Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2018/1838 E. 2020/540 K. 14.05.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/1838 Esas
KARAR NO : 2020/540 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEME : İSTANBUL 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 08/05/2018
DOSYA NUMARASI : 2017/529 Esas – 2018/412 Karar
DAVA: İtirazın İptali
KARAR TARİHİ: 14/05/2020
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, davacı banka ile dava dışı …. San. ve Tic. A. Ş arasında imzalanan Genel Kredi Sözleşmelerine istinaden…’ye nakit ve gayri nakit krediler kullandırdığını, işbu davadaki davalıların ise … A.Ş’ye kredi sözleşmesi kapsamında, kullandırılan ve kullandırılacak krediler sebebiyle, imzalanmış olan 250.000,00 TL limitlik kefaletnameler ile müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatıyla yükümlülük altına girdiklerini, dava dışı … A.Ş ile davacı banka arasında akdediler sözleşmeler kapsamında, kredi borçlusunun davacı bankadan kullanmış olduğu kredilerin geri ödemesinde temerrüde düştüğünü ve davacı bankanın davalılara kullandırmış olduğu kredileri tahsil edememesi sebebiyle kredi borçlusunun hesaplarının kat edildiğini, bu kapsamda dava dışı kredi borçlusu ve davalılara hesap kat ihtarnamesi keşide edildiğini, davalı borçluların icra takibi kapsamında kendilerine gönderilmiş olan ödeme emrinde yer alan davacı banka alacağına alacağın yargılama gerektirdiği gerekçesi ile kötü niyetli olarak itiraz ettiklerini, davalıların faize yönelik itirazlarınında yasal dayanaktan yoksun ve kötü niyetli olduğunu, davalıların kötü niyetli olarak temerrüt faiz oranına da haksız olarak itiraz ettiklerini, borca ve faize yönelik işbu itirazların kanuna aykırı olduğunu itirazların iptali ile takibin devamına karar verilmesi gerektiğini, davalılardan (kefiller) talep edilen miktarın, dava dışı kredi borçlusunun davacı bankadan kullanılmış olduğu temerrüt kapsamındaki ödenmeyen kredilerin tamamı değil davalıların kefalet limiti dahilinde olduğunu iş bu kefalet limiti 250.000,00 TL olup davalılardan fazlasının talep edilmediğini bu bakımdan davalıların ana paraya ilişkin itirazlarının mesnetsiz olduğunu iş bu itirazların iptali ile takibin devamına karar verilmesi gerektiğini, borçluların haksız ve kötü niyetli ve tamamen takibi sürüncemede bırakma maksatlı itirazlarının iptali ve takibin devamı ile birlikte ayrıca borçlular aleyhine %20’dan aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesini, icra takibinin açıldığı tarihten tahsil tarihine kadar geçecek süre için Türk Lirası anapara alacağı üzerinden hesaplanacak %52.50 temerrüt faizi ve % 5 BSMV vergisinin borçlulardan tahsiline karar verilmesini dava ve talep etmiştir.Davalı vekili cevap dilekçesi ile, dava konusu icra takibinin başlatılmasından sonra yaptığı araştırmalar neticesinde 23.01.2012 tarih ve K1 … no.lu genel kredi sözleşmesinin tarafı olan … A.Ş’ye bu sözleşme uyarınca herhangi bir kredi kullandırılmadığı ve fakat bu tarihten yaklaşık iki sene sonra müvekkillerinin kefaleti olmaksızın davacı banka ile dava dışı …. A.Ş. arasında imzalanan yeni bir kredi sözleşmesi doğrultusunda kredi hesabı açıldığını ve dava dışı … A.Ş.’ ye kredi kullandırılmış olduğunu öğrendiğini, işte bu yeni kredi sözleşmesinden doğan borcun ödenmemesi nedeniyle, iş bu kefalet sözleşmesi uyarınca müvekkilerinin de sorumluluğuna gidildiğini, davacı bankanın başka kredi sözleşmeleri üzerinden borçluya kredi kullandırması halinde doğan borçtan, eski kredi sözleşmesinin kefilinin yeni sözleşmelerde imzası yoksa sorumlu tutulamayacağını, 23.01.2012 tarih ve “kefaletname” başlıklı belgenin, çok açık bir ifade ile 23.01.2012 tarih ve … no.lu genel kredi sözleşmesine bağlandığını ve bu sözleşmenin eki olduğunun belirtildiğini, ancak davacı banka ile dava dışı … A.Ş arasında böyle bir sözleşme imzalanmadığını ve dava/takip konusu borcun, bu sözleşmeden doğmadığını dolayısıyla müvekkillerinin kefil olduğu sözleşme nedeniyle herhangi bir kredi kullandırılmadığından veya kullandırılan kredi borcu doğmadığından ve borç ilişkisi ortadan kalktığından, fer-i bir sorumluluk doğuran kefalet sözleşmesinin de hükümsüz hale geldiğini, sonuç olarak öncelikle icra dosyasından uygulanan ihtiyati haczin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 389 vd. Maddeleri uyarınca durdurulmasını ve şirketin ticari faliyetlerine sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi açısından banka hesaplarına konulan blokeler ile araçların üzerindeki yakalama şerhlerinin kaldırılmasını, müvekkillerinin aleyhinde ikame edilen haksız ve hukuki dayanaktan yoksun davanın reddine, davacı banka aleyhinde %20’den aşağı olmamak kaydıyla kötü niyet tazminatına hükmedilmesine, yargılama giderleri ve avukatlık ücretinin davacı banka üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 08/05/2018 tarih ve 2017/529 Esas – 2018/412 Karar sayılı kararında; “Somut olayda hukuki ihtilaf davacının ” takibe konu ettiği ” alacaktan davalı yanın sorumlu olup olmadığı noktasındadır. Davacı ile dava dışı kredi borçlusu …A.Ş. arasında 2 ayrı genel kredi sözleşmesi imzalandığı tarafların sunduğu sözleşmelerden anlaşılmaktadır. 1. Nolu sözleşme 23.1.2012 tarihli olup davalılar kefaletname imzalamak sureti ile 250.000 TL limitle kefil olmuşlardır. Kefaletnamenin 2. maddesinde açıkça yazıldığı üzere “….23.01.2012 tarih ve … nolu genel kredi sözleşmesi ve bağlı 2 adet eks sözleşmeden ibarettir. ” Ancak davacı ile dava dşı şirket arasında imzalanan … nolu sözleşme 12/08/2014 tarihli bir sözleşme olup davalılar bu sözleşmede kefil veya müşterek borçlu değildir. Davacı yanın hesap kat ihtarı incelendiğinde 2017 yılında kullandırılan kredilerin ödenmemesi nedeni ile ihtarname gönderildiği görülmektedir. Davacı yan ikinci bir sözleşme yaparak ve 2. GKS için ayrı bir kefaletname alarak yeni bir akdi ilişkiyi aynı borçlu ile ve fakat farklı teminatlarla kurmuş bulunmaktadır. Dosyamız davalıları ile ilgili olarak kefaletnamelerinde ayrıca ve açıkça K1 nolu sözleşmeye atıf yapılarak sadece K1 nolu sözleşmenin borçlarından sorumlu olacakları bağıtlanmıştır. Davacı yana, dava açıldığı tarihten nihai karar verildiği tarihe kadar eğer varsa ilk sözleşmeden kaynaklanan bir kredi kullandırımı ve borç ekstersi sunması için mehil verilmiş ve verilen mehillerde böyle bir kredi kullanımına ilişkin belge sunulmamıştır. Zaten davacının idddiası ilk kefaletnamenin tüm kredi sözleşmelerini kapsayayacağı noktasındadır. Oysa açıklanan nedenlerle davacı ayrı ayrı kefaletnameler ve ayrı GKS ler ile tarafların hangi sözleşmelerle sorumlu olacağını bizzat kendisi belirlemiştir. Bu nedenle takibe konu edilen kredi ilişkisinde davalıların kefaleti bulunmadığından açılan dava yerinde değildir. Taraflar arasında eskiden kalan bir akdi ilişkinin varlığı mevcut olduğundan takibin haksızlığı muhakkak olmakla birlikte kötüniyetli bir takip olduğuna ilişkin ise kanaat edilmediği nedeniyle davalı yanın kötüniyet tazminatı talebi de yerinde görülmemiştir. …”gerekçesi ile, 1-Yerinde görülmeyen davanın REDDİNE, 2-Akdi ilişki mevcut olmakla takibin kötü niyetli olduğundan bahsedilemeyeceğinden davalı yanın kötü niyet tazminatı talebinin de reddine, karar verilmiş ve karara karşı taraf vekilleri tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile Davalılar vekilinin kefalet sözleşmesinin geçersizliği, kefalet sözleşmesinin usulüne uygun alınmadığı yönündeki itirazları yerinde değildir. Reddi gerekmektedir. Zira davalı borçluların sorumluluğunun sebebi olan, müvekkil bankaca alınmış kefalet sözleşmelerinin incelenmesinde görülecektir ki; işbu kefalet sözleşmeleri hukuki açıdan geçerlidir. Bu yönde yapılan iddia ve itirazlar incelemeye değer itirazlar değildir. Yerel mahkeme tarafından bu hususta teknik bir bilirkişi raporu alınmadan, eksik inceleme ile karar verilmiştir. Bu sebeple, eksik inceleme ile verilen yerel mahkeme kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekmektedir. Davalılar vekilinin dava dışı kredi borçlusunun imzalamış olduğu, 23.01.2012 tarihli genel kredi sözleşmesi gereğince kullandırılmış bir kredi söz konusu olmaması, bu sözleşmeden iki sene sonra alınan yeni bir sözleşme uyarınca dava konusu kredilerin kullandırılmış olduğu ve dolayısı ile davalıların iki sene önce imzalamış oldukları kefaletleri sebebiyle sorumluluklarının, kefaletin feriliği ilkesi gereğince kendiliğinden ortadan kalktığı itirazları da hukuki dayanaktan yoksundur. Yerel mahkemece, davalının ileri sürmüş olduğu bu yöndeki itiraza yönelik husus aynen tekrarlanmak suretiyle verilen karar hukuka aykırı olmuştur. Zira Borçlar Kanunu’nda kefaletin sona erme sebepleri, kefilin sorumluluğunun ortadan kalkma/sona ermesi halleri 598-602 maddeleri arasında tahdidi olarak sayılmış olup bunun arasında davalılar vekilinin kefilin sorumluluğunun ortadan kalkacağı şeklinde ileri sürdüğü sebep sayılmamıştır. Dolayısı ile davalılar işbu dava konusu borcun ödenmesinden sorumlu olup haksız itirazlarının kaldırılması ve takibin devamına karar verilmesi talep olunur. İstinafa konu, hukuka aykırı yerel mahkeme karar bu yönüyle de kaldırılması gereken bir karardır. Davaya konu olayımızda, davalı borçlular müvekkil banka ile dava dışı kredi borçlusu arasında kefaletlerinin bulunduğu 23.01.2012 tarihli genel kredi sözlemesinden ayrı ve daha sonraki tarihli başka bir kredi sözleşmesi daha bulunduğunu ve bu sözleşmeye istinaden kredi kullandırıldığını ileri sürmüşlerdir. Davalıların daha sonraki tarihli bir kredi sözleşmesi bulunduğu yönündeki iddiaları doğrudur. Ancak daha sonraki tarihli kredi sözleşmesinin davalıların sorumluluğunu ortadan kaldırdığı iaddiası hukuki mesnetten yoksundur. Şöyle ki; Dava dışı kredi borçlusu ile müvekkil banka arasında imzalanan 23.01.2012 tarihli 250.000,00 TL limitli ve 12.08.2014 tarihli 5.000.000,00 TL limitli iki kredi sözleşmesi vardır. Davalı borçluların sorumluluğu 23.01.2012 tarihli 250.000,00 TL limitli kredi sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. 12.08.2014 tarihli kredi sözleşmesi ise kredi borçlusu bakımından, bir önceki kredi sözleşmesinin eki ve ayrılmaz bir parçası olup kredi limit artırımı liteliğindedir. Velev ki böyle olmayıp iki ayrı ve bağımsız sözleşme olduğu kabul olunsa dahi, her bir kefaletin diğer genel kredi sözleşmesindeki kefaletlerden “bağımsız” müteselsil ve birlikte kefalet yapısı içerisinde taahhütleri mevcuttur.Somut olayda her bir genel kredi sözleşmesi içerisinde yer alan kefalet taahütleri diğerlerine bağımlı olamayan taahhütlerdir. Bu yönüyle, dava konusu olayda, zamansal olarak sonradan akdedilen ikinci genel kredi sözleşmesi ve kefalet sözleşmeleri, ilk akdedilen genel kredi sözleşmesini veya kefalet sözleşmesini değiştiren, tadil sözleşmesi niteliği taşımadığı gibi; çeşitli tarihlerde akdedilmiş birden fazla, birbirinden bağımsız genel kredi sözleşmelerinin biri için verilen kefaletler, diğerleri için verilmiş kefaletlerden bağımsızdır.Kefalet sözleşmesinin geçerliliği bakımından en önemli ilke kefalet sözleşmesi ile teminat altına alınan mevcut veya gelecekteki asıl borcun belirli veya belirlenebilir olmasıdır. Bu, kefilin fer’ iliğinin bir sonucudur. Asıl borcun belirliliği, yeterli derece bireyselleştirilmesi ile sağlanır; bu belirginleştirme için alacaklının kimliğinin veya alacak tutarının belirtilmesi şart değildir; asıl borcun belirliliğini sağlayacak ölçüde somutlaştırılması yeterlidir. Kefilin kefalet verdiği asıl borç belirli veya belirlenebilir değilse, kefalet sözleşmesi hükümsüz.Bir çerçeve sözleşme niteliğindeki genel kredi sözleşmesine kefil oldunduğu takdirde, asıl borçlu ve banka arasında, genel kredi sözleşmesinin hüküm ve sonuç doğurduğu, kurulmasından sona ermesine kadar olan dönemde akdedilecek birel (münferit) kredi sözleşmeleri ile doğacak olan borçların ve genel kredi sözleşmesinden asıl borçlu aleyhine doğan tüm borçların “asıl borcun belirliliği” şartı gerçekleştiği için kefiller sorumlu olur. Yargıtay uygulamaları da bu yöndedir. İşbu anlatılan gerekçeler ile yerel mahkemece, eksik ve hatalı inceleme yapılarak davalıların sorumluluğunu kaldırır mahiyette kanuna aykırı bir şekilde karar verilmiş olup işbu kararın istinafen incelenerek kaldırılmasına karar verilmesi gerekmektedir.Yukarıda anlatılanlardan hareketle, müvekkil banka ile dava dışı kredi borçlusu arasında iki adet kredi sözleşmesi bulunduğu; davalı borçluların 23.01.2012 tarihli 250.000,00 TL limitli kredi sözleşmesine kefil oldukları ancak 12.08.2014 tarihli 5.000.000,00 TL limitli kredi sözleşmesine kefil olmadıkları kabulümüz dahilindedir. Ancak işbu durum, tek başına davalı borçluların kefaletten kaynaklı sorumluluklarını ortadan kalkmasına sebep bir bir durum değildir. Borçluların kefaletleri her halde, devam etmekte olup (BK m. 598-602’deki şartlar mevcut olmadığından), davalıların itirazlarının kaldırılmasına karar verilmesini gerekir. Zira Yargıtay 19. HD’nin 2015/4465 Esas ve 2016/468 Karar sayılı kararı da;”Dosya kapsamında birden fazla genel kredi sözleşmesi ve bu sözleşmelerde yer alan kredi ile kefalet limitlerinin artışına dair sözleşmeler bulunmaktadır. 31.03.2004 tarihli genel kredi sözleşmesi ile bu sözleşmenin limitini arttıran (05.05.2004 tarihli) sözleşmede davalının müteselsil kefil sıfatıyla imzası bulunduğu halde 21.03.2006 tarihli genel kredi sözleşmesinde ve bu sözleşmenin limit arttırımına dair ek sözleşmelerde davalının kefaletinin bulunmadığı dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Cari hesap şeklinde işleyen genel kredi sözleşmelerinde ödeme sebebiyle borcun herhangi bir tarihte sıfırlanmış olması taraflarca aksi kararlaştırılmış olmadıkça çerçeve sözleşmesi niteliğindeki genel kredi sözleşmesini ve bu sözleşmede imzası bulunan kefilin sorumluluğunu sona erdirmez. Yine sözleşmenin imzalandığı tarihte borçlu şirketin ortağı olan kefilin sonradan şirket ortaklığından ayrılmış olması da tek başına kefaletinin sona ermesi sonucunu doğurmaz.” buyurmaktadır. Yukarıda yapılan ayrıntılı açıklamalar ve Yargıtay kararları yol göstericiliğinde, davamızın kabulü ile itirazın iptaline; takibin devamına karar verilmesi gerekir iken yerel mahkeme tarafından kanunun olaya uygulanmasında hata edilerek davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğu belirtilerek, İstinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesi ile, İlk derece mahkemesinin davanın reddi yönündeki kararının usul ve yasaya uygun olup, kararın bu kısmına ilişkin herhangi bir itirazları bulunmadığını,Ne var ki; davanın reddi yönünde son derece isabetli bir şekilde karar veren ilk derece mahkemesinin aynı kararında, taraflar arasında eskiden kalan bir akdi ilişkinin varlığı mevcut olduğundan bahisle takibin haksızlığı muhakkak olmakla birlikte kötü niyetli bir takip olduğuna ilişkin ise kanaate varılmadığı gerekçesiyle kötü niyet tazminatı taleplerinin reddine karar verdiğini, kötü niyet tazminatı taleplerinin reddi kararının yerinde olmadığını,Davacının icra takibinde kötü niyetli olup, ilk derece mahkemesince davacı banka aleyhinde kötü niyet tazminatına hükmedilmemiş olmasının isabetli olmadığını, Aslında ilk derece mahkemesinin davanın reddi kararının gerekçesinin davacının icra takibinde kötü niyetli olduğunu açıkça ortaya koyduğunu,Buna ek olarak; davacı bankanın 24.07.2017 tarihli dilekçesinde,“Davalıların daha sonraki tarihli bir kredi sözleşmesi bulunduğu yönündeki iddialarının doğru olduğunu, dava dışı kredi borçlusu ile müvekkil banka arasında imzalanan 23.01.2012 tarihli 250.000,00.-TL limitli ve 12.08.2014 tarihli 5.000.000,00.-TL limitli iki kredi sözleşmesinin bulunduğunu, davalı borçluların sorumluluklarının 23.01.2012 tarihli 250.000,00.-TL limitli kredi sözleşmesinden kaynaklandığını, davalı borçluların 12.08.2014 tarihli 5.000.000,00.-TL limitli kredi sözleşmesine kefil olmadıklarının kabulümüz dâhilinde olduğunu” beyan ettiğini,İlk derece mahkemesi tarafından da hesap kat ihtarı incelendiğinde, davacı bankanın alacağının sonraki tarihli genel kredi sözleşmesinden kaynaklandığı ve müvekkillerinin de bu sözleşmeye kefil olmadıklarını tespit ettiğini,Davacı bankanın, müvekkillerinin 12.08.2014 tarihli 5.000.000,00.-TL limitli kredi sözleşmesine kefil olmadıklarını kabul ettiği ve alacağının da bu sözleşmeden kaynaklandığı bir olayda, kötü niyetli olduğunun tartışmasız olduğunu, davacı bankanın bu eyleminin hakkın açıkça kötüye kullanılmasını teşkil ettiğini, hal böyleyken, davacı bankanın haksız olduğunu bildiği ya da bilmesi gerektiği halde icra takibine giriştiğini, Bu hususa ilişkin emsal bir Yargıtay kararında (19. HD 14.12.1998, 6931/7621);“… Davacı bankanın kefil davalının kefalet limitini bildiği halde bu limit üzerinde yaptığı takip miktarı için İİK’ nun 67. maddesi uyarınca kötü niyetli kabulünde ve tazminat ile sorumlu tutulmasında bir usulsüzlük bulunmamasına…” denildiğini,Ayrıca takip dayanağı hesap kat ihtarına karşı müvekkillerinin Beyoğlu … Noterliğinin 02.06.2018 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnameleri ile cevap vererek, huzurdaki davada ileri sürülen savunmalar tekrarladıklarını, dolayısıyla, davacı bankanın bu bildirim üzerine gerekli incelemeyi yapmaksızın icra takibine girmesi ve/ya itirazın iptali davası açmasının kötü niyete dayalı olup, müvekkilleri lehine tazminata hükmolunması gerektiğini (Bkz: Kuru-İcra ve İflas Hukuk El Kitabı, İkinci Baskı, s.258). (Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin T. 27.4.2011, E./K. 3880/5635 sayılı kararı da bu yöndedir.)Davacı bankanın aynı hukuki ilişkiye dayalı olarak müvekkilleri aleyhinde haksız bir şekilde ihtiyati haciz talebinde bulunduğunu ve bu talep doğrultusunda müvekkillerine ait 3 adet araca ihtiyaten haciz konulduğunu, aynı araçların yakalamasının istenduğunu ve 3 aracın da yakalandığını, Buna ek olarak; İİK’nun 89/1 maddesi uyarınca, çeşitli bankalara birinci haciz ihbarnamesi gönderildiğini ve bu sebeple müvekkillerinin banka hesaplarına ilgili bankalarca bloke koyulduğunu, Ayrıca; müvekkili şirketin ticari faaliyetleri sebebiyle kullandığı hesaplara müşterileri tarafından gönderilen paraların da aynı sebeple ilgili bankalarca bloke edildiğini, bu sebeple müvekkili şirketin ticari faaliyetlerinin aksadığını, maddi ve manevi olarak büyük zarar gördüğünü, Yukarıda izah edilen sebeplerden dolayı; davacı bankanın icra takibinde kötü niyetli olup, ilk derece mahkemesince davacı banka aleyhinde kötü niyet tazminatına hükmedilmemiş olmasının isabetli olmadığını, ilk derece mahkemesinin kötü niyet tazminatı taleplerinin reddi yönündeki kararının kaldırılarak, davacı banka aleyhinde %50’de aşağı olmamak kaydıyla kötü niyet tazminatına hükmedilmesini talep ettiklerini,İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER : İSTANBUL 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ 2017/529 Esas – 2018/412 Karar sayılı dosyası kapsamı.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, genel kredi sözleşmesinden kaynaklı alacağın müteselsil kefillerden tahsili için yapılan takibe itirazın iptaline ilişkindir.Davacı, asıl borçlu ile imzalanan genel kredi sözleşmesi gereğince asıl borçluya kredi kullandırıldığını, davalıların kefil olduğunu, borcun ödenmemesi üzerine kredi hesabının kat edildiğini, yaptıkları takibe borçluların haksız itiraz ettiğini belirterek itirazın iptalini talep etmiş, mahkemece davalıların kefil olduğu genel kredi sözleşmesi gereğince asıl borçluya kredi kullandırıldığına ilişkin davacı tarafça belge sunulmadığı, takibe dayanak borcun asıl borçlu ile imzalanan başka bir genel kredi sözleşmesinden kaynaklandığı, bu kredi sözleşmesinde davalıların kefil olarak imzalarının bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiş, taraf vekilleri yukarıda belirtilen sebeplerle istinaf başvurusunda bulunmuştur.Kefalet sözleşmesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) 581 ila 603 üncü maddeleri arasında düzenlenmiştir. Kefalet sözleşmesi Türk Borçlar Kanunu’nun 581 inci maddesinde “kefilin alacaklıya karşı, borçlunun borcunu ifa etmemesinin sonuçlarından kişisel olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleşme” şeklinde tanımlanmıştır. Kanunda yer alan bu tanıma göre kefalet sözleşmesi, alacaklı ile kefil arasında kurulan ve alacaklıya kişisel güvence sağlayan bağımsız nitelikte bir borç ilişkisidir.Kefalet sözleşmesi kişisel bir teminat sözleşmesidir. Diğer sözleşmeler gibi kefil ile alacaklının karşılıklı ve birbirine uygun iradelerinin birleşmesi ile meydana gelir. Bu sözleşme ile kefil, asıl borçlunun borcunu alacaklıya karşı ifa edememesi tehlikesini kişisel olarak üstlenmektedir.Kişisel (şahsi) teminat sözleşmesinin alt kavramını oluşturan kefalet sözleşmesinin temel amacı, esas itibariyle asıl borç ilişkisinin tarafı olmayan üçüncü kişilerce, alacaklıya şahsi teminat (güvence) verilmesidir. BK’nun 492 nci maddesi gereğince kefilin sorumluluğu, asıl borcun geçerli oluşuna ve devamına bağlıdır (Hukuk Genel Kurulu’nun 4.7.2001 gün ve E:2001/19-534, K:2001/583 sayılı ilamı).Türk hukuk öğretisinde de, kefilin borcunun, fer’i (bağımlı) bir borç olduğu benimsenmiş; asıl borcun varlığına ve geçerliliğine bağlı olduğu vurgulanmıştır.Kefalet borcu, temin ettiği asıl borcun feri olup, asıl borç herhangi bir sebeple düşerse, kefil de borçtan kurtulabilir. Kefil, kanunun kendisine tanıdığı bu ve diğer hakları kullanmaya yetkilidir. Asıl borç tediye (ödeme) ile vesair surette düşerse, kefalet gibi feri haklar da düşer. Kefil asıl borçludan daha fazla mükellefiyet altına giremez (11.06.1969 gün ve 1969/4-6 sayılı YİBK’nın Gerekçesi).Somut olayda mahkeme gerekçesinde belirtildiği üzere, davacı ile dava dışı kredi borçlusu arasında iki adet kredi sözleşmesi bulunduğu; davalı borçluların 23.01.2012 tarihli 250.000,00 TL limitli kredi sözleşmesine kefil oldukları ancak 12.08.2014 tarihli 5.000.000,00 TL limitli kredi sözleşmesine kefil olmadıkları sabittir. Davacı da bu hususu kabul etmektedir.Davaya konu takip dayanağı alacakta davalıların kefil olmadıkları 12/08/2014 tarihli genel kredi sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Davacı, asıl borçlunun borcunun davalıların kefaletlerinin bulunduğu 23/01/2012 tarihli kredi sözleşmesinden kaynaklandığına ilişkin her hangi bir belge sunmamıştır. Dava dışı borçlunun borcunun 12/08/2014 tarihli genel kredi sözleşmesi ile kullandırılan krediden kaynaklandığı, davalıların kefil olduğu 23/01/2012 tarihli genel kredi sözleşmesi ile asıl borçluya kredi kullandırılmadığı davacının da kabulündedir.Buna göre; davacı ile dava dışı asıl borçlu arasında imzalanan ve davalıların kefil oldukları 23/01/2012 tarihli genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan bir kredi kullandırımı bulunmamaktadır. Bu kredi sözleşmesinden sonra davacı ile asıl borçlu arasında 12/08/2014 tarihinde yeni bir kredi sözleşmesi imzalanmıştır. Davalıların bu kredi sözleşmesinde kefaletleri bulunmamaktadır. Söz konusu bu yeni kredi sözleşmesinde taraflar arasında imzalanan ilk kredi sözleşmesinin devamı niteliğinde olduğuna veya ilk kredi sözleşmesi ile bağlantı olduğuna dair bir ibare de bulunmamaktadır. Davalıların kefil oldukları kredi sözleşmesine göre asıl borçluya kullandırılan bir kredi bulunmadığından ve kefaletin feriliği ilkesi gereğince kefilin sorumluluğu için geçerli bir asıl borcun bulunması gerektiğinden davalıların kefil olarak imzaları bulunmayan kredi sözleşmesinden kaynaklanan borçtan sorumlu tutulmalarına imkan bulunmamaktadır. Yargıtay kararları da bu yöndedir. (Yargıtay 19 HD’nin 2016/7245 E., 2017/1368 K.; 2013/17995 E., 2014/641 K.; 2012/12599 E., 2012/19084 K. sayılı kararları) Bu nedenle davacının istinaf sebepleri yerinde değildir.Kötüniyet tazminatı İİK 67/2 maddesinde düzenlenmiştir. İİK’nın 67. maddesinin 2. fıkrası uyarınca alacaklının kötü niyet tazminatına mahkûm edilebilmesi için takibin haksız ve kötü niyetle yapılmış olması gerekir. Alacaklının icra takibini kötü niyetli olarak yaptığı hususu, borçlu tarafından kanıtlanmalıdır.Öğretide ve Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarına göre, alacağının bulunmadığını bildiği veya bilmesi gereken bir durumda olduğu hâlde, icra takibine girişen alacaklının kötü niyetli olduğu kabul edilmektedir.Anılan yasa hükmünde düzenlenen ve ‘kötü niyet tazminatı’ olarak adlandırılan tazminat, yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde takibe girişmekte kötü niyetli bulunduğu borçlu tarafından açıkça kanıtlanmış olan ya da öyle olduğu ayrıca kanıtlanmasına gerek bulunmaksızın dosya kapsamından açıkça anlaşılabilen alacaklıya yönelik bir yaptırım niteliğindedir. Hemen belirtilmelidir ki, alacağının varlığına maddi hukuk kuralları çerçevesinde inanarak icra takibine girişen, ancak bunu usul hukuku kurallarına uygun şekilde kanıtlayamadığı için itirazın iptali istemi reddedilen bir alacaklı, İİK’nın 67. maddesi anlamında ‘haksız’ ise de, ‘kötü niyetli’ olarak kabul edilmesine ve dolayısıyla, bu iki koşulun birlikte gerçekleşmesini açıkça şart koşan söz konusu hüküm çerçevesinde tazminatla sorumlu tutulmasına hukuken olanak yoktur.Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20.06.1980 tarihli ve 1979/9-82 E., 1980/2073 K.; 10.04.2002 tarihli ve 2002/19-282 E., 2002/299 K.; 27.04.2005 tarihli ve 2005/19-286 E., 2005/268 K., 21.10.2015 tarihli ve 2013/19-2415 E., 2015/2335 K., 01.03.2017 tarihli ve 2015/1048 E., 2017/380 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.Başka bir ifadeyle; İİK’nın 67/2. maddesi hükmüne göre, itirazın iptali davasının davalı (borçlu) lehine sonuçlanması üzerine, alacak likit olsun veya olmasın, böyle bir alacağa dayalı takibin, haksız ve kötü niyetli olması hâlinde, istem varsa, davalı (borçlu) lehine kötü niyet tazminatına hükmedilmesi gereklidir. Burada takibin haksız olması tek başına yetmemekte, ayrıca kötü niyetli olması da gerekmekte olup, ispat yükü; takibin kötü niyetli olduğunu iddia eden davalı(borçlu)’nun üzerindedir. Kötü niyet kavramının, somut olayın özelliklerine göre belirlenmesi gerekmesi itibariyle, açıklanan bu ilke ve kurallar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı banka ile dava dışı asıl borçlu arasında GKS’lerin imzalandığı, bu GKS’ler kapsamında asıl borçluya kredi kullandırıldığı, bu GKS’lerden 23.01.2012 tarihli olanı davalılar müteselsil kefil olarak imzalamışlardır. Uyuşmazlık asıl borçlunun daha sonra banka ile imzaladığı diğer GKS’den kullandırılan kredi dolayısı ile oluşan borcun kefalet kapsamında olup olmadığından çıkmaktadır. Buna göre olayın özelliğinden davacının takipte kötü niyetli olduğu anlaşılamamaktadır. Davalı da davacının takipte kötü niyetli olduğunu ispatlayamamıştır. Bu nedenle şartları oluşmadığından kötü niyet tazminatı talebinin reddine dair mahkeme kararı usul ve yasaya uygundur. Davalı vekilinin bu yöne ilişkin istinaf sebebi yerinde değildir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre; mahkeme kararı usul ve yasaya uygun olduğundan taraf vekillerinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Tarafların istinaf başvurularının 6100 sayılı HMK’ nın 353/1-b1 maddesi gereğince ayrı ayrı ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince taraflarca yatırılan 98,10’ar.TL istinaf başvuru harçlarının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince taraflardan ayrı ayrı alınması gereken 54,40′ ar.TL istinaf karar harcından, istinaf eden taraflarca peşin olarak yatırılan 35,90′ ar.TL harcın mahsubu ile bakiyeleri 18,50’şer.TL harcın taraflardan ayrı ayrı tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep edenler üzerinde bırakılmasına, 5-Artan gider avansı varsa karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1.maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 14/05/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.