Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2018/417 E. 2019/132 K. 30.01.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/417
KARAR NO : 2019/132
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME : İSTANBUL 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 13/11/2017
DOSYA NUMARASI : 2017/334 Esas – 2017/975 Karar
DAVA : Alacak
KARAR TARİHİ : 30/01/2019
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkillerinin miras bırakanı müteveffa …ın 01.01.2013 tarihinde vefat ettiğini, müteveffanın terekesinin tespiti amacı ile açılan İstanbul 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’ nin 2013/40 Tereke sayılı dosyasından … Bankası’na yazılan müzekkereler ve dosyaya gelen cevaplar neticesinde, …Bankası’nın Kurtuluş Şubesi’ nin … nolu vadeli mevduat hesabında bulunan 47.894,26 CHF’nin 26.06.2013 tarihinde TMSF’ye devredildiğinin anlaşıldığını, Davalı banka tarafından tereke tespit dosyasına gönderilen evraklar içerisinde yer alan “Gönderi Takibi” başlıklı PTT barkod sorgusuna göre; mevduatın TMSF’ ye devredilmeden önce müteveffa …’a usulüne uygun tebligat yapılmadığını, çıkarılan tebligatın sorgulanmasında önce “iade- tanınmıyor” yazdığını, sonrasında “Hükmi Şahsın Memur/müstahdemine Teslim” ifadeleri kullanıldığını, müvekkillerin miras bırakanı …’ın gerçek şahıs olduğunu, . ..’ın 01.01.2013 tarihinde vefat ettiğini, oysa …’a gönderilen tebligatın 25.01.2013 tarihinde postaya verildiğini, yani davalı banka tarafından bildirim amaçlı çıkarılan tebligat …’ın ölümünden sonra tebliğe çıkartıldığını ve tebliğ edildi gibi işlem yapıldığını, oysa tebligatın postaya verildiği ve devir işleminin yapıldığı esnada müteveffanın hayatta olmadığını, hayatta olmayan bir kişiye tebligat yapılamayacağını ve eğer yapılmışsa bu durumun hukuka aykırı olacağını, tebligat yapılacak olan kişi vefat edince tebligatın mirasçılarına yapılması gerektiğini, Banka çalışanları tarafından müteveffanın MERNİS adresinin sorgulanması durumunda zaten …’ ın o tarihte hayatta olmadığının ortaya çıkacağını, dolayısı ile yapılan devir işleminin hukuka aykırı olduğunu öne sürerek müteveffaya ait hesaptan usulüne aykırı olarak TMSF’ ye devredilen 47.894,26 CHF’nin TMSF’ ye devir tarihi olan 26.06.2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Dava konusu paranın müteveffa …’ın hesabından TMSF’ye usulüne uygun olarak aktarıldığını, dolayısıyla TMSF nezdinde bulunan bir para için müvekkili banka aleyhine dava ikame edilmesinde husumet eksikliğinin mevcut olduğunu, Bu nedenle huzurdaki davanın, müvekkili bankanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddinin gerektiğini, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 62. maddesi gereğince ….’a ait hesap 10 yıllık zamanaşımına uğradığını, Dava dilekçesinde ileri sürülen, müvekkili ..nin Kurtuluş Şubesi nezdindeki … numaralı vadeli mevduat hesabında da, kanun maddesine istinaden 10 yıl boyunca hiçbir işlem yapılmadığını ve usulüne uygun olarak hesapta bulunan tutar TMSF’ye devredildiğini, davacının HMK 194 somutlaştırma yükümlülüğünün mevcut olduğunu, ancak bunun aleyhine davrandığını, müvekkili bankanın uyuşmazlık konusu olayla ilgili tebligat işlemleri kanunlara uygun olduğunu, Bankalar nezdindeki her türlü mevduat, emanet ve alacaklardan hak sahibinin en son talebi, işlemi ya da herhangi bir yazılı talimatı tarihinden başlayarak 10 yıl içinde aranmayanların zamanaşımına tabi olduğunu, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun zamanaşımı kenar başlıklı 62. maddesi gereğince, 10 yıllık zamanaşımı akabinde ilgili tutarın TMSF’ye devredilebilmesi için (i) banka tarafından hak sahibine ulaşılamaması halinde ve (ii) yapılacak ilanı müteakiben olmasının gerektiğini, Müvekkili …’nin Kurtuluş Şubesi’nde …’a ait, son işlem tarihi 20.08.02 olan …0 hesap numaralı ve bakiyesi 47864,26 CHF olan meblağ 26.06.13 tarihinde TMSF’ye zamanaşımına uğraması nedeniyle devredildiğini, 25.01.13 tarihinde PTT kanalıyla RR02786322147 barkod numaralı… adına iadeli taahhütlü tebligat ile konuyla ilgili bildirim yapıldığını, Müvekkili banka nezdindeki zamanaşımı listeleri, 01.02.13-31.05.13 tarihlerinde müvekkili bankanın internet sitesinde yayınlandığını, Müvekkili bankaya ait zamanaşımı listeleri 01.02.13-31.05.13 tarihleri arasında TMSF internet sitesinde yayınlandığını, TMSF yönetmeliğine göre ilan talebi tarihindeki Basın İlan Kurumu listelerindeki tirajı en yüksek ilk beş gazeteden ikisinde Basın İlan Kurumu aracılığıyla iki gün süreyle (11.02.13-12.02.13) Sözcü ve Posta gazetelerinde ilan olarak yayınlandığını, Müteveffa …a yapılan tebligat, ptt sorgusuna göre hükmü şahsın memur/müstahdemine teslim edildiğini,. bila tebliğ dönen bir tebligat söz konusu olmadığını, Tebligat Kanunu’nun 13’üncü maddesine göre geçerli bir tebligat söz konusu olduğunu, dolayısıyla müvekkili bankaya atfedilecek herhangi bir kusur bulunmadığını, müvekkili banka, müteveffa …’ın vefatını planlayıp bu şekilde iradi bir bildirimde bulunmadığını, Böyle bir iddianın ne mantıklı olduğunu, ne de kabul edilebileceğini, Müvekkili banka tarafından 2002 yılına ait zamanaşımına uğrayan tüm mevduatın, Yönetmeliğin 8’inci maddesinin ikinci fıkrasında açıkça düzenlendiği üzere, ‘izleyen takvim yılının Ocak ayı sonuna kadar iadeli taahhütlü mektupla uyarmak zorundadır’ şeklinde belirtildiğini, davacıya da ilgili bildirim izleyen yılın Ocak ayı olan 25.01.13 tarihinde PTT kanalıyla iadeli taahhütlü bildirim tebliğe çıkarıldığını, Davacının bir diğer asılsız iddiasının ise, ‘tebliğ edilmiş gibi işlem yapılmıştır’ şeklindeki ilginç, kabul olunamaz ve mesnetsiz iddiası olduğunu, Zira 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun ‘hükmi şahısların memur ve müstahdemlerine tebligat’ kenar başlıklı 13’üncü maddesi bizzat müvekkil banka tarafından gerçekleştirilen tebligatın geçerli olduğunu tasdik ettiğini, Gönderinin üzerindeki barkoddan da PTT kayıtlarında yapılan sorguya göre de gönderi ‘hükmi şahsın memur/müstahdemine teslim’ şeklinde tebliğ edildiğini, Ortada PTT tarafından geçerli bir tebligat işlemi varken, davacının yukarıda andıkları şekildeki asılsız iddialarını kabul etmenın mümkün olmadığını, Davacı iddiaları, PTT ve T.C. Tebligat Hukuku’na halel getirecek düzeyde aşağılayıcı ifadeler olduğunu, Bu nedenle kabulünün mümkün olmadığını, Yine PTT sorgusunda açıkça görüldüğü üzere, tebliğ edilen kişinin isimlerinin baş harfleri de aynen şu şekilde ifade olunduğugnu; M****** N***. Dolayısıyla, bila tebliğ dönen herhangi bir bildirim bulunmadığını, Davacının dilekçesi ekinde sunduğu 2014/1040 Karar numaralı Yargıtay ilamında, bila tebliğ dönen bildirim üzerine Yargıtay ilk derece mahkemesi kararını bozduğunu, Ancak huzurdaki olayda bila tebliğ dönen bir bildirim bulunmadığını, Davacının diğer sunduğu 2015/11821 Karar numaralı Yargıtay kararında da ihtarın bila tebliğ dönmesinin akabinde bankanın Mernis’ten araştırma yapması gerektiğine yönelik görüşe ve karara varıldığını, Dolayısıyla her iki kararda da Yargıtay tarafından temel alınan koşul, bildirimin tebliğ edilip edilmediğini, Zira tebliğ edilemediği için de Yargıtay ilgili yerel mahkeme kararlarını bozduğunu, Ancak huzurdaki davada bila tebliğ dönen bildirim bulunmadığını, aksine Tebligat Kanunu’nun 13’üncü maddesine göre M****** N*** isimli şahsa ilgili bildirimin tebliğ edildiği açık bir şekilde görüldüğünü, . Bu yönde dava dilekçesinde de ikrar mevcut olduğunu, Dolayısıyla, müvekkili banka tarafından 10 yıllık zamanaşımının ön koşulları oluştuğunu ve mevduat TMSF’ye devredildiğini, netice itibarıyla müteveffa …’ın vefatı ile 10 yıllık zamanaşımı neticesiyle mevduatın TMSF’ ye devrinin yakın tarihlerde gerçekleşmesinın başlı başına bir rastlantı olduğunu, Her iki vakıanın da birbirinden tamamen bağımsız şekilde gerçekleşen iki farklı hadise olduğunu, …, PTT tebligatının iletildiği tarih olan 01.02.13 tarihinde yaşıyor olsaydı, aynı bildirimi bizzat kendisinin edineceğini, davacıların, kendi kusurları nedeniyle kaçırdıkları ve takip etmedikleri mevduat nedeniyle davayı son derece kötü niyetli olarak ikame ettiklerini, gerçekten bir kişi de değil, tam dört kişi olan davacıların, yaklaşık 7 (yedi) ay bir zaman dilimi boyunca ve yukarıda yazdığımız diğer kıstaslara rağmen uyuşmazlık konusu mevduatı fark etmemelerinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, Dolayısıyla kötü niyetli olarak işbu davayı ikame ettiklerinden, davacılar aleyhine kötü niyet tazminatına hükmedilmesinin gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ:
İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından verilen 13/11/2017 tarih ve 2017/334 Esas – 2017/975 Karar sayılı gerekçeli kararı ile;
” … Davanın banka mevduat hesabında bulunduğu iddia edilen paranın iadesi talebi olduğu, davacıların murisinin iddia edilen hesabının ticari bir hesap olduğu ya da murisin tacir olduğunun ileri sürülmediği, bu durumda murisin bir hesabı var ise ancak bireysel hesap olarak değerlendirilebileceği, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 3/l bendi ile hizmet sağlayan ile hizmetten yararlanan arasında aktedilmiş bankacılık hizmet sözleşmelerinin de tüketici işlemi olarak açıkça sayıldığı, davacıların murisinin kanun kapsamında bireysel müşteri mahiyetinde tüketici, davalının da hizmeti sağlayan sağlayıcı olduğu, somut uyuşmazlığın da kanun kapsamında kalan tüketici işleminden kaynaklandığı, aynı yasanın 73. maddesinde tüketici uyuşmazlıklarına tüketici mahkemesinde bakılacağının düzenlendiği. Bununla beraber aynı yasanın 83/2. maddesi “Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu işlemler ile ilgili diğer kanunlarda düzenleme olması, bu işlemin tüketici işlemi sayılmasını ve bu Kanunun görev ve yetkiye ilişkin hükümlerinin uygulanmasını engellemez.” hükmü ile tüketici işlemlerinden kaynaklanan her türlü ihtilafın tüketici mevzuatına göre çözümleneceğinin kesin hükme bağlandığı, 6100 sayılı HMK’ nın 1. maddesine göre, görevin kamu düzeninden olup resen nazara alınması gerektiği gerekçeleri ile; ” Mahkemenin görevsizliğine dosyanın İstanbul Tüketici Mahkemesine gönderilmesine” karar verilmiş ve verilen karara karşı, davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:
Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle;
Davacıların, TMSF’ ye devredilen hesapta bulunan tutarın iadesini talep ettiklerini ancak davacıların müvekkil bankadan talep ettiği bedelin tüketiciye yönelik işlemden kaynaklanmadığını, davacının ikame etmiş olduğu davanın, tüketici işlemi ile ilgili olmadığından görevli mahkemenin Tüketici Mahkemeleri değil, Asliye Ticaret Mahkemeleri olduğunu, TKHK m. 2,’ nin ” Bu Kanun, her türlü tüketici işlemi ile tüketiciye yönelik uygulamaları kapsar. ” ifadesi ile söz konusu kanunun kapsamının, tüketici işlemi ile tüketiciye yönelik uygulamalar olduğunu ortaya koymakta olduğunu, TKHK m. 73′ ün ise hangi ihtilaflarda tüketici mahkemelerinin görevli olduğunu düzenlediğini,Davada ileri sürülen istemin, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunda düzenlenmediğini, söz konusu olayın bankacılık teamülüne ilişkin bir husus olması sebebiyle de görevli mahkemenin Asliye Ticaret Mahkemeleri olması gerektiğini, Huzurdaki davanın, Bankacılık Kanunu’ nun genel hükümleri çerçevesinde açılmış bir dava olduğunu, Türk Ticaret Kanunu madde 4/f : “ … f) Bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerde, öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılır…” ; Türk Ticaret Kanunu madde 5/1: ” Aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesi tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevlidir…” ) de dikkate alındığında, huzurdaki davanın Ticaret Mahkemelerinde görülmesi gerektiğini belirterek yerel mahkeme kararının ortadan kaldırılmasına, müvekkil banka aleyhine ikame edilen davanın görevli Asliye Ticaret Mahkemesi’ nde görülmeye devam etmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İNCELEME VE DEĞERLENDİRME:
HMK 355. maddesine göre istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak, kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır.
Temel uyuşmazlık konusu, davacıların murisine ait olup davalı tarafından 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 62.maddesine istinaden 24/06/2013 tarihinde devredilen mevduatın devrinin usul ve yasaya uygun olup olmadığı, bu bağlamda davalının bu mevduatı mevduat sahibinin mirasçıları olan davacılara iade etme yükümlülüğü bulunup bulunmadığı noktasındadır. İstinaf açısından uyuşmazlık konusu ise davaya hangi mahkemenin bakmakla görevli olduğu, bu bağlamda mahkemece verilen kararın usul ve yasaya uygun olup olmadığı noktalarındadır. Görevli mahkemenin belirlenebilmesi için davacıların murisi ile davalı arasındaki ilişkinin mahiyeti belirlenmeli, davacıların isteminin baskın yönü doğrultusunda bankacılık işlemi mi yoksa tüketici işlemi dahilinde mi değerlendirilip değerlendirilemeyeceği analiz edilmelidir. Mevduat hesabına ait bankadan kayıtlar getirtilmemiş olmakla birlikte davalı banka tarafından sunulan kayıtlara göre …’ a ait 049 kodlu şube de bulunan 47.864,26 CHF döviz mevduatı, 24/06/2013 tarihinde TMSF’ ye devredilmiş görülmektedir. 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’un 3/1- k maddesindeki tanıma göre “tüketici”, ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişi olarak, 3/1-l maddesine göre ise “tüketici işlemi”, mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere, ticari veya mesleki amaçlarla hareket veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekalet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dahil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlem olarak ifade edilmiştir. Yine anılan yasanın 73/1 maddesinde, tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda Tüketici Mahkemelerinin görevli olduğu, 83/2. maddesinde ise taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu işlemler ile ilgili diğer kanunlarda düzenleme olmasının bu işlemin tüketici işlemi sayılmasını ve bu kanunun göreve ve yetkiye ilişkin hükümlerinin uygulanmasını engellemeyeceği hükme bağlanmıştır.
Somut olayda; davanın 06/04/2017 tarihinde açılmış bulunmasına, davacıların mirasçı sıfatıyla açtıkları davada murisin sıfatı itibariyle tüketici olması ve ihtilafın tüketicinin taraf olduğu bankacılık işleminden kaynaklanmasına göre, görevli mahkeme tüketici mahkemesidir.
Bununla birlikte Yargıtay 11.HD’nin 14/05/2018 tarih ve 2016/11305 E-2018/3488 K sayılı kararında bu nitelikte bir davaya tüketici mahkemesince bakılması gerektiği ifade edilmiştir.
Sonuç olarak ilk derece mahkemesince verilen karar usul ve yasaya uygun olup istinaf nedenleri yerinde olmadığından, davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’ nun 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Harçlar Kanunu gereğince taraflarca yatırılan 98,10 TL istinaf başvuru harcının hazineye gelir kaydına,
3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 44,40 TL istinaf karar harcından, davalı tarafından istinaf aşamasında peşin olarak yatırılan 35,90 TL harcın mahsubu ile bakiye 8,5 TL harcın davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,
4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden davalı üzerinde bırakılmasına,
5-Artan gider avansı varsa yatıran tarafa iadesine,
6-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 30/01/2019 tarihinde HMK’ nun 362/1-a maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.