Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.
T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/1548 Esas
KARAR NO: 2020/74 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 6. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI: 2014/1364 Esas 2018/311 Karar
TARİH: 28/03/2018
DAVA: İtirazın İptali
KARAR TARİHİ: 23/01/2020
İlk derece Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, müvekkili ile davalının Ticaret Sicil Memurluğunun … sicil numarasında kayıtlı … San. Ve Tic. Ltd. Şti’nin %50-%50 hisse sahipleri olduğunu, davalının açmış olduğu şirketin feshi ve tasfiyesi davasının davacı tarafından kabul edildiğini, İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2007/675 E. Sayılı dosyası ile şirketin feshine ve tasfiyesine karar verildiğini, söz konusu şirketin tasfiye haline girdiğini, müvekkilinin şirketin tüm borçlarını şahsen ödediğini ancak davalı yanın bu sorumluluğu paylaşmadığını, şirketin tüm borçlarının müvekkili tarafından ödenmesinin hemen ardından tasfiye edildiğini, şirket tasfiyesi için yapılan ödemelere ilişkin davalının payına düşen kısmı ödemediğini bunun üzerine davalı aleyhine İstanbul … İcra Müdürlüğünün … esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını ancak davalının haksız yere takibe itiraz ederek takibi durdurduğunu bunun üzerine iş bu davanın açıldığını, davalının takibe yapmış olduğu itirazların iptalini ve takbin devamını, davalının %20 icra inkar tazminatına hükmedilmesini, yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin davalı yanca karşılanmasını talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile, davacının müvekkilinden herhangi bir alacağının bulunmadığını, iddialarının gerçeği yansıtmadığını, müvekkili ile davacının tasfiye edilen … San. Ve Tic. Ltd. Şti’nin ortakları olduğunu, davacının oğlu dava dışı …’nun (müvekkilinin eski eşi) şirketin tek imza yetkisine sahip müdürü olduğunu, ancak … San. Ve Tic. Ltd. Şti’nin asıl ortaklarının … ve kardeşi … olduğunu, davacının oğullarının sigortalı statüsüne geçebilmek ve buradan emekli olabilmek için kendilerini şirket çalışanı olarak gösterdiklerini, kendilerine ait şirket hisselerini ortaklardan … 02/02/2001 tarihinde annesi davacı …na, dava dışı … ise 04/12/2003 tarihinde eski eşi müvekkili …’ya devir ettiğini, dava dışı …’nun 20 yıl müddetle temsile yetkili müdür olduğunu, müvekkilinin ise görünürde ortak olduğunu, şirketin geliri, karı, alınan kararlar, şirket merkezinin taşınması hakkında bilgisinin olmadığını, ortaklar kurulu toplantılarına da çağırılmadığını, dava dışı …’nun şube açılışı için müvekkiline geldiğini, müvekkilinin de şirkete ait muhasebe kayıtlarını, şirket bilançolarını, vergi beyanını talep ettiğini, bağkur kaydının yapılıp yapılmadığını, şirketin vergi borcunun bulunup bulunmadığını sorduğunu ancak …’nun bu konularla ilgili herhangi bir bilgi vermediğini, bunun üzerine müvekkilinin kendi çabalarıyla şirketin vergi borcunun bulunduğunu, bağkur kaydının yapılmadığını öğrendiğini, müvekkilinin şirket işleri hakkında bilgi edinmesinin, pay sahipliğinden doğan haklarını kullanılmasının engellendiğini, müvekkilinin Beyoğlu … Noterliğinin … yevmiye saylı ihtarnamesi ile şirket hisselerini uygun görecekleri bir kişiye devir etmeye hazır olduğunu davacı yana ve dava dışı şirket müdürü …na bildirdiğini, davacının bunun üzerine Beyoğlu …. Noterliğinin 20/07/2007 tarih … yevmiye sayılı cevabi ihtarnamesi ile müvekkilinin ortaklıktan ayrılmasına iznin bulunmadığını müvekkilinin açacağı şirketin feshi davası sonucu mahkemeden alınacak fesih kararı neticesinde şirketin tasfiyesini kabul edeceğinin bildirdiğini, bunun üzerine müvekkilinin İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2007/675 Esas sayılı dosyası ile şirketin feshini talep ettiğini, verilen karar neticesinde … San. Ve Tic. Ltd. Şti’nin tasfiye edildiğini, davacı yanın ödediğini iddia ettiği tasfiye memuru ücretinin ve bağkur prim borçlarının bizzat müvekkili tarafından ödendiğini bu nedenle bu alacak kalemlerini müvekkilinden talep edemeyeceğini, davacının kötü niyetli olduğunu, açılan bu davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 28/03/2018 tarih 2014/1364 Esas 2018/311 Karar sayılı kararında; ” Dava; tarafların % 50 oranında ortak oldukları şirketin fesih ve tasfiyesine karar verilmesi nedeni ile davacı ortak tarafından fesih ve tasfiye sırasında ödenen muhasebe, vergi, SGK, ticaret sicili, noter, kırtasiye vb alacaklar kalemlerinin davalı ortaktan faizleri ile birlikte tahsiline yönelik takibe itirazın iptaline, alacağın varlığına ve miktarına ilişkindir. Buna ilişkin tarafların delilleri bilirkişi kök ve ek raporları ile incelenmiştir. Hukuken denetlenebilen hüküm kurmaya elverişli belirli ve eksiksiz iddia ve talepleri karşılayan bilirkişi kök ve ek raporu alınmış ticari defter ve kayıtlar incelenmiştir. İİK 67 ile TMK 6 ve 7 ile HMK 187- 293. maddeleri gereğince ispat hususuna ve ispat kurallarına dikkat edilmiştir. Davacının % 50 ortak olduğu şirketin mahkeme kararı ile fesih ve tasfiyesine karar verilmesi nedeni ile fesih ve tasfiye sırasında muhasebe, vergi, SGK, ticaret sicili, noter, kırtasiye vb alacaklar kalemleri olarak 23.041,00 TL ödemede bulunduğunun kayıtlar gereğince ispatlandığı, fazlaya ilişkin talebinin yerinde olmadığı, davalı ortağın % 50 hisse sahipliği nedeni ile bu masrafın yarısından iç ilişkide rücu kapsamında sorumlu olduğu değerlendirilerek itirazın bu miktar alacak yönünden haksız olduğu …”gerekçesi ile, 1-Davacının kısmi itirazın iptali davasının kısmen kabulü-kısmen reddi ile; İstanbul … İcra Dairesinin … E. Sayılı dosyada yapılan itirazın 11.520,50 TL’lik kısmın açısından iptali ile takibin bu miktar alacak ferileri üzerinden devamına, fazlaya ilişkin talebin reddine, 2-Davacı lehine 2.304,10 TL icra inkar tazminatına hükmolunmasına, davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş ve karara karşı davacı ve davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekili istinaf dilekçesi ile, İlk derece mahkemesi kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, Mahkemece eksik hüküm kurulduğunu, şirketin kamuya olan borçlarının şirketin ortağı tarafından ödenmesinin ön koşulunun kamu borcunun şirketten tahsil imkanının bulunmaması olduğunu, dosya muhteviyatından vergi dairesi ve SGK tarafından şirket aleyhine yapılan bir takip olmadığının görüldüğünü, Dolayısıyla davacının kendisinin yaptığını iddia ettiği bu ödemeleri iyi niyetle ve kendi rızası ile yapmasını gerektirecek bir durum olmadığını, bu ödemelerin şirket hesabından yapıldığını, vergi borcunun yapılandırılmasının nedeninin davacının oğlu olan şirket müdürünü sorumluluktan kurtarmak olduğunu, Dosya incelendiğinde davacının cebinden ödeme yapmasını gerektirecek herhangi bir durum olmadığını, Tek başına ödeme makbuzların bazılarında isminin yer almasının, ödemenin davacı tarafından ve kendi hesabından yapıldığı sonucunu doğurmayacağını, Likit bir alacağın olmadığını, icra inkar tazminatına hükmedilmesinin hatalı olduğunu, alacağın miktarı yargılama sırasında belirlendiğinden likit bir alacaktan söz edilemeyeceğini, dolasıyla icra inkar tazminatına hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, Bilirkişi raporunun hüküm kurmaya elverişli olmadığını, bilirkişi raporuna yaptıkları itirazlar karşılanmadan hüküm kurulduğunu, Müvekkilinin şirket tasfiyesi için tasfiye memuruna ödediği ücretlerin mahsup edilmediğini, müvekkilinin tasfiye sırasında tasfiye memuruna 5.000,00.TL ödemede bulunduğunu, Şirket defterlerinin gereği gibi incelenmediğini, Bilirkişiler tarafından, yapıldığı iddia edilen ödemelerin güvenilirliği açısından şirketin kullandığı muhasebe sisteminin iç kontrol mekanizması dikkate alınmadığı, Dava konusu alacağın BK 147/4.hükmü gereği zaman aşımına uğradığını, Dava dışı şirketin tasfiye edildiğini, davacının TTK 541/1 gereğince şirketten alacaklı olduğu miktarı tasfiye süresi içerisinde tasfiye memuruna bildirmesi ve bu süreçte şirketten alacağını alması gerektiğini, şirket için yapıldığı iddia edilen ödemeleri tasfiye sürecinde şirketten talep etmeyen davacının bu ödemeleri müvekkilinden talep etmesinini hukuka aykırı olduğunu, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili katılma yoluyla verdiği istinaf dilekçesi ile; Bilirkişilerin şirketin 2007 – 2008 – 2009 – 2010 – 2011 – 2012 – 2013 – 2014 yıllarına ait ticarei defter ve belgeleri üzerinde inceleme yaptıklarını, bu inceleme neticesinde bilirkişilerin “…davacı yanca dosyaya sunulan ödeme belgeleri üzerinde yapılan inceleme sonucunda yapılan harcamaların toplam 44.262.03.TL olduğu tespit edilmiştir…”sonucuna vardıklarını, Şirketin tesfiyesi; erken dağıtım ile, İstanbul 49 (Kapanan) Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2013/ 274 E. 2014/ 1 Karar sayılı hükmü ile sona ermiş olduğunu, Tarafların tasfiyesi tamamlanan … San. ve Tic. Ltd. Şti.’nde %50 %50 hisedar olduklarını, Bilirkişi raporunda; “…..şirketin mevcut mal varlığı içerisinde bu tutarı karşılayacak bir varlık bulunmadığı..” tespit edildiğini, bilirkişi raporunda davacının yaptığı masraflar toplamının 44.263.03.TL. olduğunu, ödeme kalemlerinin; Vergi ve stopaj 7.315.44 Vergi taksitlendirme 15.725.46 Noter Defter tasdiği ve kırtasiye ödemeleri 1.729.24SGK ya yapılan ödemeler 5.758.23 Ticaret Odası ve Ticaret Sicil ödemeleri 1.547.06 Muhasebe için ödemeler 12.187.50 TOPLAM : 44.263.44.TL olduğunu, Tasfiyenin 2007 yılında başlayıp, 2014 yılında tamamalandığını ve şirketin mevcut mal varlığı içerisinde bu tutarı karşılayacak bir varlık bulunmadığı düşünüldüğünde, işbu 44.263.44.TL şirketin tasfiye için zorunlu harcamalar olduğunu, Şirketin tasfiyesinin davalı tarafından istendiği de nazara alındığında, tasfiye için yapılan bu zorunlu masrafları davalının ödemekten kaçınmasının iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığını, Davalının şirketin tasfiyesi için ödemediği miktar kadar sebesiz zenginleşmiş olduğunun kabulü gerektiğini, bu hususun vakaletsiz iş görme hükümlerinin unsurlarını da taşıdığını, Tasfiye için zorunlu masrafları şirkette %50 -%50 oranında ortak olanların, şirketin ödeme kabiliyetinin, malvarlığının bulunmadığı durumda eşit olarak üstlenmeleri gerekirken, bilirkişi raporunun hatalı mütalaası ile mahkemenin bu mütalaaya üstünlük tanıyarak, davacı tarafından zorunlu bu masraf alacaklarınının, şirketten alacaklı olan üçüncü şahısların alacağı olarak değerlendirmesinin hukuken hatalı olduğu, Öncelikle tasfiye olmuş olmakla ortada tüzel kişiliği devam eden bir şirket olmadığını, mahkemece kanunun olaya uygulanmasında hata edildiğini, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derce mahkemesi kararının HMK 353/1-b2 maddesi uyarınca kararın düzeltilerek onanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER : İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesi 2014/1364 Esas 2018/1311 Karar sayılı dosyası kapsamı.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, ortak tarafından ödenen tasfiye halinde limited şirket borcunun diğer şirket ortağından rücuen tahsili için yapılan takibe itirazın iptaline ilişkindir. Davacı, tarafların %50 ortak oldukları şirketin tasfiye olduğunu, şirket borçlarının kendisi tarafından ödendiğini, bu ödemelerden davalının hissesi oranında sorumlu olduğunu, davalının sorumlu olduğu bedelin tahsili için yapılan takibe itiraz ettiğini belirterek itirazın iptalini talep etmiş, davalı zamanaşımı itirazı ile ödemelerin şirket tarafından yapıldığını, davacının yaptığı bir ödeme bulunmadığını, kendisinin de tasfiye memuru ücretini ödediğini bunun mahsubu gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuş, mahkemece davacının %50 ortak olduğu şirketin mahkeme kararı ile fesih ve tasfiye olduğu, tasfiye sırasında muhasebe, vergi, SGK, ticaret sicili, noter, kırtasiye vb. Alacaklar kalemi olarak 23.041,00 TL ödemede bulunduğunun ispatlandığı, fazlaya ilişkin talebin yerinde olmadığı, davalının %50 hisse sahipliği nedeniyle bu masrafların yarısından iç ilişki rücu kapsamında sorumlu olduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, karara karşı davalı ve katılma yoluyla davacı istinaf başvurusunda bulunmuştur. TTK’nın 573/2 maddesinde ” Ortaklar, şirket borçlarından sorumlu olmayıp, sadece taahhüt ettikleri esas sermaye paylarını ödemekle ve şirket sözleşmesinde öngörülen ek ödeme ve yan edim yükümlülüklerini yerine getirmekle yükümlüdürler. ” hükmü, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 35/1 maddesinde ”Limited şirket ortakları, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar.” hükmü düzenlenmiştir.TTK’nın 643. Maddesinde limited şirketlerin tasfiye usulü hakkında anonim şirketlere ilişkin hükümlerin uygulanacağı, TBK’nın 147. Maddesinde bir ortaklıkta, ortaklık sözleşmesinden doğan ve ortakların birbirleri veya kendileri ile ortaklık arasındaki; bir ortaklığın müdürleri, temsilcileri, denetçileri ile ortaklık veya ortaklar arasındaki alacakların 5 yılda zamanaşımına uğrayacağı belirtilmiştir. Somut olayda tarafların ortağı olduğu şirketin tasfiye olduğu sabittir. Davacı tasfiye olan şirketin borçlarının bir kısmının kendisi tarafından ödendiğini, diğer ortak olan davalının bu ödemelerden hissesi oranında sorumlu olduğunu belirterek davalının sorumlu olduğu bedelin tahsili için yapılan takibe itirazın iptalini talep etmiştir. Mahkemece alınan bilirkişi kök ve ek raporlarında davacının dava dışı tasfiye edilmiş şirketten olan alacağının şirkete ait olduğu, ortağın kendi iradesi ile şirket için yaptığı ödemelerden dolayı diğer ortaktan hissesine düşen bedeli isteyemeyeceği, kamu alacağı olan vergi ve SGK borçlarının farklı olduğu, bu borçlarda ortakların sorumluluğunun yasa gereği olduğu, sorumlu olduğu kamu borcundan fazlasını ödeyen ortağın diğer ortağa hissesi oranında rücu edebileceği, davacı ortağın ödemiş olduğu kamu borcunun 23.041 TL olduğu bunun yarısından davalının sorumlu olduğu belirtilmiştir. Söz konusu yasal düzenlemeler karşısında limited şirketlerde şirket borçlarından şirket sorumlu olup, ortakların sorumluluğu taahhüt ettikleri esas sermaye payları ile var ise yan edim ve ek ödeme taahhütleri ile sınırlıdır. Dosyada davalı ortağın sermaye taahhüdünü veya yan edim ile ek ödeme taahhüdünü yerine getirmediğine ilişkin bir iddia bulunmamaktadır. Buna göre şirket borçlarından dolayı şirket sorumlu olup, isteği ile şirket borçlarının bir kısmını ödeyen ortak bu ödemelerini şirketten talep edebilecek olup, diğer ortağa rücu edemeyecektir. Ancak 6183 saylı kanun 35/1 maddesi gereğince kamu alacakları bunun dışında olup, yasa gereği kamu alacaklarından tüm ortaklar hisseleri oranında sorumlu olduklarından kamu alacağına mahsuben hissesinden fazla ödeme yapan ortak fazla ödemesini hissesi oranında diğer ortaktan talep edebilecektir. Mahkemece gerekçede bilirkişi raporunda kamu alacakları ile diğer alacaklar ayrımı yapılmış iken bu husus gözetilmeyerek, davacının yaptığını iddia ettiği tüm ödeme kalemleri sayılarak bundan dolayı bilirkişice belirlenen kamu alacakları miktarı üzerinden hüküm kurulması çelişki oluşturmuştur. Fazlaya ilişkin talebin reddi gerekçesi açıklanmamıştır. Davalının süresinde verdiği cevap dilekçesi ile zamanaşımı itirazı bulunmasına rağmen bu konuda olumlu veya olumsuz her hangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Davacını yaptığını ileri sürdüğü vergi borcu ödemelerinin bir kısmı 2008 yılına aittir. Davaya konu takip ise 12/05/2014 tarihlidir. Davacı takipten önce yapmış olduğu bu ödemelerden davalı hissesine düşeni usulüne uygun olarak davalıdan talep ettiğini ispatlayamamıştır. Ayrıca hükme esas alınan bilirkişi kök ve ek raporları da hüküm için yeterli olmayıp eksik hususlar içermektedir. Davacının rücuen tahsilini istediği ödemelerin bir kısmı vergi borcu, bir kısmı SGK ödemeleridir. (davacı takip talebi ve dava dilekçesine göre 23.360,77 TL vergi ödemesi, 5.774.89 TL SGK ödemesi). Bilirkişi raporunda her hangi bir açıklama olmadan kamu alacakları olarak davacının 23.041 TL ödeme yaptığı, bunun yarısını davalıdan isteyebileceği belirtilmiştir. Davacının kamu alacağı olarak talep ettiği fazlaya ilişkin kısmın neden reddedildiği gerekçe kısmında açıklanmamıştır. Davacının kendisi tarafından ödendiğini ileri sürdüğü vergi ve SGK borçlarına ilişkin olarak davacı delilleri toplanmamıştır. Yine dava dışı şirketin tasfiyesinin sonuçlandığı anlaşılmakta ise de tasfiye sonucuna ilişkin hiç bir belge getirtilmemiş, tasfiye sonucu şirketin tüm borçlarının ödenip ödenmediği, tasfiye sonucu aktifinin kalıp kalmadığı, tasfiye sonucu ortaklara dağıtılan veya alacaklılar için bankada blokede bekletilen para olup olmadığı, dava dışı şirketin kamu borçlarını ödeyip ödemediği, ödeme imkanının bulunup bulunmadığı araştırılmamış, bilirkişi raporunda tasdiksiz şirket defterlerine göre yapılan yeterli açıklama ve inceleme içermeyen beyanlara göre karar verilmiştir. Bilirkişi raporunda davacının yaptığı ve ispatladığı kamu borcu ödemelerine ilişkin bir açıklama da bulunmamakta sadece toplam ödendiği belirtilen bir miktardan bahsedilmektedir. Anayasa’nın 141. maddesinde öngörülen mahkeme kararlarının gerekçeli olması ilkesinin bir sonucu olarak düzenlenen HMK’nin 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Kararın nasıl yazılacağı konusundaki şekil 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesinde gösterilmiş olup, bunlar arasında en önemlilerinden biri de kararların gerekçeli olmasıdır. Kararın açık ve gerekçeli olması hukuki dinlenilme hakkının sağlanması açısından önemlidir. Tarafların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar ve bunların dayandıkları deliller, kararda tartışılıp gerekçeleri açıklandığı ölçüde karar, hukuki dinlenilme hakkına uygun bir karar olacaktır. İddia ve savunmaların kararda tartışılması, gösterilen delillerin incelenmesi, neden bir kısmının diğerine üstün tutulduğunun belirtilmesi ancak gerekçeyle mümkün olacaktır. Mahkeme kararının gerekçeli olması hususu 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesinde belirtildiği gibi aynı zamanda Anayasa’nın 141. maddesinin de amir hükmü gereğidir. Bu nedenlerle; mahkeme kararları tarafların iddia ve savunmalarının özetini, tarafların anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri mutlaka kapsamalıdır. Ayrıca gerekçede tarafların taleplerinin her biri hakkında değerlendirme yapılmalı, taleplerinin her biri hakkında ayrı ayrı bunların neden kabul edildiği veya edilmediği belirtilmelidir. Gerekçe sayesinde kararların doğru olup olmadığı denetlenebilir. Gerekçesiz bir kararın Bölge Adliye Mahkemesi tarafından denetlenmesi de mümkün değildir. Gerekçe, doyurucu olmalı, kararın neden, nasıl, hangi hukukî gerekçeyle ve hangi deliller değerlendirilmek suretiyle verildiği hususlarını içermelidir. Bu hususları içermeyen kararların gerekçeli olduğundan bahsedilemez. Ayrıca kararda maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiği, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığı ortaya konulmalı, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantı açıklanmalıdır. Tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı ya da haksız olduğunu anlayıp değerlendirilebilmeleri ve Bölge Adliye Mahkemesinin hukuka uygunluk denetimi yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçenin bulunması bu yasal ve Anayasal düzenleme karşısında zorunludur. Aksi halde, kararın gerekçeli olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Ayrıca mahkemece, davalının zamanaşımı itirazının değerlendirilmesi, kabul veya red gerekçesinin belirtilmesi gerekmektedir. Hiçbir gerekçe içermeyen hükmün Anayasanın 141 ve HMK’nın 297. maddelerine uygun olduğundan bahsedilemeyecektir. Davalının zamanaşımı itirazı konusunda mahkemece herhangi bir değerlendirme yapılmadığından bu hususun istinaf aşamasında denetlenmesi de mümkün değildir. Bu nedenle mahkeme kararı eksik incelemeye dayalı olup, davalının süresinde yaptığı zamanaşımı itirazı konusunda herhangi bir değerlendirmeyi içermediğinden tarafların istinaf başvurularının esası incelenmeksizin HMK 353/1-a-6 maddesi gereğince kabulü ile mahkeme kararının kaldırılmasına, davalının zaman aşımı itirazı değerlendirilerek bu konuda olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi, bundan sonra gerekmesi halinde yukarıda belirtildiği şekilde deliller toplanarak gerekli inceleme ve değerlendirme yapılarak oluşacak sonuca göre karar verilmek üzere mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; Tarafların istinaf başvurularının KABULÜ ile; 1-İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 28/03/2018 tarih ve 2014/1364 Esas 2018/311 Karar sayılı kararının HMK 353/1-a6 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA ve dosyanın mahkemesine İADESİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf edenler tarafından yatırılan 98,10’ar.TL istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, 3-İstinaf eden davalı tarafından yatırılan 197,00.TL istinaf karar harcının talep halinde iadesine, 4-İstinaf eden davacı tarafından yatırılan 35,90.TL istinaf karar harcının talep halinde iadesine, 5-İstinaf edenler tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerlerinde bırakılmasına, 6-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine, 7-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 23/01/2020 tarihinde HMK 353/1-a6. maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.