Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2018/686 E. 2019/562 K. 17.04.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/686 Esas
KARAR NO : 2019/562 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: BAKIRKÖY 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI : 2015/136 Esas 2018/167 Karar
TARİH : 27/02/2018
DAVA : Alacak (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 17/04/2019
İlk derece Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, davacının, Davalının temsilcilerine 15.10.2000 tarihli teslim-tesellüm belgesi adlı belge ile 55.200 DEM (Alman Markı) tutarında para verdiğini; bu paranın davalının yüksek faiz kazancı vaatlerine karşılık verildiğini: Davalının para toplama faaliyetlerinin muhtelif kanunların hükümlerine aykırı olduğunu; bu kapsamda paranın toplandığı tarihte yürürlükte olan Bankalar Kanunu’nun md. 10 hükmünün, Sermaye Piyasası Kanunumun md. 7, 30, 31 hükümlerinin, TTK’nın md. 20 hükmünün, Borçlar Kanunu’nun md. 28 hükmünün ihlal edildiğini belirterek; davalıdan tahsil edilen 28.223,31 EURO (55.200 DEM)’nun tahsil tarihi itibarı ile 3095 sayılı Kanun’un 4/A maddesi uyarınca işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsili ile yargılama ve vekâlet ücretinin davalıya yüklenmesine karar verilmesi talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile, davanın zamanaşımı süreleri geçtikten sonra açıldığını; davacının hisse senetlerinin sahibi olmakla, davalı şirkette hissedar olduğunu, hisse senetlerini elinde bulundurduğunu, hisse senetlerinin hamiline yazılı olduğu ve devredip devretmediği bilinmediğinden halen davacının elinde olup olmadığının belli olmadığını, davacının ancak hamiline yazılı senetleri elinde bulundurduğunu ispat ederek, hisse senedi haklarını talep edebileceğini; davanın niteliğinin alacak davası değil, ortaklık ve ortaklık paylarına ilişkin bir dava olması gerektiğini, davacının hisse değerindeki ortaklığının halen devam ettiğini, ancak kâr payı talebinde bulunulabilmesi için, şirketin öncelikle faaliyetlerinden kâr elde etmesi ve dağıtma kararının verilmesi gerektiğini, davalı şirketin Türkiye’nin zor ekonomik koşullarında yıllar içinde ayakta kaldığını, davacının ortağı olduğu şirket hakkında sahip olduğu ortaklık haklarını kullanmak yerine, ortağı olduğu şirkete tazminat davası açmak ile yasaları hiçe saydığını, davanın kötü niyetli olduğunu, davanın Türk Medeni Kanunu md. 2 hükmüne aykırı olduğunu, davacının hisse senetlerinin değerinin güncel değerinin hesaplanarak, talep edebileceği bedelin belirleneceğini, bu güncel değer dışında faiz hesaplanmasının mümkün olmadığını bildirmek suretiyle davacının yasal olmayan, şirket hisse senetleri halen var ve değeri belirlenememiş iken, alacak talebine, alacak için talep ettiği faize, faiz oranına, faizin başlangıç tarihine ve talebinin bütününe itirazlarının kabulü ile davanın reddine, davacı hakkında tazminat davaları açma haklarının saklı tutulmasına ve yargılama giderleri ile avukatlık ücretinin davacıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ:İlk Derece Mahkemesi 27/02/2018 tarih 2015/136 Esas 2018/167 sayılı kararında;”Davalı şirket nezdinde ortaklar pay defteri, 2000-2001 muhasebe defterleri bulunamamış olup, defterler temin edilemediğinden tespit yapılamamış, bu nedenle dosya mevcudundaki TTSG ilan fotokopisi TTSG Sayfalarından oluşan belgeler üzerinde inceleme yapıldığı, davacı tarafın sunduğu Teslim-Tesellüm belgesinin davalı şirket unvanını taşıdığı davacıya teslim edilen hisse senetlerinin yerine seri numalaralı elde edilen yeni hisse senetlerinin teslim edildiği, davacı isimi ve yanında imzası ve davalı şirket adına….yetkilinin ismininin yanında imzasını yer almadığı belge ile 55.200DEM tahsil edilerek 6 adet toplam 460.000.000TL nominal değerde;… seri numaralı 250.000.000TL 1 adet,… seri nolu herbiri 50.000.000TL nominal değerde 4 adet,… seri nolu 10.000.000TL nominal değerde 1 adet hisse senedinin teslim edildiği,Davalı tarafça pay defteri muhasebe defterleri ibraz edilmediğinden bu hisse senetlerinin pay sahibi olarak kabul edilemeyeceği, zira A.Ş lerde payın bir statü olduğu ve pay defterlerine kaydedileceği bunun tespitinin yapılamaması nedeniyle yatırılan iadesi gerekeceği kanaati oluştuğundan bilirkişi heyetinin düzenlemiş olduğu 17/07/2017 tarihli raporunda “55.200DEM karşılığı 28.223,31EURO’nun davalı tarafından davacıdan tahsil edildiği, 10.05.2000 tarihinden dava tarihine kadar geçen 5537 günde kamu bankalarınca Euro üzerinden açılan 1 yıla kadar vadeli mevduata uygulanan en yüksek faiz oranları esas alınarak, 28.223,31EURO anapara ve 30.827,70EURO hesaplanan faizi ile birlikte davacının davalıdan toplam 59.051,01EURO olarak hesaplandığını” teknik kanaatleri olarak belirttikleri görüldüğünden,Zamanaşımı defi’nin Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin ilgili kararı gereğince dürüstlük kuralına aykırı sayıldığı, bu nedenle de zamanaşımın lehe değerlendirildiği, Euro cinsinden 28.223,31 Euro olarak belirlenen yatırılan paranın yatırılma tarihi olan 10/05/2000 tarihinden itibarin döviz cinsinden yabancı para alacaklarına uygulanan faizi ile birlikte davalı taraftan alınması yönünde…”gerekçesi ile, Davanın kabulüne, 55.200 DEM karşılığı 28.223,31 Euro’ya 10/05/2000 tarihinden itibaren 3095 sayılı kanunun 4/A maddesi uyarınca Euro cinsinden yabancı paralara uygulanan faizin uygulanarak davalı taraftan alınarak davacı tarafa verilmesine karar verilmiş ve karara karşı davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekili istinaf dilekçesi ile, Zamanaşımı itirazının reddinin hukuki dayanağı olmadığını, Zamanaşımı itirazının reddine ilişkin ilk derece mahkemesinin gerekçesi müvekkili şirketin yöneticisinin hakkında ceza kovuşturması açılmış olması olduğunu, müvekkilinin şirketin yönetim kurulu başkanı hakkında uydurma sebep ve tutanaklarla düzenlenen, ilk andan itibaren itiraz edilen SPK raporlarına dayanılarak başlatılan ceza kovuşturmasında müvekkili hakkında hiçbir şekilde ceza- mahkumiyet kararı verilmemesine karşın, yalnızca dava açılması nedeniyle kötü niyet iddiasında bulunulması ve mahkeme hakiminin de bu gerekçeyle BK da yer alan mutlak zamanaşımı hükmünü dolanması kabul edilir, anlaşılır ve hukuk mantığı ile izah edilir olmaktan uzak olduğunu, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından oluşturulan söz konusu kararın başından itibaren izah etmeye çalışılan üzere yasayı, yasa koyucuyu hiçe sayarak oluşturulduğunu, hakimi niyet okuyuculuğuna mahkum eden bir kararın kabul edilebilirliğinin tartışılması gerektiğini,Herkes idiasını ispata mecbur olduğunu, müvekkili hakkında ileri sürdüğü mahkumiyet iddiasını hiçbir şekilde ispat edemediğini, etmesinin mümkün olmadığını, iddianın dayanaksız olduğunu, Kararın öncelikle bu açıdan irdelenmesi, ilk derece mahkemesi tarafından sadece ceza kovuşturmasının varlığına dayanılarak, mutlak zamanaşımı itirazımızın reddine dair kararının kaldırılması gerektiğini, Müvekkili hakkında kötü niyetin varlığının ispat edilemediğini, Müvekkili şirket yöneticisi hakkında ceza kovuşturması açılmış olması mahkumiyet kararı verildiğini göstermeyeceğini, davayla alakası olmayan bir durumdan ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin “Kötü niyet” karinesinden yola çıkılarak zamanaşımı konusunda mahkeme tarafından yapılan tespit kabul edilemez bir hata olduğunu, müvekkili veya yöneticileri hakkında verilmiş bir ceza- mahkumiyet kararı yokken, kötü niyetli olduğu sonucuna varılmasının hukuka uygun hiçbir yönü ve izahı bulunmadığını, Yargıtay’ca aranan kötü niyet, müvekkili açısından ispat edilemediğini, iddianın soyut bir kavram olmaktan öteye geçemediğini, Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarına göre davalının kötü niyetli olduğunun davacı tarafça iddia ve ispat edilmesi gerektiğini, aksi halde kötü niyetin mahkemece kendiliğinden nazara alınamayacağı görüşü hakim olduğunu, mahkemenin bu durumu göz ardı ettiğini, Diğer yandan 17.07.2017 tarihli bilirkişi raporunun 4. sahifesinde ” c- zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı” başlığı altında “…dosyada davacının parayı davalı şirkete verme anında iradesinin bozulmuş olduğuna dair dosyada kesin bir delile rastlanmamıştır” beyanı ile de müvekkilimizin kötü niyetini ortaya koyan hiçbir delil yada ispat vesikası tespit edilemediğini, Dava 14 yıl 4 ay sonra, bütün zamanaşımı süreleri geçtikten sonra hamiline pay senedi alarak ortak olduğu şirket hakkında bu tür bir işleme girişmekle kötü niyetin kendisinde olduğunu açıkça gösterdiğini, Aradan geçen bu sürede ekonomik, siyası ve sosyal ortamda çokça tartışılan bu konu hakkında bilgi sahibi olmadığının, müvekkilinin ise kötü niyetli olduğunun iddia edilmesi kabul edilir bir beyan olmadığını, TMK madde 2 gereği kötü niyeti korunmayacağını, davacının da bu kötü niyetli girişiminin korunmaması gerektiğini, Bütün bu nedenlerle öncelikle zamanaşımı itirazımızın kabulü ile, aksi yönde oluşturan ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın öncelikle zamanaşımı yönünden reddine karar verilmesini gerektiğini, Davanın yanlış nitelendirildiğini, Dava dilekçesinde bizzat davacının müvekkili 21. YY.BAH AŞ den “Hamiline Hisse Senedi “ aldığını, bu senetlerle müvekkili şirketin paydaşı olduğunu açıkça beyan ve ikrar etmesine, bu hususta dosyaya sunulan 06/03/2015 tarihli ilk cevap dilekçesinde ve akabinde verilen bütün yazılı sözlü beyanları, taraflar arasındaki ilişkinin şirketler hukukundan kaynaklandığı açıkça izah edilmesine karşın, yerel mahkemece bu beyanlar dikkate alınmadığını, ortaklık-şirketler hukuku ile ilgili dava, hatalı ve yasaya aykırı olarak yerel mahkemece davanın yanlış nitelendirildiğini,Bilirkişi raporuna itirazların dikkate alınmadığını, SPK raporunun bütün içeriğinin 28 Şubat sürecinde hedef alınan inançlı tacirler üzerinde baskı kurulması amacıyla ve tamamen yanlı olarak hazırlandığını, tüm SPK raporlarına müvekkili tarafından itiraz edildiğini, SPK raporlarının kesin olmadığı hususu dosyaya sunulan 06.03.2015 tarihli beyan/ değerlendirme dilekçemizle açıkça izah edildiğini, itirazların mahkemece değerlendirilmediğini, Bu itiraz dilekçesi incelendiğinde bilirkişilerin, davacının dayanak yaptığı hisse senetlerinin inceleme sırasında bile senetlerin hamiline olduğunu görmemiş veya görmezden gelmiş olduğunu, hisse senetlerinin vasfını doğru değerlendirmediklerini ortaya koymakta olduğunu, Yerel mahkemece davanın başlangıcında, davalının haksız olduğunu, davanın davalı aleyhine bitirilmesi gerektiği kanaatinin varlığı davanın safahatı sırasında ve nihai kararda açıkça görüldüğünü, Yerel mahkeme bilirkişi raporunu tasdik makamı olmadığını, HMK 266.maddesi hükmüne rağmen, yerel mahkemenin kendi vazifesini bilirkişilerce yerine getirilmekle, yasaya aykırı uygulama yaptığını, Yalnızca bilirkişi raporuna karşı sunulan 16/08/2017 tarihli beyan ve itirazlarının dikkate alınmaması bile, yerel mahkeme kararının noksan inceleme ile verildiğinin ispatı ile kararın kaldırılması için yeterli olduğunu, Alacağa, faize ve faiz başlangıcına itirazlarının dikkate alınmadığını, Davanın hisse senedi karşılığı olduğu kabul edilirse, hamiline hisse senedine dayalı bedel talebinde bulunulduğunu, hisse senetlerinin şirketin değerine oranla değer kazınıp kaybettiği düşünülmeksizin, her bir hisse senedinin güncel değeri belirlenmeksizin yapılan hesaplama dayanaktan yoksun olduğunu, bu hususta cevap dilekçesi ve sonrasındaki bütün beyanlarının yok sayıldığını, kararın tek taraflı bir yargılama ile verildiğini, Bir an için davanın, alacak davası olduğu kabul edilse dahi, müvekkilinin davacının hamiline hisse senetlerini elinde bulundurduğunu kendisine tebliğ edilen dava dilekçesi ile öğrendiğini, Davacının alacağı ticari bir alacak değil, ortaklık payından doğan bir alacak olduğunu, bu nedenle işleyecek faizin ancak yasal faiz olması, faizin dava tarihinden itibaren hesaplanması gerektiğini, bu husustaki Yargıtay kararları sayılamayacak kadar çok olduğunu, ancak 17/07/2017 tarihli bilirkişi raporunda yasaya ve Yargıtay kararlarına aykırı değerlendirme yapıldığını, bu değerlendirmeye karşı 16/08/2017 tarihli beyan ve itiraz dilekçesi ile ileri sürdükleri itirazların mahkemece değerlendirmeye alınmadığını, yerel mahkemece bu yasal mevzuata uyulmayarak rapor doğrultusunda karar oluşturulduğunu, Yasal mevzuata, dosya içeriğine ve beyanlarına aykırı olarak verilen, alacak, faiz oranı ve faiz başlangıcı hakkındaki kararın kabulü mümkün olmadığını, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucu kaldırılmasına, davanın reddine, yargılama gideri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER : Bakırköy 5. Asliye Ticaret Mahkemesi 2015/136 Esas 2018/167 Karar sayılı dosyası kapsamı.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, haksız ve hukuka aykırı fiilleri sonucu davalı şirkete yatırılan paranın tahsiline ilişkin bir tazminat davasıdır. Somut uyuşmazlıkta, davacıdan ….Teslim ve Tesellüm Belgesi başlıklı belge karşılığında para tahsil edilmiş olup, dosyada bulunan belgenin içeriğinde, davacının belgede seri numaraları yazılı hisse senetlerini teslim aldığının yazılı olduğu görülmüştür. Davalı taraf, ise hamiline yazılı hisse senetleri ile davacının şirket ortağı olduğunu, şirketin kar elde etmesi durumunda elde edilecek kardan ortakların da kar payı alacağını savunmuştur. Şu halde, yüksek faiz garantisi ve paraların her istediği an geri çekilebileceği garantisi ile inandırılıp, güven telkin edilerek, yatırdığı parasını alamayacağının anlaşılması üzerine eldeki davayı açtığı görülmüştür. Davalının davacıya karşı paranın yatırılış tarihine göre zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek zamanaşımı def’inin ileri sürülmesinin dürüstlük kuralı ile bağdaşır bir tutum olmadığı,Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2013/ 10351 esas, 2014/48 karar sayılı kararı da emsal alındığında, davalı vekilinin zaman aşımı itirazının reddine dair verilen mahkeme kararının yerinde olduğu görülmekle, davalı vekilinin zaman aşımı itirazına yönelik istinaf sebebinin yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Dosya kapsamı toplanan deliller hep birlikte değerlendirildiğinde, …’ye ait hamiline yazılı hisse senetleri, … tarafından 15/10/2000 tarihli teslim-tesellüm belgesi ile, 55.200 DM değerinde 6 adet 460.000.000 TL nominal değerli ve A tertip davacıya teslim edilmiştir. Bilirkişi raporunda da açıklandığı üzere, SPK denetleme raporlarında belirtildiği üzere, davacının yaptığı işlemi bir hisse senedi alımı olarak değil geri alım güvenceli bir tür kredi işlemi olarak algıladığı ve bu şekilde davalı tarafından ikna edildiği, keza davalı tarafça satılan senet bedelleri karşılığında ödedikleri katılım paylarının iade edileceğinin Holdingin kurulduğu tarihten itibaren yapılan ilanlar ile duyurulduğu, her ne kadar davalı davacıya verilen hamiline senetlerden kaynaklı hissedarı olduğunu ileri sürmüş ise de, davacının hissedar olduğunu ve kar payı aldığını ispatlayamadığı, böylece yapılan satış işleminin eski BK’nun 19 ve 20. maddelerindeki emredici düzenlemeye aykırılık nedeniyle geçersiz olduğu, emsal mahiyetteki Mahkeme ve Yargıtay kararları dikkate alındığında davacının dava dilekçesinde belirttiği üzere ödemiş olduğu toplam 55.200,00 DM karşılığı 28.223,31 Euro’yu davalıdan geri isteyebileceği anlaşılmakla, davalı vekilinin bu yöndeki istinaf sebebinin yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Davalı vekilinin faize yönelik istinaf sebebinin incelenmesi ile, mahkemece davanın kabulü ile, 3095 sayılı yasanın 4/a maddesi uyarınca devlet bankalarının o yabancı para ile açılmış bir yıl vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faiz oranı ile birlikte, davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine karar verilmesinin yerinde olduğu, davalı şirketinin hisse senetleri davacıya teslim işleminin, haksız fiil niteliğinde olması nedeniyle, iadesi istenen paraya teslim, yani tahsil tarihinin faiz başlangıç olarak kabulünün yerinde olduğu görülmekle, davalı vekilinin bu yöndeki istinaf sebeplerinin yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Sonuç olarak, ilk derece mahkemesince kurulan hüküm ve gerekçesinde yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nun 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,2-Harçlar Kanunu gereğince davalı tarafından yatırılan 98,10.TL istinaf başvuru harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 5.449,11.TL istinaf karar harcından, istinaf eden davalı tarafından peşin olarak yatırılan 1.363,00.TL harcın mahsubu ile bakiye 4.086,11.TL harcın davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep eden davalı üzerinde bırakılmasına, 5-Karar kesinleştiğinde artan gider avansı varsa, avansı yatıran tarafa iadesine,Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1.maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 17/04/2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.