girişmeksizin yalnızca belli bir sözleşmenin devredilmek istenmesi halinde takip edilecek bir yol olarak düzenlendiğini, ticari hayatın hızlı akışı göz önüne alındığında, mal varlığını/ işletmesini devreden bir şirketin, devralan şirket ile her bir sözleşmenin devri için ayrı ayrı devir usulünü takip etmesinin mümkün olmadığını, taraflar arasındaki mal varlığı veya işletmenin devri sözleşmesinde nakledilecek borçların ayrı ayrı gösterilmesine gerek olmadığını, sadece mal varlığı veya işletmenin devri konusunda devredenle devralanın anlaşmasının, mal varlığındaki veya işletmedeki bütün borçların nakli için yeterli olduğunu, hatta tarafların varlığından haberdar olmadıkları borçların bile bu suretle devir sözleşmesi kapsamına gireceğini, (Oğuzman, Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt 2, 2013, s. 613). Bir ticari işletme ya da malvarlığı devrinde devralanın, genellikle işletme faaliyetini devam ettirmek isteyeceğini, bu faaliyetin ise büyük ölçüde o zamana kadar akdedilen sözleşmeler çerçevesinde şekillendiğini, özellikle sürekli borç ilişkisi niteliğindeki sözleşmelerin, faaliyeti devam ettirilecek işletme için hayati önem arz ettiğini, işletme kapsamındaki sözleşmelerin tarafı olan üçüncü kişilerin de devirden sonra işletmeyi devralanla sözleşmeleri devam ettirmekte menfaatleri bulunabileceğini, zira işletmeyi devredenin, devirden sonra sözleşmeleri devam ettirme imkânı bulunmayabileceğini veya artık bu sözleşmeleri devam ettirmekte ekonomik menfaati kalmayabileceğini, somut olayda da devreden … firmasının müvekkili şirkete mal varlığının büyük bir bölümünü devredeceği yönünde bildirimde bulunduğunu, müvekkili şirketin devre ilişkin onay vermemesi üzerine ise sözleşmeye aykırı olarak devrin gerçekleştirildiğini ve devreden firmanın internet sitesinde yapılan ilanda, davaya konu olan … ürün haklarının da davalı tarafından satın alındığının yayınlandığını, Devredilen … marka ilaçların, …’nun toplam aktifinin % 95’ ini teşkil ettiğini, dolayısıyla devreden firma ile müvekkili şirket arasındaki tek satıcılık sözleşmesinin yegâne konusunu oluşturan ürünün haklarının davalıya devredildiğinin ilan edildiğini, bu ürünlerin tüm haklarının devri ile birlikte devreden firmanın, tek satıcılık sözleşmesinin tarafı olarak sözleşmeye devam etmesinde menfaati bulunmadığı gibi bu sözleşmeye dayalı yükümlülüklerini yerine getirmesi de devirle birlikte imkânsız hale geleceğinden; bu ürüne ilişkin tek satıcılık sözleşmesinin de davalı firma tarafından devralındığının kabulü gerektiğini, zira aksinin kabulü halinde, şirketlerin borç altına girdikleri sözleşmeler kapsamındaki yükümlülüklerinden kurtulmak amacıyla muvazaaya dayalı devirler ile sözleşmesel yükümlülüklerinden kurtulmalarını ve sözleşmenin diğer tarafını zarara uğratmalarının önünün açılacağını, Bununla birlikte yine, aynı kimseye, bir sözleşme ilişkisinden kaynaklanan mevcut ve müstakbel tüm alacaklarını temlik eden ve aynı şekilde tüm borçlarını nakleden tarafın, “çıplak” sözleşme ilişkisinde taraf sıfatıyla devam etmesinde bir menfaati kalmayacağını, sözleşmenin ondan doğan haklarla birlikte bir “bütün” olarak ele alınmasının, ilgililer arasındaki menfaatler dengesine daha uygun olduğunu, sonuç olarak aynı kimseye bir sözleşmeden doğan tüm alacakların devri ve borçların naklinin, sözleşmenin devri hükmünde olduğunu, alacağın temliki için borçlunun rızasına, borcun nakli için alacaklının/ alacaklıların onayına ihtiyaç olmayan bir sistemde; yani ticari işletmenin aktif ve pasifiyle devrinde, muhtevası boşlatılarak “iskelete” dönmüş sözleşme ilişkilerinin devredilmiş olmayacağının kabulünün isabetli olmadığını, bu halde kıyasen BK 168/I uyarınca dar anlamda alacağın/alacakların dışında kalan hakların da devredilmiş sayılmasının zorunlu olduğunu, (Bkz. Ticari İşletmenin Aktif ve Pasifi ile Devri, Arıcı, Mehmet Fatih). Tarafların haberdar dahi olmadığı borçların bile TBK m. 202 kapsamında devralan şirkete geçeceği hususu sabitken, Türkiye Cumhuriyeti’nin tamamına tedarik edilecek ilaçların konu olduğu ve münhasır yetki tanınan bir tek satıcılık sözleşmesinin devralan şirkete geçeceği hususunun evleviyetle kabulü gerektiğini, nitekim madde 202’nin düzenlenmesi ile amaçlananın da böyle bir külfete sebebiyet verilmeksizin, belirtilen usulün izlenmesi ile tüm borç ve sözleşmelerinin devrinin tek işlemle devrinin sağlanması olduğunu, kaldı ki devreden firma tarafından müvekkil şirkete yapılan bildirimde açık bir şeklide huzurdaki davaya konu sözleşmenin davalıya devredileceği bildirilmişken, yerel mahkemece devrin dava konusu sözleşmeyi kapsamadığı yönünde bir değerlendirme yapılmasının açıkça hukuka aykırı olduğunu, mahkeme tarafından somut olayın koşulları ve taraflar arasındaki hukuki ilişkinin hükümleri değerlendirilmeksizin, yüzeysel ve teorik bir değerlendirme ile varılan kanaat sonucu kurulan hükmün usul ve yasaya aykırı olduğunu, Mahkemece, davalı tarafından keyfi olarak dosyaya ibraz edilmeyen sözleşme nedeniyle, müvekkili şirketin ispat yükünü yerine getiremediği yönünde yapılan değerlendirmenin usul ve yasaya aykırı olduğunu, Mahkemenin gerekçeli kararında, devre ilişkin sözleşmenin kapsamının belirlenmesi açısından değerlendirilmesinin zorunlu olması sebebiyle davalı şirket vekilinin dosyaya devir sözleşmesini sunması yönünde ara karar kurulduğu, davalının hiçbir belge sunmadığı, sözleşmenin temin edilebileceği bir kurum göstermediği, bu sözleşmenin bulunamadığı, bu nedenle dosyaya sunulamayacağının beyan edildiği tespitlerine yer verildiğini, daha sonrasında ise davacı müvekkili şirkete vekaleten 11.04.2018 tarihinde sunulan beyan dilekçesinde, davalının istenen sözleşmeyi sunmadığı için iddialarını ispat edemediği, buna göre yargılamaya devam edilmesi gerektiği, kendileri üzerine düşen ispat yükünün, devre ilişkin resmi internet sitelerinde yapılan ilanların gösterilmesi suretiyle yerine getirildiği, bu sözleşmenin bulunması için davalı tarafından hiçbir çaba gösterilmiyorken kendileri tarafından ve mahkemece, uğraşılmasının yargılamayı davalı lehine çok uzun bir süre uzatacağının belirtilmiş olduğunu, bu bildirimin, davalı tarafından kötü niyetle ve keyfi olarak davanın konusunu oluşturan devir sözleşmesinin ibraz edilmemesi nedeniyle, devrin kapsamının dosyadaki deliller uyarınca sabit olduğu belirtilerek ve yargılamanın kısır bir döngüye girmesini engellemek amacıyla yapıldığını, Ancak yerel mahkemenin, bu durumu davacı konumunda olan müvekkili şirketin kendisine düşen ispat yükünü yerine getirmediği şeklinde yorumladığını, böyle bir yorumun kabulünün mümkün olmadığını, kendilerine düşen ispat yükümlülüğü kapsamında kendileri tarafından ulaşılabilecek tüm bilgi ve belgelerin mahkeme dosyasına sunulduğunu, müvekkili şirket tarafından onay dahi verilmeyen, müvekkil şirketin taraf olmadığı bir devir işlemine dair iki büyük ticaret şirketi arasındaki sözleşmenin müvekkili şirket tarafından elde edilebilmesi ve dolayısıyla dosyaya sunulmasının mümkün olmadığını, kaldı ki dünyanın en büyük ilaç firmalarından biri olan davalının, mal varlığı devrine ilişkin akdettiği sözleşmeyi bulamadığını iddia etmesinin de kötü niyetli olduğunu, bu nedenle davacı konumunda olan müvekkili şirketin, erişebileceği sınırlar çerçevesinde elde ettiği deliller ile üzerine düşen ispat yükümlülüğünü yerine getirmiş olduğunu, iddialarının aksini kanıtlama yönündeki ispat yükünün davalıya düştüğünü, davalı tarafından davanın esasına etki edecek ve esasında uyuşmazlık konusu tek satıcılık sözleşmesinden davalı şirketin sorumlu olduğunu ve dolayısıyla sözleşmenin ihlali nedeniyle müvekkili şirketin zararlarını tazmin yükümlüsünün de davalıda olduğunu açıkça ortaya koyacak devir sözleşmesinin davalı tarafından kötü niyetle ve keyfi olarak sunulmamasının sonuçlarının müvekkili şirket aleyhine yorumlanmasının ispat hukukuna ve kanuna aykırı olduğunu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 220. maddesinin 1 ve 3. fıkralarının; (1) İbrazı istenen belgenin, ileri sürülen hususun ispatı için zorunlu ve bu isteğin kanuna uygun olduğuna mahkemece kanaat getirildiği ve karşı taraf da bu belgenin elinde olduğunu ikrar ettiği veya ileri sürülen talep üzerine sükut ettiği yahut belgenin var olduğu resmî bir kayıtla anlaşıldığı veya başka bir belgede ikrar olunduğu takdirde, mahkeme bu belgenin ibrazı için kesin bir süre verir. (3) Belgeyi ibraz etmesine karar verilen taraf, kendisine verilen sürede belgeyi ibraz etmez ve aynı sürede, delilleriyle birlikte ibraz etmemesi hakkında kabul edilebilir bir mazeret göstermez ya da belgenin elinde bulunduğunu inkâr eder ve teklif edilen yemini kabul veya icra etmezse, mahkeme, duruma göre belgenin içeriği konusunda diğer tarafın beyanını kabul edebilir. ” şeklinde olduğunu, Madde metninden açıkça anlaşılacağı üzere ibrazı istenen belgenin davalı tarafın nezdinde bulunduğu konusunda ihtilaf bulunmadığından mahkemece bu belgenin ibrazı için davalı tarafa kesin süre verilmesi gerektiğini, bu sürenin sonunda ilgili belgenin ibraz edilmemesi halinde davalı tarafça kabul edilebilir bir mazeret sunulmaz ise belgenin içeriği konusunda kendilerinin beyanını kabul etmesi gerektiğini, ancak yerel mahkeme tarafından bu sürecin yürütülemediğini, davalı tarafından herhangi kabul edilebilir bir mazeret bildirilmeksizin kötü niyetle sunulmayan sözleşme nedeniyle müvekkili şirket aleyhine hüküm kurulduğunu, kanun maddesinin tam aksine, ibrazı istenen belgenin davalı tarafından sunulmaması durumunda müvekkili şirketin beyanlarına itibar edilmesi gerekmekte iken, davalı lehine bir değerlendirme ile müvekkili şirket aleyhine hüküm kurulmasının usul ve yasaya aykırı olduğunu, İşletme devrinde mal varlığı pasifi olarak yalnızca o anda muaccel olan borçların devredildiği yönündeki kabulden hareketle dava konusu alacaktan davalının sorumlu olmadığı yönündeki değerlendirmenin da hatalı olduğunu, her ne kadar gerekçeli kararda TBK m.202 kapsamında yapılan devirlerin, devreden şirketin mal varlığının pasifindeki muaccel borçları kapsadığı, borç ilişkilerini ve dolayısıyla sözleşmeleri kapsamadığı, bu nedenle somut olay açısından davalının tek satıcılık sözleşmesine aykırılıktan doğan borçlardan sorumlu olmadığı yönündeki ifadelerin kabulü mümkün değilse de; bir an için bu hususun (birlik teorisinin) kabul edilmesi ihtimalinde dahi talep konusu alacakların, devir tarihinde devreden şirketin mal varlığının pasifindeki muaccel borçlarından olması sebebiyle m.202 kapsamında davalı devralan şirketin sorumluluğuna geçtiğinin açık olduğunu, Zira devir sürecinden önce dava dışı … firması ile yapılan 08.07.2014 tarihli distribütörlük sözleşmesinin 42. maddesi ile taraflar arasında akdedilen işbu sözleşmenin tamamen veya kısmen üçüncü bir kişiye ancak müvekkili şirketin devir öncesi alınan yazılı bir onayı ile devredilebileceğinin düzenleme altına alındığını, bu kapsamda ilk olarak 06.11.2014, daha sonrasında ise 02.12.2014 tarihinde müvekkili şirkete başvurularak sözleşmenin devrine onay verilmesinin talep edildiğini, dava dilekçesi ekinde (EK:3-4) sunulan ve dosyada mübrez olan yazılı bildirimlerde; uyuşmazlığa konu sözleşmenin, …’nun mal varlığı ile birlikte devralan şirkete devredileceği, devralan davalı şirketin sözleşmeden doğan tüm haklara sahip olacağı hususunun da belirtildiğini, ancak müvekkil şirketin bu talebi ve devir işlemini onaylamadığını, buna rağmen sözleşmenin 42. maddesi ihlal edilerek, devir işleminin gerçekleştirildiğini, Müvekkili şirketin onayı olmaksızın devir işleminin gerçekleştirilmesi ile devir tarihinde TBK m.112 anlamında sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanan borcun doğmuş ve muaccel olmuş olduğunu, TTBK m.112’den kaynaklanan bu borç, devreden şirket …’nun mal varlığının pasifinde yer alan muaccel bir borç olduğundan devirle aynı zamanda devralan davalının malvarlığına dahil olduğunu, bu nedenle yerel mahkeme kararında sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanan borcun yazılı onay almaksızın yapılan devir işlemine dayandığı ve bu nedenle devir tarihinde muaccel bir borç teşkil ettiği hususu gözden kaçırılarak hatalı bir değerlendirme yapıldığını, Bununla birlikte TBK m. 202/2. fıkrasında devredenin, devralanla birlikte müteselsil sorumluluğunun muaccel borçlar için bildirme veya duyuru tarihinden; daha sonra muaccel olacak borçlar için ise, muacceliyet tarihinden işlemeye başlayacağının düzenlendiğini, madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere bir ticari işletme ya da mal varlığı devrinin yalnızca muaccel borçları değil, vadesi gelmemiş borçları da kapsadığını, kanunun lafzı ve amacının, devir halinde vadesi gelmemiş borçların da kapsama dahil olduğununu açıkça ortaya koymakta iken, yerel mahkeme tarafından ilgili yasal düzenlemeler yok sayılarak, muaccel olmayan borçların devrin kapsamı dışında olduğuna dair yapılan değerlendirmenin hatalı olduğunu, Türk Eczacılar Birliği ( TEB ) verilerine göre devre konu ürünlerin Türkiye’ye davalı dışındaki firmalar aracılığıyla tedarik edilmesinin, bu ürünlerin davalı tarafından satışının yapılmadığı sonucunu doğurmayacağını, Kendileri tarafından, davalının tek satıcılık sözleşmesinden doğan münhasır yetki sağlama yönündeki asli yükümlülüğünün, ürünlerin tek satıcı konumundaki müvekkili dışında üçüncü şahıs ilaç depolarına verilmek suretiyle ihlal edildiğinin gösterilmesi amacıyla …’e müzekkere yazılması ve bu müzekkere ile Türkiye Cumhuriyeti bölgesi içerisinde TEB’e uyuşmazlık konusu sözleşme kapsamındaki ürünler olan “… – …” ve “… – … – 60 ml” ilaçlarının kimler tarafından sağlandığının sorulmasının talep edildiğini, zira ilgili sektördeki yasal düzenlemeler uyarınca anılan ürünler henüz ruhsatlandırılmadığından, Türkiye’deki hastaların bu ürüne yalnızca TEB’ten talepte bulunmak suretiyle erişebildiklerini, TEB’in ise bu ürünü yurt dışından tedarik ettiğini, uyuşmazlık konusu tek satıcılık sözleşmesi ile müvekkili şirkete verilen tek satıcılık hakkının da bu ürünler ruhsatlandırılıncaya kadar TEB’e tedarik edilmesi hususunda olduğunu, zira dava dışı devreden … firması ile müvekkil şirket arasında imzalanan tek satıcılık sözleşmesi uyarınca …’nun, sözleşme kapsamındaki ürünleri, müvekkili dışında herhangi bir kişiye satmamayı/ teslim etmemeyi ve herhangi bir üçüncü kişiyi bu amaçla yetkilendirmemeyi taahhüt ve kabul etmiş olduğunu, dolayısıyla dava konusu ürünlerin müvekkili şirket dışında herhangi bir firma aracılığıyla Türkiye’ye tedarik edildiği her anda, söz konusu ürünlerin satışı konusunda münhasır yetkisi bulunan müvekkili şirketin zararının söz konusu olduğunu, Mahkemece bu talepleri doğrultusunda TEB’e müzekkere yazılarak kendileri tarafından devir işleminin öğrenildiği tarihten dava tarihine kadar olan süreçte Türkiye’de TEB’e bu ürünlerin kimler tarafından tedarik edildiğinin sorulduğunu, TEB tarafından gönderilen müzekkere cevabında, anılan ilaçların “…”, “…” ve “…” tarafından tedarik edildiği bilgisinin verildiğini, şayet tek satıcılık sözleşmesinden doğan müvekkili şirkete verilen münhasır yetkiyi ihlal etmeme şeklindeki asli borç ihlal edilmemiş olsaydı, bu müzekkere cevabında yalnızca müvekkilinin adının geçmesi gerektiğini, …’nın bu cevapta gözükmesinin sebebinin de yalnızca sözleşmenin başlangıcı ve devamında ilk birkaç ay müvekkile mal teslim edilmiş olması ve bu sürede yalnızca 5 sipariş tedarik alınabilmiş olması olduğunu, 2015 yılının başından itibaren müvekkili şirkete değil, sözleşmeye aykırı olarak … ve … şeklinde üçüncü şahıs ilaç depolarına ilaçların satışının yapıldığı hususunun müzekkere cevabı ile sabit olduğunu, nitekim müvekkilinin bağlı şirketlerinden olan …’nın da dahil olduğu üç şirketin yapmış olduğu tedarik miktarları incelendiğinde; münhasır yetki sahibi şirketin tek şirket olarak gözükmesi ve en fazla tedarik miktarına sahip olması gerekirken, tam tersine 100 kutu tedarik edebildiği ve fakat esasında tedarik etmemesi gereken … şirketinin 242, … şirketinin ise 1187 kutu tedarik ettiği bilgisinin görüldüğünü, Ruhsatlandırılmamış ilaçların Türkiye’de dağıtımı konusunda şirketlerin doğrudan ilaç pazarına girme imkanları bulunmayıp; hastaların TEB’e başvurması gerektiğini, TEB’in ise ilaçların haklarını elinde bulunduran şirketin yetkilendirdiği şirketten alım yaptığını, bu zincirde, davacı müvekkili şirketin yetkilendirilmiş şirket; davalı …’ın ise TEB’e ürün sağlayacak ilaç şirketine bu ilaçları satan üst tedarikçi konumunda olduğunu, bu nedenle TEB’in alım yaptığı şirketlerin listesinde gözükmesi mümkün olanların yalnızca yetkilendirilmiş şirketler olduğunu, üst tedarikçi konumunda olan …’ın böyle bir listede gözükmesinin zaten beklenmemesi gerektiğini, gerekçeli kararda yapılan bu yorum yanlışlığının da davanın esasına etki eden ve hükmü isabetsiz kılan hususlardan biri olduğunu, TEB’den gelen müzekkere cevabının tek satıcılık sözleşmesinden doğan münhasır yetkinin sağlanması konusundaki asli edim yükümlülüğünün ihlal edildiğini açıkça gösterdiğini, hal böyle olmasına karşın, gerekçeli kararda “… Davanın açıldığı tarihe kadar yapılan teminler yönünden alınan 08.02.2019 tarihli yazıda temin işleminin yapıldığı üç firma bildirilmiş olup, bunların arasında davalı firma bulunmamaktadır. Gelen müzekkere cevabından, davacının sözleşmenin de devredildiğini öğrendiğini ileri sürdüğü dava dışı … internet sitesindeki tarihsiz duyuru (2015 başları) tarihinden dava tarihine kadar Türkiye’ye anılan ürünle ilgili teminlerin davalı dışındaki firmalar vasıtasıyla yapıldığı anlaşılmakta, nitekim davacı vekilince dava dilekçesi ekinde sunulan Türk Eczacılar Birliği yazısında da bu durum teyit edilmektedir.” denmek suretiyle, sanki davalı …’ın TEB’in gönderdiği müzekkere cevabında belirtilen şirketler arasında yer almamasının sözleşmeyi ihlal anlamına gelmediği gibi isabetsiz ve yanlış bir yorum yapıldığını, oysa ki TEB’in sözleşmeyi yurtdışından tedarik ettiği ürünlerin tüm haklarının sahibi olan ve üst tedarikçi konumunda bulunan davalı şirketin ilgili ürünlerinin müvekkili şirket aracılığıyla değil, başka şirketler aracılığıyla Türkiye pazarına temin edildiğinin açık olduğunu, Müvekkil şirketin dava konusu tazminat taleplerinin hukuki niteliklerinin de yerel mahkemece hatalı değerlendirildiğini, gerekçeli kararda, talep etmiş oldukları kar mahrumiyeti ve denkleştirme tazminatının niteliği hakkında “Maddi zarar talebi kar mahrumiyeti, denkleştirme tazminatı talebine ilişkindir. Bu zarar türleri ise esasen sözleşmenin feshine bağlı olarak sözleşmeyi haksız fesheden taraftan talep edilebilecek nitelikte menfi zararlar olup..” şeklinde hatalı bir değerlendirme yapıldığını, kar mahrumiyetinin, TBK m.112 kapsamında müspet zarar teşkil ettiğinin Yargıtay içtihatları ile sabit olduğunu, ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı, E. 2010/14-244 K. 2010/260 T. 12.05.2010- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı, E. 2006/13-499 K. 2006/507 T. 05.07.2006) Müvekkili şirketin yazılı onayı olmaksızın sözleşme ilişkisine aykırı olarak tek satıcılık sözleşmesini devreden ve tek satıcılık sözleşmesinden doğan ürünleri teslim etme borcunu devir tarihinden önce de ihlal eden dava dışı … şirketinin yanında davalı şirketin; devir sonrası müvekkili şirkete ürün temin etmeyerek sözleşmeyi ihlale devam ettiğini ve başka şirketler aracılığıyla ilgili ürünü Türkiye pazarına sürerek müvekkili şirketin ticari faaliyetini engellemek suretiyle daha da büyük bir zarara uğrattığını, davalı şirketin bu ihlalleri nedeniyle müvekkili şirket nezdinde ortaya çıkan kar mahrumiyetinin, TBK m.112 kapsamında müspet zarar teşkil ettiğini, sözleşme bir bütün halinde incelendiğinde, tarafların nihai amacının sözleşmeye konu ilaçların ruhsatlandırılması ve bu şekilde pazara girişinin sağlanması olduğunu, müvekkili şirketin de bu kapsamda sözleşmeden beklediği nihai faydanın, sözleşme konusu ürünlerin ruhsatlandırılması ve pazara girişinin sağlanması olduğunu, pazara gerçek anlamda girilmesinin ise ancak ürünün ruhsatladırılması halinde mümkün olacağını, ürünün ruhsat sahibi olmadığı ve olduğu durum karşılaştırıldığında finansal olarak çok büyük farklılıklar ortaya çıkacağını, bu nedenle müvekkili şirketin yoksun kaldığı kârın, hem TEB’e yapılan satış miktarını hem de ilacın ruhsatlandırılması halinde ortaya çıkacak kar durumunu kapsadığını, TBK m.202 uyarınca tek satıcılık sözleşmesine konu ürünleri devralan davalı şirketin, gerek devreden şirketin sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle doğan tazminat borcundan, gerekse TBK m. 112 uyarınca devir sonrasında sözleşmeyi bizzat ihlal ederek sebep olduğu zararlardan sorumlu olduğunu, Yine, yerel mahkeme tarafından denkleştirme isteminin menfi zarar teşkil ettiği yönünde yapılan tespitin de hatalı olduğunu, denkleştirme isteminin TTK m.122/5 uyarınca hakkaniyete aykırı düşmedikçe, tek satıcılık ile benzeri diğer tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkilerinin sona ermesi hâlinde de uygulanacağını, Tek satıcı konumundaki müvekkili şirketin, davalıya kamu kurumu niteliğindeki bir meslek kuruluşu ve aynı zamanda iktisadi bir kuruluş olan, sözleşme konusu ürünlerin Türkiye’deki hastalara ulaştırılması konusunda tek ve zorunlu yetkili kurum olan Türk Eczacılar Birliği gibi önemli bir müşteri kazandırarak sağladığı menfaatin büyüklüğünün ortada olduğunu, müvekkili şirketin kendi irtibatları ve sektördeki deneyimi sayesinde … ve devamında …’a çok büyük bir pazarın kapılarını açtığını ve ancak bu aşamadan sonra bu pazarda faaliyet göstermekte hakkının davalı tarafından hukuka aykırı bir şekilde elinden alındığını, dolayısıyla müvekkilinin TTK m. 122 kapsamında somut olayın özellik ve şartları değerlendirildiğinde hakkaniyete uygun olarak denkleştirme talep etme hakkına sahip olduğunu, denkleştirme isteminin, menfi zarar tanımına sokulamayacağını, bu istemin sözleşme olmasaydı uğranılmayacak bir zarar kalemi olarak nitelendirilemeyeceğini, davalı şirketin mal varlığı/ işletmenin devrinden önce doğmuş ve muaccel olmuş borçlardan sorumluluğunun yanında; devreden firma ile devirden sonra sözleşmenin tarafı haline gelen davalı şirketin, sorumluluk tarihinden itibaren Türkiye Cumhuriyeti’ne tedarik etmek üzere başka şirketlere ilaç pazarlamak suretiyle sözleşmeye aykırılık teşkil eden fiilleri ile birlikte TBK m.112 kapsamında müvekkili şirketin zararlarını tazminle yükümlü olduğunu, mahkeme tarafından, dosyada bulunan deliller yeterince değerlendirilmeden, eksik inceleme yapılarak, talepleri hakkında hatalı hukuki değerlendirmelerde bulunulmak suretiyle usule ve hukuka aykırı bir hüküm tesis edildiğini belirterek, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, istinaf incelemesi sonucunda dosyanın eksik ve hatalı değerlendirmeleri haiz olduğunun tespiti ile eksikliklerin giderilmesi için yerel mahkemeye gönderilmesine, yapılacak bilirkişi incelemesi sonucunda talep artırım hakları saklı kalmak kaydıyla, davanın kabulü yönünde hüküm tesis edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, tek satıcılık sözleşmesine aykırılık iddiasından kaynaklanan maddi, manevi tazminat ve denkleştirme tazminatı istemine ilişkindir. Mahkemece davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmiş, karara karşı davacı tarafça istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davacı tarafça, davacı ile dava dışı İrlanda’da mukim … Ltd unvanlı firma arasında süresiz tek satıcılık sözleşmesi imzalandığı, sözleşme ilişkisi devam ederken sözleşme konusu malvarlığının (…) davadışı … firması tarafından davalıya devredildiği, devir sonrasında tek satıcılık sözleşmesi gereklerinin davalı tarafça yerine getirilmemesi nedeniyle maddi ve manevi zarara uğranıldığı ileri sürülmüş; davalı tarafça davacı ile dava dışı … Ltd unvanlı firma arasında yapıldığı belirtilen tek satıcılık sözleşmesinin devralınmadığı, müvekkilinin … firmasından sadece … ürününü satın aldığı, firmanın tüm malvarlığının devrinin söz konusu olmadığı, sözleşmenin ihlal edildiği kabul edilse dahi ihlal eden tarafın … firması olduğu, bu nedenle sözleşmeden kaynaklanan sorumluluklarının bulunmadığı savunulmuştur. Davacı ile dava dışı … firması arasında yapılan 08.07.2014 tarihli distribütörlük sözleşmesinin 42. maddesinde, işbu sözleşmenin şahsen taraflar arasında olduğu, diğer tarafın yazılı rızası olmadan ya da işbu sözleşmede aksi belirlenmedikçe tamamen veya kısmen temlik edilemeyeceği veya devredilemeyeceğinin düzenlendiği, dava dışı firma tarafından davacı şirkete başvurularak sözleşmenin devrine onay verilmesinin talep edildiği, ancak davacı tarafça devre onay verilmediği; mahkemece yazılan müzekkerelere verilen cevaplardan, davacının sözleşmenin de devredildiğini öğrendiğini ileri sürdüğü dava dışı … firması internet sitesindeki tarihsiz duyuru (2015 başları) tarihinden dava tarihine kadar Türkiye’ye anılan ürünle ilgili teminlerin davalı dışındaki firmalar vasıtasıyla yapıldığı anlaşılmaktadır. Dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanak ve gerekçe içeriğine göre, mahkemece ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, herkes iddiasını ispatla mükellef olup, tek satıcılık sözleşmesinin davalıya devredildiği davacı tarafça savunulduğundan sözleşme devrinin davacı tarafça ispatlanması gerektiği, davalı tarafça sözleşmenin bulunamadığı belirtilerek ibraz edilmemesi üzerine, davacı vekilince sunulan dilekçeyle, davalı ile dava dışı firma arasında yapılan sözleşmeye delil olarak dayanmadıklarını, bu nedenle yurtdışına müzekkere yazılmamasını istediklerini beyan ettiği nazara alındığında, mahkemece 6100 sayılı HMK’nın 220/1-3. fıkraları uyarınca işlem yapılmamasının bir eksiklik olarak kabul edilemeyeceği, tek satıcılık sözleşmesinin davalıya devredildiği davacı tarafça ispatlanamadığından, sözleşme tarafından istenebilecek nitelikteki taleplerin davalıya yöneltilemeyeceği, ilk derece mahkemesi hüküm ve gerekçesinde davacı vekilinin istinaf nedenlerinin ayrıntılı olarak karşılandığı, yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan 121,30.TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince istinaf talep edenden alınması gereken 59,30.TL istinaf karar harcından, istinaf aşamasında peşin olarak yatırılan 44,40.TL harcın mahsubu ile bakiye 14,90 TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden üzerinde bırakılmasına, 5-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde artan gider avansı varsa avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 04/11/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.