Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2018/1755 E. 2020/524 K. 30.04.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/1755 Esas
KARAR NO: 2020/524 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME: İSTANBUL 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 05/06/2018
DOSYA NUMARASI: 2017/560 Esas – 2018/595 Karar
DAVA: İtirazın İptali (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 30/04/2020
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, müvekkili bankanın … Ltd. Şti.’ye kullandırılan GKS nedeniyle …, …, …, …’ın müşterek ve müteselsil kefil sıfatıyla borçlandıklarını, Bakırköy … Noterliği’nin 03/12/1998 tarih ve … yevmiye nolu ihtarnamesi ile hesabın kat edildiğinin bildirildiğini, alacaklarının tahsili amacıyla İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. (… E.) sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, davalıların itirazı üzerine takibin durduğunu, zamanaşımı itirazının yersiz olduğunu, zamanaşımı süresinin 20 yıl olduğunu, davalıların itirazının haksız olduğunu beyanla, itirazın iptali ile takibin devamına, davalıların %40’dan aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına mahkum edilmelerine karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle; alacağın zamanaşımına uğradığını, genel zamanaşımı süresinin 10 yıl olduğunu, takibin 10 yıllık süre geçtikten sonra başlatıldığını, taraflarına herhangi bir kredi sözleşmesi, ihtarname örneği tebliğ edilmediğini, icra takibinde talep edilen faiz oranının çok fahiş olup yasalara ve bankacılık düzenlemelerine aykırı olduğunu beyanla, davanın reddine, davacının %20 kötü niyet tazminatına mahkum edilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 05/06/2018 tarih 2017/560 Esas 2018/595 Karar sayılı kararında; “Dava, genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili amacıyla yapılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Davalılar zamanaşımı definde bulunmuştur. Davacı banka, 5411 Sayılı Yasanın 141. maddesinde belirtilen 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğini ileri sürmektedir. Davacı bankanın BDDK’nın 03.07.2001 tarihli 24451 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4684 sayılı kararı ile, bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme yetkisi sona erdirilmiş ve tasfiye haline girmiştir. BDDK kararı ile mevduat kabul etme ve bankacılık işlemleri yapma yetkisi kaldırılmış olsa da fona devredilen bir banka olmadığı anlaşılmaktadır. 01.11.2005 tarihli Resmi Gazetede yayımlanıp yürürlüğe giren 5411 Sayılı Bankacılık Kanununun geçici 11. Maddesiyle, ” 4389 Sayılı Kanunun 14, 15, 15/a, 16, 17, 17/a ve 18. maddeleri ile ek 1-2-3-4-5 (Ek-5. madde Anayasa Mahkemesinin 29.01.2009 tarih ve 27125 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 06.11.2008 tarihli 2004/95 E. 2008/156 K. sayılı kararıyla iptal edilmiştir) ve geçici 4. maddesi hükümlerinin uygulanmasına devam edilir.” şeklinde düzenleme yapılmıştır. Aynı yasanın geçici 13. maddesinde de, davacı banka bakımından da fon alacaklarının tahsiline ilişkin 123, 134, 136, 137, 138, 140, 142 ve 165. maddesi hükümleri ile tasarrufun iptali davalarında aciz vesikası şartı aranmamasına ilişkin hükümlerin uygulanacağı belirtilmiştir. 5411 sayılı yasanın geçici 13. maddesinde, zamanaşımına ilişkin 141. maddenin zikredilmediği görülmektedir. Bunun dışında 5411 sayılı yasanın geçici 11.maddesiyle yürürlükte bulunan 4389 sayılı yasanın 15/a maddesinde hazine alacağının tanımlandığı ve anılan düzenlemede “….bankaların yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak elinde bulunduran ortaklarının kendi lehine kullandıkları her türlü banka kaynakları…yönetim kurulu ve kredi komitesi başkan ve üyeleri ile genel müdür, genel müdür yardımcıları, imzaları ve bankayı ilzam eden memurları, müdürlerinin kendileri, eşleri ve çocukları….ve aktarılan her türlü kaynakların tümü başkaca bir işleme gerek olmaksızın hazine alacağı haline gelmiş sayılır…” denildiği ve yine 5411 sayılı yasanın geçici 11. maddesiyle yürürlükte bulunan 4389 sayılı yasanın ek 5. maddesinde de,( Bu madde, Anayasa Mahkemesinin 29/01/2009 tarihli ve 27125 sayılı resmi gazetede yayınlanan 06/11/2008 tarihli 2004/95 E ve 2008/156 K sayılı kararıyla iptal edilmiştir.) ”kamu bankalarında ( Tasfiye Halindeki … Bankası A.Ş dahil)…. bu kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce bankacılık teamüllerine göre teminatlı veya yetersiz teminatlı kredi kullanılıp da vadesi geçtiği halde henüz ödenmemiş, süresi uzatılmamış veya yeniden yapılandırılmamış kredileri kullananlar ya da yeniden yapılandırma şartlarını ihlal edenler ile münferit veya karşılıklı verilen banka teminat mektupları, kabul kredileri ve avaller, taşınır ve taşınmaz rehni, ipotek, üst hakkı, intifa hakkı ve oturma hakkı gibi her türlü sınırlı ayni hak tesisine ilişkin sözleşmeden doğan haklarında diğer bankaların ve 3.kişilerin muvazaadan ari hakları aleyhine olmamak üzere fon ve hazine alacaklarına ilişkin tedbir, takip ve tahsil hükümleri bankalarınca uygulanır.” şeklinde düzenleme bulunmaktaydı. Yasada açıkça ifade edildiği şekilde davacı bankanın sözleşmeye dayalı olarak kullandırdığı kredilerin ve buna bağlı olan diğer alacakların tahsilini teminen fona tanınan yetkilere haiz olduğu, dolayısıyla bu kredilerden kaynaklanan alacakların tahsili amacıyla açtığı dava veya yaptığı takiplerde fon yetkilerini ve buna bağlı olarak 4389 sayılı yasanın ek 3. maddesindeki ve zamanaşımı süresinden faydalanabilir olduğu anlaşılmaktadır. Esasında davacı banka lehine 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının dayanağı, 5020 sayılı yasa ile 4389 sayılı yasaya eklenen ek 5. maddesidir. Ek 5. madde de, kredi sözleşmelerinden kaynaklanan alacakların tahsiline ilişkin düzenleme yapıldığı, ancak bu hükmün Anayasa Mahkemesi kararıyla 2009 yılında iptal edildiği anlaşılmaktadır. Yine aynı kanunun 15/a maddesinde hazine alacağının tanımlandığı, dava konusu göz önüne alındığında ortada bir hazine alacağı olduğundan da söz edilemeyeceği nitekim 15/a maddesinde, banka kaynaklarının, banka hakim ortakları veya yöneticileri ya da müdürleri tarafından kullanılması suretiyle birtakım tasarruflarda bulunulması halinde bu alacakların hazine alacağı olarak belirtildiği, dolayısıyla genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili amacıyla yapılan takibe itirazın iptaline ilişkin bu davada dava konusunun hazine alacağı olarak da kabul edilemeyeceği buna göre, 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının mümkün bulunmadığı kanaatine varılmıştır. 818 Sayılı BK’nın 125. maddesi ve 6198 Sayılı TBK’nın 146. maddesinde kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça her alacağın 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğu ifade edilmiştir. Buna göre iş bu davada genel zamanaşımı süresi olan 10 yıllık sürenin uygulanması gerektiği kabul edilmiştir.
TBK’nın 149. maddesinde, zamanaşımının alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlayacağı ve alacağın muaccel olmasının bir bildirime bağlı olduğu hallerde, zamanaşımının bu bildirimin yapılabileceği günden itibaren başlayacağı belirtilmiştir. Somut olayda, alacağın genel kredi sözleşmesinden kaynaklandığı ve hesap kat ihtarıyla birlikte alacağın muaccel hale geleceği kabul edilmelidir. Davacı tarafından dosyaya ibraz edilen hesap kat ihtarının Bakırköy … Noterliği’nin 03/12/1998 tarihli olduğu görülmektedir. TBK’nın 149. maddesi uyarınca zamanaşımı süresinin başlangıcı, hesap kat ihtar tarihi olan 03/12/1998’dir. Bu tarihten icra takip tarihi olan 04/02/2015 tarihleri arasında yasada öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği tespit edilmiştir. TBK’nın 153. maddesinde, zamanaşımının durması, 154. maddesinde de zamanaşımının kesilmesine ilişkin sebepler sayılmıştır. TBK’nın 156. maddesinde de, zamanaşımının kesilmesiyle yeni bir sürenin işlemeye başlayacağı belirtilmiştir. Somut olayda TBK’nın 153. ve 154. maddesinde belirtilen durma veya kesilme hallerinden herhangi birinin gerçekleşmediği, davacı tarafından buna ilişkin bir delil sunulmadığı gibi bu yönde bir iddia dahi ileri sürülmemiş olmakla hesabın kat edilip alacağın muaccel olduğu, 03/12/1998 tarihinden takibin yapıldığı 04/02/2015 tarihi arasındaki 10 yıllık sürenin geçtiği, TBK. 154. maddesinde icra takibinin zamanaşımını kesen sebeplerden biri olduğu ifade edilmiş ise de, zaten takibin yapıldığı tarih itibariyle yasada öngörülen 10 yıllık süre geçmiş olduğundan artık takip tarihinden itibaren zamanaşımı süresinin kesildiği ve yeni bir sürenin işlemeye başlayacağı hususunun kabul edilemeyeceği kanaatine varılmakla davalıların zamanaşımı definin yerinde ve haklı olduğu kabul edilerek davanın bu nedenle reddi gerektiği sonucuna varılmıştır. Her ne kadar davacı taraf 5411 Sayılı Yasanın 141. maddesindeki 20 yıllık sürenin uygulanması gerektiğini ileri sürmüş ise de, yukarıda ayrıntılı şekilde izah edildiği üzere davacı bankanın kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacağı bakımından 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının mümkün bulunmadığı nitekim 20 yıllık sürenin uygulanmasına dayanak 4389 Sayılı Yasanın ek 5. maddesinin 2009 yılı itibariyle Anayasa Mahkemesince iptal edildiği, icra takibinin yapıldığı ve davanın açıldığı tarih itibariyle mevcut olmayan ve iptal edilmiş olan bir kanun maddesine dayalı olarak 20 yıllık sürenin uygulanması yönündeki iddiaya itibar edilmesinin mümkün bulunmadığı kanaatine varılarak davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiği…”gerekçesi ile, Davanın süre aşımı nedeniyle REDDİNE, karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile, davalı/ kefiller hakkındaki takip ve süreleri kesen diğer hususlar dikkate alındığında mahkemenin 6198 sayılı Borçlar Kanunu’nun 146 maddesini huzurdaki uyuşmazlıkta uygulamasının hukuka açıkça aykırı olduğunu, Davalılar yönünden zamanaşımının sözkonusu olmadığını, zira zamanaşımı sürelerini kesen çok sayıda sebep bulunduğunu, dosyaya ibraz edilen delilleri arasında bulunduğu üzere -davalılar yönünden icra takibine başlanmış ( İst. … İcra müd. … esas ek-1) bu takip düşmüş, yenilenmesi için başvurulduğunda icra müdürlüğünün dosyanın imha (ek-2) edildiği için talebi red ettiğini, bunun üzerine yeniden takip açıldığını. dava dilekçesinde bu hususun belirtildiğini, delil olarak da … E. dosyanın sunulduğunu, TBK’nın 154. maddesinde zaman aşımını kesen sebeplerinin sayıldığını, Açılan davada hak düşürücü süre veya zamanaşımı def’i söz konusu olmadığını, banka alacağının 20 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu ve süreyi kesen sebepler ile birlikte 20 yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığını, kefillerin kefalet sözleşmesinin kurulmasından itibaren süre ile bağlı olmakla birlikte bu sürenin kefilin ödenmeyen borç nedeni ile kendi temerrüdüne kadar geçerli bir süre olduğunu, kefilin temerrüde düşmesi ile birlikte kefalet sözleşmesinin bu süreye bağlı olmaksızın zamanaşımı süresi boyunca takibin mümkün olduğunun kabulü gerektiğini, Mahkemece dosyada bulunan bu deliller de dikkate alınmadan, eksik inceleme ve yanlış hukuki tasnif ile hüküm kurulduğunu, Dolayısıyla müvekkili banka ile ilgili özel yasalar değil de genel hükümlerin uygulanacağı kabul edilse dahi, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun müteselsil kefalet hükümleri çerçevesinde borçtan sorumlu olan ve bu kanunun yürürlükte olduğu sürelerde hakkında kanuni işlemler yapılan borçlu/davalı hakkında, borcun tamamından sorumlu oldukları; gerek kendileri gerekse asıl borçlu hakkındaki ihtar, icra takibi, ikrar ve kısmi ödeme nedenleri ile zamanaşımının kesildiğini ve alacağın zamanaşımına uğramadığı tespit edilerek, itirazın iptaline karar verilmesi gerekirken, davanın reddinin hukuka aykırı olduğunu, Kaldı ki Müvekkil Banka yönünden Genel Hükümler değil, özel hükümlerin uygulanması gerektiğini, Yasaların uygulanması hususu değerlendirilir iken özel kanun önce, genel kanun sonra yürürlüğe konulmuşsa korunan menfaatler dengesi ve özellikle kanun koyucunun amacı dikkate alınarak yorum yapılması gerekir iken 5411 sayılı Bankacılık Kanunu, 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile müvekkil banka için de uygulanan özel hükümler, 2012 yılında çıkan 6098 sayılı yasa ile tamamen kaldırılmış gibi değerlendirilerek hüküm tesis edildiğini, “(YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ E. 2015/16882 K. 2016/6587T. 14.4.2016) ……..Davalılar vekili, alacağın fon alacağı olmayıp kredi sözleşmesinden kaynaklı alacak olduğunu, hesabın kat edildiği tarihten sonra 15 yıllık süre geçtiğinden alacağın ve müvekkillerinin kefaletlerinin zamanaşımına uğradığını, asıl borçlu … şirketinin iflas etmesine rağmen davacının alacağını iflas masasına yazdırmadığını, asıl borçlunun iflası hakkında kefil müvekkillerine bilgi vermediğinden doğan zarar için kefillere müracaat edemeyeceğini, istenen faizin oranı ve tutarının fahiş olduğunu savunarak, davanın reddini ve davacının % 40 oranında kötüniyet tazminatına mahkum edilmesini istemiştir. Mahkemece yapılan yargılama sonunda; 5411 Sayılı Kanun’un geçici 16. maddesindeki 20 yıllık zamanaşımı süresine dair düzenlemenin Anayasa Mahkemesi’nin 4.6.2014 tarih 2014/85 Esas ve 2014/103 Karar sayılı kararı ile iptal edildiği, davanın dayanağı sözleşmenin imzalandığı tarihte zamanaşımı süresinin 10 yıl olduğu, alacağın zamanaşımına uğradığı, kötü niyet tazminatı isteminin koşullarının oluşmadığı gerekçeleri ile davanın ve kötüniyet tazminatı isteminin reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1- )Mülga 4389 Sayılı Bankalar Kanunu’na 26.12.2003 tarihli 25328 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5020 Sayılı Kanun’un 27. maddesiyle eklenen Ek madde 3 ile, ( mülga ) 4389 Sayılı Kanundan kaynaklanan fon alacaklarına ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklara dair dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıl olarak belirlenmiştir. Dava konusu alacağa dair hesap, alacaklı banka tarafından 29.4.1998 tarihinde kat edilmiş, icra takibine ise 26.1.2012 tarihinde geçilmiş ve bu tarihte zamanaşımı süresi kesilmiştir. Genel alacak zamanaşımı süresi 10 yıl olup bu alacak için zamanaşımı süresi 29.4.2008 tarihinde dolacak iken, fon alacağı haline dönüşmüş olan bu alacak için 5020 Sayılı Kanun’un 27. maddesiyle mülga 4389 Sayılı Yasaya eklenen Ek madde 3 ile zamanaşımı süresi 26.12.2003 tarihinde 20 yıla uzatılmıştır. 4389 Sayılı Bankalar Kanunu, 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu’nun 168. maddesinin ( A ) bendi hükmü gereğince, 5411 Sayılı Kanun’un geçici maddelerindeki düzenlemeler hariç olmak üzere, yürürlükten kaldırılmıştır. 5411 Sayılı Kanun’un 141. maddesinde bu kanundan kaynaklanan fon alacaklarına dair dava ve takiplerde zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu belirtilmiştir. Yine 5411 Sayılı Kanun’un geçici 16. maddesiyle bu Kanun ile fon alacağının tahsili bakımından yarar görülerek zamanaşımı ve diğer konularda fon lehine getirilen hükümler makable şamildir, hükmü getirilmiş, geçici madde 16.’da yer alan “…zamanaşımı…” sözcüğü, Anayasa Mahkemesi’nin 12.9.2014 tarih ve 29117 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 4.6.2014 tarih, 2014/85 Esas ve 2014/103 sayılı kararı ile iptal edilmiş “zamanaşımı” sözcüğünün iptali sebebiyle uygulanma olanağı kalmayan “ve” sözcüğünün de iptaline karar verilmiştir. 4.2.2011 tarihinde 27836 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6101 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 5. maddesiyle Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı sürelerinin, eski kanun hükümlerine tabi olmaya devam edeceği, ancak, bu sürelerin henüz dolmamış kısmı, Türk Borçlar Kanunu’nda öngörülen süreden uzun ise, yürürlüğünden başlayarak Türk Borçlar Kanunu’nda öngörülen sürenin geçmesiyle, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olacağı hükmü düzenlenmiştir. Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler ve Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararı hep birlikte değerlendirildiğinde davaya konu alacağın 10 yıllık zamanaşımı süresinin 29.4.2008 tarihinde dolacağı, ancak henüz 10 yıllık zamanaşımı süresi dolmadan mülga 4389 Sayılı Bankalar Kanunu’na 26.12.2003 tarihli, 25328 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5020 Sayılı Kanun’un 27. maddesiyle eklenen Ek madde 3 ile getirilen değişiklik sonucu zamanaşımı süresinin 20 yıla uzatıldığı, 20 yıllık süre dolmadan icra takibi yapılmış olması karşısında mahkemece alacağın zamanaşımına uğradığı iddiasıyla davanın reddi isabetsizdir. …… ” denildiğini, Bu anlamda müvekkil banka alacağı için özelyasal düzenleme olmasına karşın borçlar kanunu genel hükümlerinin dikkate alınmasının ve davalı-kefillerin sorumluluklarına mahkeme kararı ile son verilmesinin yasal dayanaktan yoksun ve hakkaniyetten uzak olduğunu, Bilindiği üzere 5411 sayılı Bankacılık Kanunu, bu kanunun geçici maddelerindeki düzenlemeler hariç olmak üzere 4389 sayılı yasayı yürürlükten kaldırdığını, Şöyle ki; 5411 sayılı yasanın geçici 11. Maddesinde “Bu Kanunun yayımı tarihinden önce 26.12.2003 tarihine kadar temettü hariç ortaklık hakları ve yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilişkili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılarak tasfiyeleri fon eliyle yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankalar (ki geçici 13 de Müvekkil Tasfiye Halinde … Bankasının bu kategoride olduğu ayrıca ve açıkça belirtilmiştir) hakkında başlatılan işlemler sonuçlanıncaya ve her türlü fon alacakları tahsil edilinceye kadar bu kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı kanunun 14,15,15/a,16,17,17/a ve 18. Maddeleri, ek 1,2,3,4,5,6. Maddeleri ile geçici 4. Maddesi hükümlerinin uygulanmasına aynen devam edilir…” ifadesinin yer aldığını, 4389 sayılı yasaya 5020 sayılı yasa ile eklenen ek 3 madde gereğince “bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklara ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıldır. Fon alacakları ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklar bakımından bu sürenin başlangıcı Fon tarafından ödeme yapılmasına veya yapılacak olmasına sebebiyet veren kişilerin fiillerinin gerçekleştiği tarihten itibaren başlar.” denildiğini. Bu anlamda zamanaşımı hususundaki yerel mahkeme değerlendirmesinin de hukuka aykırı olduğunu, Açıklandığı üzere ayakta bırakılan eski yasa hükümleri ile 5411 sayılı Bankacılık Kanununun birlikte değerlendirilmesi gerektiğini, bu durumda yasal düzenleme gereği fon alacaklarına sağlanan haklardan birebir faydalanan müvekkili banka alacağına ilişkin açılmış işbu dava ve takiplerin de, 5020 sayılı kanunla 4389 sayılı kanuna eklenen ek madde 3 de yer alıp 5411 sayılı yasanın 141. Maddesinde de aynen kabul edilen 20 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu (Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 21.10.2015 tarih 2015/23457 ve 2015/30866 K sayılı kararı emsal kararı) İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER: İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi 2017/560 Esas – 2018/595 Karar sayılı dosyası kapsamı.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili amacıyla başlatılan icra takibine vâki itirazın iptali istemine ilişkindir. Dava konusu kredi sözleşmesinin düzenlendiği tarihte 4389 sayılı Bankalar Kanunu yürürlükte olduğundan somut olayda bu kanun hükümlerinin uygulanması gerekir. 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nda zamanaşımı süresi 10 yıl olarak düzenlenmiş iken, bu Kanuna 12.12.2003 günlü, 5020 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle eklenen Ek 3. maddesine göre, “Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklara ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi 20 yıldır. ” düzenlemesi getirilmiştir.01.11.2005 tarih ve 35983 Mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141.maddesine göre “Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi 20 yıldır.” 168/A maddesine göre, Bu Kanunun geçici maddelerindeki düzenlemeler hariç olmak üzere, 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile ek ve değişiklikleri yürürlükten kaldırılmıştır.” Uyuşmazlık davacı bankanın 20 yıllık zamanaşımından yararlanıp yararlanmayacağı noktasındadır. Bankacılık Kanunu 132/8 maddesi gereğince TMSF tarafından devralınmayan fon bankalarının alacakları fon alacağı niteliğinde değildir. Tasfiye Halinde … Bankası A.Ş. bu kapsamda TMSF tarafından devralınmadığından fon bankası değildir. Davacı banka lehine 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının dayanağı, 5020 sayılı yasa ile 4389 sayılı yasaya eklenen ek 5. maddesidir. Ek 5. madde de, kredi sözleşmelerinden kaynaklanan alacakların tahsiline ilişkin düzenleme yapıldığı, ancak bu hükmün Anayasa Mahkemesi kararıyla 2009 yılında iptal edildiği, iptal edilmeden evvel de 01.11.2005 tarihinde 5411 sayılı 168. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığı anlaşılmaktadır. 5411 sayılı kanunun geçici 13. maddesi ile “Sermayesinin yarıdan fazlası kamu kurum ve kuruluşlarına ait olan ya da hisselerinin çoğunluğu üzerinde bu kurum ve kuruluşların idare ve temsil yetkisi bulunan ve özel kanunla kurulmuş bankalarda (Tasfiye Halinde … Bankası A.Ş. dahil) 26.12.2003 tarihinden önce bankacılık teamüllerine göre teminatlı ve/veya yeterli teminatlı kredi kullanıp da vadesi geçtiği halde henüz ödenmemiş, süresi uzatılmamış veya yeniden yapılandırılmamış kredileri kullananlar ya da yeniden yapılandırma şartlarını ihlal edenler ile münferit veya … hakların da diğer bankaların ve üçüncü kişilerin muvazaadan ari hakları aleyhine olmamak üzere fon alacaklarının tahsiline ilişkin 123,134,136,137,138,140,142 ve 165. madde hükümleri, tasarrufun iptali davalarında aciz vesikası şartı aranmaması, dahil bankalarınca uygulanır.” denilmiştir. Söz konusu maddede fon alacaklarında zamanaşımının 20 yıl olduğunu düzenleyen 141. maddeye atıf yapılmamıştır. Buna göre davacı banka fonun maddede yazılan ayrıcalıklardan yararlanacak ise de 141. maddeye açık atıf olmadığından genel dava zamanaşımı süresi olan 10 yıllık zamanaşımı süresi uygulanacaktır. Somut olayda hesabın kat edildiği 03/12/1998 tarihinde özel bir zamanaşımı öngörülmediğinden 4389 sayılı kanun gereği zamanaşımı süresinin 10 yıl olduğu, arada 12.12.2003 tarihli ek 5. madde gereği 20 yıla uzadığı, kanun hükmünün 0l.l1.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı kanunun geçici 13. maddesi ile tekrar kaldırılarak zaman aşımı süresinin 10 yıla düştüğü, dolayısıyla zamanaşımının başladığı ve sona erdiği tarihlerde yürürlükte bulunan kanun hükümleri gereği 10 yıl olarak uygulanması gerektiği anlaşılmaktadır. Buna göre taraflar arasında akdedilen kredi sözleşmeleri uyarınca kullandırılan krediye ilişkin borcun ödenmemesi üzerine hesabın 03/12/1998 tarihinde kat edilmesiyle alacağın muaccel hale geldiği, 04/02/2015 tarihinde icra takibi başlatıldığı, hesap kat tarihi ile icra takip tarihi arasında zamanaşımı kesen bir nedene dosya kapsamında rastlanılmadığı, dolayısıyla icra takip tarihi itibariyle 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşılmakta olup, bu durumda ilk derece mahkemesinin davanın zamanaşımı nedeniyle reddi yönünde vermiş olduğu kararda isabetsizlik görülmemiştir. Davacı, her ne kadar İstanbul. … İcra Müdürlüğünün … esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, bu takibin zaman aşımı süresini kestiğini belirtmiş ise de yine davacı taraf beyanına göre söz konusu dosya yenilenmek istendiğinde icra müdürlüğünce dosyanın imha edildiği belirtilmiştir. Buna göre söz konusu icra takibi zaman aşımı süresini kesmiş olsa bile icra takibinden sonra yeni bir zaman aşımı süresi işlemeye başlayacaktır. Buna göre de takip tarihi olan 2015 yılı itibarıyla 10 yıllık zaman aşımı süresi dolmuştur. Bu süre içinde TBK’nın 153 ve 154 maddelerinde belirtilen zaman aşımının kesilmesi ve durmasını hallerinin olayda gerçekleştiği davacı tarafça ispatlanamamıştır. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre; mahkeme kararı usul ve yasaya uygun olduğundan davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-İstinaf eden davacı taraf harçtan muaf olduğundan istinaf harçlarının tahsiline yer olmadığına, 3-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep eden üzerinde bırakılmasına, 4-Artan gider avansı varsa karar kesinleştiğinde ve talep halinde avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’da temyiz yolu açık olmak üzere 30/04/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.