Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2018/576 E. 2019/280 K. 27.02.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/576 Esas
KARAR NO : 2019/280 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI : 2013/138 Esas 2017/821 Karar
TARİH : 20/11/2017
DAVA :Tazminat
KARAR TARİHİ: 27/02/2019
İlk derece Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, davalı bankanın mevduat müşterisi olduğunu, bankanın kusurlu ve ihmalli davranışları nedeniyle… yaklaşık 100.000.TL opsiyon işlemlerinden dolayı 100.000.TL zarara uğradığını ileri sürerek, bu zararın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili 22/11/2012 tarihli açıklama dilekçesi ile; müvekkilinin Eylül 2010 tarihinden itibaren yapılmış tüm opsiyon işlemleri, 18/10/2012 tarihinden itibaren tüm netleşme opsiyon ödemeleri, 31/12/2009 tarihli 100.000 TL, 29/01/2010 tarihli 100.000 TL, 30/04/2010 tarihli 300.000 TL, 30/06/2010 tarihli 500.000 TL tutarındaki …. Serbest Fon alış işlemleri ile Eylül 2010 tarihinden itibaren yapılmış tüm hisse senedi işlemlerinden müvekkilinin 330.000 TL zararı olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları kalmak kaydıyla belirsiz alacak davası olarak açtığı davada zararın belirlenmesini ve belirlenen miktarın 11/04/2012 tarihli ihtarnamenin bankaya tebliğinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.Davalı vekili cevap dilekçesi ile, tüm işlemlerin davacının talimatına istinaden ve bilgisi dahilinde gerçekleştirildiğini, davacının yapılan işlemlerden bilgisi olduğunu, banka çalışanlarınca hatalı eksik bilgilerle ve yanlış yönlendirme yapılmasının söz konusu olmadığını, yapılan işlemlerin mevzuata uygun olduğunu, sözleşmede yer alan risk bildirim formunda bilgi verildiğini, davacının hesap hareketlerinde itiraza konu olmayan bir çok işlemler yapıldığını, davacının banka ile yaptığı tüm işlemlerden dolayı hiçbir alacak ve hakkının kalmadığına ilişkin ibraname düzenlendiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesi talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ:İlk Derece Mahkemesi 20/11/2017 tarih 2013/138 Esas 2017/821 sayılı kararında;”Davacının, davalı banka ile imzaladıktan çerçeve sözleşmelerde yer alan ve birkaç kez vurgulanan risk uyanlarını anlayabilecek kapasitede ve döviz ve sermaye piyasalarındaki önceden öngörülmesi olanaksız oynaklık ve değişkenlik konusunda bilgi sahibi olduğu, davaya konu türev işlemlerine ilişkin olarak davalı banka ile davacılar arasındaki Çerçeve Sözleşmeleri’nin ve Opsiyon Sözleşmeleri’nde, davalı bankanın eksik veya hatalı bilgi vermediği ve davalı banka’nın özen yükümlülüğünü ihlal etmediği, davacının, daha önce yaptığı ve kar ettikleri türev işlemlerinin hukuken geçerliliğine hiçbir itirazda bulunmayıp, elde ettikleri karları davalı banka’dan tahsil ederek -ya da zararı tazmin ederek- davalı banka ile aralarındaki türev işlemlerin sözleşmesinin hukuken geçerli olduğunu kabul ettikten sonra, daha sonra aynı şekilde kurulan ve zarar ettikleri türev sözleşmelerinin hukuken geçersiz olduğununa ilişkin iddiasının hukuken korunamayacağı; türev işlemlerinin yüksek risk içeren, talih ve tesadüfe dayalı olan yapısının doğal ve çok sık karşılaşılan bir sonucu olarak üstlendikleri riskten kaynaklanan zararlarını bizzat taşımakla yükümlü olduğu, davacının dava konusu işlemlerden hisse senedi işlemleri nedeniyle 21.645,25TL zararı bulunduğu, devlet tahvil işlemlerinden 5.808,22TL zararı bulunduğu, davacının işlemlere icazet verdiği anlaşıldığından…”gerekçesi ile, Davanın reddine karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile, İlk derece mahkemesinin davacının dava konusu işlemlerin potansiyel yüksek riskleri hakkında davalı banka tarafından yeterince aydınlatılmış olduğuna ve gerekli bildirimlerin banka tarafından usulüne uygun şekilde davacıya yapılmış olduğuna dair tespitinin tamamen haksız ve hatalı olduğu kadar davanın özünü anlamaktan da uzak olduğunu,Bankaca her bir işlemin muhtemel risk ve işlem koşullarının müşteriye düzenli olarak güncel ve doğru şekilde bildirilmesi gerektiğini, davalı banka personeli tarafından davacıya işlemlere ilişkin ayrıntı verilmemekte, yapılmakta olan işlemin ne kadar bir işlem olduğu, hangi hesaba bağlanmakta olduğu, yapılan işlemin yönü, vadesi ve sonucunun açıklanmadığı, işlem sonucunun ne olacağı, ne kazandıracağının davacıya iletilmediğini, dosyada mevcut ses kayıtlarında yer alan görüşmelerin hiçbirinde müşteriye ilgili işlemlerin riskine dair tek bir açıklama bulunmadığını, İlk derece mahkemesinin davacının kar ettiği işlemlerin hukuki niteliğine itiraz etmeyip daha sonra aynı şekilde kurulan ve zarar ettiği işlemlere itiraz etmekte olduğuna yönelik tespitinin tamamen hatalı olup hiçbir surette gerçeği yansıtmadığını, Dava konusu bankacılık işlemleri belirli bir sürece yayılan ve çok çeşitli vadelerde yapılan işlemler olduğunu, davaya konu edilmiş olan işlemlerin başladığı tarihle bittiği tarih arasında elde edilmiş tek kuruşluk kar olmadığını, bilirkişi heyeti ve mahkemenin son derece hatalı bir şekilde kar olarak tespit ettikleri rakamların tamamının davacının o anki zararını kapatmak amacıyla banka tarafından davacının hesabına geçirilen prim tutarları olduğunu, İlk derece mahkemesinin gerekçeli kararını hazırlarken kelimesi kelimesine dayanak olarak almış olduğu bilirkişi raporları, huzurdaki davanın özünü, hukuki dayanakları ve dosya kapsamında mevcut davacı delillerini tamamen gözardı ederek eksik bir inceleme neticesinde ve taraflı bir şekilde kaleme alındığı, son derece temel mantık ve hesap hataları içerdiğini, buna rağmen bu hususa yönelik yapılan tüm itirazların ilk derece mahkemesi tarafından tamamen göz ardı edildiğini, Davanın konusunun davacının banka nezdinde hangi yatırım araçlarını kullandığı, hangi işlemleri yapmış olduğu değil söz konusu bankacılık ürünlerinin davalı banka tarafından davacıya ne şekilde pazarlandığı, müşterinin banka tarafından nasıl hatalı yönlendirilerek zarara uğramasına sebebiyet verildiği olduğunu, Dosya kapsamında bilirkişi heyeti tarafından ve mahkemece davanın temeline yönelik en önemli delil olan ses kayıtlarının incelenmediğini, Dava konusunun, tarafların, zarara sebebiyet veren işlemler ve kişiler hatta oluşan mağduriyet yönünden dahi aynı olan ve toplu açılan seri davaların başka bir mahkemece görülen dosyalarında da bilirkişi olarak görüş bildiren aynı bilirkişinin, bahsi geçen mahkeme için düzenlediği raporda bankaya ciddi oranda kusur atfederek, bankanın mağduriyeti tazmin etmesi yönünde görüş bildirmişken, bu davada tüm kusuru mağdur davacıya yükletmesinin kabul edilemez bir durum olduğunu, İlk derece mahkemesinin gerekçeli kararında yer alan tespitinin tam aksine, davacının döviz ve sermaye piyasalarındaki önceden öngörülmesi olanaksız oynaklık ve değişkenlik yüzünden değil bizzat davalı bankanın kusurlu fiilleri neticesinde bankanın yapması gereken bankacılık işlemlerini gerek bankacılık gerekse dürüstlük kurallarına harfiyen uygun şekilde yapmamış olması nedeniyle zarara uğradığını,Tüm bu hususlar ışığında, davalı bankanın ihmali ve kusurlu fiilleri neticesinde davacının dava konusu zararına sebebiyet verdiği sabitken mahkemenin davalı bankaya atfı kabil bir kusurun bulunmadığından bahisle davanın reddine yönelik vermiş olduğu kararın hakkaniyete, usule ve hukuka aykırı olduğunu, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucu ortadan kaldırılmasına, davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER : İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi 2013/138 Esas 2017/821 Karar sayılı dosyası kapsamı.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK 355. Maddesine göre istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Taraflar arasında opsiyonlu döviz mevduatı ve opsiyon işlemleri çerçeve sözleşmeleri imzalanmıştır. Münferit hisse senetleri işlemlerinin davacı ile davalı bankanın imzalarını içeren sözleşmenin hisse senedi işlemleri hakkında detaylı açıklamaları içerdiği, opsiyonu kullanma (alım ya da satım) hakkının davalı bankada olduğu, başka bir anlatımla işlemin belirtilen tarihte, belirtilen fiyatlar üzerinde davacıdan satın alınması hakkının bankaya ait olduğu anlaşılmaktadır. Türev işlemlerinin ve döviz opsiyon sözleşmelerinin tamamına yakını tezgah üstü piyasalarda gerçekleştirilmektedir. Tezgahüstü piyasalar da, organize piyasalarla aynı faaliyetlerde bulunmakla beraber; türev işlemlerde ve döviz opsiyonlarında aralarında farklılar bulunmaktadır. Taraflar arasındaki vadeli işlem sözleşmesi teşkilatlanmış piyasada icra edilen işlem mahiyetinde değildir. Tezgah üstü işlem niteliğindedir. Bu nedenle olayda SPK nun Seri V.NO 51 sayılı Tebliğ ‘in uygulanması sözkonusu değildir. Davalı banka,banka olması hasebiyle 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 4.maddesinde tadat olunan işlemlerden mevduat kabulü ve kredi verilmesi, sair bankacılık hizmetleri dışında (Md 4/h ve 4/i) opsiyon, forward benzeri işlemleri de yapmaya yetkilidir. Bu tür işlemler bankacılığın | fonksiyonları arasındadır. Davalı bankanın 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile 1567 sayılı Kanun ile 32 sayılı Karara göre her türlü döviz operasyonunu organize piyasa dışında icra etmesi hukuken mümkündür. Taraflar arasında süregelen ilişkilere bakıldığında, davacı yan, davalı banka ile muhtelif tarihlerde davaya konu “opsiyon sözleşmeleri” akdetmiş olduğu, dosyada davacının imzasını havi çok sayıda opsiyon teyitlerinden dava konusu “opsiyon sözleşmelerini” spekülatif amaçlı olarak bilerek ve isteyerek imzalamış olduğu , bilirkişinin belirlediği üzere bazılarından kar, bazılarından zarar ettiği, bu nedenle, davacı yanın opsiyon işlemlerinin mahiyetini bildiği, huzurdaki davada ileri sürdüğü gibi konudan habersiz olmadığı anlaşılmıştır. Bilirkişi raporunun 23./24 Sayfasında dökümü yapılan ve banka sisteminden alınan bilgiye göre davacının hisse senedi işlemlerinden dolayı 08/12/2010-31/12/2010 arası zararı olmadığı, 2011 yılında 21.645,25 TL zararı bulunduğu, 01/01/2012-22/06/2012 arasında herhangi bir işlemi olmadığı, devlet tahvil işlemlerinden 5.808,22 TL zararı bulunduğu, yatırım fonu işlemlerinden zararı olmadığı, aksine 26.549,43 TL kar elde ettiği, dava konusu edilmeyen 2007,2008,2009 yıllarında opsiyon işleminden dolayı zarar görmediği belirlenmiştir. Görülmekte olan davada, Somut olayda; davacı yan döviz varlığı olmadığı halde bilerek ve isteyerek tamamen açık pozisyonda bulunduğu halde, gelecekte döviz kurunun düşeceği beklentisi ile pozisyon (açık pozisyon) açarak tamamen spekülatif ve kar amaçlı risk almıştır. Bilirkişi raporunda belirlenen zararı, davacı yanın spekülatif maksatla imzalamış olduğu Tezgahüstü Türev Araçlarına İlişkin Çerçeve Sözleşmesinden kaynaklanmış bulunmaktadır.Risk bildirim formunun ilk giriş bölümü; “ Tezgahüstü türev araç işlemlerinde zarar riski büyük olabileceğinden, maddi kaynaklarınız doğrultusunda bu tür işlemlerin sizin için uygun olup olmadığını dikkatlice düşünmelisiniz ve işlem yapmak konusunda karar verirken Tazgahüstü Türev Araçları Risk Bildirim formunda belirlenen hususlara dikkat etmelisiniz” denildiği , bahse konu Risk Bildirim Formu Tezgah Üstü Türev Araçları Çerçeve sözleşmesinin ayrılmaz bir parçası olarak tanzim edilmiş olduğu anlaşılmaktadır.Davacı vekili, davacının davalı personeli ile yaptığı telefon görüşmelerinde hatalı yönlendirildiğini öne sürmüş ise de dökümü yapılan telefon görüşmelerinde davalı personelinin davacının iradesini sakatlayacak nitelikte aldatmaya yönelik davranışlarda bulunmadığı gibi eksik ve yanlış bilgiler sunduğu yönünde bir durum ile delilin de bulunmadığı, konuşmalarda daha çok hisse senedi alım ve satım konusunda konuşmalar bulunduğu, banka görevlisinin hisse senedinin borsadaki durumu hakkında davacıya bilgi verdiği ve alış yahut satış yönünde önerilerde bulunduğu davacının da işlem önerilerine genellikle olumlu yanıt verdiği görülmüştür. Bunun dışında … Fon yöneticisi aynı zamanda … Portföy Yönetimi Genel Müdür yardımcısı olan şahsa fonun getirisine yönelik açıklamaları nedeniyle Fon ile ilgili Portföy Yöneticiliği Tebliğine aykırılıktan SPK tarafından 30/11/2010 suç tarihi açıklamasıyla 27/04/2012 tarihinde idari para cezası uygulandığı, fakat bu durumun dava konusu … Fonların davacı tarafından alınmasından sonra gerçekleştiği, yani davacının bu fonu satın almasından fon yöneticisinin fon getirisiyle ilgili açıklamasının etkili olmadığı, ayrıca davalı tarafından fonun durumu gizlenerek davacıya kasıtlı yahut kusurlu olarak fon satışının gerçekleştirilmediği, en azından bu iddianın açık ve kesin bir şekilde ispatlanamadığı, bu itibarla bu konuda da davalı bankaya kusur izafe edilemeyeceği, daha önceden de benzer işlemler yapan davacının yaptığı bazı işlemlerden kar, bazı işlemlerden de zarar ettiği, dolayısıyla işlemlerin mahiyetini bildiği ve sonuçlarına katlanmasının gerektiği, davacı vekili her ne kadar kar elde edilen işlemlerin zararların kapatılması amacıyla davacının hesabına yatırılan primler olduğunu öne sürmüşse de 2008 yılından beri yapılan işlemlerde elde edilen karların bu nitelikte olmadığı, davacının yaptığı işlemlerden kar ve zarar elde ettiğini dolayısıyla riskini bildiği, zaten başka banka ve aracı kurumlar üzerinden de muhtelif işlemler yaptığı bu anlamda tecrübesinin, yaptığı işin mahiyetini bilecek ve sonuçlarını öngörecek derecede olduğu, davacı vekili vade sonundaki rakamların esas alınması gerektiğini öne sürmüş ise de esasen vade sonları itibariyle kar ve zarar tespitinin yapıldığı, davacının dava konusu işlemlerden sonra da önceki işlemlere ilişkin herhangi bir ihtirazi kayıt koymadan yeni işlemler yaptığı önceki işlemlerin sonucunu görmeden yeni işlem yapmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, böylelikle önceki işlemlerden haberdar olarak öncekilere icazet verdiği, dekontların topluca imzalatılmasının başlıbaşına işlemin geçerliliğini etkilemediği görülmüştür. Hukuki yönden değerlendirildiğinde; davacı ile davalı banka arasındaki Tezgah Üstü Türev Araçlarına İlişkin Çerçeve Sözleşme imzalanmış olduğu hususunda ihtilaf bulunmamaktadır. Davacı, anılan çerçeve sözleşmenin kuruluşuna yönelik iradesinin davalı bankanın hileli davranışları nedeniyle zarara uğradığını belirtmektedir. Hile, bir kimsenin, davranışı ile diğer şahsı irade beyanında bulunmaya yönlendirmek için o şahısta yanlış bir fikrin doğumuna veya doğrulanmasına ya da devamına kasten yol açmasıdır. Bir başka deyişle, hile, bir kimsenin kasten saik hatasına düşürülmesidir. TBK m. 36/f. 1 hükmüne göre, taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, o sözleşmeyle bağlı değildir. Şu halde, hile nedeniyle sözleşmenin bağlayıcı sayılmaması için öncelikle davacının türev çerçeve sözleşme akdi hususunda davalı bankaca kasten yanıltılmış olması gereklidir. Bu bağlamda bir özel kanun hükmü yahut dürüstlük kuralı (MK m. 2) sözleşmenin kurulması sırasında bir tarafa diğer tarafı aydınlatması hususunda somut edim yükümleri yüklemişse, bunlara uymayan taraf da kural olarak karşı tarafı aldatmış sayılmaktadır. Somut ihtilafta davacı müşterinin sözleşmenin akdinden önce türev araçlarına ilişkin çerçeve sözleşme ve bu sözleşme çerçevesinde yapılacak bireysel işlemlerin taşıdığı riskler konusunda genel olarak bilgilendirildiği dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Türev aracının isabetli kullanılıp kullanılmamasına göre müşterinin veya bankanın kazanç elde etmesi gündeme gelmektedir. Bir başka deyişle banka kadar müşteri de yüksek oranlarda kazanç elde etme imkanına sahiptir. Ayrıca bankanın, davacının düşüncesizliğini yahut deneyimsizliğini kötüye kullandığını ortaya koyan herhangi bir bilgi de bulunmamaktadır. Toplanan tüm delil ve alınana bilirkişi raporuna göre; davacının zarara uğramış olmasında davalı bankaya kusur izafe edilemeyeceği, davalı bankanın müşterisi olan davacıyı bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirdiği, bu anlamda hileli bir davranışının bulunmadığı, davacının davaya konu sözleşmelerden önce opsiyon teyit işlemini yaptığı ve bu işlemlerde opsiyon şartının davacı lehine gerçekleşerek primlerini aldığı, davaya konu işlemde davacı aleyhine riskin gerçekleşmesi nedeniyle işbu davanın açılması nedeniyle hileli tutum ve davranışın söz konusu olmadığı, bu nedenle mahkemece davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi gereğince reddine karar vermek gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nun 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davacı tarafından yatırılan 98,10.TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 44,40.TL istinaf karar harcından istinaf eden davacı tarafından peşin olarak yatırılan 35,90.TL harcın mahsubu ile bakiye 8,50.TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden üzerinde bırakılmasına, 5-Artan gider avansı varsa talep halinde davacı tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1.maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 27/02/2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.