Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2018/762 E. 2019/632 K. 02.05.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/762 Esas
KARAR NO : 2019/632 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI : 2016/700 Esas 2018/402 Karar
TARİH : 04/04/2018
DAVA : İtirazın İptali (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 02/05/2019
İlk derece Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, müvekkili bankanın Tozkoparan Şubesinden kullanılan 28.01.1997 ve 14.08.1997 tarihli Genel Kredi Sözleşmeleri nedeniyle, borçlu … San. ve Tic, Ltd. Şti. ile müşterek borçlu ve müteselsil kefilleri; … San. ve Tic. Ltd. Şti., …, …’nın borçlanmış olduklarını, söz konusu kredi borcunun ödenmemesi üzerine, müvekkili bankaca borçlulara Bakırköy …. Noterliği’nin 19.01.1998 tarih ve … yevmiye nolu ihtarnamesi ile hesabın kat edildiği ve ödeme yapılmaması halinde yasal takibe geçileceği hususunun ihtar edildiğini, ihtarnameye rağmen borcunu ödemeyen borçlular aleyhine, İstanbul …. İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyaları ile takipler yapıldığını, dosyaların yenilenmesi için icra dairesine talepte bulunulduğunu, ancak icra müdürlüğünce dosyaların imha edildiğinin taraflarına bildirildiğini, bunun üzerine de alacaklarının tahsili amacıyla, borçlular aleyhine, İstanbul .. İcra Müdürlüğünün …E. Sayılı dosyası ile yeniden genel haciz yoluyla ilamsız icra takibi başlatıldığını, ancak davalının söz konusu takibe, borç aslına ve ferilerine itiraz ettiğini, borçluların zamanaşımı itirazının yersiz ve reddi gerektiğini, zira borçlu borcun olmadığını iddia etmesine rağmen zamanaşımı itirazında bulunarak borcun varlığını kabul etmiş olduğunu, dolayısıyla borçlunun ileri sürdüğü gibi genel zamanaşımı süresinin dolmadığını, kaldı ki 5411 sayılı yasa gereği olarak müvekkili banka alacaklarında zamanaşımı süresinin 20 yıl olduğunu, yapılan icra işlemlerinin zamanaşımını kestiğinden ve henüz alacağın muaccel hale gelmesinden bu yana 20 yıllık süre geçmediğini, bu durumun, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 2006/12-100 E., 2006/122 K. Sayılı kararı ile de açıkça belirtildiğini, borçluların faiz oranının çok yüksek olduğunu ileri sürerek de itiraz ettiklerini, genel kredi sözleşmeleri, protokol ve banka faiz genelgesinde açıkça belirtilen faiz oranlarının uygulandığını, borçlular tarafından da bu oranların kabul edilmiş olduğunu, ayrıca 5411 sayılı yasa gereği, bankanın tarafı olduğu davalarda ispat külfetinin karşı tarafta olduğunu, borçluların itirazının haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, davalı borçluların, müvekkili banka ile Bireysel Kredi Borçlanma Sözleşmesini imzalamış olup tüm borçtan mesul olduğunu, davalı borçlunun haksız ve mesnetsiz itirazının iptaline, takibin devamına, borçlunun %20’den aşağı olmamak üzere tazminatına mahkum edilmesine, karar verilmesini talep etmiştir.Davalı vekili cevap dilekçesi ile, 5411 sayılı kanunun geçici 13. maddesinde fon alacaklarında zamanaşımının 20 yıl olduğunu düzenleyen aynı kanunun 141. Maddesine herhangi bir şekilde atıf veya gönderme mevcut olmadığından idda olunan alacak için 20 yıllık zamanaşımı süresini kabul etmenin mümkün olmadığını, dava konusu alacak Bakırköy …. Noterliğinin 19/01/1998 tarih ve… yevmiye no.lu ihtarname ile kat edilmiş olup bu tarihin üzerinden 18 yıl geçtiğini, bu bağlamda dava konusu alacağın açıkça zamanaşımına uğradığını, TBK 147. maddeye göre, kira bedelleri, anapara faizleri, gibi diğer dönemsel edimlerin 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu, dava konusu icra takibi incelendiğinde, davacının 1997 yılından itibaren sabit % 165 temerrüt faizi işlettiğini, bu oranın açıkça fahiş ve yasa hükmüne de aykırı olduğunu, açıklanan nedenlerle; davacının davasının reddine, davacının haksız ve kötü niyetli giriştiği icra takibinden dolayı %40’dan az olmamak koşuluyla kötü niyet tazminatına hükmedilmesine, karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ:İlk Derece Mahkemesi 04/04/2018 tarih 2016/700 Esas 2018/402 sayılı kararında;”Somut uyuşmazlıkta icra takibinin 21/01/2015 tarihinde başlatıldığı, TBK’nın yürürlüğe girmesinden önce 10 yıllık sürenin geçmesi sebebiyle kefaletin TBK’nin 598/3. maddesi gereğince kendiliğinden ortadan kalktığı, 6101 sayılı kanunun 5. maddesi gereğince ek sürenin de 01/07/2013 tarihi itibariyle dolduğu…”gerekçesi ile, Davanın hak düşürücü süre yönünden reddine karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile, Davalı kefil …’nın müvekkili banka tarafından açılan tüm dava ve takiplere haksız ve dayanaksız itiraz ile borcu ödemekten imtina ettiğini, Mahkemenin hak düşürücü süreye ilişkin gerekçesinin kanuna, dosyada bulunan delillere ve hukuka aykırı olduğunu, mahkemenin, davaya konu kredinin “sona ermeye” ilişkin durumu için 6101 sayılı kanuna atıfla 6098 sayılı Türk Borçlar kanununu uygulanacağına karar kıldığını, 6098 sayılı Borçlar Kanunundaki ‘sona ermeye ilişkin hükümler’ halen yürürlükte bulunan sözleşmeler için uygulanabilir nitelikte olduğunu, mahkemece açıkça belirtildiği üzere davalılara kredi kullandırım, hesap kat ve muacceliyet tarihleri ile haklarında icra takibi yapılma tarihleri 2012 yılı öncesinde olduğunu, sona ermeye ilişkin hükmün, takip/dava konusu olmuş ilişkiler için uygulanamayacağını, Takibe/davaya konu edilmiş alacak nedeni ile kefilin sorumluluğunun kendiliğinden ortadan kalkmasının hiç bir kanuni düzenleme ile açıklanabilecek bir durum olmadığını, davalı kefil hakkındaki takibin ve süreleri kesen diğer hususlar dikkate alındığında mahkemenin 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 598/3 maddesini huzurdaki uyuşmazlıkta uygulamasının hukuka aykırı olduğunu, Davalılar yönünden zamanaşımı da sözkonusu olmadığını, zira zamanaşımı sürelerini kesen çok sayıda sebep bulunduğunu, dosyaya ibraz edilen delilleri arasında bulunduğu üzere davalı yönünden icra takiplerine başlandığı, bu takiplerin düştüğünü, Mahkemece dosyada bulunan bu deliller de dikkate alınmadan, eksik inceleme ve yanlış hukuki tasnif ile hüküm kurulduğunu, dolayısıyla müvekkili banka ile ilgili özel yasalar değil de genel hükümlerin uygulanacağı kabul edilseydi dahi, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun müteselsil kefalet hükümleri çerçevesinde borçtan sorumlu olan ve bu kanunun yürürlükte olduğu sürelerde hakkında kanuni işlemler yapılan borçlu/davalı hakkında, borcun tamamından sorumlu oldukları, gerek kendileri gerekse asıl borçlu hakkındaki ihtar, icra takibi, ikrar ve kısmi ödeme nedenleri ile zamanaşımının kesildiğini ve alacağın zamanaşımına uğramadığını, itirazın iptaline karar verilmesi gerekirken, davanın reddinin hukuka aykırı olduğunu, kaldı ki müvekkili banka yönünden genel hükümler değil özel hükümlerin uygulanması gerektiğini, Yasaların uygulanması hususu değerlendirilir iken özel kanun önce, genel kanun sonra yürürlüğe konulmuşsa korunan menfaatler dengesi ve özellikle kanun koyucunun amacı dikkate alınarak yorum yapılması gerekir iken 5411 sayılı Bankacılık Kanunu, 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile müvekkili banka için de uygulanan özel hükümler, 2012 yılında çıkan 6098 sayılı yasa ile tamamen kaldırılmış gibi değerlendirilerek hüküm tesis edildiğini, (Yargıtay 19. HD. E. 2015/16882 K. 2016/6587T. 14.4.2016) Bu anlamda müvekkili banka alacağı için özel yasal düzenleme olmasına karşın Borçlar Kanunu genel hükümlerinin dikkate alınması ve davalı-kefillerin sorumluluklarına mahkeme kararı ile son verilmesinin yasal dayanaktan yoksun ve hakkaniyetten uzak olduğunu, 5411 sayılı yasanın geçici 11. Maddesinde “Bu Kanunun yayımı tarihinden önce 26.12.2003 tarihine kadar temettü hariç ortaklık hakları ve yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilişkili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılarak tasfiyeleri fon eliyle yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankalar (ki geçici 13 de Müvekkil Tasfiye Halinde Emlak Bankasının bu kategoride olduğu ayrıca ve açıkça belirtilmiştir) hakkında başlatılan işlemler sonuçlanıncaya ve her türlü fon alacakları tahsil edilinceye kadar bu kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı kanunun 14,15,15/a,16,17,17/a ve 18. Maddeleri, ek 1,2,3,4,5,6. Maddeleri ile geçici 4. Maddesi hükümlerinin uygulanmasına aynen devam edilir…” ifadesi yer aldığını, 4389 sayılı yasaya 5020 sayılı yasa ile eklenen ek 3 madde gereğince “bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklara ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıldır. Fon alacakları ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklar bakımından bu sürenin başlangıcı Fon tarafından ödeme yapılmasına veya yapılacak olmasına sebebiyet veren kişilerin fiillerinin gerçekleştiği tarihten itibaren başlar.” bu anlamda zamanaşımı, hak düşürücü süre hususundaki mahkeme değerlendirmesinin hukuka aykırı olduğunu, Açıklandığı üzere ayakta bırakılan eski yasa hükümleri ile 5411 sayılı Bankacılık Kanununun birlikte değerlendirilmesi gerektiğini, bu durumda yasal düzenleme gereği fon alacaklarına sağlanan haklardan birebir faydalanan müvekkili banka alacağına ilişkin açılmış iş bu dava ve takipler de, 5020 sayılı kanunla 4389 sayılı kanuna eklenen ek madde 3 de yer alıp 5411 sayılı yasanın 141. Maddesinde de aynen kabul edilen 20 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu, (Yargıtay 13. HD. 21.10.2015 tarih 2015/23457 ve 2015/30866 K sayılı kararı) Ayrıca mahkemenin davanın hak düşürücü süre yönünden reddine karar vermiş olmakla birlikte davalı lehine nispi vekalet ücretine hükmettiğini, usulden red kararı verildiğinden kurum aleyhine tarifenin 7/2.maddesi gereğince maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken nispi vekalet ücretine hükmedilmesinin isabetsiz olduğunu, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, yeniden yargılama yapılarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER : İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2016/700 Esas 2018/402 Karar sayılı dosyası kapsamı.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır.Dava genel kredi sözleşmesine dayalı alacağın tahsili için yapılan takibe müteselsil kefil olan davalının itirazının iptaline ilişkindir.Davaya konu takip dayanağı genel kredi sözleşmeleri incelendiğinden, davacı banka ile asıl borçlu arasında 28/01/1997 ve 14/08/1997 tarihli genel kredi sözleşmeleri imzalandığı, davalı borçlunun sözleşmeleri müteselsil kefil sıfatı ile imzaladığı, davacı banka tarafından asıl borçlunun kredi hesaplarının 19/01/1998 tarihinde kat ederek borçlulara ihtarname gönderildiği anlaşılmaktadır.Genel kredi sözleşmelerinin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanununda kefaletin geçerlilik süresine ilişkin bir düzenleme yapılmamıştır. Genel kredi sözleşmelerinde de kefalet süresine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır.Ancak takip tarihinden önce yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK’nın 598. maddesinde kefaletin sona erme halleri düzenlenmiş olup 3. fıkrasında “Bir gerçek kişi tarafından verilmiş olan her türlü kefalet, buna ilişkin sözleşmenin kurulmasından başlayarak on yılın geçmesiyle kendiliğinden kalkar.” hükmü ile gerçek kişilerin kefaleti yönünden süre sınırlaması getirilmiştir.6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 1. maddesinde “Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir. ” düzenlemesi, 5/2 maddesinde “Türk Borçlar Kanunu ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş  olup da  başlangıç tarihi  itibarıyla  bu süre dolmuşsa, hak sahipleri  Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanırlar. Ancak, bu ek süre, Türk Borçlar Kanununda öngörülen süreden daha uzun olamaz. ” hükmü yer almıştır.Buna göre gerçek kişilerin kefaleti yönünden 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren TBK 598/3 maddesi ile mülga 818 sayılı BK’da yer almayan 10 yıllık geçerlilik süresi ilk defa düzenlenmiştir. Maddedeki düzenlemeye bakıldığında söz konusu 10 yıllık süre hak düşürücü süredir. Somut olayda davaya ve takibe konu Genel Kredi Sözleşmeleri 1997 yılında imzalanmış olup, 6098 sayılı TBK 598/3 maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süre TBK’nın yürürlüğe girme tarihinden önce dolmuştur. 6101 sayılı kanunu 5/2 maddesine göre hak sahipleri TBK’nın yürürlük tarihinden itibaren 1 yıllık ek süreden yararlanabilecektir. Davaya konu takip ise öngörülen bu bir yıllık ek süre geçtikten sonra 03/02/2015 tarihinde başlatılmıştır.Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, takip tarihi itibarıyla TBK 598/3 maddesinde ön görülen 10 yıllık hak düşürücü süre ile 6101 sayılı kanun 5/2 maddesi ile getirilen 1 yıllık ek sürenin geçmiş olmasına göre, mahkeme kararı usul ve yasaya uygun olduğundan davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’ nun 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Davacı banka harçtan muaf olduğundan, istinaf harçları konusunda karar verilmesine yer olmadığına, 3-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep eden davacı üzerinde bırakılmasına, 4-Artan gider avansı varsa yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1.maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’da temyiz yolu açık olmak üzere 02/05/2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.