Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2019/1142 E. 2021/340 K. 18.03.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/1142 Esas
KARAR NO : 2021/340 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI : 2015/1248 Esas – 2018/762
TARİH: 17/10/2018
DAVA: Alacak (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
KARAR TARİH: 18/03/2021
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, müvekkili ile davalı arasında araç alım-satımına ilişkin değişik tarihlerde yapılmış 5 ayrı anlaşma bulunduğunu, ilk ticari ilişkinin 04/05/2011 tarihinde müvekkili tarafından davalıya gönderilen elektronik posta ile kurulduğunu, bundan sonra gerçekleşen satış sözleşmelerinin pazarlık aşamaları da dahil olmak üzere elektronik posta yazışmaları ile sağlandığını, işin yürütülmesi, araçların nakliyesi ve bedel ödemesine ilişkin işlemlerin de elektronik posta ile yürütüldüğünü, gerçekleşen tüm satış işlemlerinde faturaların davalı şirketin istemi üzerine ….Ltd.Şti. ve ….Ltd.Şti.tarafından düzenlendiğini, ödemelerin ise müvekkili tarafından davalı şirket hesabına yapıldığını, 22/05/2014 tarihli e-posta yazışması ile 2522 adet aracın alım-satımı hususunda davalıya teklif yapıldığını, teklifin 30.000.000 Avro satış bedeli karşılığında 23/05/2014 tarihinde davalı tarafça kabul edildiğini, ancak taraflar arasındaki bu sözleşmeye rağmen davalının araçları haklı ve geçerli bir sebep ileri sürmeksizin devir ve teslim etmeyerek kendi kusuru ile sözleşmeyi yerine getirmediğini, bu nedenle davalıya gönderilen uyarıların sonuçsuz kaldığını, davalı şirkete 08/07/2014 tarihinde ulaşan e-posta ile sözleşme şartlarının yerine getirilmesi için 7 günlük süre tanındığını ancak davalının edimini yerine getirmediğini, 16/07/2014 tarihi itibariyle temerrüdünün oluştuğunu, sonrasında gönderilen ihtarnameye de cevap verilmediğini, Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Anlaşması’na Belçika ve Türkiye’nin taraf olması nedeniyle uyuşmazlığa bu anlaşma hükümlerinin uygulanması gerektiğini, Anlaşmanın 74 ve 76. maddeleri kapsamında uğradığı kar kaybının ve emsal rayiç değer ile sözleşmede kararlaştırılan değer arasındaki farkı talep ettiklerini, bu davanın açılması, alacağının tahsili için çeşitli masraflar yapılmak zorunda kalındığını tutarın şu an için belirsiz olmasından ötürü ileride ıslah yolu ile artırılmak kaydıyla şimdilik 10.000 Avro için dava açtıklarını, sair zarardan da davalının sorumlu olduğunu, uyuşmazlığa anlaşma hükümlerinin uygulanması gerekmekle birlikte TBK hükümleri karşısında da taleplerinin hukuka uygun ve geçerli olduğunu belirterek net kar kaybı karşılığı 3.017.657 Avro ve rayiç bedele ilişkin zarar kalemi karşılığı şimdilik 50.000 Avro’nun 16/07/2014 tarihinden itibaren işlemiş ve işleyecek devlet bankalarının yabancı para ile açılmış bir yıl vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faiz oranı ile hesaplanacak faizi ile birlikte ve sair masraflar karşılığı şimdilik 10.000 Avro’nun davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile, müvekkili ile … marka araçların marka sahibi ve üreticisi olan … Ltd.nin grup şirketi olan …. arasında distribütörlük sözleşmesi imzalandığını, bu sözleşme ile müvekkilinin Türkiye sınırları içinde … marka araçları ithal, dağıtma ve bazı modeller için servis hizmeti verme hakkını aldığını, tanınan yetkinin yalnızca Türkiye sınırları içinde kullanılabileceğini, bu nedenle davacıya yapılmış bir satım bulunmadığını, davacının 04/05/2011 tarihli e-posta ile araç satın alma yönündeki teklifinin de bu nedenle reddedildiğini, 2011 yılından 2013 yılına kadar ki süreçte değişik aralıklarda davacının e-posta gönderdiğini ancak davacı ile doğrudan herhangi bir ilişkiye girilmediğini, davacının ısrarları üzerine talep edilen araçların temin edilebileceği bildirilerek satış işlemine aracılık edildiğini, davacının kendilerinden 4 ayrı işlem ile araç satın alındığı yönündeki iddialarının doğru olmadığını, araç satışlarında müvekkili adına düzenlenmiş fatura bulunmadığını, doğrudan bir satım sözleşmesi kurulmadığını, müvekkilinin daha önceki 4 işlemde davacı ile sözleşme müzakerelerini yürüttüğünü, sözleşmenin esaslı unsurları belirlendikten sonra … ve … şirketleri ile satım ilişkisi kurularak bu şirketlere proforma fatura düzenlendiğini, bu iki şirketin davacıya önce proforma fatura göndererek icapta bulunduğunu, davacının satım bedelini ödemesi ile icabın kabul edildiğini, böylelikle satım sözleşmesinin davacı ile dava dışı … ve … firmaları arasında kurulup satım bedeli üzerinden davacıya bu firmalar tarafından fatura düzenlendiğini, satış bedeli ödendikten sonra bu firmaların davalıdan aldıkları araçları davacıya gönderdiklerini, gümrük işlemlerinin de bu firmalar tarafından tamamlandığını, Nisan 2014 tarihinde de davaya konu işlem için davacı ile müzakerelere başlandığını, bu konuda makul düzeyde çaba gösterildiğini ancak dava konusunu teşkil eden işlemde araç sayısının ve ticari hacmin diğer işlemlere göre çok yüksek olmasından ötürü davacı firma ile … ve … firmaları yanısıra başka bir firma ile de satış ilişkisinin hayata geçirilemediğini, bu konuda davacıya proforma fatura gönderilerek icapta bulunulmadığı gibi davacının da satım bedelini ödemediğini, dolayısıyla daha önce yapılan 4 adet satım ilişkisinden farklı olarak sözleşmenin kurulduğundan söz edilemeyeceğini, daha önceki satımlarda davacının önce araç bedelini ödediğini, sonrasında mal teslimi yapıldığını, son işlemde davacı tarafından yapılmış herhangi bir ödeme bulunmadığını, teamül gereği önce ifa ile yükümlü olan davacının edimini yerine getirmediğini, dolayısıyla karşı tarafın ifada bulunmadığını iddia ederek tazminat talebinde bulunulamayacağını, müvekkilinin yalnızca aracılık olarak nitelendirilebilecek ticari faaliyet sürdürdüğünü, taraflar arasında araç satımına ilişkin yazılı bir belge bulunmadığını, davacının iddiasını yazılı belge ile ispat etmesi gerektiğini, taraflar arasında bir satım ilişkisinden söz edilemeyeceğinden Milletlararası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Anlaşmasının da uyuşmazlıkta uygulanamayacağını, bu anlaşmanın yalnızca satım sözleşmelerine münhasır olduğunu, bir satım sözleşmesi bulunmadığından uyuşmazlığa Türk Hukukunun uygulanması gerektiğini, bir an için satım sözleşmesinin kurulduğu kabul edilse dahi müvekkilinin sözleşmenin tarafı olmayacağını yalnızca aracı durumunda olacağını, daha önceki satım ilişkilerinde de aracı sıfatıyla yer aldığını, davacı firma ile diğer firmalar arasında müzakereleri yürüten durumunda olduğunu, davacının talep ettiği tazminatların afaki olup zararın ispatlanması gerektiğini, müvekkilinin aracılık ettiği sözleşmenin kurulmamasından ötürü sorumlu tutulamayacağını, davacının uğradığı herhangi bir zararda bulunmadığını, talep edilen kar kaybı ile emsal rayiç bedel ve sözleşmede kararlaştırılan bedel arasındaki farkın aslında aynı tazminat kalemleri olup mükerrer talepte bulunulamayacağını, anlaşmanın 76. maddesi uyarınca tazminat talebinin sözleşmeden dönülmesi şartına bağlı olduğunu, davacının buna dair bir beyanı bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 17/10/2018 tarih 2015/1248 Esas – 2018/762 sayılı kararında;” son işlemde de daha önceki 4 işlemde olduğu gibi davalı ile davacı araç satışına ilişkin görüşmelere başlamış ve 2522 adet aracın 30.000.000 Euroya satışı konusunda mutabık kalınmıştır. Davalının yurt içinde satış yepabilen yurt dışına satış yapamayan bir firma olduğu iki tarafında bilgisi dahilindedir. Bu yüzden araç satışları dava dışı firmalar tarafından düzenlenen proforma faturalar ile sağlanmakta ve bu proforma faturaların düzenlenmesi ile satış ilişkisi kurulmuş olmaktadır. Son işlemde de davalı, davacı ile e-postalar aracılığıyla yazışma yapıp görüşmelerini sürdürmüş, davacıyı satışın yapılacağına inandırmış ve fakat sonrasındaki işlemler gerçekleşmemiştir. Bu durumun davalının culpa in contrahendo sorumluluğunu doğuracağı mahkememizce kabul edilerek davacının talepleri değerlendirilmiştir. Davacının 1.talebi satım sözleşmesinin ifa edilmemesi nedeniyle uğranılan kar kaybıdır. Kar mahrumiyeti araçlar davacı tarafça satılsaydı elde edeceği karı ifade etmekte olup müspet(olumlu) zarar niteliğinde olduğundan davacının culpa in contrahendo sorumluluğu kapsamında bunu davalıdan talep etmesi mümkün değildir. Davacının diğer bir talebi ise araçların emsal rayiç değerleri ile sözleşmede kararlaştırılan değeri arasındaki fark yani fiyat farkıdır. Daha düşük bir bedelle alabilecek iken sırf sözleşmenin kurulacağına güvenip gelen diğer teklifin reddedilmesi halinde aradaki fark menfi(olumsuz) zarar olup menfi zararın talep edilmesi bu sorumluluk halinde mümkündür. Ancak davacı taraf 25/10/2017 tarihli dilekçesinde bu durumu 8 milyon Euro fiyat farkı olarak ifade etmiş, satış gerçekleşseydi bu tutarın cebinde kalacağını beyan etmiştir. Yani davalı ile anlaşmaları uyarınca araçları daha ucuza alma imkanı olduğunu bu imkanı kaybettiğini ileri sürmüştür. Müspet zarar alacaklının borcun ifasındaki çıkarının gerçekleşmemesi yüzünden uğradığı zararı ifade etmektedir. Alacaklının mal varlığının borcun ifa edilmemiş olması halinde aldığı durum ile bunun ifası halinde alacağı durum arasındaki fark müspet zarardır. Davacının talebi bu kapsamda müspet zarar niteliğinde olup davalı yandan talep edilmesi mümkün değildir. Davacının son talebi ise sair zarar adı altında bu davanın açılması için yapılan masraflar, alacağın tahsili için yapılan masraflar, seyahat giderleri, avukatlık hizmeti gibi giderlerdir. Bu tip harcamalar menfi zarar olarak kabul edilmekte olup culpa in contrahendo sorumluluğu kapsamında istenebilir ise de davacı yan bu masraflarına ilişkin olarak dosyaya hiçbir delil sunmamış olduğundan zarar iddiasını ispatlayamamıştır. …”gerekçesi ile, Davanın reddine, karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile, yerel mahkeme kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu,Yerel mahkemenin; “Son işlemde ise e-posta görüşmeleri aşamasında kalmış dava dışı firmalar tarafından bu görüşmeler neticesinde düzenlenmiş proforma fatura sözkonusu değildir. Bu durumda taraflar arasında alışkanlık haline gelmiş şekilde kurulmuş bir satım ilişkisinden bahsedilmesi mümkün değildir.Dolasıyla davacının davalı ile aralarında satım akdi kurulduğu yönündeki iddiası mahkememizce yerinde görülmemiştir, satım akdi kurulmadığından Milletlerarası Anlaşma hükümlerinin uygulanmasına da gidilmemiştir.” gerekçesinin hatalı olduğunu, Viyana sözleşmesinin 11. Maddesinde satım sözleşmesinin kurulması veya ispatının yazılı olmak zorunda olmadığının, 15. Maddesinde icabın muhatabına varması ile hükümlerini doğuracağının belirtildiğini, davalı şirket yetkililerinin mailleri ile icabın varlığının kanıtlandığını, sözleşmenin 18 ve 23. Maddelerinde kabul beyanı ile anlaşmanın kurulmuş olacağının belirtildiğini, müvekkili şirket yetkililerinin kabul beyanlarının mail yoluyla davalıya ulaştırıldığını, böylece usulüne uygun satım sözleşmesinin taraflar arasında kurulduğunu, mahkemece “anlaşma uygulanamaz çünkü proforma fatura yok” denildiğini oysa Viyana sözleşmesinde proforma fatura diye hukuki bir kavram bulunmadığını, mahkemece proforma fatura arayışının davanın reddedilebilmesi için zoraki bir gerekçe arayışı olduğunu, Her işlemde önce sözleşmenin kurulduğunu, sonra proforma fatura düzenlendiğini, Davalı …’ın araç satmadığını, aracı olduğunu ifade ettiğini ki salt bu durumun bile kararın hatalı olduğunu, gösterdiğini, Sözleşme görüşmelerinde davalı … yetkililerinin başka bir şirket adına temsilci olduklarını bildirmedikleri gibi satım sözleşmesinde üçüncü şirketlerin aracı olduklarının belirtildiğini,Açık irade açıklaması mevcutken zımni irade araştırmasına gidilemeyeceğini, (Dr. Murat Canyürek ve Dr. Sinan Yüksel tarafından hazırlanan Uzman Görüşü)Viyana sözleşmesi hükümleri ile geçerli bir sözleşmenin nasıl kurulacağının düzenlendiğini,Uyuşmazlığa konu olan olayda sözleşmenin ilgili maddelerinde belirtilen özellikleri taşıyan geçerli bir önerinin mevcut olduğunu, davalı şirketin temsilcisi Taner İlk tarafından 13/05/2014 tarihinde gönderilen yeni teklif konulu e-postanın bir öneriye davet niteliği taşıdığını, davacı şirket temsilcisinin kendilerine 23/05/2014 tarihinde yapılan öneriye aynı gün yine e-posta yoluyla “Onaylandı. Bizim için uygundur.” diyerek kabul yönündeki açık beyanını ortaya koyduğunu,Viyana Satım Sözleşmesinin Türk Borçlar Kanunu’na paralel olarak öneri ve kabul beyanları da dahil olmak üzere satım sözleşmesinin kurulması için her hangi bir şekil şartı öngörmediğini, Bedelin ödenmemiş olmasının ve proforma faturanın düzenlenmemiş olmasının sözleşmenin kurulmamış sayılmasına neden olmayacağını, Satım sözleşmesinin taraflar arasında 23/05/2014 tarihinde kurulduğunu, Taraflar arasında daha önce gerçekleştirilen satım sözleşmeleri ile ilgili olarak 25/03/2014 tarihli 2 adet proforma fatura kesildikten sonra ilgili otomobillerin satış bedelinin 03/04/2014 tarihinden ödendiğini, ticari faturanın 04/04/2014 tarihinde bedel ödendikten sonra kesildiğini, faturanın sözleşmenin kurulduğunu ve ifa aşamasına geçildiğini, tartışmasız şekilde gösterdiğini, proforma fatura düzenlenmesinin ifa safhasına yönelik bir işlem olduğunu, asıl sözleşmenin kurulmasına yönelik bir eylem olmadığını, İlk derece mahkemesinin de gerekçesinde “Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde son işlemde de daha önceki 4 işlemde olduğu gibi davalı ile davacı araç satışına ilişkin görüşmelere başlamış ve 2522 adet aracın 30.000.000 Euroya satışı konusunda mutabık kalınmıştır.” denildiğini bu tespitin doğru olduğunu, ancak mahkemeye göre bu mutabakata uymamanın bir neticesi olmadığı sonucuna uluşmasının hukuka aykırı olduğunu, Mahkemenin proforma fatura düzenlenmesi ile satış ilişkisinin kurulduğunu kabul ettiğini, oysa satış ilişkisinin davalının teklifinin müvekkilince kabulü ile kurulduğunu, İlk derece mahkemesince talep edilen tazminatların müspet zararlar olduğu ve talep edilemeyeceği yönündeki gerekçesinin sözleşme hükümlerine aykırı olduğunu, aslında mahkemenin bu konuda bir gerekçe de belirtemediğini, söz konusu taleplerinin istenebileceğinin sözleşmenin 74 ve 76. Maddelerinde açıkça düzenlendiğini,İleri sürerek, tehir-i icra kararı verilmesini, taleplerin duruşmalı incelenmesini yerel mahkeme kararının kaldırılmasını, Anlaşma’nın 74.maddesi uyarınca bilirkişiler tarafından müvekkili şirketin zararı 2.204,327 Euro olarak tespit edilmiş olmakla ve müvekkili şirketin bu kalemdeki tazminat talebi 3.017,657. Euro olmakla bilirkişilerin daha az bir meblağı içeren tazminat bedelini bu haliyle kabul edilmediğinden müvekkili şirketin talepleri ve hesaplamaları dikkate alınarak müvekkili şirketin bu kalemden doğan zararın 3.017,657. Euro olarak tespitine ve davalıdan tahsiline bunun mümkün olmadığı takdirde bilirkişilerin tespit ettiğin, bedel 2.204,327.Euro yönündeki talebinin kabulüne, anlaşmanın 76. maddesi uyarınca hesaplama yapılmamış olmakla dosyanın her hangi bir muhasebeciye gönderilerek dosyadaki deliler uyarınca her bir model bazında araç alış fiyatları belli olduğu için o model aracı Nissan distribütörlerinden gelen listeden bulup aralarındaki farkın hesaplanması suretiyle müvekkili şirketin zararlarının tespitine ve davalıdan tahsiline, davanın kabulüne, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava sözleşmenin haksız feshi nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir.Davacı vekili, taraflar arasında araç alım-satımına ilişkin değişik tarihlerde yapılmış 5 adet sözleşme bulunduğunu, tüm sözleşmelerin taraflar arasında aynı şekilde elektronik posta yazışmaları ile kurulduğunu, işin yürütülmesi, araçların nakliyesi ve bedelin ödenmesine ilişkin işlemlerinde aynı usulle yani elektronik posta ile sağlandığını, taraflar arasında yapılmış olan ilk dört sözleşmenin her hangi bir sorun olmaksızın ifa edildiğini tarafların edimlerini karşılıklı olarak yerine getirdiğini, bu sözleşmelerle ilgili her hangi bir sorun yaşanmadığını, ihtilafa konu taraflar arasında 23/05/2014 tarihinde aynı şekilde 30.000.000 Euro bedel karşılığında, nitelikleri belirlenen 2522 adet aracın alım-satımı konusunda sözleşme yapılmasına rağmen davalı tarafın her hangi bir gerekçe belirtmeksizin sözleşme konusu araçları teslim etmediğini, davalı tarafa sözleşme edimlerini yerine getirmesi yönünde yazı yazıldığını, bu yazıya yanıt verilmediğini, ihtarnamede belirtilen süre içinde de edimin ifa edilmediğini, bu defa noter aracılığı ile ihtarname gönderildiğini, yine edimin ifa edilmediğini, taraflar arasındaki sözleşmeye Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşmasının (Viyana sözleşmesi-CİSG) uygulanması gerektiğini, anılan sözleşmenin 74 ve 76 maddeleri gereğince müvekkilinin hem mahrum kaldığı kar kaybını, hem de sözleşmede kararlaştırılan fiyat ile cari fiyat arasındaki farkı talep edebileceğini, müvekkilinin sözleşmenin haksız feshi nedeniyle net kar kaybının 3.017,657 EURO olduğunu, Viyana sözleşmesi (CİSG) 76. Madde gereğince talep edebileceği rayiç bedele ilişkin alacaklarının belirsiz alacak olarak şimdilik 50.000 Euro ve sair masraflarının yine belirsiz alacak olarak şimdilik 10.000 Euro olmak üzere toplam 3.077.657 Euro alacaklarının tahsilini talep etmiştir.İlk derece mahkemesince; taraflar arasındaki alım satım sözleşmelerinin proforma fatura düzenlenmesi üzerine kurulduğu, proforma faturanın icap olduğu, davaya konu olayda davacı adına düzenlenmiş proforma fatura bulunmadığı, bu nedenle geçerli bir icaptan ve dolayısıyla geçerli sözleşme kurulduğundan bahsedilemeyeceği, ancak taraflar arasındaki sözleşme yapılmasına ilişkin görüşme yapıldığı, davalının kusuru nedeniyle görüşmelerin sözleşme yapılması ile sonuçlanmadığı, bu durumda davalının Culpa in contrahendo (sözleşme görüşmeleri sırasında kusur) sorumluluğunun bulunduğu, buna göre davacının culpa in contrahendo sorumluluğu nedeniyle davalıdan talepte bulunabileceği, davacının talep ettiği kar kaybı zararının culpa in contrahendo sorumluluğu kapsamında olmadığı, rayiç değer farkı zararının müspet zarar niteliğinde olup davacı tarafça talep edilemeyeceği, davacının son talebi olan sair zararları sözleşme yapılacağına güvenilerek yapılan giderler olup sözleşme kurulmadığı için davacının bu zararlarını culpa in cotrahendo sorumluluğu kapsamında talep edebileceği ancak davacının bu masraflara ilişkin dosyaya delil sunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. Sonuç olarak, dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanaklar ve gerekçe içeriğine göre, ilk derece mahkemesi kararında davanın esasıyla ilgili tarafların gösterdiği hükme etki edecek tüm delillerin toplandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, ilk derece mahkemesi hüküm ve gerekçesinde davacı vekilinin istinaf nedenlerinin ayrıntılı olarak karşılandığı, yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’ nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davacı tarafından yatırılan 121,30.TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30.TL istinaf karar harcından, istinaf eden davacı tarafından yatırılan 44,40.TL harcın mahsubu ile bakiye 14,90.TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden üzerinde bırakılmasına, 5-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde artan gider avansı varsa avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 18/03/2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi. Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 18/03/2021 tarihinde HMK’nın 362/1-a maddesi gereğince kesin olarak oy çokluğu ile karar verildi.
MUHALEFET OYU Dava, taraflar arasında imzalanan satım sözleşmesinin haksız feshi nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir.TBK’nın 1. Maddesinde sözleşmenin tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamaları ile kurulacağı, irade açıklamasının açık veya örtülü olabileceği 12. Maddesinde kanunda aksi düzenlenmedikçe sözleşmelerin geçerliliğinin hiçbir şekle bağlı olmadığı düzenlenmiştir. Türk Borçlar Hukukunda istisnalar dışında sözleşmelerin kurulması için şekil şartı öngörülmemiştir. Tarafların sözleşme kurma konusunda uygun irade beyanlarının birbirlerine ulaşması ile taraflar arasında geçerli bir sözleşme ilişkisinin kurulmuş olacağı borçlar hukukunun genel ilkesidir. Sözleşmelerin kurulması için gereken icap (öneri) ve kabul TBK’nın 3 vd maddelerinde özel olarak düzenlenmiştir. 07/04/2010 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren, Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 8 ve 11. Maddesinde, sözleşme kurulması yönünde şekil açısından aynı ilkeler benimsenmiş, icap ve kabul beyanı konusunda TBK hükümlerine uygun şekilde 14 vd maddelerinde düzenleme yapılmıştır. İhtilafa konu olay taraflar arasında taşınır satımına ilişkin olup TBK’nın taşınır satış sözleşmelerinin düzenlendiği 209. vd maddelerinde taşınır satış sözleşmeleri için şekil şartı öngörülmemiş, Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşmasında da satım sözleşmelerinin kurulması konusunda şekil şartı aranmamıştır.Taraflar arasında 31/07/2013 tarihinde 60 adet, 14/08/2013 tarihinde 45 adet, 18/11/2013 tarihinde 200 adet ve 25/03/2014 tarihinde 150 adet araç alım satımı konusunda anlaşma yapılmak üzere görüşmeler yapıldığı, söz konusu görüşmeler sonunda dava dışı şirketler tarafından davacı adına proforma fatura düzenlenmesi ve bedellerinin davacı tarafından davalı hesabına ödenmesi üzerine araçların davacıya tesliminin gerçekleştiği uyuşmazlık konusu değildir. Taraflar, mail yoluyla görüşme yapıldığını, bu görüşmelerde alınacak araç miktarı, nitelikleri ve semenin kararlaştırıldığını, ödemenin ve araç teslimlerinin buna göre yapıldığını kabul etmektedirler. Davaya konu olayda da önceki 4 olayda olduğu gibi yine taraflar arasında alınacak araçların miktarı, nitelikleri ve bedelleri konusunda mail yoluyla görüşme yapıldığı, tarafların araç sayısı, nitelikleri ve bedel konusunda anlaştıkları çekişme konusu değildir. Davalı taraflar arasındaki görüşmenin dava dışı şirketler ile davacı arasında araç alım satımına ilişkin aracılık faaliyeti olduğunu savunmuş ise de, tüm görüşmelerin davanın tarafları arasında yapılması, sözleşme konusu malların miktarı, nitelikleri ve bedeli konusunda tüm görüşmelerin taraflar arasında gerçekleşmesi, dava dışı şirketlerin sözleşmenin asli unsurları konusunda her hangi bir etkilerinin bulunmaması veya bunun davalı tarafça ispatlanamaması karşısında görüşmelerin aracılık olduğu yönündeki davalı savunmasına itibar edilmesine olanak bulunmamaktadır.İhtilaf taraflar arasındaki görüşmelerin alım satım sözleşmesinin kurulması ile sonuçlanıp sonuçlanmadığı, ilk derece mahkemesi gerekçesinde belirtildiği üzere görüşmelerin hazırlık aşamasında kalıp kalmadığı, sözleşmenin kurulması için proforma fatura düzenlenmesinin ve düzenlenen bu proforma faturanın davacı tarafça kabulüne bağlı olup olmadığı hususunda çıkmaktadır.Proforma fatura düzenlenmesi bazı olaylarda icap olarak kabul edilmektedir. Taraflar arasında daha önce sözleşme konusunda her hangi bir görüşme olmaması veya görüşme olmakla birlikte fiyat veya miktar yönünden bir kararlaştırma bulunmaması halinde bir tarafın kendiliğinden veya karşı tarafın talebi doğrultusunda bir proforma fatura düzenlemesi, düzenleyen bakımından icaptır. Ancak bu icabın muhatabınca usulüne uygun şekilde kabul edilmesi halinde taraflar arasında sözleşme ilişkisinin kurulduğundan bahsedilebilir. Ancak taraflar arasında daha önce görüşme yapılmış, sözleşmenin asli unsurları konusunda mutabakat sağlanmış ise proforma fatura düzenlenmesi ifaya yönelik bir eylemdir. Proforma fatura düzenlenmesi kurulmuş sözleşme gereğince ifanın başlatılması için bir araçtır. Burada proforma fatura düzenlenmesi bir icap olarak veya icaba davet olarak yorumlanamaz. Somut olayda da, taraflar arasında ihtilaf konusu olmayan önceki sözleşmeler gibi mail yoluyla görüşmeler yapılmış, davalı tarafça, davacıya gönderilen maille ellerinde satıma konu 1773 adet nitelikleri belirtilen araçlar bulunduğu bunun satın alınması ile ilgilenip ilgilenilmediği sorularak karşı taraf bir icapta bulunmaya davet edilmiştir. Davacı da bu mail üzerine 2522 adet araç alımı konusunda karşı teklif yapmış olup, taraflar arasında bundan sonra satın alınması teklif edilen 2522 adet aracın nitelikleri ve bedelleri konusunda görüşmeler yapılmış ve karşılıklı fiyat tekliflerinden sonra 23/05/2014 tarihinde davalı tarafın tüm araç bedeli konusunda 30.000.000 Euro fiyat teklifinin (icap) davacı tarafça kabulü üzerine sözleşme kurulmuştur. TBK’nın 83. Maddesi hükmüne göre borcun bizzat borçlu tarafından ifa edilmesi gerekmemektedir. Yani kurulmuş bir sözleşmede öngörülen ifanın (alacaklının menfaati bulunmadıkça) bizzat borçlu tarafından yerine getirilmesi gerekmemektedir. İfanın 3. Bir kişi tarafından borçlu adına yapılması da mümkündür. Taraflar arasındaki önceki araç alım satım sözleşmelerinin ifası da 3. Kişiler tarafından yerine getirilmiştir. Bu husus taraflarca bilinmekte ve kabul edilmiştir. Bu nedenle 3. Kişilerin ifayı yerine getirecek olmaları ve bu doğrultuda dava dışı 3. Kişilerin proforma fatura düzenlemeleri hep ifaya yönelik olup sözleşmenin kurulma aşamasına ilişkin değildir. Bu nedenle taraflar arasında geçerli bir sözleşme kurulmadığı yönündeki mahkeme kabulü hatalı olmuştur.Taraflar arasında usulüne uygun satım sözleşmesi kurulduğu görüşünde olduğumdan, sözleşme kurulmadığına, taraflar arasında sözleşme kurulmasına ilişkin ön görüşmeler yapıldığına ve ilişkinin bu aşamada kaldığına ilişkin ilk derece mahkemesi kararının hatalı olduğundan davacının istinaf taleplerinin kabulü gerektiği görüşü ile aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılmıyor muhalif kalıyorum.