Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2018/1398 E. 2019/1795 K. 11.12.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/1398 Esas
KARAR NO : 2019/1795 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI : 2015/480 Esas 2018/510 Karar
TARİH: 17/05/2018
DAVA: Sorumluluk-Tazminat
KARAR TARİHİ: 11/12/2019
İlk derece mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile; müvekkilinin eşi … vefatından sonra şirkete işçi olarak alınan uzun yıllar şirkette çalışan ve zaman içinde kendisine bir miktar ortaklık verilen …’ın ve oğlu …’ın da hissedar gösterildiğini, 13.06.1996 tarihinde …’a münferit imza ile şirketi temsil ve ilzam yetkisinin tanındığını, müvekkilinin yaşı ve sağlık durumu nedeniyle çoğu zaman işyerine gidemediğini, …’ın şirketin idaresini aldıktan sonra kötüniyet, hile ve desise ile müvekkiline bir kısım belgeleri imzalattığını, üzerinde büyük baskı ve korku yaratarak Mahmutpaşa’da sahip olduğu iki mağazadan birinin tapuda üzerine devrini sağladığını, …’ın 03.02.2014 tarihinde vefat ettiğini ve vefatından sonra Mahmutpaşa’daki diğer mağazanın da mülkiyetinin …’ın üzerine geçtiğini öğrendiğini, şirkette yapılan sermaye artışı sonucu müvekkilinin hisselerinin küçültüldüğünü ve şirket yönetimini aldıktan sonra beklenen karlılığın sağlanamadığını, alınan genel kurul kararlarının da iptali gerektiğini belirterek 1996 yılından itibaren şirketi yöneten …’ın yaptığı işlemlerin denetlenmesi ve şirkete verdiği zararların tespiti ile mirasçıları olan davalılardan fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla şimdilik 100.000,00 TL’nin tahsiline, davalı şirkete ve davacıya bu bedelin ödenmesine, ayrıca şirketin sermaye arttırımına ilişkin 1999 tarihli, 28.05.2002 tarihli, 04.06.2003 tarihli ve 25.06.2014 tarihli genel kurul kararlarının iptaline ve şirketin ortaklık yapısının ilk kuruluşunda varolan 12.06.1996 tarihli düzeltme beyannamesiyle belirlenmiş bulunan oranlarda muhafazasının tespitine karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekilince dosyaya ibraz edilen 18.01.2016 tarihli dilekçesi ile davayı talep ve hukuki sebep yönünden ıslah ettiğini, davalı şirket bünyesinde alınan 01.06.1999, 28.05.2002 ve 04.06.2003 tarihli sermaye arttırım kararlarının ardından şirket müdürleri davalıların murisi …’ın ve davalılardan …’ın kanuni yükümlülüklerine aykırı davranmak suretiyle müvekkiline rüçhan hakkını kullandırmamaları sebebiyle müvekkilinin payının dolayısıyla kar payı hakkının azalması, davalıların ise aynı oranda paylarının artması sonucu müvekkilinin uğradığı zararın tazmini talebiyle açılan bu davada hukuki sebebin ve maddi vakıaların haklı taleplerinin temelini oluşturan hile ve ikrah hukuki sebeplerine dayandırdığını, bu çerçevede yargılamanın yürütülmesi gerektiğini beyan etmiştir.Davalı vekili cevap dilekçesi ile; davacının iddialarının haksız olduğunu, müvekkillerinin murisi …’ın ve müvekkili … davacı aleyhine hiçbir işlem yapmadığı gibi şirket karını usulsüz olarak uhdelerine geçirmemiş olduklarını, aksine davacının birçok ödemesinin şirket bünyesinden yapıldığını, 2013 yılı itibariyle 50.230,14 TL, 2014 yılı itibariyle de 89.645,26 TL miktarında şirkete borçlu olduğunu, alınan tüm kararların davacı tarafından imzalandığını belirterek haksız davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ:İlk Derece Mahkemesi 17/05/2018 tarih 2015/480 Esas 2018/510 Karar sayılı kararında;Davacı taraf, hissedarı olduğu şirketin ve dolayısıyla kendisinin zarara uğratıldığını, davalıların murisi şirket müdürü … ve davalı müdür … müdürlük görevlerini kanuna ve özen yükümlülüğüne aykırı bir şekilde ifa etmeleri sebebiyle sorumlu olduklarını, uğranılan zararın tazmini gerektiğini ileri sürmüş ve bu iddiasına dayanak olarak da şirketin sermaye artışına ilişkin 01.06.1999, 28.05.2002 ve 04.062003 tarihli ortaklar kurulu kararları ile davacının şirketteki payının küçültüldüğünü ve sermaye arttırımı sonucunda rüçhan hakkının kullandırılmadığını, payının küçültülmesi neticesinde davacıya düşen kar payının da azaltılmış olduğunu belirtmiş ve yargılama sırasında 18.01.2016 tarihli dilekçesi ile davalı müdür … ile davalıların murisi olan şirketin önceki müdürü …’ın eylemleri hile ve ikrah sonucu gerçekleştirdiklerini ve davanın hukuki nedeninin hile ve ikraha dayandırıldığını beyan ettiği anlaşılmıştır. Maddi vakıaların açıklanması taraflara ait olmakla birlikte hukuki nitelendirmenin mahkemeye ait olduğu, dolayısıyla dava dilekçesinde anlatılan vakıalara göre uygulanması gereken hükümlerin mahkemece belirlenebileceği yasa gereği olup, dava dilekçesi ve daha sonra ibraz edilen beyan dilekçelerindeki anlatımlara göre hile ve ikrah olgularının gerçekleştiğinin kabulünün mümkün bulunmadığı, bir an için varlığı kabul edildiğinde dahi mahkemece resen dikkate alınması gereken hakdüşürücü süreye tabi oldukları, Türk Borçlar Kanununun 39. maddesinde, (eski BK. 31. madde) hile ya da ikrah sonucu sözleşme yapan tarafın hileyi öğrendiği veya ikrahın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşmeyle bağlı olmadığını bildirmemesi veya verdiği şeyi geri istememesi halinde sözleşmeyi kabul etmiş sayılacağı, belirtilmiş olmakla hilenin öğrenildiği veya ikrahın ortadan kalktığı tarihten itibaren 1 yıllık hakdüşürücü süre içinde bu konudaki irade beyanının karşı tarafa ulaştırılması veya dava açılması gerektiği, aksi halde dava hakkının ortadan kalkacağı anlaşılmaktadır. Huzurdaki bu dava 12.12.2014 tarihinde açılmış olup, davacı vekilince davanın hile ve ikrah nedenine dayandırılmasına ilişkin dilekçenin 18.01.2016 tarihinde sunulduğu ve bu beyan dilekçesinde yeni bir vakıanın anlatılmayıp dava dilekçesinde ifade edilen vakıaların hile ve ikraha dayalı olduğunun bildirildiği, dolayısıyla davacının en geç 12.12.2014 tarihi itibariyle hileyi öğrendiği veya ikrahın etkisinden çıktığının kabulü gerektiği, ıslah adı altında sunulan 18.01.2016 tarihli dilekçenin ise 12.12.2014 tarihinden itibaren 1 yıllık sürenin aşılmasından sonra sunulduğu görülmekle hile ve ikrah iddiası yönünden hakdüşürücü sürenin geçtiği kabul edilmiştir.
Mahkememizce itibar edilen bilirkişi raporunda ifade edildiği şekilde, davalıların murisi … ve … müdürlük görevlerini ifa ederken yasaya ve kanuna aykırı eylemlerinin bulunmadığı, davacının rüçhan hakkının kullandırılmaması sebebiyle müdürlerin sorumlu olduğu iddiası yönünden yapılan değerlendirmede ise, somut olayda rüçhan hakkının kullandırılmasını gerektirecek bir sermaye arttırım kararının olmadığı, ticaret sicilde yayınlanan bu kararlar incelendiğinde, sermaye arttırımının, kısa yoldan sermaye arttırım yoluyla gerçekleştirildiğinin anlaşıldığı, 6102 Sayılı TTK. 429/1. maddesinde, ”arttırılan sermayeyi temsil eden payların tamamı ya değişik esas sözleşmede ya da iştirak taahhütnamelerinde taahhüt edileceğinin” belirtildiği, bu düzenleme çerçevesinde uygulamada sıklıkla karşılaşılan ve geçerli olan kısa yoldan sermaye arttırımının yasal düzenlemeye bağlandığı, bu şekildeki sermaye arttırımında pay sahibinin zaten arttırım kararında ve değişik esas sözleşme maddesinde sermaye arttırımına katılarak pay taahhüt ettiği için, rüçhan hakkının kullanılarak iştirak taahhüdünün imzalanmasına ilişkin prosedüre ihtiyaç kalmadığı, somut olayda şirketin kuruluş sermayesinin 5.000,00 TL olduğu, davacının 101 pay karşılığı 2.525,00 TL sermayeye sahip olduğu, 08.06.1999 tarihli sicil gazetesinde ilan edilen esas sözleşme değişikliği uyarınca 5.000,00 TL olan sermayenin 75.000,00 TL’ye arttırıldığı ve davacının 38.250,00 TL hisse bedeline sahip olduğu, buna göre 38.250,00 TL’den önceki 2.525,00 TL sermaye tenzil edildiğinde aradaki fark olan 35.725,00 TL miktarında sermaye taahhüdünde bulunulduğu, 07.06.2002 tarihli sicil gazetesinde yayınlanan sermaye arttırımında ve 18.06.2003 tarihli sicil gazetesinde ilan edilen sermaye arttırım kararlarında da aynı yöntemin uygulandığı, dolayısıyla esas sözleşme değişikliklerinde tüm ortakların pay taahhüdünde bulunmaları suretiyle kısa yoldan sermaye arttırımının yapıldığı ve davacının tüm bu kararlara katılarak oy verdiği ve sermaye arttırımına iştirak ederek pay taahhüdünde bulunduğu, davacının şirketteki payının düşmesi her sermaye arttırımına pay oranından daha düşük bir oranda katılmasından kaynaklandığı, dolayısıyla şirket müdürleri tarafından rüçhan hakkının kullanılmasının engellendiği, şirketteki pay oranının düşürüldüğü ve bu şekilde zarara uğratıldığı iddiasının dinlenemeyeceği kabul edilmiştir. Bu kapsamda şirket müdürlerinin sorumluluğunu gerektiren kanuna ve ana sözleşmeye aykırı bir eylemlerinin bulunduğundan söz edilmesi mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır. Bunun dışında davacıya ait olan mağazaların hileli yollarla davalılar adına devrinin sağlandığı iddiası yönünden İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/548 E. sayılı dosyasında tapu iptali ve tescili davasının görüldüğü ve bu iddianın anılan mahkemece değerlendirilmesi gerektiği, zira anılan dosyanın derdest olduğu anlaşılmakla davacının müdürlerin sorumluluğuna ilişkin iş bu davasının haklı ve yasal dayanağının bulunmadığı …” gerekçesi ile; Davanın reddine karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile; Delillerin mahkemece değerlendirilmediğini, gerekçesinde sadece bilirkişi raporuna itibar edildiğinin belirtildiğini, bilirkişi raporunda şekil incelemesi yapıldığını, mahkeme kararının gerekçe içermediğini, Dinlenen tanıkların iddiaları doğruladığını, ancak değerlendirilmediğini, Mahkeme kararının hukuka aykırı ve delillerin değerlendirilmesinde hata ve eksik inceleme, davanın açılış tarihi ve dava dilekçesinde açıkça dayandıkları hata – hile hukuki sebepleri görülmeyerek yapılmış talebin hak düşürücü süre sonunda yapıldığı gibi hukuki hatalı sonuca gidildiğini, Mahkemece hileye ait beyanlarını 18/01/2016 tarihli ıslah dilekçesinde ileri sürdükleri bir yıllık süre aşıldıktan sonra ileri sürülen hile iddiasının nazara alınmadığının kararda açıkladığını, sadece bu açıklamanın dahi, mahkemece dosyanın eksik tetkik edildiğini ve bu suretle değerlendirmede çok büyük hukuki hata yapıldığını gösterdiğini, Davada hak düşürücü süre aşılmadan dava açılıp dava dilekçesinde hile – ikrah hukuki sebebine dayanıldığından öncelikle delillerin ve dinlenen tanıkların ifadelerinin davacı müvekkilinin özel şartları nazara alınarak ve maruz kaldığı hile, aldatılma, korkutma esası üzerinden yeniden incelenip değerlendirilmesi gerektiğini, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER : İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi 2015/480 Esas 2018/510 Karar sayılı dosyası kapsamı.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, şirket yöneticisinin sorumluluğu davasıdır.Davacı, dava dilekçesinin konu başlığında, TTK’nın 622. maddesine atfen ve aynı kanunun 445-447 maddeleri uyarınca davalı şirket genel kurullarında hileli ve kötü niyetle alınmış olan sermaye arttırım kararlarının iptali ile şirket ortaklık yapısının ilk kuruluş anında var olan ve 12/06/1996 tarihli düzeltme beyannamesi ile belirlenmiş oranlarda muhafazasının tespitine, davalıların murisi …’ın şirket yönetiminde bulunduğu tarihten itibaren şirkete ait kazançları kasaya yansıtmayıp kendi uhdesine geçirmesi sebebiyle uğranılan zararın tespiti ile şimdilik 100.000 TL’nin ileride artırma hakları saklı kalmak kaydı ile davalılardan tahsili ile davalı şirkete ödenmesine karar verilmesi olduğunu, sonuç bölümünde ise 1996 yılından itibaren şirket yönetiminde bulunan …’ın yapmış olduğu işlemlerin denetlenmesi ve şirkete verdiği zararların tespiti ile şimdilik ve bakiye talep hakları saklı kalmak kaydıyla 100.000 TL’nin davalılardan miras payları oranında tahsiline ve davalı şirkete ve davacıya ödenmesine, belirtilen genel kurullarda kötü niyetle ve hile ile şirket hissedar yapısını bozacak şekilde alınmış olan kararların batıl olması gözetilerek iptaline ve şirket hisse durumunun ilk kuruluşundaki hali ile geçerli bulunduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir.Mahkemece şirket yönetici sorumluluk davası ile genel kurul kararlarının iptali davalarının birlikte görülemeyeceği gerekçesi ile yönetici sorumluluk davasının tefrikine ayrı esasa kaydına karar verilmiş, tefrik sonrasında sorumluluk davası istinafa konu kararın alındığı esasa kaydedilerek davaya yönetici sorumluluk davası olarak devam edilmiştir.Asıl dava olan genel kurul kararlarının iptali davası ise 2014/1736 E. ile görülerek 18/02/2016 tarihinde 2016/102 karar nolu karar ile sonuçlandırılmıştır. Bu davada mahkemece davanın reddine karar verilmiş, kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 19. HD’nin kararıyla vekalet ücreti yönünden düzeltilerek onanmıştır.Davacı vekili ilk dava dilekçesinde olayların anlatımında davalılar murisi …’ın münferit imza ile şirketin temsilini aldıktan sonra hile ve desise ile müvekkiline gerekli olduğundan bahisle içeriğini bilmediği bir takım belgeler imzalattığını, daha sonra işi bırakacağı başka bir şirket kurup müşterileri elinden alacağı, şirketi iflas ettireceği tehdidi ile sağlık problemleri olan, kimsesiz, yaşlı müvekkilini korkutarak ve baskı kurarak bir takım taşınmazların devrini gerçekleştirdiğini, şirketin sahibi ve en büyük hissedarı olan müvekkilinin gelir ve taşınmazlarında artış olmadığı halde diğerlerinin hisse miktarının artması, değerli taşınmazlara sahip olmalarının iyi niyetinin suistimal edilmesi, hileyle yanıltılarak, tehdit ve baskı ile yapılan eylemlerden olduğunu, genel kurullarda alınan sermaye artış kararlarının hazır bulunmadığı halde hazır gösterildiği veya önceden alınan vekaletnamesindeki yetkilerin kötüye kullanılması ile yapıldığı, sermaye artışlarından haberdar edilmediği, genel kurul kararlarının hile, baskı ve şantajla alınan imzalarla gerçekleştirildiğinden kararların mutlak butlanla malul olduğu, bu hususta banka kayıtarı ve sermaye tamamlanmasına ilişkin ödeme kayıtlarının incelenmesi gerektiği, davalıların mal varlığı artışının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, bu nedenle çalışma döneminde alınan maaş, kar paylarının, şirketin tüm kazançlarının incelenmesi ve davalıların şirkete verdiği zararın tespiti gerektiği, kendisine hiç bir zaman kar payı ödenmediği, davalıların murisinin şirket bütçesinden kendisine para aktardığı, şirketin gelirlerinin azaltıldığı, fiktif muhasebe kayıtları tutarak davacının fakirleşmesine neden olduğu belirtilmiştir.Şirket yönetici sorumluluk davası devam ederken davacı vekili 20/01/2016 tarihinde ıslah dilekçesi vererek davayı tamamen ıslah ettiklerini, 01/06/1999, 28/05/2002 ve 04/06/2003 tarihli genel kurullarda alınan sermaye arttırım kararlarının ardından şirket müdürlerinin kanuni yükümlülüklerine aykırı davranarak müvekkiline rüçhan haklarını kullandırmamaları nedeniyle müvekkilinin paylarının dolayısıyla kar payı hakkının azalması, davalıların ise aynı oranda paylarının ve şirket gelirlerinin hayatın olağan akışına aykırı olarak artması sonucu müvekkilinin uğradığı zararın tazmini ile taleplerinin hukuki sebebinin hile ve ikrah hukuki sebebine dayandırdıkları yönünde ıslah ettiklerini bildirmiştir. Davada davacının genel kurul kararlarının iptali sebebi olarak ileri sürdüğü hususlar bu davanın tefrik edildiği asıl davada görülüp sonuçlandırılmış olup bu davanın konusu değildir. Ayrıca yine davacının dava dilekçesinde belirttiği ve çeşitli hile ve tehditle taşınmaz tapu devirleri yapıldığı hususundaki iddiaları da bu davanın konusu olmayıp, İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmış ve derdest olan 2014/548 E. sayılı tapu iptal ve tescil davasının konusunu oluşturmaktadır.TTK’nın 644/1-a maddesi yollaması ile limited şirketler hakkındada uygulanacak olan 553/1 maddesinde Kurucular, yönetim kurulu üyeleri, yöneticiler ve tasfiye memurları, kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde, hem şirkete hem pay sahiplerine hem de şirket alacaklılarına karşı verdikleri zarardan sorumludur hükmü, 555. maddesinde şirketin uğradığı zararın tazminini, şirket ve her bir pay sahibinin isteyebileceği, pay sahibinin tazminatın ancak şirkete ödenmesini talep edebileceği düzenlenmiştir.Dava ilk açıldığında şirket yöneticisinin kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusuruyla ihlal ettiğinden bahisle hem şirkete hem de pay sahibi davacıya karşı verdiği zararın tazmini talebine ilişkindir.Davacı vekili daha sonra verdiği ıslah dilekçesi ile davada ki taleplerini sermaye arttırımlarında müvekkiline rüchan haklarının kullandırılmayarak paylarının dolayısıyla kar payı hakkının azalması nedeniyle müvekkilinin uğradığı zararın tazmini olarak ıslah etmiştir.Islah dilekçesine göre talep sonucu sadece davacının, davalı yöneticilerin kanuna ve esas sözleşmeye aykırı olarak sermaye arttırımlarında rüçhan hakkının kullanılmasının engellenmesi nedeniyle uğranılan doğrudan zararın tazminine yöneliktir.Mahkemece alınan bilirkişi raporuna göre söz konusu genel kurullarda alınan sermaye arttırımı kararlarının iştirak taahhütnamesi imzalanarak TTK 429/1 maddesine göre gerçekleştirildiği, rüçhan hakkının kullanılmasının söz konusu olmadığı, dolayısıyla mahkeme gerekçesinde de belirtildiği üzere davacının iddia ettiği rüçhan hakkının kullanılmasının engellendiği iddiasının sübut bulmadığı, sermaye arttırımlarının kısa yoldan sermaye arttırımı yoluyla gerçekleştiği, davacının her sermaye arttırımına ilişkin sözleşme değişikliğinin kabul edildiği genel kurullarda sermaye taahhüdünde bulunduğu, sermaye arttırımlarının bu taahhüde göre yapıldığı, arttırım kararlarında davalı yöneticilerin müdürlük görevini ifa ederken yasaya ve esas sözleşmeye aykırı eylemlerinin bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.Davacının ıslah dilekçesi ile belirttiği zarara sebep olduğunu ileri sürdüğü sermaye arttırımları iştirak taahhütnameleri imzalanmak suretiyle TTK 429/1 maddesine göre gerçekleştiğinden, rüçhan haklarının kullanılması söz konusu değildir. Bu durumda rüçhan hakkının kullanılmasının engellenmesinden de bahsedilemeyecektir. Sermaye arttırımları dolayısıyla davacının şirket hisse oranlarının azalması, iştirak taahhütnamesi imzalanmak suretiyle yapıldığından ve davacı da sermaye arttırımlarına iştirak taahhütnamesi imzalamak suretiyle katıldığından rüçhan hakkının kullanılması bu sermaye arttırım şeklinde söz konusu olmadığından davacının bu yönden zarara uğratıldığı iddiası kanıtlanamamış olmaktadır.Buna göre davacı vekilinin istinaf sebeplerinin yerinde olmadığı bu nedenle istinaf talebinin esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’ nun 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan 98,10.TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 44,40.TL istinaf karar harcından istinaf eden davacı tarafından peşin olarak yatırılan 35,90.TL harcın mahsubu ile bakiye 8,50.TL harcın davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden üzerinde bırakılmasına, 5-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde artan gider avansı varsa avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 11/12/2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.