Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2018/289 E. 2018/1107 K. 15.11.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/289 Esas
KARAR NO : 2018/1107 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME : KOCAELİ 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 17/01/2018
DOSYA NUMARASI : 2016/1076 Esas – 2018/21 Karar
DAVA : Şirket Ortaklığının Feshi
KARAR TARİHİ: 15/11/2018
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
Davacı vekili dava dilekçesi ile, davalı şirketin %25 hissedarı olan müvekkilinin 2008 yılından yatalak hasta olduğunu, hastalık sürecinden sonra diğer üç ortak olan kardeşlerinin sahte imzalar ile yönetim kurulunda ve genel kurullarda sanki müvekkili katılmış gibi işlem yaptıklarını, yaptıkları işlemlerde kendi lehlerine ve müvekkili aleyhine işlemler yaptıklarını, müvekkilinin diğer ortaklar ile aynı oy kullanmış gibi gösterildiğini, güvenin kötüye kullanıldığını, müvekkiline kar payı dağıtılmadığını, şirket ile ilgili bilgi ve belgelerin müvekkili ile paylaşılmadığını, rekabet yasağına aykırı hareket edildiğini, anlatılan nedenlerle diğer ortakların usulsüzlük yapmaları, ortaklığın çekilmez hale gelmesi, müvekkilinin ortaklıktan beklediği faydaların ortadan kalkması nedeniyle davalı şirketin TTK 531 madde uyarınca feshine, haklı sebeplerin ağırlığı feshi gerektirmemekle birlikte ortakların, ortaklığın ve üçüncü kişilerin menfaati gereği duruma uygun ve kabul edilebilir bir çözüm yöntemi olarak ortaklığın asimetrik olarak bölünmesine, buna da karar verilmez ise payın gerçek değerinin ödenerek ortaklıktan çıkartılmaya karar verilmesini, ayrıca tedbiren davalı şirkete kayyım atanmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesi ile; Yetki itirazında bulunmuş yetkili mahkemenin Ticaret Mahkemesi sıfatıyla Körfez Asliye Hukuk Mahkemesi olduğunu, dava dilekçesinde ileri sürülen hususların kanuni dayanakları bulunmadığı, genel kurulların usulüne uygun yapıldığını, davacının 24/04/2014 tarihine kadar yönetim kurulu üyesi olduğu, bu tarihten sonra yönetim kuruluna asaleten veya vekaleten katılmadığını, 2002 yılında geçirdikleri büyük yangın sebebiyle 24/04/2011 ve 26/04/2011 tarihli genel kurulda yönetim kurulu üyelerine ücret ödenmemesi kararı alındığını, bu nedenle kar dağıtımı yapılmadığını, Antalya’da bulunan Antgaz isimli şirketin başında yıllardır davacının bulunduğunu ve buradan elde ettiği kazancı kendi kişisel menfaatlerine kanalize ettiğini, davacının iddia ettiği gibi Asbir şirketine sermaye aktarılmadığını, şirketin TTK hükümlerine uygun şekilde yönetildiğini ileri sürerek davanın reddini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ:
Kocaeli 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 17/01/2018 tarih ve 2016/1076 Esas – 2018/21 Karar sayılı gerekçeli kararı ile;
” … kar payı dağıtımı için genel kurul kararı alınması gerekmektedir. Davacınında temsilen katıldığı toplantıda bu konuda alınmış bir karar bulunmamaktadır. Davacının bu konunun gündeme alınması talebi de olmamıştır.
Davalı şirket hiç bir dönemde organsız kalmamıştır. Kar eden durumda olan bir şirketin fesih ve tasfiyesi için haklı sebeplerin bulunmadığı kabul edilmiştir.
TTK’ nun 531. maddesinde haklı feshin şartlarının gerçekleşmesi halinde mahkemece fesih yerine başka bir tedbire karar verilebileceği düzenlenmiştir. Azınlığın haklarını korumak için getirilen bu maddeye göre bir karar verilebilmek için azınlık haklarının ihlal edilmesi gerekir. Haklı fesih sebeplerinin varlığı ispat edilmediği gerekçesi ile mahkememizce haklı fesih şartlarının oluşmadığı kabul edildiğinden maddedeki diğer seçeneklerden dava dilekçesinde yer alan bölünme, ana sözleşme değişikliği, ortaklıktan çıkarma gibi çözüm önerilerinin uygulanmasına da gerek görülmemiştir. Çünkü bu çözüm önerileri fesih için haklı sebebin bulunması şartına bağlıdır. Ayrıca anonim şirketlerde doğrudan doğruya ortaklıktan çıkma davası da açılmaz. Şirket ortaklığından çıkmak isteyen ortak payını devreder. Netice olarak davacının dava dilekçesindeki tüm taleplerinin reddine…” karar verilmesi gerektiği gerekçeleri ile;
” Açılan davanın REDDİNE, … ” karar verilmiş ve verilen karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:
Davacı vekili istinaf dilekçesi ile;
Yerel Mahkeme tarafından gerekli ve yeterli araştırma ve inceleme yapılmadan davanın reddine karar verildiğini, işbu kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, bu nedenlerle bozularak ortadan kaldırılması ve talepleri doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmesini talep ettiğini,
TTK madde 531′ in Anonim Şirket bakımından haklı sebebi bir ölçüt olarak almakla birlikte hangi durumların haklı neden oluşturduğu hususunda bir açıklama getirmediğini, bu şekilde somut olayın şartları ve taraflar arasındaki menfaat dengesi göz önünde bulundurularak ihtiyaçlara uygun bir çözüm bulma olanağı tanındığını, haklı sebebe sonuç bağlanan hükümlerin Medeni Kanun madde 4. uyarınca hakime takdir yetkisi tanınan haller içerisine girmekte olduğunu, bu hususun doktrinde ” haklı sebep kavramının nisbiliği ” olarak ifade edildiğini,
Davacı şirketin ve şirkette hakim konumda bulunan ortakların aşağıda zikredeceğimiz işlemleri davacı müvekkilimizin ortak olma sıfatından kaynaklanan birtakım haklarını ihlal ettiğini ve ortaklığın devamını davacı açısından çekilmez hale getirdiğini,
Ortaklığın, kâr elde etmediği takdirde kâr dağıtarak sermayenin iadesi anlamına gelecek ödemelerden kaçınması gerektiğini, buna karşın kâr elde ettiği zamanlarda ise pay sahiplerine kâr payı ödemesinden kaçınmaması gerektiğini, ancak davalı şirketlerin kuruldukları günden bu yana müvekkili …’na hiç kar payı dağıtmadığını,
Anonim ve diğer ticaret ortaklıklıklarının yalnızca ekonomik amaçlarla kurulabileceği ve kar elde etme amacı gütmesinin zorunlu olduğu göz önünde bulundurulduğunda; ortağın kar payı hakkının, dava konusu olduğu şekilde ortaklık kurulduğundan beri hakim durumda bulunan diğer ortaklarca sistematik olarak tamamen engellenmesinin bu hakkın özüne dokunularak fiili olarak tamamen ortadan kalkması sonucunu doğurduğunu,
Ortaklıklarda hakim konumda bulunan kardeşlerinin, uzunca bir süreden bu yana genel kurulun kar payı dağıtma görüşmelerinde kar payı dağıtılmaması yönünde oy kullanmakta ve kar payı dağıtımını engellemekte olduklarını, bu durumun davacı müvekkili bakımından, büyük miktardaki yatırımlarının atıl hale gelmesine ve fiili olarak semeresiz kalmasına neden olduğunu ve ortaklığı çekilmez hale getirdiğini, diğer olgularla birlikte müvekkilinin ortaklığın devam etmesinde hiçbir menfaatinin kalmamasına neden olduğunu,
Şirketin dört ortağından müvekkili dışındaki üçünün Yönetim Kurulu üyesi olarak şirket yönetiminde söz sahibi olduklarını, diğer ortakların yönetici olmanın sağladığı huzur hakkı vb. mali getirilerden de faydalanmakta olduklarını, bunun yanında yönetim kurulunun yetkisinde olan toplantılara çağırma hususunda usulsüz tebligatlarla müvekkili davet edilmeksizin genel kurul yapılmasını ve bu şekilde kararlar alınmasını sağlamakta olduğunu,
Müvekkilinin ise yönetim kurullarında temsil edilmediği için hem şirketlerden maddi bir getiri elde edemediğini, hem de yönetim kurulunun kendisi aleyhine hareket etmesinin önüne geçemediğini, bu durumun da ortaklıkların devamında müvekkili açısından hiçbir menfaat kalmamasına neden olduğunu,
Ortaklığa dair hakları sürekli olarak blok halinde hareket eden diğer ortaklarca engellenen müvekkili açısından ortaklığın devam etmesi için herhangi bir neden kalmadığını,
Uzun yıllar boyunca rekabet yasağını ihlal eden yönetim kurulu üyelerinin ortağı olduğu Asbir Şirketi ve yönetim kurulu üyelerine karşı davalı şirket tarafından TTK madde 396 uyarınca şirketin menfaatlerinin korunması adına dava açılması gerektiğini,
TTK madde 336 düzenlemesine göre; davanın rekabet yasağını ihlal etmeyen yönetim kurulu üyesi tarafından haksız rekabetin öğrenilmesinden itibaren 3 ay içerisinde açılması gerektiğini, ancak davalı şirkette rekabet yasağını ihlal etmeyen Yönetim Kurulu üyesi bulunmadığını, bu halde şirket adına dava açılabilmesi amacıyla TTK madde 396 karşısında işlevsiz hale gelen Yönetim kuruluna kayyım atanması gerektiğini, TMK m. 427/4 hükmüne göre “bir tüzel kişi gerekli organlarından yoksun kalırsa ve yönetim başka yoldan sağlanamazsa….” Tüzel kişiye kayyım atanabileceğini,
TTK madde 396/2 düzenlemesi ile TMK madde 427/4 düzenlemesi bir arada değerlendirildiğinde davalı şirkete kayyım atanması gerekliliğinin ortada olduğunu,
Davalı şirketlerin yönetici organlarının şirketin menfaatlerinin korunması hususunda işleyemez konuma geldiğini, şirket ortaklarının tamamının ve şirket menfaatinin korunması amacıyla dava süresince şirket işlerinin kayyım tarafından idare edilmesi gerektiğini beyanla;
Kocaeli 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 17.01.2018 tarih 2016/1076 Esas – 2018/21 K. sayılı kararının duruşma yapılarak istinaf yoluyla incelenerek kaldırılmasına ve talep doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
İNCELEME VE DEĞERLENDİRME:
Dava, Anonim Ortaklığının feshine ilişkindir.
HMK’ nun 355. maddesine göre istinaf incelemesinin istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılacağı; ancak, bölge adliye mahkemesinin kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözeteceği düzenlenmiştir. HMK’ nun 355. maddesine göre, davacının istinaf başvurusunun incelenmesinde;
Somut olayda, davacının vasisi tarafından davalı şirket hakkında şirket ortaklığının feshi davası açabilmesi için, dava tarihinde yürürlükte bulunan 4721 sayılı TMK’nun 462. maddesi uyarınca, vesayet makamından izin alınıp alınmadığı dosya içeriğinden anlaşılamadığı gibi, vesayet altındaki davacıyı temsilen vasisi tarafından açılan davada, dava dilekçesi ekinde vasi tayinine ilişkin mahkeme ilamı ibraz edilmediği anlaşılmaktadır.
Vesayet dairelerinin yetkilerine ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla vasi, vesayet altındaki kişiyi bütün hukuki işlemlerinde temsil eder. ( TMK 448. md.)
743 sayılı TMK 405/8 maddesi, sulh hukuk mahkemesinin iznine tabi tutulan işler arasında (derhal alınması gereken geçici tedbirler müstesna olmak üzere) husumeti de saymış; böylece gerek vesayet altındaki kişi adına vasi tarafından dava açılabilmesini gerekse de vesayet altındaki aleyhine açılmış bir davada kısıtlının vasi tarafından temsil edilebilmesini vasinin sulh mahkemesinden izin alması koşuluna bağlamıştır. 4721 sayılı TMK’nun 462/8. maddesi de, vasinin vesayeti altındaki kişi adına dava açabilmesini vesayet makamının iznine tabi kılmış olup; 743 sayılı TMK’dan farklı olarak, vesayet altındakine karşı açılmış olan davalar yönünden bu izin koşulunu kaldırmıştır.
Anılan her iki kanuna göre de, konusu ve türü ne olursa olsun vasinin,vesayeti altındaki kişi adına herhangi bir davayı açabilmesi, her halükarda bu konuda vesayet makamından izin almış olması koşuluna bağlıdır. Bu koşul vesayet altındakinin çıkarlarını korumak amacına yönelik olup, o konudaki hukuksal düzenlemeler çerçevesinde kazanılma şansı bulunmayan bir davanın açılmasını ve böylece vesayet altındaki kişinin böylesi bir dava nedeniyle zarara uğramasını engellemek için öngörülmüştür.
Dolayısıyla bu konu kamu düzenine ilişkindir ve bu nedenle de, herhangi bir dava da vasinin bu yönde izin almış olup olmadığı hususu, mahkemece ve İstinaf incelemesinde resen gözetilmelidir.
Vasinin izin almaksızın dava açması durumunda, mahkemece, vasiye bu yönde ilam alıp sunmak üzere uygun bir süre verilmesi gerekir, bu husus yerine getirilmeden yargılama yapılarak davanın sonuçlandırılması kanuna aykırıdır.(HGK 2005/21-195 E. 2005/209 K. 30.03.2005 gün)
Bu nedenle mahkemece yapılması gereken iş; vasiye bu davayı açıp takip etmesi konusunda vesayet makamından izin alması ve buna ilişkin ilamı dosyaya sunması için uygun bir süre verilerek iznin alındığına dair ilam sunulduğu takdirde davaya devamla esas hakkında hüküm kurulması, aksi takdirde davanın bu nedenle reddine karar verilmesidir.
Bu durumda mahkeme kararı Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin emsal nitelikteki 2016/19183 Esas, 2018/6741 Karar sayılı ilamının aksine mahkemece, kamu düzenine ilişkin bu husus gözardı edilerek, yazılı şekilde esas hakkında karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu, 6100 sayılı HMK 353/1-a-4. maddesinde belirtilen ” Diğer dava şartlarına aykırılık bulunması” durumunda, davanın esası incelenmeden kararın kaldırılmasına ve belirtilen eksiklik tamamlanarak, davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye gönderilmesine karar vermek gerektiğinden, yapılan istinaf incelemesi sonucu, bu husus re’sen gözetilmek suretiyle HMK’nin 353/1-a-4. maddesi uyarınca, mahkeme kararının kaldırılmasına, yukarıda belirtildiği şekilde işlem yapılarak oluşacak sonuca göre karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine dair karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Kocaeli 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 17/01/2018 tarih 2016/1076 Esas 2018/21 Karar sayılı kararının HMK 353/1-a4 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA ve dosyanın mahkemesine İADESİNE,
2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf yönünden davacı tarafından yatırılan 98,10.TL başvuru harcının gelir kaydına, 35,90.TL karar harcının talep halinde iadesine,
3-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine,
4-Kararın ilk derece mahkemesi tarafından taraflara tebliğe gönderilmesine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 15/11/2018 tarihinde HMK 353/1-a4. maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.

.