Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2019/1599 E. 2021/842 K. 03.06.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/1599 Esas
KARAR NO: 2021/842 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 18. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 25/04/2019
NUMARASI: 2018/895 Esas 2019/384 Karar
DAVANIN KONUSU: Kayyımlık (Ticari Şirkete Kayyım Atanması)
KARAR TARİHİ: 03/06/2021
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacılar vekili dava dilekçesi ile, davalı şirketin hissedarları olan müvekkilleri ile davalı … arasında 05/06/2015 tarihli hisse devir sözleşmesi imzalandığını buna göre …’in müvekkilleri tarafından kendisine bedelsiz olarak emaneten devir edilen halka açık davalı şirketin hisselerini, yine müvekkillerinin bedelsiz olarak devir etmeyi kabul ettiklerini ancak yapılan ihtara rağmen hisseleri devir etmediğini, pay defterinin düzeltilmesi amacıyla İstanbul 4 Asliye Ticaret Mahkemesinin 2018/827 esas sayılı dosyası ile dava açtıklarını, şirketin hakim hisselerini elinde bulundurulan …’in yönetim kurulu onursal başkanı, şirketin kurucusu ve öz babası olan …’ın entrikalarla yönetim kurulu başkanlığından istifa etmesi yönünde ikna ettiğini, adete kendi şirketinden kovduğunu, …’in öz babası ve kardeşi hakkında asılsız iddialarla şirket defterini çalmakla suçlayarak savcılığa şikayet ettiğini, … hakkında icra takibi başlattığını, davalı …’in şirket hesaplarını başka şirket hesaplarına aktararak mal varlığını azalttığını, şirketi zarara soktuğunu, yönetim kurulu üyelerinden … istifa ettiğini, …’in şirketi yönetme yeterliliğine sahip olmadığını tüm bu nedenlerle şirket yönetimine denetim kayyımı atanmasının zorunlu hale geldiğini, müvekkillerinin denetim kayyımı atanarak davalı şirketin yönetim kurulunun denetlenmesi istediklerini denetim kayyımının şirket yönetimi ile birlikte çalışarak yönetim kurulunun işlemlerini amaca uygunluk yönünden denetlemesi gerektiğini, denetim kayyımı atanması halinde şirketin ayni, kaydi ve nakdi mal varlığının muhafazasının yine yönetim kurulunda olduğunu ancak yönetim amaca uygunluğu denetlendiği takdirde şirket mal varlığının da aktif korunması ve ortaklar arası ihtilaflarda şirketin mal varlığını zarar görmesinin engellenmiş olacağını, belirterek şirketin denetim kayyımı heyetinin atanmasını talep ve dava etmiştir. Davalılar vekili cevap dilekçesi ile, davacıların müvekkili ile imzalandığını iddia ettikleri sözleşmenin sahte olduğunu, geriye dönük olarak sadece davacılar tarafından imzalandığını, davacıların, davalı şirketin daha önceki yöneticileri olduğunu, yaptıkları usulsüzlükler nedeni ile SPK tarafından birçok yaptırım uygulandığını, davacıların yönetici oldukları dönemde şirket parasını başka şirkete aktardıklarını, haklarında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2018/143921 soruşturma nolu dosyası ile şikayette bulunduklarını, davacıların aktif husumet ehliyetinin bulunmadığını, davacıların şirkette hisselerinin bulunmadığını, denetim kayyımı talepli dava da …’e ne nedenle husumet yöneltildiğinin anlaşılamadığını, …’in pasif husumet ehliyetinin olmadığını, davacıların bu davayı açmakta hukuki yararlarının bulunmadığını, kayyım atanmasına ilişkin şartların dava da oluşmadığını, anonim şirketlerde yönetim kurulu üyelerinin görevden alınma yetkisinin münhasıran şirket genel kuruluna ait olduğunu belirterek açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ:İlk Derece Mahkemesi 25/04/2019 tarih ve 2018/895 Esas – 2019/384 Karar sayılı kararında;”….6102 sayılı TTK’nın anonim şirketlere ilişkin hükümlerinde, yönetim kurulu üyelerinin kötü yönetim yada başka bir haklı sebeple mahkeme kararı ile geçici yada nihai olarak görevden alınmaları ve dolayısı ile yerlerine tedbiren kayyım atanmasına cevaz veren bir düzenleme mevcut olmayıp ancak organ eksikliği nedeni ile TTK 530/2.maddesi uyarınca tedbiren kayyım atanmasının mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Davacılar yönetim kurulu üyesi olan davalının yönetim kurulu üyeliğine devam etmesini ancak atanacak denetim kayyımının yönetim kurulunun işlemlerini denetlemesini istemektedirler. Yönetim kurulu işlemlerinin atanacak denetim kayyımı vasıtası ile sürekli olarak denetleneceği ve bu şekilde yönetimin sürdürülmesine olanak verecek bir düzenleme TTK’da yer almamaktadır. Yönetim kurulu üyesinin görevden alınması 6102 sayılı TTK’nın 364.maddesine göre genel kurul kararı ile olabileceği, yönetim kurulu başkanının görevden alınmasının ise başkan seçimini yapan yönetim kurulu kararı ile mümkün olabileceği somut olayda pay sahibi olan ortakların keyfiyeti önce genel kurula ve buradan alınacak karara göre dava yolu ile mahkemeye getirmeleri gerekmektedir. (Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 2014/4084 esas 2014/10525 karar, aynı daireye ait 2016/1427 esas 2017/3461 karar nolu ilamında da belirtildiği üzere) Anonim şirketlerde yönetimin ne şekilde ve kimler tarafından yürütüleceği, yöneticilerin görevlerine nasıl ve ne şekilde son verileceği TTK’da ayrıntılı olarak düzenlenmiş olup, sürekli olarak yönetim kurulu üyelerinin yapmış oldukları iş ve işlemlerin mahkeme tarafından atanacak denetim kayyımı/denetim kayyımı heyeti tarafından denetlenip, uygun bulduğu takdirde yapılacak işlere onay veren uygun bulmadığı takdirde onay vermeyen bir sistem TTK’da mevcut olmadığından davacılar tarafından açılan davanın aşağıdaki şekilde reddine karar vermek gerekmiştir. …”gerekçesi ile, Davacıların davasının reddine karar verilmiş ve karara karşı davacılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacılar vekili istinaf dilekçesi ile, … A.Ş.’nin bir aile şirketi olarak kurulduğunu, daha sonra ise halka açılmış bir şirket olduğunu, Müvekkili …, … A.Ş.’nin hissedarı ve yönetim kurulu üyesi olduğunu, kurucusu … olan … A.Ş, geçmişten günümüze kadar aktifinde pek çok gayrimenkulü barındıran, Ülkemiz Turizminin en değerli yerlerinde; Bodrum, Antalya Lara-Kundu Bölgesi, Bursa Merkez ve Uludağ ve Marmaris Bölgelerinde olmak üzere toplam 7 adet 5 yıldızlı Turistik Tesisi bünyesinde bulunduran halka açık bir Anonim Şirket olduğunu, Müvekkili … ve oğlu …; …’ın kızı, …’ın ise ablası olan …’e duydukları güvene binaen, 2009 yılından itibaren muhtelif tarihlerde bedelsiz olarak emaneten, … hisselerinin tamamını bila bedel ve kül halinde …’e devrettiğini, 2015 yılına gelindiğinde; müvekkili … gerek kardeşler arasında adil bir paylaşım yapmak gerekse de yaşının getirdiği hissiyatla 05.06.2015 tarihli Hisse Devir Sözleşmesi’ni akdettikleri, anılan sözleşme kapsamında bedelsiz olarak emaneten … ve …’dan …’e devrolunan hisselerin, yine …’a ve …’a bedelsiz olarak iade olunacağı hüküm altına alındığı, ilgili devrin aracı kurum, Merkezi Kayıt Kuruluşu, ticaret sicil müdürlüğü ve şirket pay defteri gibi kurum kayıtlarda … lüzum göreceği bir zamanda yapılacağı kararlaştırıldığını, Fakat bugün gelinen noktada … kendisine emaneten bedelsiz olarak verilen hisseleri, taraflar arasında imzalanan sözleşmeye ve kanuna aykırı olarak müvekkilleri adına tescilden imtina ettiği, nitekim taraflar arasında imzalanan bu sözleşme ile müvekkillerini ilgili hisselerin bizzat sahibi konumuna geldiğini, ancak davalı tarafından bu hususun açıklanması engellendiği, bu durum mahkemeye taşındığı ve İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/827 Esas sayılı dosyada verilen 2019/300 karar ve 28.03.2019 tarihli yerel mahkeme kararıyla …’in aslında … Şirketi’nde hiçbir hissesinin olmadığı, üzerine şuan kayıtlı gözüken hisselerin tamamının … ve …’a ait olduğu sabit hale geldiğini, Babasının koca bir ömür boyunca çalışarak kazandığı malvarlığını ve Şirket hisselerini ilgili kurum ve kayıtlarda devirden imtina ederek ailesi ile olan güven ilişkisini temelden sarstığı, üstüne üstlük öz babası ve tüm malvarlığının sahibi olan müvekkili …’ı kendi kurduğu holdingten atma gayretine giriştiğini, Bu süreç sonrasında müvekkil … ve kızı … arasında büyük bir hukuk mücadelesi başlamış olup, davalı … bu süreç içerisinde kendi lehine avantaj elde etmek, maddi menfaat sağlamak, meydana gelen hukuki süreçleri etkilemek adına Şirket hak ve menfaatlerini hiçe saymış, Şirket’in malvarlılarını ve aktiflerini doğrudan kendi damadının şirketlerine aktardığı, tüm bu eylemlerle Şirket geleceğini düşünmediğini gösteren …, yönetim kurulu başkanlığını elde etmesi ile birlikte şirketin içini boşaltmaya ve şirketi zarara uğratan kararlar almaya başladığı, şirkete karşı açılan İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/807 esas sayılı dosyası ile şirkete karşı açılan fesih davası ve şirketin içinde bulunduğu durum göstermektedir ki davalı …, … A.Ş.’yi kendi kişisel çıkarlarına göre yönetmekte ve halka açık bir şirketi ve yatırımcılarını hiçe sayarak hareket etmekte olduğu, hali hazırda, hisselerin müvekkilleri adına kaydına karar verilmiş bir mahkeme ilamı bulunmaktayken, davalı … elinde bulundurduğu yönetim ile şirketin malvarlığından olabildiğince kendi lehine kazandırımda bulunmakta ve şirkete zarar vermeye devam etmekte olduğunu, davalının haksız, hukuka aykırı ve hileli davranışlarla şirketi daha fazla zarara uğratmasının önüne geçmek adına, Davalı şirkete bir Kayyım heyetinin veya Kayyımın atanmasını talep ettiklerini, talebin mahkemece hukuka aykırı olarak reddedildiğini, Yerel mahkemenin tesis etmiş olduğu karar hatalı bilgi ve kanaate dayandığını, Yerel mahkeme gerekçeli kararında “…’ın … ile müştereken imzaya yetkili olduğu” hususuna değindiği, ancak yerel mahkemenin değindiği bu husus gerçeğe uygun olmadığını, zira yerel mahkeme, sadece İstanbul Ticaret Odası bilgilerine dayanarak bu kanıya ulaştığını, ancak mahkemece, dosyada mübrez Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi ve son genel kurul tutanağı incelenmediği, bu sebeple yalnızca eksik ve hatalı İTO kayıtları nazara alınarak … ve …’in müştereken imza yetkilisi olduğu sonucuna ulaşıldığını, …’in münferiden imza yetkilisi olduğu, …’ın ise ancak ve ancak … ile birlikte müştereken imza yetkilisi olduğu hususu değerlendirme kapsamına alınmadığı, bu husus dosyada müberez TTSG kayıtlarında açıkça görülmekte olduğu, davalı …, sahip olduğu münferit imza yetkisi ile 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu (“TTK”) madde 371 gereği geniş yetkileri haiz olup, bu kapsamda yapmış olduğu her türlü işlem Şirketi bağlamakta olduğu, yerel mahkemece, müvekkili …’ın da imza yetkisinin bulunduğundan bahisle yapılan eksik ve yanlış incelemede şirketin içinde bulunduğu büyük tehlikenin görülemediğini, Yerel mahkeme, TTSG ve imza sirkülerini incelemeden, eksik ve hatalı inceleme ile dosya hakkında kanaat oluşturduğu ve müvekkilleri … ve … başta olmak üzere, şirketin diğer hissedarlarının içinde bulunduğu mağduriyeti göremediğini, Yerel mahkeme talep hakkında yanılgıya düşerek hukuka aykırı bir karar verdiğini, Taraflarınca, anılan davada yönetim kurulunun azledilmesi talep edilmemiş olmasına rağmen yerel mahkemece, sanki böyle bir talebimiz varmışcasına karar tesis edildiği, ne var ki davalı şirketin halka açık bir şirket olması, müvekkillerinin bütün hayat birikimlerinin davalı şirket oluşu ve ilerleyen dönemlerde tekrar şirket yönetim kuruluna geçebilecek olmaları karşısında müvekkillerinin de şirketin itibarını ve devamını düşündüklerini, bu sebeplerle huzurda ikame edilen davada, şirketin veya yönetim kurulunun feshi veya azli gibi bir talepte bulunulmadığı, şirketin menfaatleri şahsi menfaatlerin üzerinde tutulduğunu, Yerel Mahkeme tüm bu menfaat dengelerini gözetmeksizin şabloncu bir yaklaşımla dosyayı ele almış talebimiz doğrultusunda karar vermekten imtina ettiğini, TTK, TMK’nın ayrılmaz bir parçası olup, işbu uyuşmazlıkta Medeni Kanunun vasilik ve kayyımlığa ilişkin hükümleri uyuşmazlığın esasına doğru bir şekilde uygulanmadığını, Davada, davalı şirket … A.Ş.’nin davalı … tarafından içinin boşaltıldığı, şirketin kaynaklarının haksız ve hukuksuz bir şekilde kullanıldığından bahisle davalı şirkete denetim kayyımının atanmasını, şirketin ekonomik faaliyetlerinin denetlenmesini ve Kayyım’ın onayına tabi tutulmasını, bu mümkün değilse atanacak Kayyım’ın şirketin ekonomik faaliyetlerine ilişkin rapor tanzim etmesini ve hukuka uygunluk yönünden incelemesini talep ettiklerini, talebin Türk Ticaret Kanunu’nda açıkça düzenlenmiş olmadığı sebebiyle reddedildiğini, 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu madde 1 uyarınca 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (“TMK”) Türk Ticaret Kanunu’nun ayrılmaz bir parçası olduğu açık bir şekilde hüküm altına alındığını, Mahkeme, uyuşmazlığın mahiyetinin ticari dava olması sebebiyle sadece TTK değil, yürürlükte bulunan tüm mevzuatı ve tüm emredici hükümleri doğrudan veya uygun düştüğü ölçüde kıyasen uygulamakla mükellef olduğu, hukuk boşluğu bulunan durumlarda hakim, önce Türk Ticaret Kanunu’ndaki hükümleri ve diğer kanunlardaki ticari hükümleri daha sonra bu duruma ilişkin örf ve adet kurallarını bu duruma ilişkin herhangi bir teamül bulunmuyorsa genel hükümlere gitmesi gerektiği, hakim, kanun koyucu gibi davranarak tarafların menfaatlerini tespit edip, bunları adaletli bir şekilde tartmak, yüksek yargı kararlarından, bilimsel görüşlerden yararlanarak, ihtilafı hakkaniyete uygun şekilde çözmekle yükümlü olduğunu, Türk Medeni Kanunu 1. Maddesi hakimin hukuku uygularken neleri gözetmesi ve nasıl karar vermesi gerektiğini açıkladığını, anılan kanun maddesinde görüleceği üzere, hakim sadece yasal mevzuatla da değil, bilimsel görüşlerden, teamülden ve içtihatlardan da yararlanmak durumunda olduğunu, Her ne kadar yerel mahkeme kararında talebe ilişkin TTK’da herhangi bir düzenleme olmadığı belirtilmişse de kayyımlığa ilişkin başka hiçbir inceleme yapılmadan yapılan değerlendirmenin yanlış ve eksik bir değerlendirme olduğunu, bu durumda davanın reddedilmesi yerine Hakimin kanun koyucu gibi davranıp, gerekli araştırmayı yapması ve buna göre karar vermesi gerekmekte olduğunu, Türk Medeni Kanunu’nun 403. Maddesinin 3. Fırkasında vasiliğe ilişkin hükümlerin aksi belirtilmiş olmadıkça Kayyımlık hakkında da uygulanacağı vurgulandığı, bu kapsamda kanun koyucunun Kayyımlık Kurumuna ilişkin fazlaca bir düzenlemeye yer vermemesi bilinçli olduğunu, TMK 403.maddesinde görüleceği üzere kanun koyucu kayyımlık kurumunun kıyasa açık olduğunun altını çizdiği, anılan kanun maddesine rağmen TTK’da “Denetim Kayyımı” diye bir kurum olmadığından bahisle davanın reddedilmesi açıkça hukuka aykırı olduğu, TMK “vesayet kurumunu” getirdiği ayrıntılı ve “doğrudan” hükümler ile düzenlerken; kayyımlık kurumunu yasal danışmanlık kurumu ile birlikte TMK m. 403/III hükmü çerçevesinde geniş ölçüde atfa dayalı olarak düzenlediği, kayyımlık sebepleri ve buna bağlı olarak alınacak tedbirler çok çeşitli iken Kanun Koyucunun “Kanun Boşluğu” yaratmamak adına doğrudan uygulama atfı yaparak vasi hakkındaki hükümlerin aksi belirtilmiş olmadıkça kayyımlığa da uygulanacağı şeklinde bu maddeyi tesis ettiği, Aynı Kanunun 404. Maddesinden itibaren vasiliği gerektiren haller sayıldığı ve devam eden 406. Maddenin başlığında “kötü yönetim”, vasilik atamayı gerektiren bir kurum olarak zikredildiğini, Anılan düzenlemede kanun koyucu açıkça malvarlığının kötü yönetilmesinde, darlık veya yoksulluğa düşürme tehlikesine sebep olması halinde vasi atanmak suretiyle erginin kısıtlanacağını hüküm altına aldığı, öte yandan, işbu davada temel dayanak madde olan Türk Medeni Kanun’un Kayyımlığı Gerektiren Haller başlıklı 426. Maddesinin 2. Fıkrasının bulunduğunu, … A.Ş.’nin yasal temsilcisi …’in şahsi menfaatleri, temsilcisi olduğu şirketin menfaatleri ile çatıştığını, zira davalı bu süreçte şirketin sağlıklı bir şekilde yönetilmesinden ziyade şirket hissedarlık yapısına ve yönetimine ilişkin haklarını ve konumunu kaybedeceğini öngörerek yönetimde olduğu süreç içerisinde şahsi mal varlığına mümkün olan en yüksek kazandırımı sağlamaya çalıştığını, Aynı zeminde, dava dilekçesinde ve dosyaya sundukları beyanlarında detaylıca açıklamış olduğumuz üzere, …’in şirketi batırmaya matuf, hukuka aykırı iş ve işlemlerinden dolayı yönetiminde bulunduğu … A.Ş.’nin darlık ve yoksulluğa düşmesinin engellenmesi ve Şirket’e daha fazla zarar verilmesini önlemek adına şirkete Denetim Kayyımı atanmasını talep ettiklerini, Kayyımlık kurumunun Kıyasen uygulamasının kapsamını; vesayete ilişkin hükümlerin, talep edilen kayyım atamasıyla ulaşılmak istenen amaca uygun olup olmadığı yönünde yapılacak olan değerlendirme belirleyeceğini, Kanunun lafzı amaçsal şekilde yorumlandığında kayyım ataması talebi vesayete ilişkin hükümler ile gerçekleştirilebiliyorsa kanun koyucunun bu şekilde bir kayyım atamasına cevaz verdiği sonucuna ulaşılmakta olduğunu, bu kapsamda yerel mahkemece TMK görmezden gelinerek, salt denetim kayyımı kurumunun TTK’da yer almadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi hukuka aykırı olduğunu, Mahkeme’nin asli görevi hakkaniyeti ve hukuka uygunluğu sağlamak olup, bir yanda sahipliği ve hakim ortaklığı Mahkeme ilamıyla ortaya konulmuş olan müvekkili bulunmaktayken, davalının hukuka aykırı işlemleri ve şirketin gördüğü zarar göz önüne alınarak bir değerlendirme yapılması gerektiğini, Yerel mahkemece mevzuatta denetim kayyımı şeklinde bir kurumun olmadığı gerekçesi ile davanın reddedilmesi hukuka aykırı olduğunu, Davalı şirkete atanmasını talep ettikleri Denetim Kayyımı Kurumu hakkında Prof. Dr. …’ın “…Denetim kayyımı yönetim kurulunun işlemlerini amaca uygunluk yönünden denetleyip uygun bulursa izin veren ve bu kapsamda ön denetim yapan bir kayyımdır. Kayyımın amacı, alacaklıların, ortakların ve şirketin menfaatini birlikte nazara alarak korumaktır…” (Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi olan Profesör Doktor … 27 Kasım 2015 tarihli, Kayyım Denetimindeki Anonim Şirketin Yönetimi) ifadelerini kullandığını, Denetim kayyımı tabirinin doktrinde var olduğu, şirkete bir kayyım atanması için illa Yönetim Kurulu’nun azledilmesinin gerekmediği, bu tanımlama ile atanan Kayyım’ın Yönetim Kurulu yerine geçip karar almadığı ve şirketi yönetmediği sadece Yönetim Kurulu işlemlerinin amaca uygunluk yönünden denetlediği izah edildiği, Kayyımlık halleri, yönetim kayyımlığına benzer bir nitelik taşıyabileceği gibi, yönetim ve temsil kayyımlığının bir karması veya sui generis bir kayyımlık olarak karşımıza çıkabileceğini, Prof. Dr. …’ün de açıkça belirttiği üzere, atanması talep edilen kayyımın görevlerinin mahkemece belirlendiği göz önüne alındığında karma bir kayyımlık modeli veya sui generis bir kayyımlık modelinin hukukumuzda var olduğu açıkça ortada olduğu, dolayısıyla yerel mahkeme kararında dayanmış olduğu gerekçe tümüyle mesnetsiz ve hukuka aykırı olduğunu, Müvekkillerinin … A.Ş.’nin hakim hissedarı olup bu durum şirket ve davalı … arasında menfaat çatışmasına yol açtığını, İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/827 E. sayılı dosyası uyarınca şirket hakim hissedarının … ve … olduğu, 28.03.2019 tarihli ve 2019/300 Karar sayılı ilamla karara bağlanmıştır. … ve …’ın, …’e karşı açmış oldukları pay defterinin düzeltilmesi davasını kazanmaları neticesinde şirkette hakim hissedar durumuna gelmeleri, aralarında ihtilaf bulunan …’in Şirket ile arasında bir menfaat çatışması doğuracaktır. Nitekim …’in hakim hissedar olmasını engelleyecek olan karar sonucu Şirket ve Şirket’in geleceğini düşünen kararlar almayacağı hukuka aykırı iş ve işlemleri sonucunda açıkça anlaşılmakta olduğunu, Halihazırda davalı şirket yönetim kurulu başkanlığı görevini yürütmekte olan ve aynı zamanda davalı … münferiden telsim ve ilzama yetkili olan …, ileride bu unvanını kaybedecek olmanın verdiği telaşla, şirket malvarlığını kendisine yakın olarak gördüğü damadının …’ün kontrolünde olan şirkete aktarmakta olduğunu, Uygulamada ve doktrinde kabul edilmektedir ki anonim şirketlerde ortaklar ve yöneticiler arasındaki bazı ihtilafların şirket malvarlığına zarar getirmemesi için şirket yönetiminin gözetim ve denetim altında olması gerekebilir. Özellikle somut uyuşmazlıkta halka açık bir anonim şirketin binlerce yatırımcısı söz konusu olduğu, şirket mal varlığını azaltma konusunda istikrarlı bir şekilde çaba harcayan bir yönetim kurulunun işlemlerinin mahkemece atanacak ve yetkileri mahkemece belirlenecek bir (denetim) kayyımının denetimine ve gözetimine sokulması başta şirketin hakim kurucusu ve hakim hissedarı olan müvekkiller olmak üzere binlerce yatırımcının menfaati için elzem olduğunu, Kayyımlık kurumu kişisel ve ekonomik olarak yardım ihtiyacı içerisinde olan gerçek ve tüzel kişilere gereken kişisel ve malvarlıksal korumayı sağlamayı amaçladığını, Türk Medeni Kanununda Kayyımlık görevin niteliğine göre ayrıma tabi tutulmuştur. (Türk Medeni Kanunu madde 403/2.) Denetim Kayyımının amacı Yönetim kurulunun şirket aktiflerini azaltıcı işlemlerinin ve şirket pasiflerini çoğaltıcı uygulama ve işlemlerinin şirketin amacına ve ortaklar ile alacaklıların menfaatine uygun olup olmadığını test etmek ve uygun buluyorsa onay vermek olduğunu, Somut uyuşmazlıkta müvekkili ile yönetim kurulu başkanı …’in arasındaki hukuk mücadelesi neticesinde, davalı …’in Şirket aleyhine ancak kendi lehine tek taraflı ve hukuka aykırı kazandırmalarda bulunduğu, böylece şirket ile arasında bir menfaat çatışması meydana geldiği, Şirketin zarara uğradığı, aktif mal varlığının azaldığı buna karşılık pasiflerinin hızla arttığı açıkça görülmektedir. Yasal temsilci, temsilci sıfatıyla iş görürken kural olarak temsil olunanın menfaatine hareket etmesi gerekmektedir. Bu ilke temsilcinin, temsil ettiği kişinin menfaatleri ile çatışacak şekilde kendi veya üçünçü bir kişinin menfaatine iş görmesini engellediğini, ancak somut olayda bu durumun aksine iş ve işlemlerin gerçekleştirildiğini, TMK 426/b.2’ye göre, yasal temsilci ile temsil olunan arasında bir menfaat çatışmasının olması durumunda iki şeyi amaçlamakta olduğu, birincisi, küçük ve kısıtlının yasal temsilcisi ile arasında olan menfaat çatışmasından dolayı zarara uğramasını engellemek; ikincisi ise yasal temsilci ile temsil olunan arasında uyuşmazlık doğurmaya eğilimli olan işin atanan kayyım aracılığı ile temsil olunan yararına gerçekleştirilmesini sağlamak olduğunu, TMK 426/b.2’ye göre, çerçevesinde yasal temsilci ile temsil olunan küçük veya kısıtlı somut uyuşmazlıkta şirket arasında soyut bir menfaat çatışmasının doğumu, yasal temsilcinin temsil yetkisini “hukuken” etkisizleştirir. Menfaat çatışmasının doğduğu andan itibaren yasal temsilci, (atanacak) kayyımın görevine giren işler bakımından yetkisiz temsilciye benzer konumda olup yasal temsilcinin yapacağı işlemlere (denetim) kayyım izin vermedikçe hüküm ve sonuç doğmayacağını, Burada açıklanması gereken bir diğer husus ise TMK m. 426’nın kayyım atanacak halleri sınırlı sayıda düzenleyip düzenlemediği hususu olduğunu, doktrinde kabul edildiği üzere TMK 426’nın kayyım atanacağı hallere ilişkin hükmü kıyasen uygulamaya elverişli hükümler olduğu, TMK 426 “benzer menfaat durumlarında” kıyasen uygulanabileceğini, İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak hazırlanan Türk Medeni Kanunu’n 426. Maddesinin tüzel kişiler ve yöneticileri için de uygulanacağı konusunda şüphe bulunmaması gerektiğini, nitekim İsviçre Federal Mahkemesi de bir kararında vakıf ile vakıf yönetim organı arasındaki menfaat çatışması için İMK 392/b.2-TMK 426/b.2 uyarınca kayyım tesisine karar verdiğini, İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/827 E. sayılı dosyasının 2019/300 Numaralı kararı uyarınca şüphesiz ki davalı tarafın şirkette hakim hissedar olamayacağını, yukarıda açıklandığı üzere Şirket hesaplarından bu zamana kadar milyonlarca TL/Euro/USD çıkaran şahısların temsil ve imza yetkilerini kaybetmeleri ihtimalini göz önünde bulundurarak yönetimi devredene kadar şirketten olabildiğince mal çıkarma çabası içerisine girebileceklerini, bu durum, şirketle aralarında aşağıda açıklayacağımız örneklerden daha büyük ve daha derin zararlar verecek menfaat çatışması yaratacağını, Müvekkili …’ın onlarca yıllık emekleri ile kurulan ve büyüyen … A.Ş.’nin malvarlığının tehlikeye sokulması sadece müvekkilleri değil halka açık bir şirkete güvenerek yatırım yapmış olan onlarca yatırımcıyı da etkileyeceğini, bu sebeple davalı tarafın yanlış iş ve eylemlerinin önüne geçilmesi amacıyla şirketin aynî, kaydî ve nakdî mal varlığının muhafazası için (denetim) kayyımı atanması zorunlu olduğunu, kaldı ki talep yerel mahkemenin hatalı bir şekilde yorumladığı süresiz ve sürekli bir kayyımlık modeli değil, …’in yönetim kurulu başkanlığı ile sınırlı bir sürede görev alacak bir kayyım heyeti veya kayyımı olduğunu, (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2017/388 Esas, 2017/7630 Karar ve 29.12.2017 tarihli kararı)Denetim kayyumu, şirket yönetimi ile birlikte çalışacak, yönetim kurulunun işlemlerini amaca uygunluk yönünden denetleyip uygun bulunan seçenekleri ve işlemleri gerçekleştireceğini, bu yönü ile davalı şirket ve ortaklık arasındaki menfaat çatışmalarının şirket bütünlüğüne olacak zararları doğrudan engellenebileceğini, zaten burada denetim kayyumunun amacı, ortakların ve şirketin menfaatlerini nazara alarak korumak olduğunu, Talebin denetim kayyumu atanması suretiyle yönetim kurulunun iş ve işlemlerinin amaca uygunluk yönünden denetlenmesi, uygun bulunursa izin verilmesi ve bu kapsamda ön denetim yapan bir kayyum heyetinin atanması olduğunu, Ortaklar arasında şirket içi menfaat ihtilaflarına dair çekişmeli davalar mevcut olduğu ve şirket varlığının korunması gerektiğini, şirket içi menfaat ihtilaflarının şirkete, dolayısıyla da müvekkillerine zararları olabileceğini, denetim kayyumu ile yönetim kurulunun tekelindeki iş ve işlemlerinde de denetim mekanizması oluşturulacağını, bu yönleri ile denetim kayyumu mekanizmasının işletilmesinin şirket adına fevkalade hayati önemi olduğunu, Taleplerinin kabulü ile denetim kayyumu atanması halinde, elbette şirketin yönetim kurulunun idare ve temsil yetkisinin devam edeceğini, bununla birlikte, denetim kayyumu ile yönetim kurulunun karar ve işlemlerinin etkin denetimi oluşacak ve şirket varlığı korunacağını, bu yönü ile müvekkillerinin söz konusu bu davayı açmasında hukuki menfaati bulunmakta olduğunu, Esasen genel anlamda bakıldığında müvekkillerinin talebinde hiçbir hukuka aykırı hal olmadığını, talep edilen denetim kayyumu şirkete doğrudan fayda verici bir uygulama olacağını, burada ne şirket zarar görecek, ne de ortakların menfaatlerine halel geleceğini, Denetim kayyumu atanması ile şirketin ayni, kaydi ve nakdi mal varlığının muhafazası yine yönetim kurulu sorumluluğunda olduğunu, ancak yöneticilerin yönetiminin amaca uygunluğu denetlendiği takdirde, şirket malvarlığının da aktif korunması ve ortaklar arası menfaat ihtilaflarında şirketin malvarlığının zarar görmesi engellenmiş olacağını, böyle bir denetim kayyumu kurumunun şirkette işletilmesine yapılacak olası itirazlar ise tamamen kötüniyetl olduğunu, Yukarıda açıklandığı üzere Denetim kayyumu atanmasının şirkete hiçbir zararı olmayacağını, icap ettiği ölçüde hesap işleri, otellerin gelirleri ve yapılması planlanan ödemelerin denetim kayyumu heyetinin de ön denetiminden geçmek suretiyle gerçekleştirilmesi gerektiğini, Davalı … kendi menfaati ve Şirket’in aleyhine olacak şekilde hukuka aykırı iş ve işlemlerde bulunmakta olduğunu, ilgili Şirket halka açık bir şirket olup bu durumdan yalnızca bu davayı ikame eden müvekkiller değil bütün hissedarlar zarar görmekte olduğunu, Şirket hakim hissedarı olduğunu iddia eden ve yönetim kurulu başkanlığı görevini yürüten …’in başkanlığı döneminde yapmış olduğu şirket mal varlığını azaltıcı iş ve işlemleri belirtmek gerekirse; … A.Ş. Yetkilisi …’in sahip olduğu yetkililer ile şirket kaynaklarını çeşitli usulsüzlüklerle başka şirket hesaplarına aktarmakta olduğunu, Şirket hissedarı …, Şirket hesaplarına gelen tüm bedelleri derhal damadı … ilişkili olduğu … Anonim Şirketi’nin (“… ”) (yeni unvanı “… Sanayi Ticaret Anonim Şirketi”) banka hesaplarına aktarmakta olup, … ve Şirket arasında herhangi bir mal veya hizmet alışverişi bulunmamasına rağmen bu vesileyle Şirket hesaplarını muvazaalı işlemlerle boşaltmakta olduğunu, …, şirket yönetici ve çalışanlarına ihtar çekerek otellerden elde edilen tüm gelirlerin … banka hesabına aktarılmasını talep ettiğini, nitekim … A.Ş.’nin bir grup şirketi olmadığını, …’ın münferiden yetkilisi … … ise …’in damadı … …Anonim Şirketi’nden ortağı olduğunu, Davalı …, sırf SPK’yı, yatırımcıları ve kamuoyunu aldatmak adına, … banka hesaplarına para aktarımı yapılması talimatını verdiği 26.05.2018 tarihinden 3 gün sonra, 29.05.2018 tarihinde … hissedarlık ve yetki yapısı değişmemesine rağmen, şirket unvanını “…Ticaret Anonim Şirketi” olarak değiştirilmiş olup Şirketler arasında bu şekilde bir organik bağ olduğu algısı yaratılmaya, haksız ve hukuka aykırı işlemlere kılıf hazırlanmaya çalışılmakta olduğunu, Yapılan işlemler SPK denetiminde olan halka açık bir şirket için çok ağır idari, hukuki ve cezai yaptırımları öngörmekte olduğunu, söz konusu işlemler açıkça 6362 Sayılı Sermaye Piyasası Kanunu (“SPKn”) tahtında düzenlenen örtülü kazanç aktarımı ve 5237 Sayılı Türk Ceza tahtında düzenlenen güveni kötüye kullanma suçlarını oluşturmakta olduğunu, anılan suçlarla ilgili kamu davası açılması ve şüphelilerin cezalandırılması istemiyle müvekkili … tarafından yapılan şikayet İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2018/161936 Esas Sayılı dosyası ile yürütülmekte olduğunu, Şirket hesaplarındaki paraların … aktarılmasıyla ilgili izahat istenmesine ilişkin … ve Şirket yönetiminden anlamlı bir dönüş alınamadığı, ancak … Yönetim Kurulu Üyesi ve Riskin Erken Saptanması Komitesi Başkanı Av. …anılan hususta Şirket’in derhal Yönetim Kurulu toplantısı yaparak hukuksuz işlemin sonlandırılmasına, işlemde sorumluluğu bulunanların görevden azledilmesine, gönderilen paraların tahsili için gereken önlemlerin alınmasına ilişkin 05.07.2018 tarihli ihtarını verdiğini, … ihtarnamesinde, ”nakit paraların … A.Ş’ye ait banka hesap numaralarına aktarımına” yönelik uygulamaya son verilmesini aksi takdirde müvekkilinin bilgi alma talebinin reddedilmiş sayılacağının ve 2 gün içinde yönetim kurulu toplanarak Yönetim kurulunda görüşülmesini ihtaren bildirmesine rağmen yönetim kurulu toplanmamış ve ilgili husus hakkında görüşülemediğini, …, hemen akabinde Beyoğlu … Noterliği’nin … yevmiye numaralı ve 06.07.2018 tarihli istifanamesi ile Şirket’teki görevlerinden istifa ettiğini, sadece bu husus dahi şirketin ne denli kötü yönetildiğini ve iddiaların doğruluğunu ortaya koymakta olduğunu, Ayrıca Davalı … tarafından mal kaçırmak amacıyla şirkete karşı muvazaalı olarak icra takibi başlatıldığı ve takibin kesinleştirildiğini, … A.Ş. ilişkili olduğu … tarafından kendisine İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı icra takip dosyasıyla ilamsız takip başlattığı, … tarafından …’a yapılan takibin bedeli 9.123.701,03 TL gibi astronomik bir rakam olup, anılan takip ilamsız olarak yapıldığı ve derhal kesinleştirildiğini, taraflar arasında böylesine bir borç alacak ilişkisi bulunmayıp, herhangi bir mal alım/satımı veya hizmet alımı da bulunmadığını, Davalı …’in danışıklı olarak sırf mal kaçırmak amacıyla yaptığı icra takibi muvazaalı bir işleme dayanmakta olduğunu, nitekim… anılan takibi tebliğ almış, itiraz etmediği ve kesinleştirdiğini, işbu husus için de taraflarınca yapılan şikayet İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2019/15837 Esas Sayılı dosyası ile yürütülmekte olduğunu, Davalının, işbu hukuka aykırılıklar üzerine daha da ileri giderek şirket POS cihazlarını başka şirket hesaplarına bağlayarak … A.Ş.’nin hesaplarını boşalttığını, İlerleyen zamanda … şirketi posları doğrudan Şirket hissedarı …’in damadı … ilişkili olduğu …’a bağlandığı, şirketin nakit akışı adeta doğrudan … aktarılmaya başlanıldığı, anılan hususta Şirket Yönetim Kurulu’nun almış olduğu bir karar dahi bulunmadığını, ayrıca, … , … Şirketi’nin bir grup şirketi de olmadığını, …’in usulsüz bir şekilde pos cihazlarını başka şirket hesaplarına bağlaması ve kendi şirket kazancını hiçe sayarak şirket malvarlığını başka şirket hesaplarına aktarması şirkete zarar verme kastını ortaya koyar nitelikte olduğunu, bu husus için de taraflarınca şikayet yapılmış olup şikayetin, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2019/15819 Esas Sayılı dosyası ile yürütülmekte olduğunu, …’ın adının … olarak değiştirilmesinden sonra kamuoyunu ve hissedarları aldattığını düşünen davalı, şirket pos cihazlarını … yeni adıyla … ’a bağlayarak şirketi ve binlerce yatırımcıyı zarara uğratmaya devam etmekte olduğunu, işbu durumun şirkete, yatırımcılarına ve müvekkillerine verdikleri zararlar tazmin edilemeyecek boyutlara ulaşmakta olduğunu, Davalının şirketin içini boşalttığı, ileride telafisi imkansız olacak borç ve taahhütlere giriştiği, muvazaalı bazı işlemler yaptığı ortada olup bu işlemlerine devam etmesi de muhtemel olduğu, tüm bu mevzubahis iş ve işlemler, … tarafından kasten yapıldığını, davalı bu hareketleriyle şirketi büyük zarara uğrattığını, Müvekkileri … ve … tarafından …A.Ş. Yönetim Kurulu’na Beyoğlu … Noterliği … yevmiye numarası ile 08.04.2019 tarihinde ihtar çekilerek (“EK-4”), şirkete ait 2017, 2018 yıllarında yapılmayan genel kurullar hatırlatılarak bir an önce genel kurulun toplanmasını, yönetim kurulu üyelerinin ibralarını ve gündemdeki diğer maddeleri tartışmak üzere genel kurul çağrısında bulunulması talep edildiğini, ne var ki davalı …, anılan Genel Kurul’un yaz sezonunun sonuna tekabül eden 24.07.2019 tarihinde yapılacağını duyurarak bu davada haklılıklarını tekrar ortaya koyduklarını, zira arada geçen 3 aylık süre zarfında Şirket bünyesinde bulunan otellerin kazançlarını bu yolla damadının ortağı olduğu şirkete aktarabileceğini, Yerel mahkemece verilen karar sonucunda, … kötü niyetli hareketlerine, şirketin malvarlığını azaltmaya, şirketin içini boşaltmaya, 60 yıllık şirketin binbir emekle oluşturulmuş tüm ticari itibarını zedelemeye ve bu suretle şirketi, hissedarları ve özellikle müvekkillerini mağdur etmeye devam edebileceğini, mahkemece bu hususlar gözetilmeden, davanın reddedilmiş olmasının kabulü mümkün olmadığını, nitekim yukarıda bahsedilen kanun maddeleri ve doktrin gereği bu şekilde mal varlığının kötü yönetiminde, mal varlığına kasten kendi menfaatleri için zarar vermekte olan …’in yetkilerinin bir denetime tabi tutulması, bir onay mekanizması kurulması gerekmekte olduğunu, bu onay mekanizması kurulamıyorsa bile, mahkeme tarafından atanacak bir kayyım tarafından yapılacak olan tüm iş ve işlemler hakkında raporlama yapılarak şirket yönetimindeki davalının hukuka aykırı eylemlerinin belgelenmesi gerekmekte olduğunu, bu şekilde, zarar verilmek istenen halka açık … Şirketi’nin, hissedarlarının ve müvekkillerinin uğrayabileceği muhtemel zararların bir nebze olsa önüne geçilebileceğini, Özetle; Yerel Mahkeme …’in şirketin içini boşaltmaya yönelik eylemlerini görmeksizin, Türk Medeni Kanunu 403, 406, 426 ve 427. Maddeleri başta olmak üzere kanunun vasilik ve kayyımlığa ilişkin hükümlerini uygulamadan, eksik inceleme ve yanlış değerlendirme yaparak, hukuka aykırı bir şekilde davanın reddine karar verdiğini, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, davalı …’in Şirket Yönetim Kurulu Başkanlığı süresince görevli olacak ve Yönetim Kurulu üyelerinin iş ve işlemlerini hukuka ve amaca uygunluk yönünden inceleyecek, denetleyecek ve amaca uygun olmayan iş ve işlemleri veto etme yetkisini haiz bir denetim kayyımı heyetinin veya kayyımın atanmasına, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, şirket varlığının korunması iddiasıyla davalı şirkete denetim kayyımı atanması istemine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş ve karara karşı davacılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Bir şirkete kayyım atanmasının yegane yolu, şirketin yasal organlarının mevcut olmaması halidir. Bu kural 4721 sayılı TMK’ nın 427/1-4. maddesinde ifade edilmiştir. Bu maddeye göre: Bir tüzel kişi gerekli organlardan yoksun kalmış ve yönetimi başka yoldan sağlanamamışsa, yönetim kayyımı atanmak zorundadır, hükmü yönetim kayyumu atanmasına ilişkin düzenleme olup denetim kayyumu atanmasına ilişkin bir düzenleme içermemektedir.Somut olayda uyuşmazlık, karşılıklı iddia ve savunmaların içeriği göz önüne alındığında karşılıklı iddia ve savunmalar çerçevesinde davalı şirketin amacına zarar verilip verilmediği, özel menfaat sağlanıp sağlanmadığı ya da dürüstlük kuralına aykırı davranılıp davranılmadığı ve sonuca göre denetim kayyumu atanması şartlarının oluşup oluşmadığı noktasında olduğu anlaşılmaktadır.Asıl olan şirketlerin ortakları tarafından alınan kararlar ile belirlenen yöneticiler tarafından yönetilmesi olduğu, şirkette organ boşluğu olmadığı, mevcut yöneticilerin görevlerini gereği gibi yerine getirmiyor ve bu nedenle şirket zarara uğruyorsa zarara yolaçan yöneticinin şirkete ve dolayısıyla diğer ortaklara verdiği zararların tazmini için her zaman dava açılmasının mümkün olduğu, yöneticilerin sorumluluğu davasına konu olabilecek hususlar, şirkete denetim kayyımı atanmasının gerekçesi olamaz. Şirketi yönetenlerin şirkete ve paydaşlara verdikleri zararların tazmini, açılabilecek bir sorumluluk davasında her zaman hükme bağlanabilir. ilk derece mahkemesince verilen karar ve gerekçesine göre davacılar vekilinin istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir. Sonuç olarak, istinaf nedenleri yerinde olmadığından, davacılar vekilinin istinaf başvurusunun HMK ‘nın 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacıların istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf edenler tarafından yatırılan 121,30’ar.TL istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30’ar.TL istinaf karar harcından, istinaf edenler tarafından peşin olarak yatırılan 44,40’ar.TL harcın mahsubu ile bakiye 14,90’ar.TL’nin davacılardan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden davacılar üzerinde bırakılmasına, 5-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde artan gider avansı varsa avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 03/06/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.