Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2018/626 E. 2019/559 K. 17.04.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/626 Esas
KARAR NO : 2019/559 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI : 2016/1388 Esas 2018/78 Karar
TARİH : 24/01/2018
DAVA : Ticari Şirket (Fesih İstemli)
KARAR TARİHİ: 17/04/2019
İlk derece Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, … A. Ş.’nin baba ve ağırlıklı olarak müvekkili … olmak üzere iki oğlu tarafından yönetilen bir şirket olduğunu, müvekkilinin ilk defa 04-04-2016 tarihli toplantıda şirket yönetim kurulu üyeliğine seçilmediğini, bunun müvekkilinin ailevi nedenlerden dolayı şirketten dışlanma sürecinin ilk resmi adımı olduğunu, toplantının sair maddelerinin görüşülmesinin müvekkilinin talebi üzerine ertelendiğini, ertelenen toplantının 09/05/2016 yapıldığını, müvekkilinin karşı oylarına rağmen, yıllık faaliyet raporunun ve fînansal tabloların tasdik edilmesine, müvekkilinin ibra edilmemesine ve diğer üyelerin ibra edilmesine, kârın dağıtılmamasına ve dağıtılmayan kârın olağanüstü yedek akçelere ayrılmasına ve yönetim kurulu üyelerine 6102 sayılı TTK’nun 395 ve 396. maddelerinde belirtilen işleri ifa edebilmeleri hususunda gerekli yetkinin verilmesine karar verildiğini, bahsi geçen kararların iptali için müvekkili tarafından dava açıldığını, davalı şirketin 09/05/2016 tarihli genel kurulunun şirket mizanı ortaklara gösterilmeden yapıldığını, ibraya ve yönetim kurulu üyelerine izin verilmesine ilişkin kararların kanuna aykırı olarak alındığını, kârın dağıtılmamasına ilişkin olarak alınan kararın ortaklığın amacını kaybettiğini gösterdiğini, davalı şirketin esas mukavele gereğince dağıtılması zorunlu olan %5 oranındaki kâr payını hiç dağıtmadığı gibi, müvekkilinin payının %24’te kalmasından istifade edilerek, kalan %50’nin de dağıtılmamasına karar verildiğini, yönetim kurulu üyeliğinden çıkartılan müvekkilinin hissedarı olduğu şirketlerden herhangi bir gelir elde edememesi için doğrudan kâr dağıtılmayıp, huzur hakkı adıyla aile efradı olan yöneticilere örtülü kar dağıtımı yapıldığını, TTK m.531’e göre haklı sebepler kavramına ilişkin yapılacak tanımlamada dikkate alınması gereken kıstasların başında çoğunluğun gücünün kötüye kullanılması hususunun geleceğini, çoğunluk gücünün kötüye kullanılmasından doğan haklı sebep örneklerinin en başında kâr payı alma hakkının ihlalinin bulunduğunu, davalı şirket tarafından uzun yıllardır hiç kâr payı dağıtılmamış olmasının başlı başına bir haklı sebep olduğu konusunda tereddüt bulunmadığını, pay sahipleri arasındaki çekişmenin ve hatta menfaat çatışmasının dahi haklı sebebin varlığı için yeterli kabul edileceğini, müvekkili yönünden ortaklığın devamının çekilmez hale geldiğini, davalı şirketin uzun süredir farklı gerekçelerle kâr dağıtmayarak esas mukaveleye aykırı hareket ettiğini, şirket kaynaklarının pay sahiplerini zarara uğratacak şekilde kullanıldığını iddia ederek; ihtiyati tedbir olarak davalı şirkete kayyım atanmasına, davalı şirketin haklı sebeple feshine, feshin uygun görülmemesi halinde ise karara en yakın tarihteki gerçek değeri üzerinden müvekkilinin hisseleri satın aldırılmak sureti ile müvekkilinin paydaşlıktan çıkarılmasına veya uygun düşen ve kabul edilebilir bir diğer çözüme ulaşılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili cevap dilekçesi ile, haklı sebeple fesih davasının ve kayyım atanması yönündeki istemin reddi gerektiğini, ortada haklı bir sebep bulunmadığını, davacının davalı şirketi kasıtlı olarak zarara uğratmaya yönelik bir tutum sergilediğini ve bu davranışlarını da sürdürmekte olduğunu, organları eksiksiz olan ve faaliyetini sürekli olarak yürüten davalı şirkete kayyım atanmasına yönelik koşulların oluşmadığını, davacının …A.Ş. ‘nin yönetim kurulunda kendi tercihi doğrultusunda görev almadığını, müteakiben davalı şirket, …Sanayi ve Ticaret A. Ş. ve …. Ticaret A. Ş.’de yönetim kurulunda bulunmasına rağmen şirket işleriyle ilgilenmemeyi tercih ettiğini, bu üç şirkette de genel kurulun toplanmasını engelleyici tavırlarda bulunduğunu, sosyal medyada yaptığı paylaşımlarla … şirketlerinin itibarını zedeleyici davranışlar sergilediğini, davacının ileri sürdüğü olguların TTK m.531 anlamında haklı sebep oluşturmadığı gibi, bizzat davacının kusurlu davranışlarından kaynaklandığını, davalı şirketteki kârın dağıtılmaması kararının ihtiyatlılık ilkesinin bir gereği olduğunu, son genel kurul toplantısı hariç davacı tarafın her toplantıda karın dağıtılmaması yönünde oy kullandığını, huzur haklarının yüksek düzeyde karara bağlandığının ve örtülü kar dağıtıldığının iddia edildiği şirketin … A.Ş. olduğunu, söz konusu sebebin huzurdaki davada haklı sebep olarak ileri sürülemeyeceğini, davacının ibra edilmeme nedeninin davalı şirket ve diğer aile şirketlerinde kendisine düşen görevleri yerine getirmemesi ve sosyal medyada yaptığı paylaşımlar ile …. şirketlerinin itibarını zedeleyici tutum sergilemesi olduğunu, müvekkili şirketin davacı hakkında ibra etmeme kararına istinaden herhangi bir sorumluluk davası açmadığını, davacının huzurdaki haklı sebeple fesih davasını ikame etmekte hukuki yararı bulunmadığını, davacının hukuka aykırı olarak mütalaa ettiği hukuki işlemlerin geçerliliğinin esasen genel kurul kararlarının iptali davasında tartışılacağını, anonim ortaklığın feshini gerektiren haklı sebep olarak pay sahipleri arasındaki anlaşmazlıkların arka planda kaldığını, basit ve geçici uyuşmazlıklar nedeniyle haklı sebebin varlığına hükmedilemeyeceğini, anonim şirketlerin feshi bakımından kişisel nedenlerin ancak şirketin işlemez hale geldiği durumlarda haklı sebep olarak kabul edilebileceğini, ortada ortaklık ilişkisini katlanılmaz kılan hiçbir sorun bulunmadığını, müvekkili şirketin ekonomik varlığını ve faaliyetlerini son derece etkin ve verimli bir şekilde sürdürmekte olduğunu, müvekkili şirket ile davacı arasında şirketin varlığını veya faaliyetlerini sürdürmesini engelleyecek objektif bir haklı sebep bulunmadığını bu nedenle fesih talebinin reddi gerektiğini, müvekkili şirket ile davacı pay sahibi arasında haklı sebep olarak nitelendirilebilecek bir objektif sorunun varlığına kanaat getirilmesi halinde ise, bu sorunların ortaya çıkmasına davacının kusurlu hareketleri ile neden olduğunun dikkate alınması gerektiğini, kusurlu hareketleriyle şirketin işleyişini engellemeye çalışan tarafın bizzat davacının kendisi olduğunu, haklı sebebin bulunmadığı durumlarda alternatif çözümlere de hükmedilemeyeceğini savunarak; haksız olan davanın ve kayyım atanmasına yönelik istemin reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ:İlk Derece Mahkemesi 24/01/2018 tarih 2016/1388 Esas 2018/78 Karar sayılı kararında;”Toplanan deliller, mahkememizce benimsenen bilirkişi raporu, tarafların iddia ve savunmaları hep birlikte değerlendirildiğinde; 6102 sayılı TTK’nun 531maddesi; haklı sebeplerin varlığında, sermayenin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden payların sahipleri, şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki Asliye Ticaret Mahkemesinden şirketin feshine karar verilmesini isteyebilirler. Mahkeme fesih yerine, davacı pay sahiplerine, paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenip davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir, diğer bir çözüme karar verebilir ” hükmünü havidir. Anılan hüküm uyarınca sermayenin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden pay sahipleri ancak haklı sebeplerin varlığını kanıtlamaları halinde şirketin feshine karar verilmesini isteyebileceklerdir. Haklı nedenler kanunla tanımlanmadığı için her somut olayın özelliğine göre mahkemelerce taktir edilecektir. Davalı şirketin İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğünde kayıtlı olduğu, davacının şirketteki hisse oranının % 23.67 olduğu, şirketin varlıklarının toplamının 6.741.195,33 TL, borçların ise 662.980,78 TL olduğu, 6.078.214,75 TL öz varlığı ile güçlü bir mali yapısının olduğu, 2015 yılında elde ettiği hasılatın 4.083.936,22 TL olduğu, dönem sonunda 106.712,55 TL kâr elde ettiği, 2015 yılına ilişkin olağan genel kurul toplantısında kârın dağıtılmamasına karar verildiği, bunun nedenini geçmiş yıl zararının bulunmasından kaynaklandığı, kaldıki kârın dağıtılmamasına ilişkin alınan kararın iptalini mahkeme aracılığıyla talep edilebileceği, bu hususta açılan davanın da mahkememizde derdest olduğu, şirketin organlarının mevcut olduğu faaliyetine devam ettiği, çoğunluk hissesinin ve yönetim kurulu üyeliğini elinde bulunduran ortakların kötü niyetli tutum ve davranışlarının kanıtlanamadığı, yönetim kurlu üyelerinin ne kadar maaş alacağının genel kurulun taktirinde olduğu, TTK’nın 531.m. uyarınca fesih talebinde bulunulabilmesinin en son çare olarak dikkate alınması gerektiği, zira asıl olanın şirketin devamlılığı olduğu, davacının iddia ettiği hususlar değerlendirildiğinde şirketin haklı nedenle feshi koşullarının oluşmadığı, bunun doğal sonucu olarak TTK’nın 531. maddesinin 2.cümlesi kapsamında davacının paylarının gerçek değerini ödemesi ile şirketten çıkarılması şartlarının da bulunmadığı belirlenmekle …”gerekçesi ile, Kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile, Mahkemece benimsenen raporun bütünü incelendiğinde, fesih için gerekli haklı nedenlerin varlığına ilişkin hiçbir iddialarının değerlendirilmediğini, rapordaki aleyhe görüşün nedenine ilişkin hiçbir açıklama da yer almadığını, dava dilekçesinde “Netice ve Talep” kısmı son derece açık olup, mali müşavir bilirkişinin tespitinin aksine talepte, “Davalı şirketin haklı sebepler nedeniyle feshine, Sayın Mahkemenin feshi uygun görmemesi durumunda ise, mahkemece verilecek ‘Karara En Yakın Tarihteki Gerçek Değeri’ üzerinden müvekkillerin hisseleri satın aldırılmak sureti ile müvekkilin paydaşlıktan çıkartılmasına” karar verilmesinin istendiğini, talebin lafzı ve ruhu son derece açık olup, “feshi uygun görmemesi durumunda” ibaresinin, haklı sebeplerin mevcudiyetine rağmen Mahkemenin feshi uygun görmemesini anlattığı, herhangi bir hukukçunun ilk bakışta anlayabileceği bir husus olduğunu, TTK 531. madde uyarınca haklı sebeplerin varlığı halinde şirket sermayesinin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden pay sahiplerinin, haklı sebeplerin varlığı halinde şirketin feshine karar verilmesini isteyebileceği, mahkemece, fesih yerine, davacı pay sahiplerine, pay bedellerinin karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenmesi suretiyle davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme de karar verebileceğinin öngörüldüğünü, Mali Müşavir bilirkişinin, davacının talebini dahi anlayamadan, taleple bir ilgisi bulunmayan “fesih yerine” kavramına 1 sayfa ayırması, buna ilişkin Yargıtay kararından alıntı yapması, mali müşavir bilirkişinin hukuki müktesabatını gösterdiğini, sırf bu nedenle dahi rapora itibar edilemeyeceğini,Bu nedenle de raporun mahkemece benimsenmesi ve karara dayanak yapılması hukuka aykırı olup, davanın reddi kararının öncelikle bu nedenle kaldırılması ve davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini, Mahkeme kararındaki “Şirketin organlarının mevcut olduğu” şeklindeki gerekçesi de, tamamıyla hatalı olan bilirkişi raporunun benimsenmiş olmasından kaynaklandığını, Zira, bilirkişinin rapordaki “Varsayımının” nedeni, gene IV [Sonuç] bölümünün 1nci satırında anlamını bulduğu ve bilirkişinin, “Davalı Şirketin Organları Mevcut Olup Faaliyetini Sürdürmektedir” gibi bir unsuru ön plana çıkarttığını, TTK 531nci madde uygulaması bağlamında “Organsızlık” gibi bir iddia olmadığı için, bu tesbitin yanlış bir bilgilenmeden kaynaklandığı, “Fesih” için “Organsızlık” şartının gerekmesi gibi bir yanılgının mahsulü olduğunu, Kârın dağıtılmaması hem TTK’ya hem de esas mukaveleye aykırı olup, haklı sebep olduğunu, Yerel Mahkemenin istinaf talebine konu red kararında, “kârın dağıtılmaması kararının geçmiş yıl zararından kaynaklandığı” belirtilerek bu hususta bir hukuka aykırılık görülmediği, oysaki bu karar, hem TTK’ya hem de esas mukaveleye açıkça aykırı olduğunu, Şirket esas mukavelesi incelendiğinde de görüleceği üzere, esas mukavelenin “Kârın Dağıtımı” başlıklı, 2013’te tadil edilen 26. Maddesinde aynen,“Şirket’in net dönem kârı, yapılmış her çeşit masrafların çıkarılmasından sonra kalan miktardır. Net dönem kârından her yıl %5 genel kanuni yedek akçe ayrılır; kalan miktarın %5’i pay sahiplerine kar payı olarak dağıtılır. Kar payı, pay sahiplerinin esas sermaye payı için şirkete yaptığı ödemelerle orantılı olarak hesaplanır.Net dönem kârının geri kalan kısmı, genel kurulun tespit edeceği şekil ve surette dağıtılır. Ancak genel kurul’da mevcut oyların dörtte üçü aksini kararlaştırmadıkça, kalan %50’sini ikinci tertip kar payı olarak pay sahiplerine dağıtılması mecburidir.” denildiğini, Açıklamalardan anlaşıldığına göre kararda temel bir hata olduğunu, buna göre: bir şirketin geçmiş dönemlerde zarar etmiş olması şirketin mali yapısı itibariyle kâr dağıtmasına her zaman engel olmadığını, TTK m. 507/1.maddesinde “her pay sahibi, kanun ve esas sözleşme hükümlerine göre pay sahiplerine dağıtılması kararlaştırılmış net dönem kârına, payı oranında katılma hakkını haizdir.” olarak belirtildiğini, Hükümde geçen “net dönem kârı”, faaliyet yılı kârından farklı bir kavram olduğunu, bununla birlikte, geçmiş yıl zararlarının düşülmesine rağmen şirketin faaliyet yılı kârından halen bir miktar kalabiliyorsa, şirketin net dönem kârı var demek olduğunu, dolayısıyla geçmiş yıl zararının olması bir şirketin kâr dağıtmasına otomatik bir engel oluşturmayacağını,Öte yandan kâr payı hakkı, bir pay sahibinin en temel malvarlıksal hakkı olduğunu, öyle ki bugün öğretide kabul edildiği üzere bu hak pay sahibinin vazgeçilmez nitelikte bir hakkını oluşturduğunu,Kâr payı hakkı bu denli önemli bir malvarlıksal hak olduğu içindir ki her ne kadar TTK m. 408/2-d uyarınca yıllık kâr üzerinde genel kurul münhasıran tasarruf yetkisini haizse de genel kurulun bu yetkisi sınırsız olmadığını, yıllık kâr üzerinde genel kurul pay sahibinin kâr payı hakkının özünü zedeleyecek bir tasarrufta bulunamayacağını, Yargıtay’da çeşitli kararlarında hiç kâr dağıtılmamasını kâr payı hakkının ihlâli olarak nitelendirdiğini, bununla birlikte TTK m. 519/2-c’nin yeni ifadesinden hareketle öğretide asgari % 5 oranında kâr dağıtımının artık bir zorunluluk haline geldiğini savunanlar da olduğunu, Bu açıklamalar kapsamında, kâr dağıtımında önceki dönemde zarar edilip edilmediği ile bir sonuca varılmasının kesinlikle doğru olmadığı, dağıtılabilir kârın varlığı halinde bunun en azından bir kısmının ortaklara dağıtılmasına, aksi halde pay sahibinin kâr payı hakkının ihlâl edildiğine karar verilmesi gerektiğini, TTK’nun 531. maddesine göre daire tarafından “Haklı Sebepler” kavramına ilişkin yapılacak tanımlamada dikkate alınması gereken kıstasların başında, “Çoğunluğun Gücünün Kötüye Kullanılması” hususu gelecek olup, çoğunluk gücünün kötüye kullanılmasından doğan haklı sebep örneklerinin en başında “Kar Payı Alma Hakkının İhlali” geldiğini, dolayısıyla davalı şirket tarafından, uzun yıllardır kar payının hiç dağıtılmamış olmasının başlı başına bir haklı sebep olduğu konusunda tereddüt bulunmamasına rağmen, mahkemenin aksi yöndeki kanaatinin haklı ve yasal hiçbir gerekçesi bulunmadığını, Yönetim kurulunun maaşını, genel kurulu teşkil eden yönetim kurulu üyeleri belirlemekte olduğunu, Davalı şirketin 09.05.2016 tarihli Olağan Genel Kurul Toplantı tutanağı incelendiğinde görüleceği üzere, şirketin müvekkili dışındaki diğer 3 ortağının tümü yani …., şirket’in yönetim kurulu üyesi olduğunu, yani Yönetim Kurulu üyelerinin maaşına karar verenler, bizzat Genel Kurulu oluşturan bu üç üye olduğunu, dolayısıyla, mahkemenin “Yönetim Kurulu Üyelerinin ne kadar maaş alacağının, Genel Kurulun takdirinde olduğu” tespiti, davalı şirketin ortaklık yapısı gözetildiğinde tamamen anlamsız kaldığını, Genel kurullarda yönetim kurulu üyeliğinden çıkartılan müvekkilinin, hissedarı olduğu şirketlerden herhangi bir gelir elde etmemesi için doğrudan kâr dağıtılmamakta, huzur hakkı adıyla aile efradı olan yöneticilere örtülü bir kâr dağıtımı yapılmakta olduğunu, … Kurumlarında yapılan bu uygulama, hiç tartışmasızdır ki en yakın zamanda davalı şirket ve diğer aile şirketleri için de geçerli olacağı, ortaklığın devamı her bakımdan ve tamamen anlamsız hale gelmiş olacağını, Mahkeme kararının aksine şirketin haklı nedenle feshi koşullarının oluştuğunu, Davalı şirketin, uzun süredir farklı gerekçelerle kar dağıtmamakta olduğu, esas mukaveleye aykırı hareket etmekten hiç çekinmemekte ancak şirket yöneticilerine yüksek bedellerle ücret ya da huzur hakkı verebilmekte olduğunu, dolayısıyla, şirket kaynakları pay sahiplerini zarara uğratacak şekilde kullanılmakta olduğunu, dava dosyasına sunulan bilgi ve belgelere göre de, TTK 531nci maddesi kapsamında oluşan haklı sebeplerin; -Aile Birliğinin Ortadan Kalkmış Olması,- Ortaklar [Aile Efradı] Arasındaki İhtilafın, Ceza Yargılamasına Dönüşmesi,-Şirket’in Esas Mukaveleye Aykırı Olarak, Kâr Dağıtmamaya Başlaması ve Dağıtılmayan Kârın, Şirketin Yöneticilerine [Diğer Aile Efradına] Ücret Olarak Ödenmesi,-Genel Kurulların Şirket’in Bilançosunu Tasdik Ederken, Müvekkili İbra Etmemesi, -Yasaya ve Esas Mukaveleye Aykırı Olarak Alınan Kararlara Karşı, Müvekkilin İptal Davaları Açmak Zorunda Kalması olduğunu, TK m. 531’de düzenlenen haklı sebeple fesih davası, hükmün kaynağını oluşturan İsviçre hukuk öğreti ve uygulamasında da işaret olunduğunu ve konu hakkında Türk hukukunda inceleme yapanların da kabul ettiği üzere bir son çare (ultima ratio) niteliği taşıdığı (ayrıntılı açıklama için birçokları yerine bkz. … Anonim Ortaklığın Haklı Sebeple Feshi, İstanbul 2013, s. 324 vd.) davanın bu son çare niteliği, fesih yerine öncelikle davacının başkaca hukuki yollara başvurmasını ve bu yolları kullanmak suretiyle pay sahipliği haklarını elde etmeye çalışmasını prensip itibariyle gerekli kılacağını, Yine öğretide İsviçre Federal Mahkemesi uygulamasına atıfla haklı olarak vurgulandığı üzere bu konuda, davanın son çare niteliğine mutlak bir anlam da yüklenemeyeceğini, buna göre somut olayda öncelikle diğer yolların tüketilip tüketilmemiş olması hâkimin takdir yetkisinin çerçevesinde değerlendirilecek bir husust olduğunu, zira hâkim pekâlâ somut olayın şartlarına göre, örneğin bir iptal davası veya sorumluluk davası açılsa ve anılan davalar davacı azınlık lehine sonuçlansa bile azınlığın haklarının çoğunluk tarafından ihlâl edilmeye devam edileceğini değerlendirebileceğini,Dolayısıyla mahkemenin, somut olayın şartlarını, pay sahipleri arasındaki ilişkiyi göz önünde tutarak iptal davası, sorumluluk davası, özel denetçi tayini gibi yolların azınlık tarafından tüketilmesinin bir öncelikli şart olarak aranmasının azınlığın haklarının hakkaniyete uygun şekilde korunmasını gene de sağlamaktan uzak olacağını değerlendirip doğrudan TK m. 531’de düzenlenen haklı sebeple fesih davasının şartlarının oluştuğuna karar verebileceğini, yasanın hâkime tanıdığı yetki bu anlamda son derece geniş olduğunu, Uyuşmazlık konusu olay bu açıdan değerlendirildiğinde, yukarıda ayrıntısıyla izah olunduğu üzere somut olayda müvekkilinin pay sahibi olduğu şirketin bir saf aile şirketi niteliği taşıması, bu bakımdan aile fertleri arasında ilişkinin şirketin işleyişine, dolayısıyla doğrudan müvekkilinin pay sahipliği haklarının elde edilmesine etki edeceğinin açık olması, çoğunluk pay sahiplerinin müvekkilinin davalı şirketten herhangi bir gelir sağlamasını engellemek yönünde (kâr dağıtmama ve kârı yönetim kurulu üyelerinin mali hakları adı altında kendilerine aktarmak suretiyle) açık iradede bulunmaları karşısında, müvekkilinin iptal davası, sorumluluk davası vb. diğer yollara başvurmak suretiyle hiçbir kazanım elde edemeyeceği de tartışma götürmeyeceğini, Mahkemece yapılacak değerlendirmede dikkate alınması gereken bir diğer husus, dava konusu şirketin, bir takım insanların bir araya gelip, sadece para kazanmak amacıyla kurdukları alelade bir şirket olmadığı hususu olduğunu, ticari bir işletmeden kazanç elde etme isteği, elbette şirketlerin kuruluş amaçlarının başında gelir ancak, ortaklığın en önemli amaçlarından biri de, aile fertlerinin birlikteliği içinde eğitim gibi bir konuda ideallerin gerçekleştirilmesi, vatana millete hayırlı bireyler yetiştirilmesinin haklı gururunun paylaşılması olduğunu, Bu durumda şirketlerin yönetiminden uzaklaştırılan, okullara dahi girmesi engellenen müvekkilinden, ortaklığa devamı beklemek önce şirketlerin iştigal konusuna, sonra da müvekkilinin ideallerine aykırı olduğunu, müteveffa annesinden aldığı eğitim ve terbiye ile şirketlerin Türkiye’nin en önemli eğitim kurumlarından biri haline gelmesinde çok büyük katkıları olan müvekkilinin, artık bu eğitim kurumlarına girememesi, okulların yönetiminde hiçbir söz hakkının kalmaması, ortaklığı manasız hale getirdiği, şirketteki ortaklığın devam etmesini gerekli kılan hiçbir husus kalmadığını, Önceki dilekçelerde de belirtildiği üzere, huzurdaki davanın konusunda olduğu gibi aile şirketlerini, diğer anonim şirketlerden ayırmak ve bir evlilik gibi değerlendirmek pek de yanlış olmayacağını, dava konusu aile şirketinde de, aile fertleri arasında tamamen kopan ilişki ortaklığı çekilmez hale getirdiği, ortaklık birliği temelinden sarsıldığı ve onarılamaz hale geldiğini, Müvekkili davacının aileden haksız ve sebepsiz yere dışlandığını, Yönetim Kurulu Üyeliklerinin, maaşının, şirketlere gidip gelebilme imkanının ve sair özlük haklarının elinden alındığı ve kar payı da dağıtılmadığı bir ortamda, müvekkilinin azınlık hisselerinin üçüncü kişilere de satılma imkanının fiilen bulunmadığı dikkate alındığında, TTK 531. maddeye dayalı hak ve imkanın kullanılıyor olması, tüm tarafların müşterek yararına olduğunu, Belirtilen haklı nedenlere ilaveten, davalı Şirketin Yönetim Kurulu Başkanını Otobiyografisini yazan ve müvekkilinin Aile Şirketlerinden dışlanması sonrasında, … iştiraklerinden … Şirketinde işe alınıp tutuklanana kadar da kendisine maaş ödenen, …. isimli şahsın, halen “Fetö”den tutuklu durumunda bulunması yanında, davalı …’in ve İştiraklerinden başta … ve … olmak üzere çoğunun Yönetim Kurulu Üyesi olan … kızının da “Terör Örgütü Mensubiyeti Dolayısıyla” görevinden uzaklaştırılmış bulunması sebepleriyle, müvekkilinin böyle bir oluşuma “Ortak Kalması” yönündeki isteksizliğinin, hukuken kabul edilmesi gerekliliği mutlak olduğunu, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucu kaldırılmasına, ihtiyati tedbir olarak davalı şirkete kayyım atanmasına, davalı şirketin haklı sebepler nedeniyle feshine, Dairenin feshi uygun görmemesi durumunda ise, Dairece verilecek “Karara En Yakın Tarihteki Gerçek Değeri” üzerinden müvekkillerinin hisseleri satın aldırılmak sureti ile müvekkilinin paydaşlıktan çıkartılmasına veya uygun düşen ve kabul edilebilir bir diğer çözüme ulaşılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER : İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2016/1388 Esas 2018/78 Karar sayılı dosyası kapsamı.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava,TTK’nın 531. maddesi uyarınca anonim şirketin haklı nedenle feshi, olmazsa davacının ortaklıktan çıkartılması istemine ilişkindir. 6102 TTK’nın 531. maddesinde ”Haklı sebeplerin varlığında, sermayenin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden payların sahipleri, şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki Asliye Ticaret Mahkemesinden şirketin feshine karar verilmesini isteyebilirler. Mahkeme, fesih yerine, davacı pay sahiplerine, paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenip davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme karar verebilir.” hükmü düzenlenmiştir. Anılan hüküm uyarınca sermayenin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden pay sahipleri ancak haklı sebeplerin varlığını kanıtlamaları halinde şirketin feshine karar verilmesini isteyebileceklerdir. Haklı nedenler kanunla tanımlanmadığı için her somut olayın özelliğine göre mahkemelerce taktir edilecektir. Her davada, hukuki ve maddi olayların özelliği dikkate alınarak iddianın haklı sebep teşkil edip etmeyeceklerinin irdelenmesi gerekir. Davacının iddiası ve buna göre ileri sunduğu istinaf sebeplerinin incelenmesi ile, davacı vekili, şirketin uzun zamandır kâr dağıtımı yapmadığını, yönetim kurulu üyelerine haksız ve yüksek miktarlarda huzur hakkı ödemesi yapıldığını, ortaklar arasında güven ve işbirliği kalmadığını, husumet oluştuğunu, müvekkilinin davalı şirketin %24 hissesi olan ortağı ve aynı zamanda yönetim kurulu üyesi olduğu halde, en son yapılan şirket genel kurulunda seçilmediğini, bu genel kurulda diğer yönetim kurulu üyeleri ibra edilirken, müvekkilinin ibra edilmediğini, çok sayıda genel kurulun iptali için dava açmak zorunda kalındığını, müvekkili ile şirketin diğer ortağı ve kardeşi …. arasında ceza davası olduğunu, tüm bu nedenlerle müvekkili açısından ortaklığın çekilmez bir hal aldığını, haklı sebeplerin oluştuğunu bildirmek suretiyle ihtiyati tedbir olarak kayyım atanması, şirketin fesih ve tasfiyesine, aksi kanaat halinde karar tarihine yakın payının değerinin belirlenerek, ortaklıktan çıkarılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Anonim şirketlerde, ortağın doğrudan doğruya haklı sebepler ileri sürerek ortaklıktan çıkmayı talep hakkının bulunmadığı, anonim şirketlerde TTK’nın 531. maddesi uyarınca haklı sebeplerin bulunması halinde şirket ortağının, şirketin fesih ve tasfiyesini talep hakkının mevcut olduğu, bu sebeple öncelikle fesih ve tasfiye için haklı sebeplerin mevcudiyeti kanıtlandıktan sonra mahkemenin fesih ve tasfiye yerine çıkmaya hükmedebileceği, TTK’nın 531. maddesi irdelendiğinde haklı sebeplerin ne olduğu tek tek belirtilmediğinden mahkemece bilirkişi incelemesi yapıldığı ve elden edilen tüm deliller neticesinde davacı tarafın şirketin fesih ve tasfiyesini gerektirecek haklı bir sebebin varlığını kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. İddia, savunma, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamına göre, davalı şirketin ticari faaliyetlerine devam ettiği, bilirkişi raporuna göre, şirketin varlıklarının toplamı 6.741.195,53 TL iken, borçlarının da 662.980,78 TL olduğu, özvarlığı 6.078.214,75 TL olmakla, tüm bu verilerden şirketin güçlü bir mali yapısının bulunduğu, Holding şirketinin iştirakleri 5.625.4466,79 TL olduğunun bildirildiği görülmüştür. Davacının istinaf sebepleri arasında gösterdiği üzere UYAP üzerinden dosya kapsamına alınan belgelerin incelenmesi neticesinde; davacı ile diğer ortak ve davacının kardeşi arasında kişisel ilişkiden kaynaklı husumetten doğan karşılıklı hakaretten İstanbul Anadolu 16. Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde açılan ceza davası olduğu, aralarındaki çekişmenin şirketin faaliyetine engel nitelikte olmadığı, sonuçta her iki ortağın kardeş olduğu ve aralarında uzun zamandır doğduğu iddia edilen bu husumetin, yukarıda izah edildiği üzere bilirkişi raporunda belirtildiği üzere şirketin mali yapısının zayıflamasına neden olmadığı görülmekle, davacının ceza davasından dolayı ortaklığın devam etmesinin mümkün olmadığına yönelik istinaf sebebinin yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Davalı şirketin genel kurul toplantılarının yapıldığı, organlarının mevcut olduğu ve defter kayıtlarının tutulduğu, şirketin faaliyetinin olmaması gibi bir durumun söz konusu olmadığı, çoğunluk hissesini ve yönetim kurulu üyeliğini elinde bulunduran ortakların kötü niyetli tutum ve davranışlarda bulunduğu ve ortaklık anlayışının ortadan kalktığının tespit edilemediği, davacının gerel kurul kararlarına çok sayıda iptal davası açması ve yönetim kuruluna seçilmemesi ve genel kurulda ibra edilmemesi, kendisinden önceki yıllarda kâr payının dağıtılmaması konusunda oy kullandığı gözetildiğinde, tüm bu hususların ayrıca fesih nedeni olmayacağı, sonuçta davacının ibra edilmemesinin, genel kurulun vereceği karar ile sorumluluk davası açılabilmesi şartı olduğu, dolayısıyla şirketin fesih sebebi olarak kabul edilmeyeceği anlaşılmıştır. Davacı tarafça şirketin 09/05/2016 tarihli genel kurul kararının iptaline yönelik İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesine 2016/ 903 esas sayılı dava dosyasında açılan iptal davasında alınan bilirkişi raporunda, davacının yönetim kurulunda görev yaptığı 2010 yılından 2011 yılına kadarki dönem için, huzur hakkının başkan için % 100, üyeler için % 50 arttırıldığı, hemen ertesi yıl için de bu artıştan başkan için % 60, üyeler için % 60 olarak arttırıldığı, tüm bu artışların piyasa koşulları gereği olduğu, tartışma konusu yapılan huzur hakkının, piyasa koşullarındaki piyasa koşullarının üzerinde olmadığı, davacının iddia ettiği üzere % 87 oranında artış bulunmadığı belirtildiği gözetildiğinde, şirketin elde ettiği gelir hacmi nazara alındığında, huzur hakkı adı altında yapılan ödemenin fahiş olarak değerlendirilemeyeceği, bu şekilde davalı şirketin fesih ve tasfiyesi için gerekli yasal şartların oluşturmadığı anlaşılmıştır. Sonuç olarak, ilk derece mahkemesince kurulan hüküm ve gerekçesinde yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’ nun 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davacı tarafından yatırılan 98,10.TL istinaf başvuru harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 44,40.TL istinaf karar harcından, davacı tarafından peşin olarak yatırılan 35,90.TL harcın mahsubu ile bakiye 8,50.TL harcın davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep eden üzerinde bırakılmasına, 5-Karar kesinleştiğinde artan gider avansı varsa, avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1.maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 17/04/2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.