Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.
T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/421
KARAR NO : 2019/131
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME : İSTANBUL 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 30/11/2017
DOSYA NUMARASI : 2016/123 Esas – 2017/1030 Karar
DAVA : İtirazın İptali
KARAR TARİHİ : 30/01/2019
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili bankanın ticaret kredi borçlusu davalı … Tekstil Dış Tic. Ltd. Şti. ve kefil olan diğer davalıların aleyhine İstanbul … İcra Dairesinin … Esas sayılı dosyası ile borçlarından dolayı takip yaptıklarını davalıların yapılan takibe itiraz ettiklerini, itirazın haksız olduğunu, zira şirketin bankadan kullandığı, 06.06.1997 tarihli 325.000,00 USD, 15.05.1997 tarihli 2.600,00 TL ve 30.06.1997 tarihli 30.000,00 TL bedelli sözleşmelere göre kullandırılan kredi taksitlerinin ödenmediğini, hesabın kat edilerek ihtarın gönderildiğini, dava dışı… ve davalı …’e ait iki taşınmazın teminat olarak gösterildiğini ve 50.000,00 TL ve 30.000,00 TL’lik ipoteklerin ayrı ayrı tesis edildiğini, . .. aleyhine İstanbul … İcra Dairesinin … E., … aleyhine de aynı icra dairesinin 2015/1934 E. sayılı dosyası ile ipoteklerin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapıldığını ve bu takip borcunun ipotek borçlularınca ödendiğini, dolayısıyla ilamsız takibe yapılan itirazın haksız olduğunu belirterek, anılan icra dosyasındaki itirazın iptaline, takibin devamına ve alacağın %20’si oranındaki icra inkar tazminatının davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle; TBK 598/3-4. fıkraları gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu, kefil olan müvekkilleri yönünden 10 yılı geçmesiyle kefalet borcunun ortadan kalkacağını, sözleşmede kefil olan müvekkiller …, … ve …’ e karşı açılan davanın bu nedenle reddinin gerektiğini, hesabın kat edilmediğini ve temerrüt oluşmadığını, 06.06.1997 tarihli genel kredi sözleşmesiyle ilgili olarak İstanbul 6. ATM’ nin 2003/1022 E. 2006/671 K. sayılı ilamının olduğunu, bu sözleşmeye dayalı olarak açılan davanın reddedildiğini ve kararın kesinleştiğini, dolayısıyla kesin hüküm nedeniyle bu sözleşmeden kaynaklanan alacağın da reddinin gerektiğini, davaya esas icra dosyasındaki tebligatların usulsüz olduğunu ve 06.06.1997 tarihli sözleşmede asıl borçlu olarak gösterilen şirketin kaşesi üzerinde ya da yanında imzanın bulunmadığını, bu sebeple kredi sözleşmesinin geçersiz olduğunu belirterek davanın zamanaşımı ve esastan reddi gerektiğini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ:
İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 30/11/2017 tarih ve 2016/123 Esas – 2017/1030 Karar sayılı gerekçeli kararı ile;
” … Taraflar arasındaki sözleşmenin akdedildiği tarihte yürürlükte bulunan Mülga 818 Sayılı Borçlar Kanununda kefalet için herhangi bir sürenin öngörülmediği, ancak 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren Türk Borçlar Kanununda azami 10 yıllık sürenin getirildiği ve bu düzenlemenin 6101 Sayılı Kanunun 5/2. maddesinde ifade edildiği şekilde ”ilk defa öngörülen” süre niteliğinde olduğu ve 10 yıllık sürenin sonunda kendiliğinden kalkacağı 598/3. maddesinde açıkça ifade edilmiş olduğundan bu sürenin hakdüşürücü süre olarak kabul edilmesinin gerektiği, davalı taraf TBK. 598/3, maddesi gereğince davanın zamanaşımına uğradığını ileri sürmüşse de, mahkemece anılan maddedeki sürenin mahkemece resen nazara alınması gereken hakdüşürücü süre olduğunun kabul edildiği, Sözleşme tarihinden itibaren 10 yıllık sürenin sonunun 2007 olduğu, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden önce kefalet için öngörülen 10 yıllık sürenin dolduğunun anlaşıldığı, 6101 Sayılı Kanunun 5/2. maddesinde Türk Borçlar Kanunu ile hakdüşürücü sürenin ilk defa öngörülmesi ve bu sürenin kanunun yürürlüğünden önce dolmuş olması halinde hak sahiplerine yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanabilme imkanının getirildiği, Türk Borçlar Kanununun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girdiği ve bu tarihten itibaren hak sahiplerine tanınan 1 yıllık sürenin 01.07.2013 tarihi itibariyle dolduğu, davaya esas icra takibinin 13.05.2015 tarihinde yapıldığı, ek sürenin geçmesinden sonra yapılan bu takibe dayalı olarak açılan davanın dinlenmesinin mümkün bulunmadığı, zira davacının artık kefilleri takip etme hakkının ortadan kalktığı, müteselsil kefil olan davalılar …, … ve …’e karşı açılan davanın da 6098 Sayılı Kanunun 598/3, 6101 Sayılı Kanunun 1. maddesi ve aynı kanunun 5/2. maddesi çerçevesinde reddinin gerektiği, asıl borçlu şirket hakkındaki davanın ise kısmen kabulüne, ” karar verilmiş ve verilen karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Davalılardan, kefiller …, … ve …’ in, asıl borçlu firmanın (… Ltd. Şti.) kurucu ortakları olduklarını, kullanılan kredinin hiç ödenmediği hususunda bilgi sahibi olmalarına karşın müvekkil banka tarafından açılan tüm dava ve takiplere haksız ve dayanaksız itiraz ederek borcu ödemediklerini, Mahkemenin hakdüşürücü süreye ilişkin gerekçesinin Kanuna, dosyada bulunan delillere ve hukuka aykırı olduğunu, Mahkemenin, davaya konu kredinin “kullandırım tarihi, hesap kat ihtarı ve alacağın muaccel oluş tarihi” itibarı ile 818 sayılı Borçlar Kanununun uygulanması gerektiğine hükmetmekle birlikte “temerrüt, sona erme ve tasfiyeye” ilişkin durumlar için 6101 sayılı kanuna atıfla 6098 sayılı Türk Borçlar kanununu uygulanacağına karar kıldığını, oysa, *6098 sayılı Borçlar Kanunundaki ‘sona ermeye ilişkin hükümler’ in halen yürürlükte bulunan sözleşmeler için uygulanabilir nitelikte olduğunu, Mahkemece açıkça belirtildiği üzere davalılara kredi kullandırım, hesap kat ve muacceliyet tarihleri ile haklarında icra takibi yapılma tarihlerinin 2012 yılı öncesinde olduğunu, ‘Sona erme’ ye ilişkin hükmün, takip/dava konusu olmuş ilişkiler için uygulanamayacağını, Takibe/davaya konu edilmiş alacak nedeni ile kefilin sorumluluğunun ‘kendiliğinden ortadan kalkması’ nın hiçbir kanuni düzenleme ile açıklanabilecek bir durum olmadığını, davalı kefiller hakkındaki takipler ve süreleri kesen diğer hususlar (asil hakkındaki takip, borcun kısmen ödenmesi v.b) dikkate alındığında Mahkemenin 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 598/4 maddesini huzurdaki uyuşmazlıkta uygulamasının hukuka açıkça aykırı olduğunu,
Davalılar yönünden zamanaşımının da söz konusu olmadığını, Ayrıca asıl borçlu ve kefillerin aynı alacağa yönelik başka takiplerde borcu kabul ettiklerini(ikrar) kısmen ödeme yaptıklarını, Mahkemece dosyada bulunan bu deliller de dikkate alınmadan, eksik inceleme ve yanlış hukuki tavsif ile hüküm kurulduğunu, Müvekkil Banka yönünden Genel Hükümler değil, özel hükümlerin uygulanması gerektiğini, Müvekil banka alacağı için özel yasal düzenleme olmasına karşın Borçlar Kanunu genel hükümlerinin dikkate alınmasının ve davalı-kefillerin sorumluluklarına mahkeme kararı ile son verilmesinin yasal dayanaktan yoksun ve hakkaniyetten uzak olduğunu, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun, bu kanunun geçici maddelerindeki düzenlemeler hariç olmak üzere 4389 sayılı yasayı yürürlükten kaldırdığını, 4389 sayılı yasaya 5020 sayılı yasa ile eklenen ek 3 madde gereğince “bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklara ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğunu, fon alacakları ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklar bakımından bu sürenin başlangıcı Fon tarafından ödeme yapılmasına veya yapılacak olmasına sebebiyet veren kişilerin fiillerinin gerçekleştiği tarihten itibaren başlar.” hükmü uyarınca zamanaşımı hususundaki yerel mahkeme değerlendirmesinin de hukuka aykırı olduğunu, Ayakta bırakılan eski yasa hükümleri ile 5411 sayılı Bankacılık Kanununun birlikte değerlendirilmesinin gerektiğini, bu durumda yasal düzenleme gereği fon alacaklarına sağlanan haklardan birebir faydalanan müvekkil banka alacağına ilişkin açılmış işbu dava ve takiplerin de, 5020 sayılı kanunla 4389 sayılı kanuna eklenen ek madde 3 de yer alıp 5411 sayılı yasanın 141. maddesinde de aynen kabul edilen 20 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu, (Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 21.10.2015 tarih 2015/23457 ve 2015/30866 K sayılı kararının emsal olarak ekte sunulduğu belirtilmiştir. ) beyanla; İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 30.11.2017 tarih 2016/123 E – 2017/1030 K sayılı kararının ‘kaldırılması’ ve yeniden yargılama yapılarak davanın kabulü ile itirazın tüm davalılar yönünden iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
İNCELEME VE DEĞERLENDİRME:
HMK 355. maddesine göre istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak, kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır.
İstinaf açısından uyuşmazlık konusu, davalı kefiller hakkındaki davanın reddedilme sebebinin usul ve yasaya uygun olup olmadığı, kefiller yönünden kefaletin TBK 598/3.maddesi uyarınca ortadan kalkıp kalkmadığı, 818 sayılı Kanun zamanında gerçekleşen kredi ve kat işlemlerinin sonuçları bakımından 6098 sayılı Kanun’un uygulanıp uygulanamayacağı, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’ nun yürürlükten kaldırmadığı 4389 sayılı Kanunun ek 3.maddesine göre fon alacağına ilişkin takipler açısından 20 yıllık zamanaşımı süresine tabi olup olmadığı hususlarıdır. Dava itirazın iptali davası olup, davacı bankanın kredi sözleşmesinden kaynaklanan 263.680,00 USD asıl ve 2.787,98 TL asıl alacak ile bu alacakların işlemiş faizleri ve masrafla birlikte toplam 74.980,84 TL ve 1.754.593,00 USD alacağın tahsili amacıyla asıl borçlu ve müteselsil kefil olan davalılara karşı İstanbul … İcra Dairesinin … sayılı dosyasında 14/05/2015 tarihinde ilamsız icra takibi başlattığı, davalılarca borca itiraz edilmesi üzerine davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Davacı banka ile davalı asıl borçlu şirket arasında 15.05.1997 tarihli 2.600,00 TL bedelli 30.06.1997 tarihli 30.000,00 TL bedelli ve 06.06.1997 tarihli 325.000,00 USD bedelli 3 ayrı genel kredi sözleşmesinin akdedildiği, davalı …’in bu sözleşmelerden sadece 30.000,00 TL bedelli 30.06.1997 tarihli sözleşmede müteselsil kefil olduğu, diğer davalıların her üç sözleşmede müteselsil kefil sıfatlarının bulunduğu, Davalıların müteselsil kefil olduğu sözleşmeler uyarınca verilen kredinin ve cari hesabın kat edilerek İstanbul …Noterliğinin 17/07/1998 tarih ve … no.lu kat ihtarnamenin davalılardan kredi lehdarı şirket ile kefil … adına keşide edildiği, İstanbul …Noterliğinin 17/07/1998 tarih ve … no.lu kat ihtarnamesinin kredi lehdarı şirket ile kefiller … ve … adına keşide edildiği, ihtarnamelerin kredi lehdarı şirket 31/07/1998, …’e 31/07/1998, …’e 31/07/1998 tarihinde tebliğ edildiği, …’in ise adresini değiştirdiği ve yenisini bildirmediği için çıkış 03/07/1998 tarihinde merciine iade edildiği anlaşılmaktadır. (03 ün yanlış yazıldığı düşünülmektedir.) İİK’ nın 68/b uyarınca kat ihtarının … yönünden de geçerli olduğu verilen ödeme süresi dikkate alındığında davalı şirketin 04.08.1998 tarihinde temerrüde düştüğü anlaşılmaktadır. Yargıtay 19.H.D’nin genel kredi sözleşmesi kapsamında kullandırılan kredinin kefilden tahsili için başlatılan icra takibinde itirazın iptali istemine ilişkin bir davada verdiği 25/01/2017 Tarih ve 2016/5079 E-2017/462 K sayılı kararına göre: “Sözleşme 818 sayılı BK’nın yürürlükte olduğu dönemde imzalanmıştır. 818 sayılı Borçlar Kanununda kefalet süresini sınırlandıran bir hüküm bulunmamaktadır. 6098 sayılı TBK’nun 598. maddesinde düzenlenen 10 yıllık sürenin somut olay bakımından değerlendirilmesine gelince; 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un “geçmişe etkili olmama kuralı” başlıklı 1. maddesine göre, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiyenin 6098 sayılı TBK hükümlerine tabi olacağı, buradan hareketle 6098 sayılı TBK’nın kefaleti düzenleyen 598. maddesi uyarınca gerçek kişi yönünden kefalet uzatılmış ya da yeni bir kefalet verilmemiş olmak kaydıyla 10 yılın geçmesi ile kefaletin sona ereceği” kabul edilmiş bulunmaktadır. Türk Borçlar Kanununun Uygulama Şekli Hakkındaki 6101 Sayılı Kanunun 1. maddesinin son cümlesine göre, Ancak Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiili ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye Türk Borçlar Kanununun hükümlerine tabidir. Bu durumda somut olayda borcun sona ermesiyle ilgili olarak 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’ nun hükümlerinin uygulanması hukuken geçerli bir uygulamadır. Türk Borçlar Kanunu’ nun 598/3. maddesine göre: ‘Bir gerçek kişi tarafından verilmiş olan her türlü kefalet, buna ilişkin sözleşmenin kurulmasından başlayarak 10 yılın geçmesiyle kendiliğinden ortadan kalkar. Türk Borçlar Kanunu’ nun 598/4. maddesinde ”Kefalet 10 yıldan fazla bir süre için verilmiş olsa bile uzatılmış veya yeni bir kefalet verilmiş olmadıkça kefil, ancak 10 yıllık süre doluncaya kadar takip edilebilir.” Türk Borçlar Kanunun 598/3. maddesi uyarınca davalı gerçek şahısların kefalet tarihlerinden itibaren 10 yılın geçtiği için kefaletin sona erdiği yönündeki mahkeme uygulaması yerindedir. Kanun maddesinde sözleşmenin kurulmasından başlayarak 10 yılın geçmesiyle kefaletin kendiliğinden ortadan kalkacağı ifade edilmiştir. Buna göre 1997 tarihinden itibaren 10 yıllık sürenin son olan 2007 tarihi itibariyle kefaletin kendiliğinden ortadan kalktığının kabulü şeklindeki mahkeme kabulü dosyaya uygundur. 6101 Sayılı Kanunun 5/2. maddesinde ”Türk Borçlar Kanunu ile hakdüşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olup da başlangıç tarihi itibariyle bu süre dolmuş ise, hak sahipleri Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanırlar. Ancak bu ek süre, Türk Borçlar Kanununda öngörülen süreden daha uzun olamaz.” şeklinde düzenleme yapılmıştır. Taraflar arasındaki sözleşmenin akdedildiği tarihte yürürlükte bulunan Mülga 818 Sayılı Borçlar Kanununda kefalet için herhangi bir süre öngörülmemiştir. Ancak 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren Türk Borçlar Kanununda azami 10 yıllık sürenin getirilmiş olup bu düzenleme 6101 Sayılı Kanunun 5/2. maddesinde ifade edildiği şekilde ”ilk defa öngörülen” süre niteliğindedir ve 10 yıllık sürenin sonunda kendiliğinden kalkacağı TBK 598/3. maddesinde açıkça ifade edilmiş olduğundan bu sürenin hakdüşürücü süre olarak kabul edilmesi hukuka uygun bir kabuldür. Davacı fon alacaklarının zamanaşımının 20 yıl olduğunu öne sürerek alacağın zamanaşımına uğramadığını öne sürmüştür. Yargıtay 12. H.D.’ nin 07/02/2017 tarih ve 2016/9425 E-2017/1396 K sayılı kararına göre: 12/12/2003 günlü 5020 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle 4389 sayılı Bankalar Kanunu’na eklenen ve 26/12/2003 tarihinde yürürlüğe giren ek 3. maddeyle fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıl olarak öngörülmüştür. Aynı kural, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’ nun 141. maddesinde de benimsenmiş olup; anılan maddede “Bu kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi 20 yıldır.” hükmüne yer verilmiştir. 5411 sayılı Kanun’ un geçici 16. maddesinde; “Bu kanun ile Fon alacağının tahsili bakımından yarar görülerek zamanaşımı ve diğer konularda Fon lehine getirilen hükümler makable şamildir.” düzenlemesi yer almakta iken; anılan maddede yer alan ”zamanaşımı” sözcüğü Anayasa Mahkemesi’nin 04.06.2014 tarih ve 2014/85-103 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve söz konusu kararın, 12.09.2014 tarihinde 29117 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla iptal hükmü yürürlüğe girmiştir. Bu durumda, Anayasa Mahkemesi’ nin sözü edilen kararıyla TMSF lehine getirilen yirmi yıllık zamanaşımı süresinin geçmişe etkili olacağına yönelik düzenleme iptal edilmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen geçici 16. maddenin yürürlük tarihi olan 01.11.2005 tarihinden önce alacaklı … Bank A.Ş.’nin ihtarname keşide ve tebliğ ederek borcu muaccel hale getirdiği hususu dikkate alınarak Fon lehine getirilen zamanaşımı düzenlemesinin uygulanma olanağı bulunmadığından zamanaşımının yirmi yıl olduğunun kabulü de mümkün değildir. Bu durumda dava konusu alacağın kefiller yönünden 20 yıllık zamanaşımına tabi olduğunu kabul etmek hukuken mümkün değildir. Türk Borçlar Kanunu’ nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden önce kefalet için öngörülen 10 yıllık sürenin dolduğu, 6101 Sayılı Kanunun 5/2. maddesinde Türk Borçlar Kanunu ile hakdüşürücü sürenin ilk defa öngörülmesi ve bu sürenin kanunun yürürlüğünden önce dolmuş olması halinde hak sahiplerine yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanabilme imkanının getirildiği, bu durumda TBK’ nın 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girdiği ve bu tarihten itibaren hak sahiplerine bir yıllık sürenin tanındığı ve bu sürenin de 01.07.2013 tarihi itibariyle dolduğu anlaşılmaktadır. Davaya esas icra takibi ise 13.05.2015 tarihinde yapılmıştır. Buna göre ek sürenin geçmesinden sonra yapılan bu takibe dayalı olarak açılan davanın dinlenmesinin mümkün bulunmadığı, zira davacının artık kefilleri takip etme hakkının ortadan kalktığı, bu itibarla müteselsil kefil olan davalılar …, … ve …’ e karşı açılan davanın da 6098 Sayılı Kanunun 598/3, 6101 Sayılı Kanunun 1. maddesi ve aynı kanunun 5/2. maddesi çerçevesinde reddi gerektiği kabul edilerek asıl borçlu şirket hakkındaki davanın kısmen kabulüne, müteselsil kefil olan davalılar hakkındaki davanın reddine dair verilen karar usul ve yasaya uygun olup, davalı vekilinin istinaf nedenleri yerinde olmadığından istinaf başvurusunun reddi yönünde aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nun 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Davacı banka harçtan muaf olduğundan; istinaf harçlarının alınmasına yer olmadığına,
3-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep eden üzerinde bırakılmasına,
4-Artan gider avansı varsa karar kesinleştiğinde avansı yatıran tarafa iadesine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1. maddesi gereğince tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 30/01/2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.