Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2019/191 E. 2020/1327 K. 19.11.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/191
KARAR NO: 2020/1327
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME: İSTANBUL ANADOLU 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 05/04/2018
DOSYA NUMARASI: 2014/1169 Esas – 2018/359 Karar
DAVA: Maddi ve Manevi Tazminat (Sözleşmeden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 19/11/2020
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirketin yaklaşık 13 yıldan beri davalının Batı Karadeniz Bölgesi distiripitörlüğünü yapmakta iken, davalı üretici firma tarafından ve tek taraflı bir irade ile 2012 yılı sonu itibariyle bu ilişkiye son verildiğini; bunun olumsuz ve onaysız bir işleme dayandırıldığını; feshin temel nedeninin, davalı yanın Kasım 2012 ayı içinde her yıl olduğu gibi gelecek yılla ilgili yapılması gereken bağlantılarla ilişkin görüşmelerde; davalı yanın 3.000.000,00 TL’lik bağlantı yapılmasının ve buna göre kendisine çek verilmesinin istendiğini; davalının bu dayatmasına karşılık müvekkilinin defalarca “elinde fazla miktarda stok mal kaldığını, hali hazırda gerçekleştirmekte olduğu büyük çaplı inşaat işlerininde olduğunu, bu sebeple 2013 yılı için ancak 1.500.000,00 TL’lik bağlantı yapılarak bu miktarda çek verebileceğini ifade ettiğini; ancak davalı yanca 3.000.000,00 TL bağlantı yapılmadığı taktirde 2013 yılı ile ilgili distiripitörlük anlaşması yapılmayacağını ifade ettiğini; taraflar bu konuda uzlaşamayınca davalı yanın tek taraflı olarak 2013 yılı için davacı ile dispiritörlük anlaşmasının fesih edildiğini; taraflar arasında mevcut olan sözleşmenin ikinci ödeme sistem ve hükümleri bölümünün E maddesi ile üçüncü diğer sistem hükümleri bölümünün C maddesi gereğince kapasite dışında alınan malların ve bu mallarla ilgili ön ödeme kapsamında verilecek kambiyo evrakının geri alınmasının mümkün olmadığını; davacı yanca da 2013 yılı için tasarladığı hedef doğrultusunda önerilen 1.500.000,00 TL’lik bağlantı rakamının sözleşme ile belirlenmiş asgari kotayı çok fazla aştığını; bu nedenle bu hususun davalı taraf için haklı bir fesih nedeni olmadığını; davalının uzlaşma sağlanamaması üzerine elemanlarının davacının müşterisi olan ve alt bayisi olarak çalışan tüm firmalara göndererek ve sözlü olarak arayarak onları tehdit ettiğini; alt bayilerin müvekkiline verdikleri bağlantı çeklerini geri istemeleri ve bu konuda davacıya ihtar çekmelerini, gerekirse dava açmalarını bildirdiğini; bunun üzerine alt bayilerce davacı müvekkiline ihtarlar gönderildiğini, yine davalı tarafından 2012 yılı ve öncesi davacıya sattığı malların ambalajlarını, akdin yenilenmediği 2013 yılında kasten değiştirerek müvekkili davacının elindeki malları eski mal statüsüne soktuğunu, davalı şirketin müvekkiline mal vermediği gibi diğer firmalarında mal vermesini engellediğini; oysa davacının 13 yıldır bölge dispiritörü olarak büyük hacimle çalıştığını, davalının toplam üretiminin nerede ise 1/3’ünü tek başlarına aldıklarını; şayet iş bu tek satıcılık sözleşmesi sonlandırılacaksa en az bir yıl önceden ihbar edilerek sonlandırılması gerektiğini; Yargıtay uygulamaları ile ve doktrin ile bu hususun sabit olduğunu; davalının bu kötü niyetli davranışları nedeniyle müvekkilinin cirosunun ve karşılık oranının çok düştüğünü; davalının mallarını satamadığı gibi en az bir yıllık %60’lara varan bayi primi, ürün primi ve tanıtım primlerinden yoksun kaldığını; çalıştığı bankalardan fazla miktarda kredi çekmek ve çekilen bu kredilerle ilgili fazla miktarda faiz ödemesi yapmak zorunda kaldığını; davalı yanca ambalaj değişikliğine gidilmesi, alt bayilerin tehdit edilmesi ve davacının mal alışının engellenmesi nedeniyle 24/06/2013 tarihi itibariyle davalı yanın ürettiği 313.913,01 TL’lik malın elde kaldığını, bu malların bu safhadan sonra piyasaya satışınında artık mümkün olmadığını, nitekim davalı yana çekilen ihtarlarla bu stok malzemelerin iade alınmasını talep ettiklerini; buna rağmen olumlu bir yanıt alamadıklarını; bu stokun davacı açısından zarar kalemi içinde olduğunu, ayrıca davalı yan tarafından da müvekkilinin yanında uzun süredir çalışan personelininde çeşitli vaatlerle müvekkilinden ayırarak davalının bünyesine katıldıklarını; davacının kendi bölgesinde ve giderek tüm ülkedeki ticari itibarının bu eylemlerle ağır bir şekilde zedelendiğini; dava müvekkilinin tek satıcılık ilişkisinde üzerine düşen tüm edimlerini eksiksiz yerine getirdiğini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı tutmak suretiyle haksız fesih tarihi olan 31/12/2012 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte şimdilik; 1 yıllık mahrum kalınan primlerden bayilik primi olarak 5.000,00 TL’nin satış teşvik primi olarak 2.000,00 TL’nin, tanıtım primi olarak 2.000,00 TL’ nin; Sırf davacı yanın ürünlerine bağlı olarak satılabilen en azından büyük orandı bağımlı olarak satılabilen fırça, rulo, tiner zımpara… Yan ürünlerle ilgili oluşan zararlara karşılık 1.000,00 TL tazminatın, Davacı tarafça verilip stoklarda kalan ve yukarıda izah edilen davalı davranışları nedeniyle satışı da mümkünsüz hale gelen stok malzemenin davalı yana dava tarihindeki fiyatlarla iadesine, bu kabul edilmezse şimdilik bu mallar yönünden 5.000,00 TL tazminata; Müşteri tazminatı olarak oluşan şimdilik 2.000,00 TL tazminata ve, 30.000,00 TL manevi tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiş; bilahare ıslah dilekçesi vermek suretiyle talebini 222.015,51 TL müşteri ( portföy ) tazminatına, 512.855,84 TL bayilik primi + satış teşvik primi + tanıtım primi tazminatına; 136.597,41 TL stok zararı tazminatına olmak üzere toplam 871.468,76 TL maddi tazminata yükseltmiş, 30.000,00 TL yönünden manevi tazminat talebini tekrarlamış ve bu miktarlar üzerinden hüküm verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı ile uzun yıllardan beri devam eden bir ticari ilişkilerinin bulunduğunu, bu kapsamda davacı ile en son 2008 tarihli “bayi satış protokolü” başlıklı bir sözleşme imzalandığını, bu sözleşmenin davacının faaliyet gösterdiği bölgedeki şirketlerde dahil olmak üzere müvekkili tarafından tüm bayiler ile imzalandığını; matbu bir sözleşme olduğunu, bu sözleşmenin tek satıcılık / münhasır satıcılık sözleşmesi olmadığını; bu sözleşme ile davacının münhasır satıcılık hakkını elde etmediğini; müvekkili şirketin sadece boya üreten bir şirket olduğunu, davacının ise sadece müvekkiline ait boyaları satmadığını, diğer birçok boya markasını sattığı gibi boya dışındaki alanlarda da faaliyet gösterdiğini; davacının arada yazılı bir sözleşme olmamasına rağmen davalı şirketin her yıl çıkardığı kampanyalara katılarak, müvekkili şirketin belirlediği kurallar çerçevesinde ön sipariş vermek suretiyle bayi primi + ürün primi + ciro primi + hedef primi uygulamalarından faydalandığını; taraflar arasında belirenmiş bir asgari ya da azami bir kota olmadığını; taraflar arasında imzalanan bayi satış protokolünün 2.E maddesinin “ön ödemeli kampanyalara katılan bayilerin yaptıkları ön ödemeler değiştirilemez iade veya iptal edilemez”, 3.C maddesinin “… sevk edilmiş malları kesinlikle geri almayacaktır” şeklinde düzenlendiğini; bu sözleşmeler gereğince davacının stoktaki malların iade alınması talebinin dinlenemeyeceğini; 2012 yılı Kasım ayında açıklanan kampanyaların tüm bayilere duyurulduğunu ve isteyen bayilerin kendilerine uygun olan miktarda ön bağlantı verebileceklerinin belirtildiğini; ancak davacının halihazırda gerçekleştirmekte olduğu büyük çaplı inşaat işleri olduğunu; bu nedenle ancak 1.000.000,00 TL tutarında sipariş verebileceğinin fakat bu siparişi verirken ön şart olarak sanki 3.500.000,00 TL’lik sipariş vermişcesine işlem yapılmasını ve kampanya sirkülerinde verilen ek vadeden ve daha uzun vade ve iskonto yapılmasının istendiğini; davacının 2012 yılında net 3.106.680,00 TL ciro yaptığını, prim sistemine göre ancak bu cironun üzerinde bir hedef belirlenmesi halinde şirketin uyguladığı tüm primleri hak edebileceğini; davacının isteklerinin kabul edilmemesi nedeniyle davacının bizzat kendisince kampanyaya katılmak istemediğini belirtmek suretiyle sipariş vermediğini; yani davacının iddiasının aksine bayilik sözleşmesinin kendilerince iptal edilmediğini; davacının bağlantı yapmadığı için çalışmayı bırakması nedeniyle sözleşmenin kendiliğinden sona erdiğini; davacının yeni dönem için mal almayacağını bildirmesine rağmen, … toptancısı olarak alt bayilerinden bağlantılı amaçlı kambiyo evrakları aldığını ve davalının mamullerini talep eden müşterilerine emri vaki ile diğer marka ürünler gönderdiğini, davalı şirketin müşterilerine yardımcı olabilmek için matbu bir evrak hazırlanarak bayilere iletilmesinin sağlandığını; kendilerince yapılan ambalaj değişikliklerinin davacı şirket ile aralarındaki ilişki ile ilgili olmadığını; davacının tek satıcılığın sonlandırılması nedeniyle zarara uğradığı iddialarının dayanağının olmadığını; herşeyden evvel taraflar arasındaki sözleşmenin ve akti ilişkinin ” tek satıcılık ” ilişkisi olmadığını; sözleşmenin davacı tarafın sipariş vermemesi nedeniyle sonlandığı; davalı şirketin başka şirketlerde boya alıp satmasına rağmen yan ürünlerin satışında düşme beklendiği iddiası ile tazminat isteyemeyeceğini; davacının müşteri tazminatı talebininde reddi gerektiğini zira sözleşme gereğince başka müşteriler bulabileceğini; nitekim davacı şirketin sahibi tarafından 27/02/2013 tarihli bir faks mesajı ile, onun müvekkili şirkete geçen haklarını helal ettiğini, kendilerinden de helallik istediğini; bunun bir ibraname niteliğinde olduğunu; davacı şirketin personelini de kendilerinin ayartmadığını; bizzat onların müvekkili şirkette çalışmak için başvurduklarını ve işe alındıklarını beyan ederek davanın reddini savunduğu görülmüştür.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 05/04/2018 tarih ve 2014/1169 Esas – 2018/359 Karar sayılı kararı ile; ” Dava, haksız fesih nedeniyle portföy azalması sebebiyle tazminat ve yoksun kalınan kazancın tazmini, depoda kalan malların iadesi veya bedelinin tahsiline ilişkindir. Mahkememizce taraf delilleri toplanmış, taraf tanıkları dinlenmiş, davacı şirketin kayıtları incelenmiş, bilirkişi heyetinden rapor ve ek rapor alınmış; tüm deliller değerlendirilmek suretiyle sonuca gidilmiştir. Taraflar arasındaki ihtilafın özelliğinden ötürü öncelikle aradaki ilişkinin niteliğinin tespiti önem kazanmıştır. Davacı, aradaki ilişkinin distribütörlük ya da tek satıcılık gibi eş kavramlarla da ifade edilen “münhasır satıcı” olduğunu iddia etmekte; davalı taraf ise bunu kabul etmemekte taraflar arasındaki ilişkinin alelade bayi ilişkisi olduğunu ileriye sürmektedir. Münhasır satıcılık ( bir başka deyişle distribütörlük veya tek satıcılık ) sözleşmesi; yapımcı ( üretici ) ile, tek satıcı arasındaki hukuki ilişkileri düzenleyen öyle bir sözleşmedir ki, bununla yapıcı, mamullerin tamamı veya bir kısmının “belirli bir bölgede” tekele sahip olarak satmak üzere tek satıcıya bedeli karşılığında göndermeyi; buna karşılık tek satıcıda sözleşme konusu malları kendi adına ve hesabına satarak, bu malların sürünümünü artırmak için faaliyette bulunmayı taahhüt eder. Burada, tek satıcının başka yapımcıların mallarını da satıp – satmamasının bir önemi olmayıp; belirleyici olan yapımcının o bölgede bir başka bayiye mal verememesidir. Bu çerçevede taraflar arasındaki sözleşme incelendiğinde; her iki tarafın kabulünde olduğu üzere taraflar arasındaki sözleşme 2008 tarihli “bayi satış protokolü” başlıklı sözleşme olup; taraflar arasındaki ilişkinin bu sözleşme tarihinden önce başladığı ve aynen bu sözleşme hükümlerine göre baştan itibaren devam ettiği tarafların kabulündedir. Bu sözleşmede, davalı yapımcının ( üreticinin ) davacı bayinin faaliyet gösterdiği Batı Karadeniz Bölgesinde, davacı bayii dışında hiçbir bayiye mal veremeyeceğine dair bir düzenleme olmadığı gibi, mal vermesi halinde cezai yaptırımları da kararlaştırılmamıştır. Bu nedenle, taraflar arasında ihtilafsız olan bu sözleşme ile davacıyı “münhasır satıcı” olarak tanımlamak MÜMKÜN DEĞİLDİR. Her ne kadar davacı, davalı tarafın 14/02/2013 tarihli olan ve “değerli Batı Karadeniz … ailesi ” başlıklı yazıda “Batı Karadeniz distribütör bayimin … Ltd. Şti ile 2013 yılı bayilik sözleşmesi düzenlenmemiştir.” şeklinde beyanını içeren yazıdan dolayı; davalı tarafça münhasır satıcılıklarının kabul edildiği iddia edilmekte ise de; davalı şirketin genel müdür yardımcısının düzenlediği bu belgenin taraflar arasındaki akdi ilişkinin sona erdiği bir tarihte düzenlendiği ve bu belgenin geçmişe ilişkin bir tespit olarak değerlendirilemeyeceği; kavramların yanlış kullanılmasının davacı yönünden herhangi bir hak kazandırmayacağı ve yukarıda açıklanan taraflar arasındaki “bayi satış protokolü”nün hükümleri karşısında, davacıyı münhasır satıcı haline sokmayacağı; dinlenen taraf tanıklarından davacı tanıklarının Batı Karadeniz Bölgesinde davacı şirketin tek bayii olduğuna dair beyanları mevcutsa da; davalı tanıklarının ağırlıklı beyanları ile davacının tek bayii olmadığı ifade edilmişse de; esasen bu beyanlarında davacıyı münhasır satıcı konumuna getiremeyeceği; zira, davacının uzun süre Batı Karadeniz Bölgesinde tek bayii olarak çalışmasının değil; davalının akdi ilişki gereğince davacı dışında bir başka bayiye aynı bölgede mal veremeyecek durumda olmasının önem arz ettiği; davacının 2008 tarihli sözleşme gereğince davacı dışında aynı bölgede başka bayilere mal vermesinin önünün açık olduğu; eğer o yıllarda Batı Karadeniz’de başka bayilere mal vermiş olsaydı davacının bunun men’inin sağlamasının bu sözleşme çerçevesinde mümkün olmayacağı; davalının uzunca bir süre aynı bölgede başka bayilere mal vermemesinin davacıyı tek satıcı konumuna sokmayacağı değerlendirilmiş; kaldı ki, taraflar arasındaki akdi ilişkinin son bölümünde ve ilişki sona ermeden davalının doğrudan aynı bölgedeki bazı bayilere mal sevk etmiş olduğuna dair belgelerininde bulunduğu görülmüş; bu sebeple mahkememizce taraflar arasındaki ilişkinin tek satıcılık ( münhasır satıcılık ) mertebesinde olmadığı; bayilik ilişkisi çerçevesinde olduğu kabul edilmiş; hal böyle olunca bayilik sözleşmesinin sona ermesinin sonuçlarından olan ve uygulamada müşteri tazminatı, portföy tazminatı veya denkleştirme talebi olarak geçip TTK’nun 122. Maddede denkleştirme istemi kenar başlığı ile düzenlenen tazminatların, tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkileri için ve aynı maddede sayılan koşulların gerçekleşmesi durumunda istenebileceği; kanunda sayılan koşulların hep birlikte gerçekleşmesinin arandığı; kanunun lafzında tekel hakkı, diğer bir ifadeyle münhasır satış hakkı verilmeyen bayilik sözleşmelerinde denkleştirme isteminin kabul edilemeyeceği; bu nedenle davacının maddi tazminat kalemlerinden stok mallara ilişkin talebi dışındaki kalemlerin münhasır satıcı olmadığından dolayı kabulünün mümkün olmadığı; taraflar arasındaki alelade bayilik sözleşmesi çerçevesinde ise, stoktaki malların iadesinin ya da bedellerinin tahsilinin mümkün bulunmadığı çünkü aradaki sözleşmede satılan malların davacı tarafından davalı üreticiye iadesinin mümkün olmadığının düzenlendiği; bu kalemden dolayı bir tazminat isteyebilmek için, feshin haksız olması gerektiği; oysa taraflar arasındaki süresiz akdin sona ermesinin; davalı tarafça talep edilen satış miktarının davacı tarafça kabul edilmemesine dayalı olduğu; sebebe dayalı olduğu için uygun bir ihbar süresi tanınarak feshe gerek bulunmadığı; uygun bir ihbar süresi ile fesih etmek için herhangi bir fesih nedeninin bulunmaması gerektiği; somut olayda fesih sebebinin belli olduğu; davalı tarafın, alelade bayilik ilişkisi içinde 1 yıl önce verdiği maldan daha az bir miktarla 1 yıl sonra aynı ilişkiyi sürdürmesinin beklenemeyeceği; bu nedenle davacı tarafın iddia ettiği gibi ilişkiyi davacı tarafın tek taraflı sona erdirmesi halinde dahi feshin haksız sayılamayacağı nazara alınarak maddi tazminatın reddi gerektiği sorucuna varılmış; bu gerekçelerle bilirkişi raporunda, bilirkişi heyetinin taraflar arasındaki ilişkinin “tek satıcılık” ilişkisi olduğuna dair tespiti mahkememizce kabul edilememiş; hemen belirtmek gerekir ki, davalı tarafın ibraname olarak dayandığı ve davacı şirketin yöneticisi tarafından iş bu davadan 4 ay önce kendi haklarını helal edip, karşı taraftan da helallik istenmesine dair yazınında bir ibraname niteliğinde bulunmadığı, bu yönden davalı savunmalarının yerinde olmadığı tespit edilmiş; maddi tazminat talebi bu şekilde reddedilirken, davacı tarafın manevi tazminat talebinin kabulünü gerektirecek şekilde davalı tarafça haksız eylem ve işlemlerin yapılmadığı, taraflar arasındaki ilişkinin sona erdiğinin karşılıklı noter ihtarları ve yukarıda tanıtılan davalı tarafın gönderdiği 14/02/2013 tarihli “değerli Batı Karadeniz … ailesi” başlıklı yazıdan anlaşılmışken ve tarafların 2013 yılı için sipariş miktarında anlaşamadıkları 2012 yılı içinde belirlenmişken, bu tarihten sonra davalı tarafın mallarını satın alan alt bayilere haber vermesinin, onları uyarmasının manevi tazminatı gerektirecek bir haksız fiil teşkil etmediği nazara alınarak; manevi tazminat şartlarınında oluşmadığı kabul edilmiş bu nedenle davanın reddine … ” karar verilmesi gerektiği gerekçeleri ile, ” DAVANIN REDDİNE, … ” karar verilmiş ve verilen karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Öncelikle, dosyaya sunulmuş olan ve tarafların imzasını taşıyan herhangi bir “Yazılı Sözleşme” bulunmadığını, bu nedenle yerel mahkemenin gerekçesinde sürekli olarak; ” … taraflar arasındaki yazılı sözleşmeye göre ” şeklinde bir ibare kullanması ve bu sözleşmedeki münhasır satıcılık ilişkisinde davalı yanın davacının bölgesinde doğrudan satış yapması halinde uygulanacak yaptırımlara dair hiçbir hüküm olmadığı ve keza stok malların iade alınmasının da bu sözleşmeye göre mümkün olmadığı” şeklinde değerlendirme yapılmasının yanlış olduğunu, bu anlamda; a. Esas as olarak taraflar arasında 2012 yılı ve öncesine dayanan, yaklaşık 14-15 yıllık bir ticari ilişki mevcut olduğunu, b. Bu ticari ilişkinin yazılı olmayan, ancak başlangıçtan beri fiilen uygulanan bir “tek satıcılık ilişkisi” olduğunun tüm dosya kapsamına göre açık ve net olduğunu, aradaki ilişkinin mutlaka yazılı olması gerekmediğini, c. Üstelik taraflar arasındaki bu ticari ilişkinin “tek satıcılık ilişkisi olduğu” nun davalı yanca da açıkça ve yazılı olarak ikrar edildiğini, bu açık ikrara rağmen, yerel mahkemenin davalı yanın bu ikrarını başka türlü – sehven yazılmış gibi değerlendirmeye çalışmasının anlaşılamadığını, bu yöndeki gerekçe ve hükmü kabul etmelerinin mümkün olmadığını, bu yazılı açık ve net ikrarın – kabulün (üstelik taraflar arasındaki ilişki sonlandıktan sonraki bir tarihte ve davalı yanın en üst yetkilisi tarafından yapılmış olan) bu şekilde değerlendirilmesinin yanlış ve zorlama bir yorum yapılmış olmasının HMK. 187–188–199 ve 201. maddelerine açıkça aykırılık teşkil ettiğini, Dosya kapsamında dinlenilen tanık beyanlarının ( Tek satıcılıkla ilgili olarak ) incelenmesi ile ilgili olarak; a.Davalı yanın dinlenilen tanıklarının beyanlarının genel olarak soyut nitelikte olduğunu veya kendi iddialarını doğrular nitelikte bulunduğunu, Çekilen ihtarların birebir aynı olmasının nedeninin de tek tip olarak – davalı yanca hazırlanıp müvekkilinip alt bayilerine ( müvekkile göndermeleri dayatması yapılarak ) dağıtıldığını, tanıkları …’ ın da ( alt bayi ) beyanında aynı hususu yinelediğini, bu ihtarların bile davalı yanın müvekkilini tek satıcı olarak kabul ettiğini doğrulamakta olduğunu, Mahkemece, anılan faaliyet bölgesinde başkaca firmalara mal satışı yapılıp yapılmadığı ve müvekkili şirket dışında başkaca alt bayisi olan herhangi bir alt bayiye satış yapan başkaca bir firma olup olmadığı hususunun hiç araştırılmadığını ve değerlendirilmediğini, esasen davalı yanca da böyle bir iddiada bulunulmadığını, ki zaten müvekkil dışında bölgede faaliyet gösteren ve alt bayisi olan hiçbir firma da olmadığını, oysa müvekkilinin bölgede çok fazla sayıda alt bayisi bulunduğunu, alt bayisi olmamakla birlikte doğrudan fabrika bayisi – son satıcı olarak faaliyet gösteren başkaca firma olup olmadığı hususunun da ispatlanmadığını, ki zaten bölgede birkaç tane doğrudan fabrika bayisi – son satıcı olarak davalı yandan alım yapan firma olsa bile, bu hususun ancak tarafların zımnen kabul ettiği, geçen uzunca süre içinde itiraz etmedikleri bir olgu olarak değerlendirilebileceğini, yani müvekkili firmanın kendi lehine olacak bir basit tekel hakkından kısmen feragat etmiş sayılacağını, bu tür – tarafların yazılı veya zımnen kabulünde olan karma ilişkiler içeren birçok tek satıcılık şeklinin uygulamada bulunduğunu, tekel hakkını bozabilecek davranışlara herhangibir yaptırımın sözleşmede olmaması veya taraflarca zımnen uygulanmıyor olmasının da, taraflarca bu karma ilişkinin açıkça veya uzun süre içinde zımnen kabul edilmesi halinde tek satıcılık ilişkisinin asla bozulmayacağını, Esasen mahkemece de müvekkilinin “alt bayilere satış yaptığı hususu” nun kabul edildiğini, müvekkilin dışında Batı Karadeniz Bölgesinde alt bayisi olan–alt bayiye satış yapma hakkı olan başkaca hiçbir tacir olmadığını, bu konuda davalı yanca ileri sürülmüş bir iddia ya da kanıt da bulunmadığını, Tek satıcılık ilişkisi ve bu ilişkinin tek taraflı olarak sonlanması halinde denkleştirme tazminatı ödenip ödenmeyeceği hususuyla ilgili değerlendirilmesi gereken asıl kıstasların değerlendirilmediğini, Müvekkilinin elindeki stoğunun çok olması nedeniyle bir sonraki yıl için bir önceki yıla nazaran biraz daha az mal almak istemesinin, haksız bir feshi, haklı hale getirmeyeceğini, burada olsa olsa olağan, önel vererek ve gereken denkleştirme tazminatını ödeyip, belli bir süre için stoğun da erimesini sağlayacak şekilde mal akışı sağlayarak veya stoğu geri alarak normal – olağan bir fesih yapılabilecek olduğunu, zorunlu nedenlerle biraz daha az mal bağlantısı yapılmak istenmesinin davalı açısından haklı – önel, tazminat vs vermeyecek şekilde bir fesih yapılması hakkını doğurmayacağını, Davalı yanın böyle yapmayarak 15 yıldan fazla Bölge Toptancılığı Bayiliği yapan müvekkili ile olan ” toptancı bayilik–tek satıcılık ilişkisini” 2012 yılı sonunda, herhangi bir önel vermeksizin, aniden sonlandırarak kazançlarından mahrum ettiği gibi, kötü niyetle hareket edip, müvekkilinin mahvına sebep olacak davranışlar sergilediğini, hatta ticaretini de büyük oranda baltaladıklarını, Yine önel vermeyerek ve müvekkilin stoğunda kalan büyük miktardaki malların da satışını engellediğini ve stoktaki malları eritmek için hiçbir önel de vermeyerek büyük zarara sebep olduğunu, oysa piyasadaki genel uygulamanın tam tersi yönde olduğunu, bunca yıllık -üstelik büyük çaplı ticari ilişkinin ahde vefa gerektireceğini, davalı yanın ise tam tersi davranarak açıkça bu ticari ilişkideki hakim rolünü kötüye kullandığını ve müvekkilinin ticari itibarına da açıkça büyük zarar verdiğini, yerel mahkemenin taraflar arasındaki yazılı sözleşme olarak kabul ettiği ve ancak müvekkilin imzası olmayan belgeye göre “mal iadesinin yapılamayacağı ve dolayısıyla bu yöndeki talebin de kabul edilemez olduğu ” şeklindeki gerekçe ve kabulünün de doğru olmadığını, zira böyle bir yazılı sözleşme ve dolaysıyla “iade edilemez koşulu” olmadığını, ayrıca bir an için bu sözleşme ve “mal iadesi yapılamaz” hükmü olsa bile, bu koşulun ancak haklı veya olağan – önel verilerek yapılacak fesihlerde geçerli olabileceğini, Sözleşmeyi kimin feshettiği hususunda; Dosya kapsamında dinlenen tüm tanıkların beyanlarında, davalı yanın sözleşmeyi tek taraflı ve haksız olarak feshedip, fiilen sipariş almama, mal vermeme ve müvekkilinin elinde kalan malları dahi satmamaması için alt bayilere talimatlar verip, ihtar çektirerek müvekkiline zarar vermeye çalıştığının açıkça ortada olduğunu, hal böyleyken hala feshin haklı mı, haksız mı olduğunu tartışmanın gereksiz olduğunu, feshin eylemli olarak davalı yanca ve haksız bir şekilde yapıldığını, Müvekkilin, davalının malları dışında başka firmaların mallarını sattığı iddiası hususunda; Bu konuda kararın gerekçesinde aleyhlerine bir tespit olmadığı için ilave bir beyanda bulunmamakla birlikte, daha önce dilekçelerinde bu hususa ilişkin beyanlarını dosyaya sunduklarını, Manevi tazminatla ilgili olarak; Tüm dosya kapsamına göre; davalı yanın haksız ve kötü niyetle hareket ettiğinin ve adeta müvekkilini piyasadan silmeye çalıştığının, ticari itibarına büyük darbe vurduğunun sabit olduğunu, halen de müvekkilinin, davalının neden olduğu bu yıkımı atlatmadığını, dolayısıyla böyle bir tazminatın müvekkile ödenmesi gerektiğini belirterek, -Yerel Mahkeme kararının kaldırılarak, davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, haksız fesih iddiasından kaynaklanan portföy azalması sebebiyle tazminat ve yoksun kalınan kazancın tazmini, depoda kalan malların iadesi veya bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacı tarafça istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davacı tarafça, davalı vekili tarafından davaya cevap dilekçesi ekinde dosyaya ibraz edilen 2008 tarihli “Bayi Satış Protokolü” başlıklı belgeye ve bu belgedeki imzaya yargılama sırasında itiraz edilmediği, “Bayi Satış Protokolü” başlıklı protokolün, mahkeme gerekçesinde ayrıntılı olarak açıklandığı şekilde tek satıcılık sözleşmesi vasfında olmadığı, bu protokol dışında taraflar arasında yapılmış başka bir sözleşme bulunduğunun da davacı tarafça iddia ve ispat edilmediği, ihtarnameler veya davalı şirket genel müdür yardımcısı yazısında taraflar arasındaki ilişkinin “tek satıcılık” olarak belirtilmesinin sözleşmenin niteliğini değiştirmeyeceği, taraflar arasındaki sözleşmenin, ürün miktarındaki uyuşmazlık nedeniyle davacı tarafça sipariş verilmemesi sonucu ve bu sebebe binaen fiili olarak sona erdirildiği, tek satıcılık sözleşmesi bulunmadığından ve haksız fesih söz konusu olmadığından, tek satıcılık sözleşmesinin haksız feshinden kaynaklı maddi tazminat taleplerinin kabulünün mümkün olmadığı, taraflar arasındaki sözleşmeye göre de, stoktaki malların iadesinin ya da bedellerinin tahsilinin mümkün bulunmadığı, ayrıca manevi tazminat koşullarının oluşmadığı anlaşılmaktadır. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından; dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere göre mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı, tüm istinaf sebepleri karşılıklarının gerekçeli kararda yer aldığı anlaşıldığından, davacı vekilinin istinaf sebeplerinin reddine karar verilmesi gerekmiştir. Sonuç olarak, mahkeme kararı usul ve yasaya uygun olduğundan, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’ nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davacı tarafından yatırılan 98,10 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibari ile Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 54,40 TL istinaf karar harcından, istinaf eden davacı tarafından peşin olarak yatırılan 35,90 TL harcın mahsubu ile bakiye 18,5 TL TL harcın davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep eden üzerinde bırakılmasına, 5-Artan gider avansı varsa, karar kesinleştiğinde ve talep halinde avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 19/11/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.