Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2018/84 E. 2018/958 K. 10.10.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/84 Esas
KARAR NO : 2018/958 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 10. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI : 2014/1487 Esas 2017/1081 Karar
TARİH : 20/09/2017
DAVA : Tazminat (Şirket Yöneticilerinin Sorumluluğundan Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 10/10/2018
İlk derece Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ:
Davacı vekili dava dilekçesi ile, davacı şirketin, internet reklam yayıncılığı ve aracılığı yaptığını, davalının ise davacı şirketin kurucusu olduğunu, davalının, 22/07/2008 tarihinde davalı şirketi kurduktan sonra 25/11/2011 tarihinde hisselerini devrettiğini, davalının, hisselerini devrettikten sonra dahi yönetim kurulundaki görevine devam ettiğini, davalı şirketi kurduğu tarihten, istifa edip ayrıldığı 15/08/2014 tarihine kadar ve aynı zamanda icra kurulu başkanı olarak görev yaptığını, hisselerini devrettikten sonra dahi şirkette en üst pozisyonda çalışmasını ve şirket çalışanları üzerindeki etkisini de kullanarak şirketin sahibi gibi hareket etmeye devam ettiğini, şirket içinde davalıyı denetleyecek bir pozisyonun da bulunmadığını, davacının şirket nezdinde çalıştığı dönemde, bizzat davalının isteğiyle, davacı şirketin alacağına istinaden “….” alan adının alınmasına karar verildiğini ve 22/03/2013 tarihinde KDV dahil toplam 400.000,00TL bedelle davaya konu alan adı satın alınarak davacı şirkete devri işlemlerinin tamamlandığını, satın alma ve devir işlemine ilişkin tüm bu sürecin bizzat davalı tarafından yönetildiğini, söz konusu alan adının genel kuruldan onay alınmaksızın, davacı şirketçe ödenen meblağdan çok daha düşük bir meblağ ödenerek davalı tarafından satın alındığının tespit edildiğini, kanuna aykırı işleminin tespiti üzerine, vakit kaybetmeksizin davalıya ihtarname gönderildiğini ve ihtarnameyle, şirket zararına gerçekleştirdiği devir işleminin batıl olduğunun bildirildiğini, batıl işlemle devraldığı alan adını şirkete devretmesi hususunun ihtar edildiğini ve şirketin uğradığı zararın tazmini amacıyla davacı şirketle iletişime geçmesi hususunun iletildiğini, ihtarnamenin tebliğinden sonra davalının 01/12/2014 tarihide davaya konu alan adını aynı zamanda yakın arkadaşı olan …’e devrettiğini, 22/03/2013 tarihinde 338.983,05TL+ KDV bedelle davacı şirketçe satın alınan davaya konu alan adının, 30/04/2013 tarihinde davalı tarafından genel kurul izni olmaksızın 254.237,29TL +KDV bedelle satın alındığını ve davacı şirketin zarara uğratıldığını, batıl olduğu için iptali gereken alan adının devri işlemi nedeniyle, davacı şirket nezdinde gelir ve kar kaybından doğan zararın davalıdan tahsili gerektiğini ileri sürerek, davacı şirketin daha fazla hak kaybına uğramaması adına, dava neticelinceye kadar davaya konu “u…” alan adı üzerine herhangi bir tasarrufta bulunulmaması için ihtiyati tedbir konulmasını, davalının yönetim kurulu üyesi olduğu dönemde, genel kurul kararı olmaksızın, üstelik meblağ itibariyle şirketin zararına bir işlemle “….” alan adını satın alması nedeniyle, batıl olan alan adının devri işleminin iptalini ve alan adının davacı şirkete devrini, bu işlemlerden kaynaklı olarak davacı şirketin gelir ve kar kaybı nedeniyle uğradığı 250.000TL zararın, alan adının davacı şirket tarafından satın alındığı 22/03/2013 tarihinden itibaren işleyecek ticari temerrüt faiziyle birlikte davlıdan tahsilini, davalı ve dava dışı … arasında gerçekleştirilen “…” alan adının devri işleminin muvazaalı olduğunun tespitini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesi ile, davalının kurucusu olduğu şirketle kısa sürede yakaladığı başarı üzerine şirketin hisselerini … şirketine 2011’de satarak devrettiğini, ancak devralanın talebi üzerine yöneticilik görevine devam ettiğini, bu durumun davacı tarafından farklı yansıtılmaya çalışılsa da, devralananın talebi ve ihtiyaçları nedeniyle davalının yönetimde kalmaya devam ettiğini, davalının devrettiği şirketin yeni hissedarlarının iradesi, rızası, talebi olmadıkça zaten bu konumda bulunamayacağını, davacının tüm süreçten haberi bulunduğunu, bir şirketin atanmış yöneticisinin herhangi bir sebepten, herhangi bir şekilde denetlenemiyor olması gibi bir iddianın hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, yönetim kurulu üyeleri A…ın işlem tarihinde ..şirketinin genel kurulunda çoğunluk hisseyi de temsil etmekte olduklarını, dava dışı bir borçlunun sahip olduğu ucakbileti.com alan adının borcuna mahsuben davacı tarafından devralındığını, bunun başlı başına davacı şirketin çıkarlarına uygun olup, davacı şirketin alacağının kurtarıldığını, şirketin nakde ihtiyacı olan bir dönemde diğer yönetim kurulu üyelerinin bilgisi ve sözlü onayı dahilinde, o dönemki piyasa rayiçlerine uygun olarak, fatura karşılığında ve ödemesi banka kanalıyla yapılarak davalı tarafından devralındığını, bu sürecin başından sonuna o dönemki şirket çalışanları tarafından da bilinmekte ve asiste edilmekte olduğunu, davacı şirketin zararına bir işlem bulunmadığını, hem de yönetim kurulunun veya genel kurulun bilgisi ve onayı dalinde olduğunu, davalının tüm süreçlerde ilgilileri telefon veya elektronik posta yolu ile bilgilendirdiğini ve onay aldığını, alım satım bedelleri arasındaki farkın, o dönem alan adına alıcı çıkmaması nedeniyle ve şirketin nakde sıkışmış olması nedeniyle alan adının fiyatını çekici kılmak adına yapılmış bir indirimden ibaret olduğunu, davacı şirketin bir reklam ajansı olduğunu ve iş tanımı, konusu, amacı alan adı ticareti yapmak olmadığını, davacının kötü niyetli olduğunu, ortada batıl veya batıl olduğu ileri sürülebilecek nitelikte bir işlem bulunmadığını, davacının zarara uğramadığını, davalının genel kurul tarafından ibra edildiğini savunarak, davacının taleplerinin reddine, bu mümkün değilse, alan adının devrine ilişkin kararları Türk Mahkemelerinin veremeyeceğinden dolayı alan adına ilişkin tüm taleplerin reddine, alan adının devrine ilişkin fiyat dalgalanmasının arz talep dengesine uygun, piyasa dalgalanmaları ve nakit ihtiyaçları çerçevesinde tarafların pazarlığı sonucunda oluşabilecek doğal bir farktan kaynaklanması nedeniyle bir zarar olmadığından tüm maddi taleplerin ve ferilerin reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ:
İlk Derece Mahkemesi 20/09/2017 tarih 2014/1487 Esas 2017/1081 sayılı kararında;
“Yapılan yargılama, davacı tarafın iddiaları, davalının beyanları, tanzim olunan bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; dava TTK. 395. ve 396. maddelerine dayalı sorumluluk davasıdır. Dava, davacı şirketin 22/03/2013 tarihinde 338.983,05 TL + KDV olmak üzere 400.000,00 TL ye satın aldığı … alan adının yaklaşık 1 ay kadar sonra 30/04/2013 tarihinde aynı zamanda yönetici konumunda olan … e 254.237,29 TL + KDV olmak üzere toplam 300.000,00 TL satışının yapıldığı ve daha sonra … tarafından da dava dışı …’e devredildiği iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkin olup, celp edilen ticaret sicil kayıtlarının incelenmesinde, davalı …’in davacı şirketin kurucusu ve ortağı olduğu, 25/11/2011 tarihinde hisselerini devrettiği, ancak 15/08/2014 tarihine kadar yönetim kurulu üyesi olarak görevine devam ettiği, tazminat istemine konu devir işleminin 30/04/2013 tarihinde yapıldığı, yine sözkonusu bedelinde 10/05/2013 tarihinde davalı tarafından davacı şirket hesabına yatırıldığı, TTK. 395. ve 396. maddelerine dayalı davalarda, şirketin 395. ve 396. maddeye aykırı harekette bulunan yönetim kurulu üyeleri aleyhine tazminat isteme, yapılan işlemi şirket adına saymak yada üçüncü kişiler hesabına yapılan sözleşmelerden doğan şirket menfaatlerinin şirkete ait olma haklarının bulunduğu ancak bu hakların sözkonusu ticari işlemlerin yapıldığını veya yönetim kurulu üyesinin diğer bir şirkete girdiğini, diğer yönetim kurulu üyelerinin öğrendikleri tarihten itibaren 3 ay ve herhalde bunların gerçekleşmesi tarihinden 1 yıl geçince zamanaşımına uğrayacağı, hisselerin satış tarihinin 30/04/2013 olduğu, yine hisse bedelininde 10/05/2013 tarihinde davacı şirket hesabına yatırıldığı, davalının şirketteki görevinden 15/08/2014 tarihinde istifa ettiği, davacı şirket diğer yönetim kurulu üyelerinin en geç bu tarih itibariyle şirket alan adı satışını öğrenebilecekleri, hem 3 aylık öğrenme süresinin hemde işlem tarihinden itibaren 1 yıllık sürenin dolmasından sonra davanın açıldığı, ayrıca davalının genel kurulda ibra edilmiş olduğu, alan adının davalıya devredilme durumunun davacı şirket tarafından bilinmediği iddiasının davacı tarafça ispatlanamadığı gibi tam tersine davalı tarafından dosyaya ibraz edilen alan adının devredildiğine ilişkin internet haberleri, ticari defterler ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında, alan adının devrine ilişkin işlemlerin davacı şirket ortaklarının ve diğer yönetim kurulu üyelerinin bilgisi ve onayıyla yapıldığı kanaatine ulaşıldığı…”gerekçesi ile, Davacının davasının sübut bulmadığından reddine, karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:
Davacı vekili istinaf dilekçesi ile,
İlk derece mahkemesi kararının usule, kanuna ve hukuka aykırı olduğunu,
Davalının, davanın hiçbir aşamasında hiçbir dilekçesinde ve hiçbir duruşmada zamanaşımı itirazında bulunmamasına rağmen, zamanaşımı gerekçesini hiçbir şekilde kabul anlamına gelmemek kaydıyla, mahkemenin resen zamanaşımını göz önüne bulundurarak davanın reddine karar vermesinin usul kurallarına, kanunlara ve hukuka açıkça aykırı olduğunu,
Dosyada yer alan kök ve ek bilirkişi raporlarını düzenleyen heyetin, davaya konu taleplerin bir kısımın yanlış anladığını ve farklı talepler üzerine raporlar oluşturduklarını, bunun yanı sıra alan adlarına ilişkin olarak uzman bir sektör bilirkişisi de heyette yer almadığından kök rapordaki eksikliklerin ek raporla da giderilemediğini, bu konudaki itirazlara rağmen mahkemenin yeni bir bilirkişi heyeti oluşturularak rapor alınması taleplerini reddettiğini, tüm delillerin toplanmaksızın usule aykırı şekilde karar verildiğini,
Konuya ilişkin olarak Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 25/02/2014 tarih 2014/624 Esas 2014/3745 sayılı kararı, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 07/05/1992 tarih 1990/7057 Esas 1992/5952 sayılı kararı, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 06/05/2014 tarih 2013/11310 Esas,2014/7226 sayılı kararının bulunduğunu,
Dosya kapsamındaki bilirkişi raporlarına itirazların ve yeni bir bilirkişi heyeti oluşturularak yeniden bir rapor alınması talepleri saklı kalmak kaydıyla, davalı …’in müvekkili şirketin yönetim kurulu başkanı olarak görev yaptığı süreçte müvekkili şirkete ait olan … alan adını genel kuruldan izin almaksızın ve bedelinin oldukça altında bir tutar ödeyerek kendisine devrini sağladığını, söz konusu bu batık devir işlemi nedeniyle davalının müvekkili şirketi kasten zarara uğrattığı dosya kapsamındaki raporlarla da sabit olmasına rağmen mahkemenin davanın reddine karar vermesinin hukuki ve fiili dayanaktan tamamen yoksun olduğunu,
İlk derece mahkemesi tarafından yeterli araştırma ve inceleme yapılmamasına rağmen alan adının devrine ilişkin işlemlerin davacı şirket ortaklarının ve diğer yönetim kurulu üyelerinin bilgisi ve onayıyla yapıldığı kanaatine ulaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin usul ve hukuka aykırı olduğunu,
TTK 395.madddesi uyarınca, davalının müvekkili şirket mülkiyetinde bulunan… alan adının yönetim kurulu üyesi olduğu dönemde genel kuruldan onay almaksızın üstelik müvekkili şirketçe ödenen meblağdan daha düşük bir meblağ ödeyerek satın almasının batıl bir işlem olup, davalının bu işlem sonrasında ibra edilmiş olmasının işlemi hukuka uygun hale getirmediğini, aksi yönde hüküm tesis edilmiş olmasının hukuka aykırı olduğunu,
Konuya ilişkin olarak Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 13/05/2013 tarih 2012/10887 Esas 2013/9792 sayılı kararı, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 26/10/2010 tarih 2009/2967 Esas 2010/10838 sayılı kararı, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 05/04/2006 tarih 2005/3234 Esas 2006/3852 sayılı kararının bulunduğunu,
Yargıtay kararlarından da görüleceği üzere söz konusu işleme ilişkin olarak davalının açıkça ibra edilmemiş olduğundan davaya konu işleme ilişkin sorumluluğunun da devam ettiğini,
İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile, icranın geri bırakılmasına, istinaf incelemesinde bilirkişi raporu alınmasına karar verilmesine, ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucu kaldırılmasına ve davanın kabulüne, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER :
İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi 2014/1487 Esas 2017/1081 Karar sayılı dosyası kapsamı.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Davada davacı, davalı eski şirket yöneticisinin şirket adına kayıtlı olan alan adını genel kuruldan izin almadan şirketle yaptığı sözleşme ile satın alması işleminin TTK 395. maddesi gereğince batıl olduğunu, bu nedenle işlemin iptali ile alan adının müvekkili şirkete devrini, bu işlem dolayısıyla şirketin zarara uğradığını bu zarardan davalının sorumlu olduğunu, zararın tazminini ve söz konusu alan adını davalının daha sonra muvazaalı olarak 3. kişiye devrettiğini, yapılan bu devir işleminin muvazaalı olduğunun tespitini talep etmiştir.
Davada birden fazla talep bulunmaktadır.
Davada taleplerden biri eski yönetim kurulu başkanı olan davalının görev yaptığı dönemde genel kurul kararı olmaksızın şirketle işlem yaparak şirketi zarara uğrattığından bahisle tazminat talebine ilişkindir. Yürürlükten kaldırılan 6762 sayılı TTK’nın 341. maddesinde şirket yönetim kurulu üyesi hakkında sorumluluk davası açılabilmesi için genel kurulda bu yönde bir karar alınması gerektiği açık bir şekilde düzenlenmiştir. 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı TTK’da mülga 6762 sayılı TTK. 341. maddesi gibi açık bir hüküm bulunmamakla birlikte Yargıtay 11. HD’nin 2016/1271 E., 2016/8111 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, 6102 sayılı kanunun 408/1 ve 479/3-a maddelerinde yer alan düzenleme karşısında anonim şirket yöneticileri hakkında sorumluluk davası açılabilmesi için bu yönde şirket genel kurulundan karar alınması gerekmektedir.
Somut olayda davalı eski şirket yöneticisi hakkında sorumluluk davası açılması için genel kuruldan bir karar alınıp alınmadığı dosya içeriğinden anlaşılamamaktadır. Söz konusu kararın bulunması dava şartı olup mahkemece resen gözetilmelidir. Ancak genel kuruldan bu yönde bir karar alınmamış olması davanın hemen reddini gerektirmez. Bu husus usulü bir eksiklik olup sonradan tamamlanması mümkündür. Mahkemece, davacı şirket genel kurulunda davalı hakkında dava açılması yönünde alınmış bir karar var ise ibrazının sağlanması, yoksa anılan eksikliğin giderilmesi için davacı tarafa HMK’nın 54. maddesi uyarınca uygun süre verilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde doğrudan işin esasına girilerek hüküm kurulması doğru olmamıştır. (Yargıtay 11. HD’nin 2016/8829 E., 2017/4095 K. sayılı kararı da bu yöndedir.)
Davaya konu alan adının davalı tarafından 3. kişiye devrinin muvazaalı olduğunun tespitine ilişkin talebe gelince, Muvazaa Borçlar Kanunu 19. maddede düzenlenmiş olup, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla ve kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmesi arzu etmedikleri görünüşte bir anlaşma olarak tanımlanabilir.
Mahkemece verilecek hükmün etkisi bakımından mecburi dava arkadaşlığı, maddi bakımdan mecburi dava arkadaşlığı ve şekli (usûlî) bakımdan mecburi dava arkadaşlığı olarak ikiye ayrılmaktadır. Maddi bakımdan mecburi dava arkadaşlığı, maddi hukuka göre bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi zorunlu hallerde söz konusu olur (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.59). Şekli (usûlî) bakımdan mecburi dava arkadaşlığı ise, kanunun özel hükümleri ve davanın niteliğinden kaynaklanan, birden fazla kişiye karşı dava açılmasının ve yürütülmesinin zorunlu olduğu hallerde oluşan dava arkadaşlığına denir (PEKCANITEZ Hakan/ATALAY Oğuz/ÖZEKES Muhammet, Medeni Usul Hukuku, 12. Bası, Ankara 2011, s.223). Şekli dava arkadaşlığı, gerçeğin tam olarak ortaya çıkarılması ve taraflar arasındaki ilişkinin doğru karara bağlanmasını sağlamak için kabul edilmiştir. Bu durumda, dava konusu hukuki ilişki hakkında bütün dava arkadaşlarına yönelik tek ve aynı doğrultuda bir karar verme zorunluluğu yoktur.
Somut olayda davacı, davalı ile dava dışı 3. kişi arasında yapılan işlemin muvazaalı olduğunun tespiti ve iptali ile alan adının kendisine iadesini talep etmektedir. Bu durumda muvazaalı olduğu ileri sürülen işlemin tarafları arasında maddi bakımdan mecburi dava arkadaşlığı vardır. Çünkü mahkemece verilecek karar söz konusu hukuki ilişkinin her iki tarafını da etkileyecek bir karardır. Bu durum ilişkinin taraflarının, davada yer almalarını ve kendi hukuklarını koruyacak açıklama ve ispat haklarını kullanmalarını zorunlu kılmaktadır. Aksince bir düşünce Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkına ve 6100 sayılı Kanun’un 27. maddesinde öngörülen hukuki dinlenilme hakkına aykırılık teşkil eder. Muvazaalı olduğunun tespiti talep edilen işlemin taraflarının davada birlikte davalı olarak yer almaları gerekir. Dava ise ilişkinin taraflarından sadece biri aleyhine açılmış olup bu konuda mahkemenin herhangi bir değerlendirilmesi ve kararı bulunmamaktadır.
Yine, mahkemece dava TTK 395 ve 396 maddelerine dayalı dava olarak nitelendirilip, davanın iddia edilen zararlandırıcı işlemin öğrenilmesinden itibaren öngörülen 3 aylık ve her halükarda işlem tarihinden itibaren 1 yllık zaman aşımı süresinin geçmesinden sonra açıldığından bahisle zaman aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiş ise de, TBK 161. maddesine göre zaman aşımı bir defi olup taraflarca ileri sürülmedikçe hakim kendiliğinden dikkate alamaz. Somut olayda davalı zaman aşımı savunmasında bulunmamıştır. Bu nedenle zaman aşımı definin mahkemece resen gözetilmesine olanak bulunmamaktadır.
Ayrıca mahkemece davalının genel kurulda ibra edildiği gerekçesine dayanılmış ise de dosya içinde davalının ibra edildiğine ilişkin genel kurul kararı bulunmamaktadır. Mahkemece davalı savunması doğrultusunda davacı şirket genel kurulunda ibra yönünde bir karar alınıp alınmadığı araştırılmamış varsa bu yöndeki genel kurul kararı dosya içine getirtilmemiştir. Karar bu yönleri ile de eksik ve hatalı olup istinaf başvurusunun kabulü ile mahkeme kararının kaldırılması ve davacı şirket genel kurulunda davaya konu işlemden dolayı davalının ibra edildiğine dair bir karar alınıp alınmadığının araştırılması ve varsa bu yöndeki genel kurul kararının getirtilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir.
6100 sayılı HMK’nin 353/1-a-6. maddesinde, tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması hususu davanın esası incelenmeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verilen hallerden sayılmıştır.
Bu nedenle, ilk derece mahkemesince davanın esasına yönelik uyuşmazlığın giderilmesi için gerekli olan işlemlerin yapılmamış olması bakımından davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nin 353/1-a-6. maddesi uyarınca kabulüne, mahkeme kararının kaldırılmasına, yukarıda belirtildiği şekilde işlem yapılarak oluşacak sonuca göre karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile;
1-İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 20/09/2017 tarih ve 2014/1487 Esas – 2017/1081 Karar sayılı kararının HMK 353/1-a6. maddesi uyarınca KALDIRILMASINA ve dosyanın mahkemesine İADESİNE,
2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf yönünden davacı tarafça yatırılan 85,70.TL başvuru harcının hazineye gelir kaydına, 31,40.TL karar harcının talep halinde iadesine,
3-İstinaf başvuru harcı 85,70.TL ve istinaf posta gideri 60,00.TL toplamı 145,70.TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
4-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine,
5-Kararın ilk derece mahkemesi tarafından taraflara tebliğe gönderilmesine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 10/10/2018 tarihinde HMK 353/1-a6 maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.