Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2018/1397 E. 2019/1775 K. 11.12.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/1397
KARAR NO : 2019/1775
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME BAKIRKÖY 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 30/05/2018
DOSYA NUMARASI: 2014/684 Esas – 2018/621 Karar
DAVA : Tazminat (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ : 11/12/2019
İlk Derece Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; İsveç ülkesi merkezli faaliyet göstermekte olan müvekkil şirketin davalı şirket ile 18.01.2010 tarihinde distribütörlük sözleşmesi imzaladığını, işbu sözleşmeye davalı şirketin … ve … markalı ürünlerinin İsveç, Danimarka, Norveç ve Finlandiya bölgesindeki satışı için (bakım ve servis hizmetlerinde de yetkili olmak üzere) müvekkil şirketi münhasır distribütörü olarak atadığını, davacı şirketin anlaşma koşullarına göre hareket ettiğini ve ürünlerin satışını arttırdığını, davalının sebepsiz ve bildirimsiz olarak mal satışını durdurduğunu, müvekkili zarara uğrattığını, sözleşmeye göre ürün tedarikinin davalının asli edim borcu olduğunu, davalının bu borcuna aykırı hareket ederek, müvekkili iş yapamaz konuma getirdiğini, zarara uğrattığını, ayrıca davalı ürünlerinden en çok satılan model olan … modelinin karbon filamentindeki hata nedeniyle müvekkil şirketin müşterisine ya yeni ürün verdiğim ya da para iadesi yaptığı bu nedenle büyük zarara uğradığını, müvekkil şirketin 2014 yılı sonuna kadar kaybedeceği satış rakamı ortalama olarak toplam 529.662 Euro olduğunu, bunu ortalama % 40′ ının kar olduğunu, ortalama olarak müvekkil şirketin 211.000 Euro kar kaybına uğradığını, müvekkil şirketin pazarda yıllar içinde oluşturduğu güvenin davalının beklenmedik davranışıyla alt üst olduğunu, müvekkil şirketin menfaatlerinin zarar gördüğünü, bu itibar kaybının telafi edilmesinin mümkün olmadığı gibi müvekkil şirketin yıkımına neden olduğunu, bu sebeplerle müvekkil şirket lehine 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmesini, işbu yargılama sürecinde davalının malvarlığını 3. Kişilere devretme ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğunu, dava konusu uyuşmazlığın para alacağına ilişlin olduğu için İİK 257. md uyarınca ihtiyati haciz talep etme gereği doğduğunu belirterek, öncelikle davalı şirketin banka hesaplarına ve taşınmaz mallarına ihtiyati tedbir mahiyetinde ihtiyati haciz konulmasına karar verilmesini, davalı şirketin sözleşmeye aykırı davranışı sebebiyle müvekkil şirketin uğradığı maddi zararın fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı kalmak kaydıyla şimdilik 50.000 TL’ sinin davalıdan tahsili ile müvekkil şirket lehine 150.000TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Bilahare davasını ıslah ederek istediği maddi tazminatı 677.327,69 TL’ ye yükseltmiştir. Davalının cevap dilekçesi vermediği anlaşılmıştır.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 30/05/2018 tarih ve 2014/684 Esas – 2018/621 Karar sayılı kararı ile; ” … Davacı bir Avrupa şirketi olup, basiretli bir tacir gibi hareket etmek zorunda olduğunu bilecek durumdadır. Nitekim bu husustaki ilişkisini basiretli bir tacir gibi davranarak yazılı sözleşme haline getirmiştir. Sözleşmenin süresinin de 1 + 2 yıl olduğunu bilmektedir. Sözleşme süresinin bittiği tarihi dikkate alarak sözleşmenin süresinin uzatılıp uzatılmayacağı hususunda görüşmeler yaparak bu görüşmelere göre hareket etmek durumundadır. Davacı davalının sözleşmenin devam edeceği yönünde kendisine güven verdiği ve verdiği siparişlerin karşılanacağı yönünde kendisinde haklı bir güven oluşturduğunu iddia etmiş ise de bu yönde ikna edici deliller ortaya koymuş değildir. Taraflar arasındaki sözleşmesel yükümlülüklerin süresi ve boyutu dikkate alındığında bu ilişkilerin sözleşmenin bitmesinden bir süre daha devam etmesi hayatın olağan akışına uygundur ve bu hususlar davacıya siparişlerinin karşılanacağı yönünde kendisinde haklı bir güven oluşturmasına tek başına yeterli kabul edilmez. Dolayısı ile davacının davacının kendi müşterileriyle yaptığı sözleşmede kararlaştırdığı cezai şart miktarını ve ürünleri tedarik için oluşturduğu servis, depo vs giderlerini zarar olarak ve yoksun kaldığı kar miktarını davalıdan talep hakkı bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Yine davacı ürün iadesi nedeniyle zarara uğradığını ileri sürmüş ise de bu hususta yeterli ve inandırıcı deliller sunmadığından bu talebi de yerinde görülmemiştir. Diğer yandan davacı vekili manevi tazminat talebinde de bulunmuş ise de eldeki davada manevi tazminat koşullarının gerçekleşmediği sonucuna varılarak bu talebin de reddine karar verilmesi gerekmiştir. Hal böyle olunca, tarafların iddia ve savunmalarına, sunulan ve sağlanan bilgi ve belgelere, taraflar arasındaki sözleşmenin süresinin dolmuş bulunmasına ve sözleşme süresinin dolması ile davalının yükümlüklerinin sona ermiş bulunmasına, taraflar arasındaki sözleşmesel yükümlülüklerin süresi ve boyutu dikkate alındığında bu ilişkilerin sözleşmenin bitmesinden bir süre daha devam etmesinin hayatın olağan akışına uygun bulunmasına, bu hususların davacıda sözleşmenin devam edeceği yönünde haklı bir güven oluşturduğunun kabul edilmesinin mümkün bulunmamasına ve tüm dosya kapsamına göre davanın reddine … ” gerekçesi ile, “Davanın reddine, … ” karar verilmiş ve verilen karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile, Yerel Mahkemenin davada iddia edilmeyen bir hususu sanki varmış gibi değerlendirdiğini ve davayı reddettiğini, taraflar arasında imzalanan 18.01.2010 tarihli sözleşmenin bir yıl süreli olduğunu, bu sözleşmenin tarafların karşılıklı ve zımni anlaşmaları ile uzadığını, (TBK. 230/2). Taraflar arasında yapılan ticaretin, işbu sözleşme ile yapılmış olup halen feshedilmiş de olmadığını, zaten davalının aksi hiçbir iddiasının da olmadığını, yargılamanın hiçbir safhasında bu yönde bir iddia ve itiraz ileri sürülmediğini, Dosya içerisinde mübrez, dava açılmadan önce, 27 Mayıs 2014 ve 21 Şubat 2014 tarihli maillerinden de görüleceği üzere davalı tarafın mal göndermeme nedeninin ekonomik olarak dar boğaza düşmüş olmaları olduğunu, yine yargılama süresince de benzer bir savunma yapıldığını, ancak davanın hiçbir yerinde sözleşmenin bittiği/ feshedildiği gibi bir itiraz olmadığını, zira tarafların kendilerini bu sözleşme ile bağlı saydıklarını, Yerel Mahkeme sözleşmenin 2013 yılında bittiğini ve bu tarihten sonra davalının mal göndermek zorunda olmadığını yazmışsa da; sözleşmenin bittiği varsayılan tarihten bir yıldan fazla süre işbu sözleşmeye göre müvekkile mal gönderildiğini ve yine müvekkilin de bu sözleşmeye göre ödemelerde bulunduğunu, Sadece 2013-2014 döneminde bu sözleşmeye 7.628 adet sipariş verdiğini ve bu siparişlerin yerine getirildiğini, ödemelerin de yine aynı şekilde yapıldığını, 2014 yılının Mayıs ayının başına kadar ticaretlerinin sürekli ve artan bir şekilde devam ettiğini, 2014 yılının Mayıs ayının başına 3667 adet siparişin müvekkile teslim edildiğini, sadece 2014 yılında günün ödeme rayiç karşılığı 2.000.000 TL civarında ödeme yapıldığını, Yargılama sırasında dinlenen Tanık …’ın; davalı şirketin 2018 yılından 2014 yılının sonuna kadar Dış Ticaret Müdürü olduğunu, mahkemede dinlenen beyanında müvekkilin, davalı firmanın İsveç, Norveç ve Finlandiya ülkelerinin distribütörü olduğunu ve bu faaliyetin firmanın ekonomik olarak zorluğa düşene kadar devam ettiğini söylediğini, Davalı firmanın davaya cevap dahi vermediğini, dava öncesinde gönderilen maillerine verdiği cevapta sözleşmenin devam ettiğinin çok açıkça anlaşılmakta olduğunu, yine Beyoğlu … Noterliği 24/06/2014 tarih … y. nolu ihtarnamenin keşide edildiğini ve taraflar arasında imzalanan sözleşmeden çok açık/ ayrıntılı bahsedildiğini, Her ne kadar davaya cevap verilmemiş ve iddialara sessiz kalınmış ise de yargılama aşamalarının diğer safhalarında, bilirkişi raporlarına karşı beyanlarda bulunulduğunu ve itiraz edildiğini, davalı vekilinin 06.10.2016, 13.01.2017 ve bila tarihli beyan ve itirazları incelendiğinde davalının dahi taraflar arasındaki sözleşmeyi kabul/ikrar ettiğinin görülmekte olduğunu, sözleşmeye göre hiçbir itirazları olmadığını, itirazlarının sadece ve sadece zarar miktarı ile ilgili olduğunu, Taraflar arasındaki sözleşme her ne kadar başta bir yıllık yapılmışsa da daha sonra her iki tarafın menfaatine olduğu için uzatıldığını, o halde söz konusu sözleşmenin, belirsiz sözleşme halini aldığının kabul edilmesi gerektiğini, belirli süreli sözleşmenin, süresinin bitiminden bitiminden sonra örtülü olarak sürdürülüyorsa belirsiz süreli sözleşmeye dönüşeceğini, ( TBK 430/2). Davalının müvekkile mal göndermemesinin nedeninin, aralarında sözleşmenin bitmesi olmadığını, davalının basiretli bir tüccar gibi hareket etmemesi neticesinde finansal açıdan sıkışmasının gerekçe gösterildiğini, oysa müvekkil şirketin basiretli bir tüccar gibi hareket ederek davalının gönderdiği mal bedellerini tedarik etmek için her türlü zorluğa katlandığını, buna rağmen henüz kendisine gönderilmeyen ve gelecekte doğması muhtemel borcuna karşılık ipotek dahi verdiğini, İstanbul ili, … İlçesi, … Mah. … Ada, … Parsel, …bağımsız bölümde mukim taşınmazın ipotek verildiğini, bu ipoteğe davalının alacakları tarafından haciz konulduğunu ve ipoteğin çözülmesinin imkansız bir hal aldığını, Tarafların inkar etmediği tam tersine kabul/ ikrar ettiği sözleşmenin Mahkeme tarafından yok sayılmasının kabul edilebilir olmadığını, taraflarca da kabul edildiğine göre Yerel Mahkeme tarafından sözleşme sonuçlarının yok sayılmasının kabul edilmemesi gerektiğini, Yerel Mahkeme kararının haklı bulunması halinde müvekkilin yaşadığı zararının yanında ipotek olarak vermiş olduğu taşınmazının da zarar göreceğini, müvekkil şirket her ne kadar yabancı menşeli olsa da ortaklarının Türk vatandaşları olduğunu, sonradan ticaret amaçlı yerleştiklerini, İstanbul’ a geldiklerinde kaldıkları tek evlerinin de davalının kusuru neticesinde satılıp yok olmasının hakkaniyete aykırı olacağını, Son olarak, taraflar arasındaki sözleşmenin olmamasından mütevellit davanın reddi hainde davanın esastan değil husumetten reddi gerektiğini, bundan dolayı hükmedilecek red vekalet ücretinin ve harçların maktu olması gerektiğini beyanla; Bakırköy 4. Ticaret Mahkemesi 2014/684 Esas – 2018/621 Karar sayılı kararının duruşmalı inceleme neticesinde özellikle esastan olmadığı takdirde usulden kaldırılmasına ve yenden esas hakkında talepleri doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK 355. maddesine göre istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır.
Dava, distribütörlük sözleşmesine aykırılık iddiasına dayanan maddi ve manevi zararın tazmini davasıdır.
Mahkeme taraflar arasındaki sözleşmenin sona erdiğini, bu nedenle zarara uğranıldığı ve davacı nezdinde haklı güven oluşturulduğu iddiasının kabul edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiş, davacı istinafa gelmiştir. Davacı, davalının sözleşmenin sona erdiği ya da feshedildiği yönünden bir savunmada bulunmadığını, sözleşmenin süresel olarak bitmesi sonrasında da davalının mal gönderdiğini, taraflar arasındaki ilişkinin devam ettiğini, sözleşmenin açık bir şekilde feshedilmemesi nedeniyle belirsiz süreli sözleşmeye dönüştüğünü, kendileri tarafından verilen ipoteğin bulunduğunu, sözleşme bulunmadığı nedeniyle red halinde de husumetten reddinin gerektiğini ve maktu vekalet ücretine hükmedilmesinin gerektiğini öne sürmüştür. Taraflar arasındaki distribütörlük sözleşmesi18/10/2010 tarihli olup, 30/04/2011 tarihine kadar geçerli olacağı, sözleşme süresinin taraflar hükümleri yerine getirirlerse 2 yıl daha uzatılacağı kararlaştırılmıştır. Mahkeme de 30/04/2013 tarihi itibariyle sözleşmenin sona erdiğini, uzun süreli sözleşmenin sona ermesinden sonra da edimlerin bir süre devam edebileceğini kabul etmiştir. Davalı davaya hiç cevap vermemiş olup, davayı inkar savunmasındadır. Taraflar arasında açık bir fesih olmamakla beraber sözleşme süreli bir sözleşme olup, ilk bir yıl sonrasında, tarafların yükümlülüklerini yerine getirmeleri halinde sözleşmenin 2 yıl daha uzayacağı kabul edilmiş, iki yıl sonunda ne olacağı konusunda sözleşmede bir düzenleme yapılmamıştır. Çözülmesi gereken sorun, taraflar arasındaki distribütörlük sözleşmesinin devam edip etmediği, belirsiz süreli bir sözleşmeye dönüşüp dönüşmediği noktasındadır. Distribütörlük sözleşmesi 6098 sayılı TBK’da düzenlenmiş özel borç ilişkileri arasında yer alan sözleşmeler arasında gösterilmemiş, kanunen belli bir şekle de tabi tutulmamıştır. Bununla beraber taraflar yazılı ve süreli bir distribütörlük sözleşmesi düzenlemişler, süreli (1 yıl) sözleşmenin sonunda, koşullarının yerine getirilmesi durumunda distribütörlük sözleşmesinin iki yıl süreyle uzatılacağı kararlaştırılmıştır. İki yıldan sonra ne olacağı konusunda bir düzenleme yapılmamıştır. Kanunda bazı sürekli borç ilişkisi doğuran (kira ve hizmet gibi) ve süreye bağlanan sözleşmelerin sona ermesi halinde özel düzenlemeler yapılmışsa da, kanunda düzenlenmemiş bir sözleşme tipi olan distribütörlük sözleşmelerinde doğal olarak sürenin sona ermesi halinde sözleşmenin yenilenmiş sayılacağına ya da belirsiz süreli sözleşmeye dönüşeceğine dair açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu durumda tarafların iradelerinin yorumlanması gerekmektedir. Distribütörlük sözleşmesi, standart tek edimli bir sözleşme olmayıp, birden fazla edimi bünyesinde toplayan belli bir süre devam etmesi gereken ve tarafların birbirlerine güven duymasını gerektiren tam iki taraflı karma bir sözleşmedir. Taraflar 1 yıllık sürenin sonunda özel bir uzatma maddesi düzenleyip, uzatılan sürenin sonuna ilişkin bir düzenleme yapmadıklarından sözleşmenin her halükarda 1 yıllık sürenin sonrasında 2 yıllık sürenin bitiminde sonlanmasını istedikleri sonucu çıkarılmaktadır. Eğer taraflar sürenin 2 yıllık ek süreden sonra da uzatılmasını arzu etselerdi, her hususu sözleşmeye dercettikleri gibi uzatılmış bu sürenin sonunda olacakları da düzenlemeleri gerekirdi. Uzatılmış sözleşmenin sona ermesinden sonra davacının bazı siparişlerinin karşılanmış olması, distribütörlük sözleşmesinin aynı koşullarda belirsiz süreli bir sözleşmeye dönüştüğü şeklinde yorumlanamaz. İlk derece mahkemesinin de belirttiği gibi sürekli borç ilişkisi doğuran sözleşmelerde sözleşmenin sona ermesinden sonra da bir kısım edimlerin sürmesi olağan sayılmalıdır. Yani süre bittiğinde aynı anda tüm ilişkinin sonlandırılması ticari ve ekonomik olarak da mümkün değildir. Davacı, davalının süre bitiminden sonra bazı siparişlerini karşıladığını, bunun da kendisinde sözleşmenin devam ettiği yönünde güven doğurduğunu belirtmekte ise de süreli sözleşmenin sona erdiği tarih belli olup, davacı tacir basiretli bir iş adamı gibi davranmamış, bir kısım siparişlerin karşılanmasını distribütörlük sözleşmesinin devam ettiği şeklinde yorumlamıştır. Standart- tek bir edim içermeyen birden fazla karma edimlerden oluşan uluslararası bir distribütörlük sözleşmesinde, süre bitiminden sonra ilişkinin bir süre daha devam etmesi, distribütörlük sözleşmesinin aynı koşullarda devam ettiğini kabul etmeye karine sayılamaz. Zaten sözleşmede de 1 yıllık sürenin sözleşmenin koşullarının her iki tarafça yerine getirilmesi durumunda 2 yıl uzayabileceği açıkça belirtilmiş olup, yorumu gerektirmeyen açıklıktaki bu ifade sonrasında açık bir fesih olmadıkça sözleşmenin belirsiz süreli sözleşmeye dönüşeceği çıkarımı hukuki değildir. Esasen sözleşmenin aynı koşullarda devam ettiğini kanıtlama yükümlülüğü davacıya ait olup, sunulan delillerden böyle bir sonuç çıkarılması da hukuken mümkün değildir. Sözleşmenin belirsiz süreli sözleşmeye dönüştüğü yönünde bir kanıt olmadığından, davalının sonradan bir kısım satışlar yapmış olması da distribütörlük sözleşmesinin belirsiz süreli olarak uzatıldığı anlamına yorumlanamayacağından, davacının sona eren bir distribütörlük sözleşmesine dayanarak uğradığını öne sürdüğü maddi ve manevi zararın tazminini talep etmesi hukuken haklı görülmemiştir. Davacının maddi ve manevi tazminat koşulları oluşmamıştır. Davacının distribütörlük sözleşmesinin devam ettiği süre içinde davalının ayıplı ifada bulunduğu bu yüzden zarara uğradığı yönünde 6102 sayılı TTK’nın 23/1-c.maddesine uygun ve süresinde ayıp ihbarı ve kanıt bulunmadığından bu kalem isteği de yerinde değildir. Davacının verdiği ipoteğin dava ile ilgisi yoktur. Davacının borçlarına karşılık teminat amacıyla verildiği anlaşılan ipoteğin şartları oluştuğu takdirde kaldırılması, bu davanın konusu olmadığından hakkaniyete aykırı bir durum da bulunmamaktadır. Son olarak dava belli bir değer içeren dava olup davalının husumeti bulunmaktadır. Dava esastan reddedildiği için nispi avukatlık ücretine hükmedilmesi de yerindedir. Sonuç olarak; İlk derece mahkemesi kararında davacının istinaf nedenleri gerekçeleriyle karşılanmış olduğundan, dosya kapsamı, mahkemenin kabul ve gerekçesi ile istinaf sebepleri gözetildiğinde; mahkeme kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan davacının istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesine göre esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’ nun 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davacı tarafından yatırılan 98,10 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 44,40 TL istinaf karar harcından istinaf eden davacı tarafından peşin olarak yatırılan 35,90 TL harcın mahsubu ile bakiye 8,5 TL harcın davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden davacı üzerinde bırakılmasına, 5-Karar kesinleştiğinde artan gider avansı varsa avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 11/12/2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.