Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2018/1814 E. 2020/647 K. 18.06.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/1814
KARAR NO: 2020/647
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME: İSTANBUL ANADOLU 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 07/06/2018
DOSYA NUMARASI: 2014/52 Esas – 2018/641 Karar
DAVA: Alacak (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan)
BİRLEŞEN 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ’ NİN
2017/1295 ESAS SAYILI DOSYASI
DAVA: Alacak (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ : 18/06/2020
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Asıl ve birleşen 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 2017/1295 Esas sayılı davada davacı vekili dava dilekçesi ile, müvekkili ile davalı banka arasında, 28.07.2009 tarihinde “Genel Kredi Sözleşmesi”, “Genel Kredi Sözleşmesine Madde İlavesine Dair Ek Sözleşme” ve bilahare 10/02/2012 tarihli “Kredi Tahsilat Planı” imzalandığını; Genel Kredi Sözleşmesi ve Genel Kredi Sözleşmesine madde ilavesine Dair Ek Sözleşmeye göre davacıya kullandırılacak kredide “Kıymetli Maden Atım Satımı Yolu İle kullandırılacaktır” ifadesine göre müvekkili ile davalı arasındaki sözleşmenin, bir alım-satım sözleşmesi olduğunu, Sözleşmenin işlemlerin niteliği başlıklı bendinin a) fıkrasında; “Banka, müşterinin talebi ile kıymetli maden (metal) borsasından peşin bedelle satın aldığı kıymetli madeni işbu ek sözleşme hükümleri dahilinde müşteriye vadeli olarak satacaktır.” ifadesinin kullanıldığını, bu ifadeye göre, açık seçik ortaya konduğu üzere taraflar arasındaki sözleşmenin taksitle mal satışı sözleşmesi halini aldığını, 4.800.000,00 USD’nin (dörtmilyonsekizyüzbin) 20.02.2013 tarihinde davalı bankaya müvekkil şirkete yapılan ödeme olarak intikal ettiğini, davalı bankanın 02.05.2013 tarihine kadar bu paranın tamamını yedinde bihakkın tuttuğunu; kendilerinin ısrarlı talepleri neticesinde; 02.05.2013 tarihinde 2.275.671,00 USD yedinde tutulmaya devam edilerek bakiye miktarın müvekkiline ödendiğini, Müvekkilinin, çeşitli zamanlarda davalı bankaya müracaat ederek, davalı banka nezdinde hali hazırda nakit bulunan bedelden, satış bedelinin tahsil edilerek taksitli satış borcunun kapatılmasının talep edildiğini, davalı bankanın bu talebi haksız gerekçelerle red ettiğini, Bilindiği üzere TBK’nun 258. maddesinde; “taksit borcu kambiyo senedine bağlanmış olmadıkça, alıcı satış bedelinin kalan kısmını her zaman bir defada ödeyerek borcundan kurtulabilir.” kuralını getirdiğini, yukarıda zıkredildiği üzere müvekkili ile davalı arasındaki sözleşmenin bir alım-satım sözleşmesi olduğunu bu nedenle, davalı bankanın müvekkilinin teklif ettiği peşin ödemeyi kabul ederek taksit borcunu kapatması ve gerekli peşin ödeme indirimini yapması gerektiğini, bu bedelin hali hazırda davalı bankanın yedinde bulunduğunu, buna rağmen davalının peşin ödeme taleplerini kabul etmediğini ve bihakkın yedinde, bulunan paradan taksitler halinde tahsilat yaptığını, Müvekkili ile davalı banka arasındaki “Taksitle Satış Sözleşmesinin” TBK 258. maddesine göre, bakiye borcun davalı yedindeki para ile bir defada ödenerek kapatılmasını, peşin ödeme nedeni ile yapılması gereken indirimin tespiti için mahkemeye başvurmak zarureti hasıl olduğunu belirterek 3 kalem alacak haklarının doğduğunu, Davalı banka tarafından nemalandırılmadan elinde tuttuğu miktarın nemalandırılmasına ilişkin taleplerinin; Müvekkili şirkete ait olan 4.800 000,00 USD’nin 20.02,2013 tarihinde davalı bankaya müvekkili şirkete ödenmek üzere intikal ettiğini, 02.05.2013 tarihine kadar bihakkın davalı banka nezdinde tutulduğunu, Davalının müvekkiline ait olan parayı bir sözleşmeye dayanmadan elinde tutmuş olması sebebi ile, uygulanacak faiz oranının belirlenmediğini, Bu nedenle TBK’nun 88. maddesi uyarınca 4.800.000,00 USD’ye 20.02.2013 – 02.05.2013 tarihleri arasında uygulanacak faizin tespitini, Banka yedinde bulunan paranın nemalandırılmasına ilişkin talepleri; Davalının müvekkiline ait olan 2.275.671,00 USD’yi 02.05.2013 tarihinden itibaren hiçbir akdi nedene dayanmadan elinde tuttuğunu ve peşin ödeme olarak da kabul etmediğini, Davalının, müvekkili şirketten katılım payı adı altında yüksek oranda bir faiz aldığını, yedinde bulunan para için düşük oranda bir faiz uyguladığını, Verilen krediye uygulanan faizin katılım payı olarak adlandırılmasının hukuku dolanmak için uydurulmuş bir terim olduğunu, paraya uygulanan nemanın adı ne olursa olsun faiz olduğundan, mütekabiliyet esası gereği müvekkilinin banka yedindeki parasına bankanın uyguladığı faize yakın oranda bir faiz uygulanması gerektiğini, ancak davalı bankanın bunu yapmayarak, çeşitli adlarla müvekkiline düşük oranda bir faiz uyguladığını, Bu nedenle müvekkilinin 2.275.671,00 USD’sine 02.05.2013 tarihinden itibaren uygulanacak faizin tespit edilmesini, Taleplerinin, Beyoğlu … Noterliği 31.12.2013 tarih ve … yev. no.lu ihtarname ile davalıya iletildiğini, davalının ihtarı 03.01.2014 tarihinde tebellüğ etse de her hangi bir yanıt vermediğini, bu nedenle HMK 107. maddesi uyarınca belirsiz alacak davası açtıklarını beyan ve iddia ederek ve bu 3 adet talebini A- Sözleşmenin peşin ödeme yolu ile kapatılarak peşin ödeme nedeni ile yapılması gereken indirimin belirsiz alacak olarak tespitine, B-4.800.000,00 (dörtmilyonsekizyüzbin) USD ye 20.02.2013-02 05.2013 tarihleri arası faizin belirsiz alacak olarak tespitine, C-2.275.671,00 USD’sine 02.05.2013 tarihinden itibaren uygulanacak faizin belirsiz alacak olarak tespitine, karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili yargılama sırasında 20/12/2014 tarihinde verdiği ilk (ıslah) dilekçesinde yukarıda ( A) olarak gösterdiği talebini 85.000 USD, ( B ve C ) kalemlerini ise yine 1.000,00’er TL belirsiz alacak davası olarak belirtmiştir. 27/03/2017 tarihli ikinci (ıslah) dilekçesinde bilirkişi rapor ve ek raporundan sonra 3.000,00 TL talepli olarak açılan davayı 689.587,54 USD’ye yükselterek ıslah edilen 688.761,20 USD için hesaplamanın yapıldığı 21/05/2016 tarihinden itibaren ıslah edilen kısma faiz işletilmesini talep ettiği; Davacı vekilinin daha sonra ikinci ıslahın geçersiz kabul edilmesi durumuna karşı birleşen davayı açtığı; birleşen davada da iş bu kök davada karara bağlanacak kısmın dışındaki kısım yönünden hüküm kurulmasını talep ettiği anlaşılmıştır. Davalı vekili cevap dilekçesi ile, davacının müvekkili banka aleyhine açtığı davanın, usul ve yasaya, bankacılık uygulamalarına ve taraflar arasındaki sözleşmelere aykırı olduğunu, hukuki dayanaktan yoksun, haksız ve kötü niyetli iş bu davanın reddi gerektiğini, müvekkili bankanın Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun 28.12.2005 tarih ve 1764 sayılı … ve …’ın birleşmesini onaylayan kararı ile kurulduğunu. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun 30.12,2005 tarih ve 1747 sayılı kararı ile Banka unvanı ve … Bankası A Ş. adıyla 5411 sayılı Bankacılık Kanununa göre hizmet veren bir katılım bankası olduğunu. Davacının ise, müvekkili bankanın Caddebostan Şube müşterisi olduğunu, müvekkili ile imza etmiş olduğu genel kredi sözleşmesi (GKS) kapsamında davacıya tahsis edilen limit dahilinde nakdi ve gayri nakdi krediler kullandırıldığını, davacıya son olarak 31.12.2012 tarihinde 50.000,00 USD işletme finansman desteği kredisi kullandırıldığını, davacıya kullandırılan krediler sebebiyle davacının müvekkili bankaya dilekçe tarihinde 1.563.868,16 USD borcu bulunduğunu. Davacının dava dilekçesinde yer alan iddialarının tamamının asılsız ve gerçek dışı olduğunu ve davacının davasının reddine karar verilmesi gerektiğini, Davacının teminatında yer alan ve satışa konu hisse maliki olan ve davacın ortağı, müvekkil banka müşterisi …’ın “İstanbul İli … İlçesi, … Mahallesi … Ada, … Pafta, … parselde” bulunan arsasının …hissesinin satışının müvekkili bankanın Caddebostan şubesi müşterisi olan … Sanayi A,Ş’ye 20.02.2013 tarihinde 8,633.760,00 TL kredi kullandırımı yapılarak gerçekleştirildiğini, bu tutarın aynı tarihte …’ın müvekkili banka nezdindeki … no.lu hesabına aktarıldığını, davacı firma ortağı …’ın talimatıyla davacının müvekkili banka nezdindeki … nolu hesabına virman yapıldığını ve davacı firmanın talimatıyla 1.7987 TL kur satış ile 4.800.000,00 USD döviz satış işlemi yapılarak, tutarın davacının talimatı ite 113809-103 no.lu cari hesabına aktarıldığını, … firmasının kredi kullanım şartı gereği kat irtifaklı tapular çıkana kadar, davacı firma yetkililerinin imza ettiği, hesap rehin sözleşmesi dahilinde 20.02.2013 tarihinde nakit rehin alınarak davacı firma hesabında olan tutarın 21.02.2013 tarihinde … firmasının teminatı altına alındığını, açık bir ifade ile kredi kullanım şartı yerine gelene kadar … firmasına kullandırılan kredinin, nakit karşılıklı olarak teminatlandırıldığını, bunun delil listesinde Sayın Mahkemeye sunulan firma yetkilisinin müvekkiline gönderdiği mail de açıkça kabul edildiğini, söz konusu mailde … firmasına kullandırılan kredinin sonuçlanması için firma ortaklarından …’a ait olan daireler ve akrabası …’a ait olan dairenin … lehine ipotek verildiğini, davacının söz konusu hukuki ilişkiyi bildiğini hatta bizzat içinde olduğunun açıkça ortada olduğunu, kat irtifakları kurulmamasına rağmen davacının hesabında bulunan; … teminatındaki 4.800.000,00 USD tutardan, -15,04.2013 tarihinde 1.300,000,00 USD, -18.04.2013 tarihinde 375,000,00 USD, -22.04.2013 tarihinde 840,803.00 USD olmak üzere toptamda 2.515.803,00 USD’nin davacı firma ortaklarının ısrarlı taleplerinden dolayı bloke çözümü yapıldığını, Söz konusu bloke çözümlerinin davacının başka bir bankadaki çeklerin yazılmaması ve piyasa itibarının zedelenmemesi adına gerçekleştirildiğini, dolayısıyla 22.04.2013 tarihinde davacının hesabında ve … teminatında 2.284.197,00 USD nakit bloke olarak kaldığını, sonradan … kredisine konu arsa üzerine yapılan kat irtifaklarının 22.04.2013 tarihinde tesis edildiği bilgisi alınarak tekrar ekspertiz raporu hazırlatıldığını, ekspertiz raporunun 25.04.2013 tarihinde müvekkili bankaya ulaştığını, arsa üzerine inşa edilen 201 adet dairenin … firmasının teminatı olarak sisteme girildiğini, kalan 2.284.197 USD’nin üzerindeki nakit bloke çözülerek davacı … Denizciliğin 8.525,66 USD taksitinin tahsil edilmiş ve kalan 2.275.671,34 USD krediler için % 73 – % 27 kar payı oranından davacı firmanın talimatıyla 29.04.2013 tanhınde davacı adına açılan … no.lu katılma hesabına aktarılarak nakit blokaja alındığını, bu hesaptan 02.05.2013 tarihinde 40.000,00 USD bloke çözülerek kredi taksiti tahsil edildiğini, 29.05.2013 tarihinde de 8.690,00 USD bloke çözülerek kredi taksiti tahsil edildiğini, hesabın hesap katılım hesabı olması sebebiyle 31 05 2013 tarihine kadar 3.536,36 USD net kar payı tahakkuk ettiğini, hesaptaki toplam tutarın 2.230.517,70 USD olduğunu, sonradan 31.05.2013 tarihinde bu tutarın davacı yetkilisinin talimatı ile …’ın müvekkili bankadaki … no.lu katılım hesabına aktarıldığını, bu tarihten sonra …’dan her taksit tarihinde talimat alındığını ve … Denizciliğin taksitlerinin tahsil edildiğini, bu hesaptaki bakiye tutarın halen …’ın kar payı hesabında bulunduğunu. Davacının kanuni düzenlemelere ve aralarındaki ilişkiye aykırı olarak kendi bilgisi dahilinde olan olayları yok sayarak erken kapama gerekçesiyle indirim talep ettiğini, bu durumun gerçeği yansıtmadığından davacının davasının reddi gerektiğini, Davacının dilekçesinde, müvekkili banka ile imzaladıkları Genel Kredi Sözleşmesine (GKS) madde ilavesine dair ek sözleşme kapsamında kıymetli maden alım satımı yapılacağının kararlaştırıldığını, bunun bir taksitle mal satış sözleşmesi olduğunu, taksitle satış sözleşmesinin düzenlendiği TBK m. 256 uyarınca davacı hesabına yatan paranın erken ödeme olarak kabul edilmesi gerektiğini, peşin ödeme sebebiyle yapılması gereken indirimin tespitini talep ettiğini, Müvekkil banka müşterisi olan …ün satın alacağı arsa için kullandırılan kredi kapsamında, satışı gerçekleştirilen arsa hissesinin sahibi … hesabına aktarılan 8.633.760,00 TL,nin davacı firma ortağı olan anılan şahıs tarafından davacı hesabına aktarıldığını, bizzat davacı tarafından verilen nakit rehinlerle bu hesapta … teminatına alındığını, bunun arsanın satışına ilişkin yapılan sözleşmede açıkça yazıldığını, davacı firma ortağı ve arsa sahibi kişilerin bu işlemleri bilgi ve rızası dahilinde yapıldığının apaçık ortada olduğunu, dava dilekçesinde, rehin sözleşmesi ile davacı tarafından dava dışı … adına verilen nakit rehin talimatı yokmuş gibi bahsedildiğini, söz konusu durumun davacının imza ettiği GKS kapsamında tahsis edilen limit ile kullandığı kredinin erken kapama talebine dayanak gösterildiğini, bu durumun davacının huzurdaki davada dürüst davranmadığını, taraflar arasındaki hukuki ilişkiyi gizleyerek haksız menfaat sağlamaya çalıştığını açıkça gösterdiğini, söz konusu hesaplardaki işlemler, hesap hareketleri ile talimat ve rehin sözleşmeleri incelendiğinde davacının müvekkiline borcunu erken kapamak için yatırdığı bîr tutar bulunmadığını, dava konusu olayın davacının iddia ettiği gibi kıymetli maden alım satımına yönelik bir kredi işlemine dayanmadığını, davacının bu durumu bilmesine rağmen hukuki ilişkiyi dava dilekçesinde kıymetli maden alım satımı işlemi olarak tasvir ederek erken kapama talebine dayanak göstermesinin hukuken kabul edilebilir bir yönü bulunmadığını, davacı ile müvekkil banka arasındaki ilişkinin bir kredi ilişkisi olduğunu, Bankacılık Kanunu 48. maddede “Bankalarca verilen nakdi krediler ile teminat mektupları, kontrgarantiler, kefaletler, aval, ciro, kabul gibi gayrinakdi krediler ve bu niteliği haiz taahhütler, satın alınan tahvil ve benzeri sermaye piyasası araçları, tevdiatta bulunmak suretiyle ya da herhangi bir şekil ve surette verilen ödünçler, varlıkların vadeli satışından doğan alacaklar, vadesi geçmiş nakdî krediler, tahakkuk etmekle birlikte tahsil edilmemiş faizler, gayrinakdi kredilerin nakde tahvil olan bedelleri, ters repo işlemlerinden alacaklar, vadeli işlem ve opsiyon sözleşmeleri ile benzeri diğer sözleşmeler nedeniyle üstlenilen riskler, ortaklık payları ve kurulca kredi olarak kabul edilen işlemler izlendikleri hesaba bakılmaksızın bu kanun uygulamasında kredi sayılır. Birinci fıkrada belirtilenlere ilave olarak, kalkınma ve yatırım bankalarının fînansal kiralama yöntemiyle sağladığı finansmanlar ile katılım bankalarının taşınır ve taşınmaz mal ve hizmet bedellerinin ödenmesi suretiyle veya kar ve zarar ortaklığı yatırımları, taşınmaz, ekipman veya emtia temini veya finansal kiralama, mal karşılığı vesaikin finansmanı, ortak yatırımlar veya benzer yöntemlerle sağladıkları finansmanlarda bu kanun uygulamasında kredi sayılır.” Bankacılık Kanunu m. 57. maddede “Bankaların gayrimenkullerinin net defter değerleri toplamı özkaynaklarının yüzde ellisini aşamaz. Bu hesaplamada, değerleme veya enflasyon düzeltmesine bağlı olarak oluşan ve gayrimenkul hesabına eklenen değer artışları yüzde elli oranında dikkate alınır. Bankalar, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu kapsamında gayrimenkul ve emtiayı esas alan sözleşmeler ile Kurulca uygun görülecek kıymetli madenlerin alım ve satımı hariç olmak üzere ticaret amacıyla gayrimenkul ve emtianın alım ve satımı ile uğraşamaz, ipotekli konut finansmanı kuruluşu ve gayrimenkul yatırım ortaklıkları hariç olmak üzere ana faaliyet konusu gayrimenkul ticareti olan ortaklıklara katılmazlar. Katılım bankaları tarafından gayrimenkul, ekipman veya emtia temini veya finansal kiralama, kar ve zarar ortaklığı, ortak yatırımlar yoluyla finansman sağlanması ve benzer faaliyetler nedeniyle üstlenilen yükümlülüklerden dolayı gayrimenkul ve emtia üzerine yapılan işlemler, bu madde ile yasaklanan ve sınırlanan faaliyetler kapsamında değerlendirilmez” hükmü yer aldığını, Bu kanun maddelerinde görüldüğü gibi, müvekkili banka ile davacı arasındaki kıymetli maden alım satımına dair sözleşmenin bir kredi sözleşmesi olduğunu, davacının iddia ettiği gibi taksitle satış sözleşmesi olmadığını, buna göre davacının, hesabına yatan paranın TBK m.258 uyarınca davacının erken ödeme olarak kabul edilmesi ve peşin ödeme sebebiyle gereken indirimin tespiti talebinin hukuken cevaz bulunmasının söz konusu olmadığını, Dava konusu olayda davacının müvekkili bankaya olan borcunu erken kapaması gibi bir durum olmadığını, müvekkili bankanın böyle bir zorunluluğu da bulunmadığını, Davacının, dava dışı firmanın borcuna sözleşme ile nakit rehin ve talimat verdiğini, olaylar silsilesine rağmen davacının kredi kapsamında mezkur tutarı hesabına erken kapama yapmak için yatırdığı kabul edilse bile TBK m. 96’ nın açık hükmüne göre; kanun, sözleşme ya da adet gereği olmadıkça, borçluya erken ödemeden dolayı indirim yapmasının beklenemeyeceğini, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 96 hükmüne göre; “Sözleşmenin hükümlerinden veya özelliğinden ya da durumun gereğinden tarafların aksini kastettikleri anlaşılmadıkça borçlu, edimi sürenin sona ermesinden önce ifa edebilir Ancak, kanun veya sözleşme ya da adet gereği olmadıkça borçlu, erken ifada bulunması sebebiyle indirim yapamaz”, hükmü yer aldığını, Sayın Mahkemenin bildiği üzere faiz veya kar getiren ödünç veya vadeli satım akdinde, vadeden önce borcun ödenmesinin faiz borcundan ve kardan borçlunun kurtulma neticesini doğurmadığını, borçlunun alacaklıya vadeye bağlanan borcun tamamını ödediğinde borçtan kurtulabildiğini, Ticari kredilerde erken ifanın BK. md 96 düzenlemesine göre, kanun koyucu erken ifada borçlunun borcundan indirim yapılmayacağını açıkça düzenlendiğini, madde metnine göre borçlunun vadeden önce yapacağı ifa dolayısıyla borçtan bir indirim/ıskonto yapılmasını talep edemeyeceğini, kabul anlamına gelmemek üzere bir an için davaya konu somut olayda, davacının müvekkili bankaya olan borçlarını erken ifa ettiği kabul edilse de müvekkil banka tarafından davacının borcundan indirim yapılmamasının kanun düzenlemesine aykırılık oluşturmadığını, Davacıların müvekkili bankadan kullandığı kredilere ilişkin keşide ettikleri ihtar ile talep ettikleri üzere, hesaptaki paranın erken ödeme olarak kabul edilmesi halinde bile, erken ödemeye dair yasada ve bankacılık uygulamasında bir zorunluluk olmadığını, buna ilişkin uygulanacak bir ticari teamülde bulunmadığını, müvekkilinin davacının sözleşme ile üstlendikleri borcu yerine getirmeleri aksi halde borcun kapanmayacağını, ticari kredilerde erken ödeme gibi bir uygulamanın olmadığını beyan ettiğini, buna göre de geri ödeme planında yazılı olan tutarın ödenmesini talep ettiğini, bu sebeplerle müvekkili bankaya karşı doğmuş ve doğacak borçların vadesinden önce ödenmesi nedeniyle, müvekkilinin erken ifa indirimi yaparak belirli bir indirim tutarını davacıya ödemek zorunluluğunun bulunmadığını, Davacının hesabında yapılan işlemlerin bizzat kendi isteği ile imza ettiği Hesap Rehin sözleşmesi ve talimatına istinaden yapıldığını, davacının iddiasının aksine haksız olarak tutulan bir para olmadığını, yapılan işlemlerde bankacılık usul ve uygulamasına uygun olduğunu, Rehin hakkının, hak sahibinin bir alacağını teminat altına alan ve alacak tahsil edilemediği takdirde rehin edilen eşyanın paraya çevrilmesi sureti ile elde edilen bedelden alacağını tahsil etmesi yetkisini veren bir ayni hak olduğunu, ÜK. m.106/2 gereği de nakit menkul hükmünde olduğundan nakit rehinin de hukuka uygun bir müessese olduğunu, davacının dilekçesinde müvekkil bankadaki hesabına yatırılan 4.800.000,00 USD’nin 02.05.2013 tarihine kadar haksız olarak tutulduğu ve bu miktara anılan tarihler arasında uygulanacak faizin tespitini talep ettiğini, yukarıda detaylı şekilde izah edildiği ve sayın mahkemeye sunulan rehin sözleşmesi ve diğer delillerden de açıkça anlaşılacağı üzere, … tarafından 20.02.2013 tarihinde davacı hesabına yatırılan 4.800.000,00 USD’nin davacı tarafından …’ün kredi borcuna teminat olmak üzere nakit rehin olarak verildiğini, davacının bizzat kendi imzası ile verdiği nakit rehine ilişkin 20.02.2013 tarihli rehin sözleşmesinin 1. maddesine göre davacı, rehin sözleşmesinde belirtilen 4.800,000,00 USD ile sınırlı olmak üzere, borçlu … A.Ş. nin kullanmış olduğu nakdî ve gari nakdi krediler kapsamında doğmuş ve doğacak tüm borçları için müvekkili banka lehine gayri kabili rücu ile rehnettiğini kabul ve beyan ettiğini, Bankacılık Kanunu m.61 de; rehin hakkı nedeniyle bankaların hesap sahibine ödeme yapmaktan kaçınabileceği, kısıtlamaya gidebileceğinin açıkça vurgulandığını, dolayısı ile davacının banka nezdindeki hesabında anılan tarihler arasında bloke tutulan paranın haksız tutulduğundan da söz edilemeyeceğini, davacının müvekkil bankada bulunan hesabına 20.02.2013 tarihinde yatan 4.800,000,00 USD nın, bir kısmının çekildiği tarih olan 02.05.2013 tarihine kadar TBK, M.88 düzenlemesi uyanca uygulanacak faizinin tespiti isteminin reddi gerektiğini, Dilekçede faizin tespiti ifadesi kullanılmışsa da davacının huzurdaki davasının belirsiz alacak davası olması sebebiyle talebin, belirtilen bedel ve dönem aralığında faizin bedelinin tespiti olarak anlaşıldığı ve bu meyanda cevap verildiğini, davacının dava dışı … A.Ş.’ nin kredi borcuna teminat olarak vermiş olduğu nakit rehine rağmen, hesabındaki bedelden yoğun ısrarları sebebiyle belli bir miktarı alabildiği iddiasının gerçeği yansıtmadığını, söz konusu hesaptaki nakit blokenin tamamen müvekkilinin iyi niyetine dayalı olarak davacının başka bankalardaki çeklerinin yazılmaması ve piyasa itibarının zedelenmemesi için; davacının iddiasının aksine 02.05.2012 tarihinde tek seferde değil, 15.04.2013 tarihinde 1,300.000,00 USD, 18.04.2013 tarihinde 375.000,00 USD, 22.04.2013 tarihinde 840.803,00 USD olmak üzere toplam 2.515.803,00 USD bloke çözümü yapılarak gerçekleştiğini, …ün kullanmış olduğu kredi şartı olan kat irtrfaklarının tesis edildiğine yönelik ekspertiz raporun ile 29.04.2013 tarihinde davacı hesabındaki blokenin kaldırıldığını, hesaptaki bakiye 2.264.197,00 USD’nin sonrasında davacının kredisinden doğan 6.525,66 USD tutarındaki taksit ödemesinin alınarak bakiye 2.275,671,00 USD’nin dava dilekçesinde belirtildiğinin aksine 02.05.2013 tarihinde değil 29 04.2013 tarihinde davacının talep ve talimatı ile davacı firma adına açılan katılım hesabına aktarıldığını, davacının müvekkil bankadaki hesabında 21.02.2013-29.04.2013 tarihleri arasında bulunan 4.800.000,00 USD, davacının talebi ile 6261 cari hesapta tutulduğunu, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 3’üncü maddesinde tanımı yapıldığı üzere “özel cari hesap”; “Katılım bankalarında açılabilen ve istenildiğinde kısmen veya tamamen her an geri çekilebilme özelliği taşıyan ve karşılığında hesap sahibine herhangi bir getiri ödenmeyen fonların oluşturduğu hesapları ifade ettiğini, kanunun bu düzenlemesine göre, özel cari hesapların herhangi bir getirisi davacının dilekçesinde belirttiği şekliyle “nemalandığının” söz konusu olmadığını, bu gerekçelerle davacının tamamen yanlış ve eksik bilgilerle mahkemede açtığı bu davada talep ettiği hesabındaki paranın 20.02.2013-02.05.2013 tarihleri arasında nemalandırılmama sebebiyle faiz bedelinin tespiti isteminin hukuki hiç bir dayanağı olmadığından reddi gerektiğini, Davacının, bloke çözümünden sonra hesabındaki bakiyeyi bizzat kendi talep ve talimatı ile katılım hesabına aktarıldığından bu hesaba kar payı tahakkuk etmiş olup davacının söz konusu tutara 02.05.2013 tarihinden itibaren uygulanacak faizin belirlenmesi talebinin de reddi gerektiğini, Davacının katılım bankacılığa ile ilgili bilgi eksikliği nedeniyle, suçlamaya varan bir takım itham ve iddialarla müvekkili bankanın katılım hesabındaki tutara katılım payı adı verildiğini, ancak bunun faiz olduğu beyanının hiçbir dayanağı bulunmadığını, Sayın Mahkemenin bildiği gibi, müvekkilinin bir katılım bankası olduğunu ve katılım bankalarının faizsiz bankacılık prensipleri ile çalıştığını, davacının tacir olduğunu ve TTK. gereği basiretli bir tacir gibi davranma yükümlüğü olduğunu, davacının uzun süredir çalıştığı müvekkili bankanın faizsiz bankacılık prensibi ile faaliyet gösterdiğini bilmesine rağmen; hesabındaki bakiye tutara fatz uygulanmasını talep etmesinin hukuki bir karşılığı da bulunmadığını, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ve Yönetmelik hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, müvekkili banka ile davacı arasında kurulan hukuki ilişkinin kara ve zarara katılma ilişkisi olduğunu, kara ve zarara tarafların nasıl ve ne oranda katılacağının, hesabın açıldığı tarihte belli olduğunu, katılma hesabına yatırılan tutarın işletilmesinden elde edilen kar ve uğranılan zararın banka ile müşteri arasında paylaşıldığını, dolayısı ile davacı iddiaları gereği; müvekkili bankanın davacıya hesabındaki tutar ile ilgili olarak elde edilecek bir tahmini getiri belirtmesinin hukuken mümkün olmadığını, bizzat davacı talimatı ile yapılan işlemlere aykırı hiçbir dayanağı olmayan davacı iddia ve talebinin de reddi gerektiğini, davacının dürüst davranmadığını, TMK mad. 2. “Herkes, haklannı kullanırken ve borçlarımız yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğunu, Bir hakkın açıkça kötü niyetli kullanılmasını hukuk düzeni korumaz” hükmü yer aldığını, davacının tacir olarak TTK. m. 18 gereği basiretli bir iş adamı gibi hareket etme yükümlülüğüne aykırı iddia ve taleplerde bulunduğunu beyanla, davacının haksız kazanç elde etmeye yönelik olarak iş bu davayı ikame ettiğini beyanla, Davacının açmış olduğu usul ve yasaya aykırı, haksız ve kötü niyetli müvekkili bankadan haksız kazanç elde etmeye yönelik davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ:
İstanbul Anadolu 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 07/06/2018 tarih ve 2014/52 Esas – 2018/641 Karar sayılı kararında; “Bilirkişi heyeti hazırladıkları ek raporlarında; Davacının, davalı bankanını Cadde Bostan Şubesi müşterisi olduğunu, taraflar arasında imzalanan genel kredi sözleşmesi kapsamında davacıya tahsis edilen limit dahilinde nakit ve gayri nakti krediler kullandırıldığını; davalı bankanın bilirkişilerce incelenen borç tahsilat tablolarından ana para borcuna ve ödeme süresinin tamamına aylık bileşik faiz – kar payı hesaplandığı; borçlu tarafından başlangıçta ödenen taksitlerin önemli kısmının hak edilmeyen peşin faiz olarak bankaca alındığı ve banka gelirlerine aktarıldığı; böylece kalan ana para borcunun olduğundan fazla göstererek ve aynı yöntemle ve aynı formül ile 2 ve 3. Kez yeniden yapılandırmaya devam edildiği tespit edilmiş olup, davalı bankanın bu yöntemi de davacıdan yüksek miktarda faiz tahsil ettiği belirlenmiş; “kur farkı adı altında” şirketin hakim ortağı …’nın hesabına 20/02/2013 tarihinde gelmiş bulunan 8.663.760,00 TL’nin USD mevduat hesabına dönüştürme ve bedelini davacı şirketin kredileri için rehin alma işleminde davalı banka tarafından kullanıldığı, bu şekilde 156.960,00 – 63.263,63 = 93.896,37.TL haksız kur farkı alındığı; oysa bu gibi işlemlerden bankanın en çok % 002 kur farkı alınmakta olduğu; bu kasıtlı işlemle piyasanın 3 katı bir kur farkının alınmış olduğunu; davacı firmanın 20/02/2013 tarihinde 4.800.000 USD döviz mevduat hesabı üzerine davalı banka tarafından rehin işlemi yapıldığını, tahsil edilen kredi taksitlerininde USD olduğu halde, ayrıca 1084-1347 USD tutarında kur farkı adı ile davacının döviz mevduatı hesabından haksız yere paralar alındığının tespit edildiği; bu nedenle 20/02/2013 ile 02/01/2015 arasında fazladan alınan kur farkının 49.763,10 USD olduğu; Döviz tevdiat rehin sözleşmelerinde rehinli mevduata “kâra katılım payı” verileceği belirtilmiş, rehinli mevduat 4.800.000 USD’den başlamış; 20/02/2013 ile 04/05/2015 tarihleri arasında kısmen serbest bırakılma ve kısmen de taksitler ve faizlerin alınması sonucunda 2 yılı aşkın süre ile hesaplarda rehin tutulan bakiyelere kar payı verilmesi gerekirken bir kısmına hiç faiz – kâra katılım payı verilmediği, bir kısmına ise çok düşük miktarda verildiği hususunun tespit edildiği; böylece şirketin ortağı ve kredilerin kefili … adına 20/02/2013 tarihinde gelen 8.633.760,00 TL havaleyi 4.800.000 USD’ye dönüştürerek döviz mevduatı açılıp, üzerine rehin konulduğu, bir başka ifade ile kredi sözleşmesine istinaden bankaca paranın rehin tutulduğu; davalı bankanın rehinli USD mevduatından tahsil ettiği taksitlerden ne miktarının ana para borcundan düşeceği ve ne kadarını kar payı adı ile alacağı kendi insifiyati içinde belirlediği; davacının 04/07/2013 ve 30/07/2013 tarihli yazıları ile kredi borç bakiyesinin bankaca suni olarak yükseltildiğini bakiyeyi normale indirmesini, krediyi kapatmasını ve rehinli mevduatı serbest bırakmasını talep ettiği ancak bu taleplerin bankaca kabul edilmediğini; Oysa dava konusu rehinli mevduat ve gerekse kredi işlemleri USD üzerinden olduğundan ve taraflar arasında imzalanan genel kredi sözleşmesi ile gerekse mevduat rehin sözleşmelerinde katılım payı ( faiz ) oranının belirtilmemiş olduğu; bu nedenle kredi hesaplarına kamu bankalarınca uygulanan faizlerin en yüksek ağırlıklı ortalama faizin, rehinli döviz mevduatına ise TCMB’nin yayınladığı; DTH’larına verilen ağırlıklı ortalama en yüksek faiz oranı uygulanması gerektiği bilirkişi heyeti tarafından da bu tür faiz hesaplandığı; davacı şirketin hakim ortağı … hesabına 20/02/2013 tarihinde gelen 8.633.760,00 TL’lik havalenin davalı bankaca aynı gün 4.800.000 USD’ye dönüştürülmüş ve mevduat kredilerinin % 200’ünü aşan miktarda nakit rehini tesis edildiği; 21/02/2013 tarihli rehin sözleşmelerinde de mevduaata “Kâra katılım payı verileceği” belirtilip ancak faiz – kara katılım oranının belirtilmemiş olduğu; davalı bankanın davacıya yapılandırdığı kredilerden ilk 15 – 20. Taksit ödemelerinden sonra kredi vadesini yenilediği, fakat yenileme tarihine kadar gerçek ana para ödemeleri düştükten sonra kalan borç miktarı için faiz alması gerekirken, vade sonuna kadar faizlerin tamamını hak etmediği halde ilk taksit ödemelerinden peşinen aldığı, bu şekilde yanıltıcı işlemler ile ana para borcunu olması gerekenden yüksek göstererek vadeyi yenilediği belirlenmiş; böylece davalı bankanın vade yenilemelerinde 3098 sayılı yasada belirtilen faiz hesaplama usul ve esaslarına aykırı işlem yaptığı ve alması gereken faiz tutarlarından önemli tutarda fazla faiz aldığının hesaplandığı belirtilmek suretiyle davalı bankaca 03/08/2009 tarihinde 467.500 USD ve 14/08/2009 tarihinde 2.132,500 USD kredi verildiğini 18 – 19. Taksiti tahsil ettikten sonra 2 kez kredi vadesini yenileme işlemi ile ve aynı yöntemle kredi hesaplarının 04/05/2015 tarihine kadar devam ettirdiği belirtilerek davacının 04/05/2015 tarihi itibariyle toplam alacağının 674.630,19 USD, 04/05/2015 ile 31/05/2016 olan dava tarihi arasındaki hak ettiği gecikme faizininde 14.957,35 USD olduğu hesaplanmıştır. Mahkememizce bilirkişi raporundaki hesaplama şekli ve gerekçeleri kabule şayan bulunmuş, rapor ve ek rapor bu nedenle hükme esas alınmıştır. Mahkememizce birleşen dava ve davacı tarafın ıslahları değerlendirildiğinde; Dava dilekçesinde yukarıda iddia kısmında incelenen ( A ), ( B ) ve ( C ) olarak açıklanan 3 kalem alacaktan ilk ıslah dilekçesi ile sadece “A”‘nın ıslah edildiği, B ve C kalemleri yönünden ıslah edilmediği, bu nedenle B ve C kalemleri yönünden ıslahın mümkün olduğu; toplam alacağın bilirkişi raporu ile 689.587,54 USD olarak belirlendiği; bu miktarın bir davada bir kez ıslah mümkün olduğu için ilk ıslahta söz konusu olan 85.000 USD ve B ve C şıklarındaki taleplere nazaran gecikme faizi olan 14.957,35 USD yönünden de 27/03/2017 tarihli ıslahın ilk ıslah niteliği olduğu nazara alınmak suretiyle ilk 99.957,35 USD’ye kök dosya üzerinden hükmedilmiş; geriye kalan 589.630,19 USD’ye ise birleşen dosya üzerinden hükmedilmiştir. Bu şekilde hüküm kurulurken TBK’nun 83/3 maddesinde; vadesinde ödenmeyen borçlarda davacının seçimlik hakkının bulunduğu, ya döviz olarak isteyebileceği, ya da vade veya fiili ödeme günündeki TL karşılığını isteyebileceği; davacının ikinci seçeneği istemesi halinde döviz miktarını bildirmesi gerektiği, bu taktirde yabancı para üzerinden açılan davada belli olmayan fiili ödeme tarihindeki TL karşılığını istemesinin mümkün olabileceğini; kararın icrası sırasında tahsil edilen dövizin TL’ye çevrileceğini, davacının ilk ıslahta dava dilekçesinde bahsettiği 3.000,00 TL’ nin üzerinde 85.000 USD + 2.000,00 TL istediği; sonra ek davayı açtığı nazara alınarak kök davada her ne kadar ilk ıslah tarihi olan 26/11/2014’den itibaren faiz isteyebileceği; ancak ikinci ıslah dilekçesinde kendisini bağlayacak şekilde 21/05/216’dan itibaren faiz istediği nazara alınarak ve ıslah dilekçesi geçerli olmasa dahi faize ilişkin talebin davacıyı bağlayıcı olduğu nazara alınarak hüküm oluşturulmuş; 99.757,35 USD içindeki ilk 1.000,00 TL’ye dava tarihi olan 12/02/2014 tarihinden itibaren faize hükmedilmiş, 85.000 USD içindeki 1.000,00 TL’nin tahsil anında çıkmasından sonra geriye kalan USD üzerine 21/05/2016’dan itibaren faiz uygulanmasına karar verilmiş; kök dosyadaki 85.000 USD’nin üzerinde kalan kısım gecikme faizi niteliğinde olduğu için o kısma faiz uygulanmamasına karar verilip, birleşen dosya yönünden de birleşen dosyanın dava tarihi nazara alınmak suretiyle hüküm oluşturulmak suretiyle aşağıdaki karar tesis olunmuştur. …”gerekçesi ile, İŞ BU DOSYADAKİ VE BİRLEŞEN İSTANBUL ANADOLU 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN 2017/1295 ESAS SAYILI DOSYASINDAKİ DAVALARIN KABULÜ İLE; Bu dosyada, 99.957,35 USD’ nin davalıdan alınıp, davacıya verilmesine; bu tahsilat yapılırken doların tahsil anındaki değerine göre ilk 1.000,00 TL’sinin dava tarihi olan 12/02/2014 tarihinden itibaren, bu miktar çıktıktan sonra 85.000,00 USD’den geriye kalan dolar için ise 21/05/2016’dan itibaren kamu bankalarının dolara uyguladığı 1 yıllık faiz üzerinden faiz uygulanmasına; 99.957,35 USD içindeki 14.957,35 USD gecikme faizine ilişkin bulunduğundan bu kısma faiz uygulanmamasına, Birleşen dosyada ise, geriye kalan 589.630,19 USD’ nin birleşen dosyanın dava tarihi olan 04/12/2017 tarihinden itibaren kamu bankalarının dolara uyguladığı 1 yıllık faiz üzerinden faiz yürütülerek davalıdan tahsiline, davacıya verilmesine, karar verilmiş ve karara karşı davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekili istinaf dilekçesi ile, Yerel mahkeme tarafından eksik inceleme yapıldığını, Birleşen davanın, dava tarihi itibariyle mükerrer olması nedeniyle birleşen davanın kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğunu, Davacı tarafın istinafa konu bu dosya ile birleşen İstanbul Anadolu 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 201/7/1295 E. Sayılı dosyası ile 04/12/2017 tarihinde 688.761,21 USD bedelli alacak davası açtığını ancak dava tarihinde istinafa konu dosyada davacı tarafın ıslah talebinin kabul edilerek dava bedelinin arttırıldığını, bu durumda 04/12/2017 tarihinde; – Hem davacı tarafından İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 2014/52 E. sayılı dosyasında ıslah talebinde bulunarak dava değerinin 688.761,20 USD’ ye arttırıldığını, – Hemde İstanbul Anadolu 8. Asliye Ticaret Mahkemesini 2017/1295 E. Sayılı dosyası ile 688.761,20 USD bedelli alacak davası açtığını, Aynı taleple derdest iki davada iki talep olduğunu, davacının taleplerinin mükerrer olması nedeniyle itiraz edildiğini, yerel mahkeme tarafından haklı itirazlarının kabul edilmeyerek birleşen davanın kabulüne karar verildiğini, derdestliğin dikkate alınmadığı kararın usul ve yasaya aykırı olması nedeniyle kaldırılmasının emredici usul kuralları nedeniyle zorunlu olduğunu, Yerel mahkeme kararına dayanak bilirkişi raporunun hatalı tespit ve değerlendirmelere dayandığını bu nedenle raporun kabulü ile karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, kararın kaldırılması gerektiğini, Taraflar arasındaki sözleşme ve belgelerin geçerli olduğunu, başka davalardaki belgeler ile karıştırıldığının açıkça anlaşıldığını, Katılım bankacılığında asla sözleşmede kar oranının belirtilemeyeceğini, rapordaki hatalı ifadenin aşağıdaki gibi olduğunu, Taraflar arasındaki sözleşmede faiz oranının belirlenmemiş olmasının bir eksiklik olarak görüp geçerli sözleşme varken sapamayacağını afaki yorum yoluyla bulduğu ortalama bir faiz oranı üzerinden afaki hesaplamalar yaptıklarını, Bilirkişinin gerçekte olmayan bir sözleşmeye atıf yaptığını, … Deniz hesabında fahiş bir kur farkının bulunmadığını, … Deniz hesabından tahsil edilen aşağıdaki tutarların kur farkının BSMV’si olduğunu, devlete ödendiğini, banka tarafından tahsil edilmediğini, bilirkişi daha BSMV’yi anlayacak ehliyette olmadığını, Bilirkişi raporunda kur farkı adıyla davacının döviz mevduat hesaplarından haksız yere paraların alındığı ibaresinin yanlış olduğunu, alınan paraların DEK Kredisinde taksit tahsilatı anında oluşan anapara kur farkının BSMV olduğunu, bu vergi rakamının da devlete yatan bir rakam olduğunu, bankanın lehine olan bir rakamın olmadığını, Yapılandırmaların kalan anapara üzerinden yapıldığını ve düşük taksitle başlama talebinin müşterinden geldiğini, Davacı ile müvekkili banka arasındaki 4.800.000 USD tutarlı ilişki kredilendirme/temilatlandırma ilişkisinin olduğunu, Teminat ilişkisinde izah edildiği üzere TBK 258 anlamında bir erken kapamanın sözkonusu olmadığını, Davacı ile kredi hesaplarının aktif şekilde 04/05/2015’e kadar devamının söz konusu olmadığını, kredinin tasfiye edildiğini, İleri sürülerek istinaf başvurusunun kabulü ile, öncelikle yerel mahkeme kararının kesinleşinceye kadar davacı tarafından icrai işlemlere devam edilmemesi adına tehir-i icra kararı verilmesine, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’ nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Asıl dava, taraflar arasında imzalanan genel kredi sözleşmesi ve genel kredi sözleşmesine madde ilavesine dair ek sözleşme ve 10/02/2012 tarihli kredi tahsilat planı gereğince, taraflar arasındaki ilişkinin taksitle mal satımı sözleşmesi olduğu, davacının mevduat hesabına yatırılan paranın erken ödeme sayılarak erken ödeme nedeniyle borcun tamamının kapatılması talebinin kabulü ile, taksitle satış sözleşmesinin peşin ödeme nedeniyle erken kapatılmasından kaynaklı indirimin tespiti, yine davacı hesabına yatırılan 4.800.000 USD’nin sebepsiz yere davalı banka yedinde tutulması nedeniyle 20/02/2013-02/05/2013 tarihleri arasında bu paraya uygulanması gereken faizin tespiti, söz konusu mevduat hesabına intikal eden paradan bir kısmının blokesi çözülerek davacıya iade edildiğinden iade edilmeyen 2.275.671 USD’ye 02/05/2014 tarihinden itibaren uygulanacak faizin tespitine ilişkindir. Mahkemece 12/11/2014 tarihli duruşmada “dava dilekçesinin netice-i talep kısmında davanın niteliği tam olarak tespit edilmediğinden tespit, eda, kısmi dava olup olmadığı anlaşılamadığından ve bu doğrultuda dava değeri, davanın tek hakim veya heyetçe görülmesi hususu da açıkça belirlenemediğinden dava dilekçesinin netice-i talep kısmının davacı vekili tarafından açıklanması istendi denilmiş,” duruşma sonunda ara kararla talep konularını açıklaması ve gerek duyulduğunda dava değerini gösterip harcı yatırması için davacı vekiline 2 hafta süre verilmesine aksi halde davanın sadece tespit talepli olarak görüleceği ihtar edilmiştir. Davacı vekili, 26/11/2014 havale tarihli dilekçesi ile dava dilekçesinde talep ettikleri tespit taleplerini yenileyerek, taleplerinin miktarının ancak tahkikat sonucunda belirlenebileceğini, bu nedenle şu anda kesin dava değeri belirterek talep etmelerinin mümkün olmadığını, yukarıda belirtikleri nedenlerle davanın HMK 107. Maddesi uyarınca belirsiz alacak davası olarak görülmesini, belirsiz alacak davalarında asgari bir miktar gösterilmesi gerektiğinden ve tereddüde yer vermemek amacı ile mahkeme ara kararı doğrultusunda asgari miktarın dava tarihi itibarıyla müvekkili şirketten tahsil edilen taksit miktarı olan 85.000 USD olarak belirlenmesi zarureti hasıl olduğundan bahisle dava dilekçelerinin 3. Maddesinin a) fıkrasındaki taleplerinin sonradan arttırılmak üzere 85.000 USD belirsiz alacak davası olarak, b) ve c) fıkrasındaki taleplerinin 1.000’er TL belirsiz alacak davası olarak ele alınarak yürütülmesini talep etmiş, 85.000 USD üzerinden harç ikmal etmiştir. Bundan sonra davacı, tahkikat sırasında alınan bilirkişi raporu doğrultusunda belirsiz alacak davasına dönüştürdüğü davasında 27/03/2017 tarihli dilekçesi ile miktarı 688.761,20 USD arttırarak dava değerini 689.587,54 TL olarak belirlemiştir. Mahkemece 27/09/2017 tarihli duruşmada, davanın ıslah edildiği ve ıslahla arttırılan miktar itibarıyla dosyanın heyetçe görülmesi gerektiği belirtilerek dosya heyete tevdi edilmiştir. Bu arada davacı vekilince yapılan bedel artırımının ikinci ıslah olarak kabul edilebileceği tereddüdü ile bilirkişi tarafından tespit edilen miktardan ilk ıslahla belirlenen dava değeri düşülerek kalan miktar için 04/12/2017 tarihinde birleşen İstanbul Anadolu 8. ATM’nin 2017/1295 E. Sayılı alacak davası açılmış, bu dosya asıl dava ile birleştirilmiştir. Davacı ilk ıslah dilekçesi ile tespit taleplerini eda davasına dönüştürmüş, davasını belirsiz alacak davası olarak ıslah etmiştir. Mahkemece ilk ıslah üzerine davanın HMK’nın 107 maddesi kapsamında belirsiz alacak davası olup olmadığı, davanın belirsiz alacak davası olarak açılıp açılmayacağı değerlendirilmemiştir. Bu nedenle davalının, birleşen dava yönünden mükerrer dava itirazları mahkemece değerlendirilmemiştir. Mahkeme kabulüne göre de, asıl dava ilk ıslah ile kısmi alacak davasına dönüştürülmüş olup, davacı vekili ilk ıslah dilekçesi ile talep sonucunu dava dilekçelerinin 3. Maddesinin a) fıkrasındaki taleplerinin sonradan attırılmak üzere 85.000 USD, b) ve c) fıkralarındaki taleplerinin ise sonradan arttırılmak üzere 1.000’er TL alacak davası olarak belirlemiştir. Mahkemenin bu gerekçesinden davanın belirsiz alacak davası olarak değil kısmi dava olarak ele alındığı anlaşılmaktadır. Mahkeme gerekçesinde asıl davada davacı vekilinin dava değerini arttırdığı (688.761,20 USD olarak arttırılan) 27/03/2017 havale tarihli dilekçesini ikinci ıslah olarak kabul edip HMK 176/2 maddesi gereğince aynı davada bir kez ıslah yapılacağından kabul etmemiş ise de hüküm fıkrasında gerekçesini belirtmeden asıl dava yönünden davanın kabulü ile asıl davada 99.957,35 USD’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. Mahkeme gerekçesinde davacının ikinci dilekçesi ikinci ıslah olarak kabul edildiğine ve bu dilekçe ile arttırılan bedel kabul edilmediğine göre davacının ilk ıslah dilekçesinde belirttiği miktarlar olan 85.000 USD ve ayrı ayrı 1.000’er TL dava değerinden fazlaya ilişkin hüküm kurması gerekçesi ile çelişki oluşturmuştur. Buna göre mahkemece yapılacak iş davacının 27/03/2017 tarihli dilekçesi ikinci ıslah olarak kabul edildiğine göre ilk ıslah dilekçesi ile belirlediği dava değeri üzerinden asıl davanın kabul veya reddine karar vermek olmalıdır. Mahkemece asıl davada verilen karar, HMK’nın 26. Maddesinde öngörülen taleple bağlılık ilkesine aykırı olduğundan hatalı olmuştur. Kabule göre ise, dosyada alınan ve mahkemenin hükme esas kabul etiği bilirkişi raporu karar vermeye yeterli değildir. Davacının talebi, davalı banka ile yapılan genel kredi sözleşmesi ile genel kredi sözleşmesine madde ilavesine dair ek sözleşme kapsamında kullandırılacak kredinin “kıymetli maden alım satımı yoluyla kullandırılacaktır” ibaresi nedeniyle taraflar arasındaki ilişkinin taksitli mal alım- satım sözleşmesi olduğu, buna göre mevduat hesaplarına yatırılan paradan satış bedelinin tahsili ile taksitli satış borcunun kapatılmasının talep edildiği davalı bankanın bu taleplerini haksız olarak reddettiği, mevduat hesaplarına gelen para ile borcun erken ödeme nedeniyle kapandığının kabulü ile TBK’nın 258. Maddesi kapsamında peşin ödeme indirimi yapılmadığı iddiası hakkında bilirkişi raporunda her hangi bir değerlendirme yapılmamış, mahkemece de bu husus değerlendirilmemiştir. Yine davacının diğer talepleri davacı mevduat hesabına yatırılan ve bankaca haksız olarak yedinde tutulduğu belirtilen paraya faiz tahakkuk ettirilmediğine ilişkindir. Davalı ise söz konusu paranın davacının talebi doğrultusunda önce yine davalı bankadan kredi kullanan dava dışı … şirketinin borçlarına karşılık daha sonra ise davacı şirketin borçlarına karşılık rehnediliğini belirterek davacı şirket imza ve kaşesi bulunan rehin sözleşmelerini dosyaya sunmuş ise de bu husus bilirkişi raporunda değerlendirilmediği gibi mahkemece de her hangi bir değerlendirme, rehin sözleşmelerinin geçerli olup olmadığı, bankanın söz konusu mevduat hesabında bulunan parayı rehin karşılığı yedinde tutmasının hukuka uygun olup olmadığı, bu rehinin geçerli olması halinde rehinde tutulan paraya nemalandırma yapılıp yapılmayacağı, gerekmekte ise bunun miktarı ile davalı bankaca söz konusu paraya bloke tarihlerinde uygulanan nemalandırmanın uygun olup olmadığı değerlendirilmemiştir. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, taraflar arasında dava konusu olmamasına rağmen davacı tarafından davalı bankadan kullanılan ve daha sonra davalının savunmasına göre davacının talebi doğrultusunda yenilenen kredi sözleşmeleri nedeniyle kredi borcuna uygulanan faiz/kar payı oranı (bankaca taksitli ödemede yapılan ödemeden ana para borcuna mahsubu gereken miktarı az hesaplanarak haksız şekilde peşin olarak faiz tahsil edildiği) bilirkişice haksız bulunmuş ve buna göre davalı bankanın alması gereken kredi faiz miktarı ve yapılandırma miktarları ile davalı bankaca uygulanan faiz/kar payı ve yapılandırma borcu tespit edilmiş, buna göre davacının bu nedenle davalıdan talep edebileceği miktar tespit edilmiştir. Söz konusu husus taraflar arasında çekişme konusu olmayıp, dava konusu değildir. Davalı tarafça dosyaya sunulan ve cevap dilekçesinde belirtilen şekilde, söz konusu kredilerin faiz/kar payları kredi geri ödeme planları ve yapılandırma sözleşmeleri ile taraflar arasında serbestçe belirlenmiştir. Davalının bu itirazları da bilirkişi ve mahkemece değerlendirilmemiştir. Bilirkişi hesaplamalarının davada talep edilen hususları kapsamadığı, dava konusu olmayan hususlarda hesaplama yapıldığı anlaşılmaktadır. Yine, dava dışı olan ve davacı şirket ortağı hesabına gelen TL, bu ortağın talebi üzerine davacı hesabına aktarılmış, davacının talimatı doğrultusunda hesabına TL olarak yatırılan para davacının belirttiği kur üzerinden USD’ ne çevrilerek davacı adına açılan USD hesabına yatırılmıştır. Bilirkişi TL’ nin USD’ ye çevrilmesinde davalı bankanın haksız kur farkı tahsil ettiğini belirtmiş ise de davacının USD hesabına yatırılan USD miktarı davacının dilekçesinde belirttiği miktar kadardır. Bu kur farkının davacının kabulünde olup olmadığı değerlendirilmemiştir. Ayrıca, davacının davaya konu ettiği talepleri arasında kur farkı alacağı bulunmamaktadır. Bu husus dava konusu değildir. Bilirkişi raporunda dava konusu olmamasına rağmen davalı bankanın haksız kur farkı tahsil ettiği belirtilerek hesap yapılmıştır. Yine bilirkişi raporunun sonuç kısmında davacının kullandığı çeşitli kredilerden bankaca fazla alınan faiz ve BSMV hesaplanmış ise de bu krediler dolayısıyla davalı bankaca alınan faiz ve BSMV’ler dava konusu olmayıp bunların neden hesaplamaya dahil edildiği bilirkişilerce ve mahkemece gerekçelendirilmemiştir. Yine kabule göre, asıl dava tarihi 12/02/2014, davacının ilk ıslah tarihi 26/11/2014 ve birleşen dava tarihi 04/12/2017 olmasına rağmen bilirkişi raporunda davacıdan haksız tahsil edildiği belirtilen bedel 04/05/2015 tarihi itibarıyla hesaplanmış olup, davacının alacaklı olduğu belirtilen miktara her hangi bir gerekçe belirtilmeden bilirkişi raporunda 04/05/2015-31/05/2016 tarihleri için gecikme faizi hesaplanmış, mahkemece gerekçe belirtilmeksizin bilirkişice hesaplanan bu gecikme faizine de hükmedilmiştir. Yine bilirkişi raporunda davacının davalıdan talep edebileceği asıl alacak miktarı 04/05/2015 tarihi itibarıyla belirlenmiştir. Asıl dava tarihi 12/02/2014, ıslah tarihi 26/11/2014 ve birleşen dava tarihi 04/12/2017 olup bilirkişi raporunda asıl alacağın neden 04/05/2015 tarihi itibarıyla belirlendiği açıklanmamış, mahkemece de bu konuda değerlendirme yapılmamıştır. Tüm bu hususlar gözetildiğinden hükme esas alınan bilirkişi raporu yeterli açıklıkta olmayıp, davada istenen talepleri aşar şekilde hesaplama yapılmış ve denetime elverişli değildir. Mahkemece bilirkişi raporunun hükme esas alınması, davalı tarafın bilirkişi raporuna itirazlarının değerlendirilmemesi usul ve yasaya aykırı olmuştur. 6100 sayılı HMK’nin 353/1-a-6. maddesinde, tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması hususu davanın esası incelenmeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verilen hallerden sayılmıştır. Tarafların davada ileri sürdükleri iddia ve savunmalarının bir kısmının hiç bir şekilde değerlendirilmemiş olması halide HMK’nın 353/1-a-6 maddesi kapsamında değerlendirilmelidir. Zira somut olayda olduğu gibi, davanın belirsiz alacak ve tespit davası olarak açılıp açılamayacağı, davacının ıslahtan sonraki dilekçesinin belirsiz alacak davası kapsamında olup olmadığı, aksi durumda ikinci ıslah olup olmadığı, buna göre birleşen davanın mükerrer dava olup olmadığı, davalının, davaya konu mevduat hesabının kredi borçlarına karşılık rehnedilip rehnedilmediği, rehinli mevduat hesabına davalı bankaca uygulanan faiz/kar payının olaya uygun olup olmadığı, söz konusu mevduat hesabına faiz/kar payı uygulanması gerekip gerekmediği, davacı iddiasında olduğu gibi taraflar arasındaki ilişkinin taksitli alım satım sözleşmesi olup olmadığı, buna göre olaya TBK’nın 258. Maddesinin uygulanması gerekip gerekmediği, aksi durumda davacı hesabına yatan para ile davacının kredi borcunu erken kapatıp kapatamayacağı, bu durumda davalı bankanın kredi borcunun erken kapatılması nedeniyle faiz/kar payı tahsil edip edemeyeceği, konusunda ilk derece mahkemesince her hangi bir delil toplanmadığı gibi bu hususta bir değerlendirme de yapılmamıştır. Yine itiraza uğramasına rağmen yeterli açıklıkta olmayan denetime elverişsiz bilirkişi raporuna göre hüküm kurulması da hatalı olmuştur. Tarafların iddia ve savunmaları konusunda göstermiş oldukları delillerin toplanmaması ve bu iddia ve savunmalarından bir kısmı hakkında her hangi bir değerlendirme yapılmaması veya bu konuda tarafların göstermiş oldukları delillerin değerlendirilmemiş olması veya gösterilen delillerin değerlendirilmesine yönelik teknik bilgiyi gerektiren bir hususta bilirkişi raporu alınmaması halinde yargı sistemimiz bakımından benimsenmiş olan dar istinaf sisteminden uzaklaşılarak ilk derece mahkemesince değerlendirilmemiş olan konularda ilk defa istinaf mahkemesince bir iddia ve delile ilişkin olarak tartışma yapılarak yargıya varılacaktır ki bu da iki dereceli yargılama olan istinaf yargı sistemi ile bağdaşmayacaktır. Buna göre davalının istinaf başvurusunun HMK’ nın 353/1-a-6 maddesi gereğince kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, yukarıda belirtilen şekilde değerlendirme yapılarak, tarafların iddia ve savunmaları konusunda gösterdikleri delilleri toplanarak, gerekmesi halinde konusunda uzman bilirkişiler aracılığı ile bilirkişi incelemesi yaptırılarak, davaya konu çekişmeli hususlar konusunda değerlendirme yapılarak, davada talep olunan hususlar hakkında oluşacak sonuca göre karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; Davalının istinaf başvurusunun KABULÜ ile; 1-İstanbul Anadolu 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 07/06/2018 tarih ve 2014/52 Esas – 2018/641 Karar sayılı ilamının HMK’ nın 353/1-a6 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA ve dosyanın mahkemesine İADESİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan 98,10 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, istinaf karar harcının talep halinde davalıya iadesine, 3-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 4-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine, 5-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 18/06/2020 tarihinde HMK’ nın 353/1-a6. maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.