Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2018/1350 E. 2019/1748 K. 05.12.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO 2018/1350 Esas
KARAR NO : 2019/1748 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI : 2015/490 Esas 2018/428 Esas
TARİH : 12/04/2018
DAVA : Alacak
KARAR TARİHİ: 04/12/2019
İlk derece mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile; taraflar arasında akdedilen sözleşmelerin; 02.01.2014 tarihli toplam satış bedeli 5.677.562,88 TL ve 03.03.2014 tarihli toplam satış bedeli 3.120.000,00 TL olduğunu, davalı şirketin satışını yaptığı ürünleri sözleşmelerde belirtilen zaman süresinde teslim etmediğini, müvekkili şirket tarafından keşide edilen Bakırköy … Noterliği 16.10.2014 tarih … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile ürünlerin teslim edilmesinin davalıya ihtar edildiğini, sözleşme imza tarihlerinin 20.03.2014 ve 24.06.2014 tarihleri olduğunun davalı şirket tarafından iddia edildiğini, sözleşmelerin hükümlerine göre haklı neden olmaksızın tek taraflı fesih edilemeyeceğini, sözleşmelerin imza tarihleri hususunda uyuşmazlık bulunduğunu, açıklanan nedenlerle sözleşmelerin ihlal edilmesi ve hükümlerinin davalı şirket tarafından yerine getirilmemesinden dolayı müvekkili şirketin uğradığı zarar, ziyan ve kâr kaybının belirlenmesi ile fazlaya ait hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 100.000.-TL alacağın davalıdan tazmini ve tahsiline, dava konusu ürünlerin teslimi için 16.10.2014 tarihli ihtarname ile temerrüde düşürülen davalıdan alacağa bu tarihten itibaren ticari temerrüt faizi yürütülmesine karar verilmesini talep etmiştir.Davacı vekili 24/01/2018 tarihinde harçlandırdığı ıslah dilekçesiyle 100.000,00 TL’lik talebi 426.066,55.-TL’ye çıkarmıştır.Davalı vekili cevap dilekçesi ile; taraflar arasında 20.03.2014 tarihinde Satın Alma Sözleşmesi akdedildiğini, sözleşmenin 24.06.2014 tarihinde Ek Fesih Protokolü ile feshedildiğini ve tarafların 24.06.2014 tarihli ikinci sözleşmeyi akdettiklerini, taraf şirketler arasında e-posta yazışmalarının bulunduğunu, davacı şirketin 27.03.2014 tarihinde tasfiyeye girmiş olmasına rağmen ikinci sözleşme akdedildiği anda müvekkili şirketi aldatmış olduğunu, bu nedenle müvekkili şirketin sözleşmenin geçersiz olduğunu davacı şirkete bildirdiğini ve ticari münasebetini kestiğini, TTK.nın ilgili hükümleri uyarınca davacı şirketin tek yetkilisinin tasfiye memuru olduğunu ve tasfiye aşamasındaki şirketlerin ticari herhangi bir işlem yapmasının mümkün olmadığını, 24.06.2014 tarihli sözleşme tahtında üretilen ürünlere ilişkin davacı iddialarının gerçeği yansıtmadığını, ürün teslimatının üretimin gecikmesinden değil bizzat davacının alamayacağını bildirmesi ve bir kısım siparişleri iptal etmesinden kaynaklandığını, söz konusu ürün teslimatlarının 2014 yılının Ekim ayı itibariyle son bulduğunu, davacı şirketin zarar talebinin nelere ilişkin olduğunu açıklaması gerektiğini beyanla, davanın reddine, yargılama giderleri ve vekâlet ücretine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ:İlk Derece Mahkemesi 12/04/2018 tarih 2015/490 Esas 2018/428 Karar sayılı kararında;”Taraflar arasında bila tarihli ve geçerlilik süresi 31/12/2014 tarihi olan satın alma sözleşmesi akdedildiği, birinci sözleşmenin ikinci ve üçüncü çizelgesinde belirtilen ürünlerin davacıya teslim edildiği, 24/06/2014 tarihli ek protokol ile birinci sözleşmenin iptal edilerek satışı geçerleştirilmeyen ürünler için ikinci sözleşmenin hazırlandığı ve ikinci sözleşmenin ikinci ve üçüncü çizelgelerindeki ürünlere “20.000,00 adet Dalin Mendil 3,00 TL birim fiyat ile” ürün ilave edildiği, ikinci çizelgedeki ürünlere dayanılarak 02/10/2014 tarihli fatura ile birlikte davacı şirkete kısmi satış ve teslimat yapılmış olduğu, teslim edilen veya edilmeyen ürünler konusunda ihtilaf bulunmadığı, davalı şirket tarafından sözleşmenin 30/10/2014 tarihinde tek taraflı olarak feshedildiği, yetkisiz temsilci tarafından yapılan sözleşmenin doğrudan doğruya kesin hükümsüzlük sonucunu doğurmadığı, işlemin geçerliliğinin askıda olduğu, bu şekilde düzenlenen sözleşmenin temsil olunan tarafından onaylanması halinde baştan itibaren geçerli hale geleceği, nitekim somut olayda gönderilen malların kabul edildiği, alıcı şirket tasfiye memuru tarafından gönderilen elektronik posta ile sözleşmeye onay verildiği, tasfiye halinde olmasının şirketin hukuki işlem ehliyetini ortadan kaldırmadığı, şirketin ödeme güçsüzlüğü içinde olduğunun kanıtlanamadığı, bu nedenlerle davacı şirketin tasfiye halinde olması gerekçe göstererek yapılan feshin haklı neden oluşturmadığı, davacının sözleşmeye aykırılık ve temerrüt nedeniyle davalıdan mahrum kaldığı kazancı talep edebileceği, sözleşmenin feshine kadar ek protokol ile belirlenip teslimi yapılmayan ürünler nedeniyle mahrum kalınan kârı ve sözleşmenin feshinden sonraki dönem için de mahrum kalınan kârı talep edebileceği sonucuna ulaşılmakla denetime elverişli 30.10.2017 tarihli bilirkişi raporunun ( teslimatı yapılmayan ürünlerin tamamı için) yapılan hesaplama kısmı dikkate alarak talebin kabulüne karar verilmiştir.” gerekçesi ile; Davanın kabulü ile, 100.000,00.-TL’nin dava tarihinden itibaren, 326.066,55.-TL’nin ıslah tarihi olan 17/01/2018 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, karar verilmiş ve karara karşı davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekili istinaf dilekçesi ile;Yerel mahkemenin gerekçeli kararında taraflarınca dosyaya sunulan ve Prof. Dr. … ve Prof. Dr…. tarafından hazırlanan uzman görüşlerine hiçbir şekilde değinilmediği ve sunulan tüm deliller yok sayıldığını, bu durumun müvekkilinin temel Anayasal haklarının ihlali niteliğinde olduğunu, Dosya kapsamında davacının iddialarına karşı ayrıntılı savunmalarını sundukları dilekçeleri ile 6100 sayılı HMK mad. 293 çerçevesinde sundukları uzman görüşünün yerel mahkemece hiçbir şekilde dikkate alınmadığı, yerel mahkeme kararına esas teşkil eden bilirkişi raporu ile müvekkili tarafından dosyaya sunulan uzman görüşleri arasında farklılıklar bulunduğu, yerel mahkemece uzman görüşleri ile bilirkişi raporları arasındaki görüş farklılıklarının giderilmesi için yeni bir heyet tayini ile yeni bilirkişi raporu alınması gerekirken, bu farklılık giderilmeden ve itirazları değerlendirilmeden karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, Yerel mahkeme tarafından tayin edilen bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan rapora karşı sundukları itirazlarının yerel mahkemece dikkate alınmadığı, gerekçeli kararda da bilirkişi raporuna karşı ileri sürdükleri itirazlarına ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmadığı, hiçbir gerekçe sunulmadığı, yerel mahkeme kararına esas teşkil eden bilirkişi raporunun da eksik ve hatalı değerlendirmeler içerdiğini, Yetkisiz temsilci tarafından imzalanmış bir sözleşmeye sonradan onay verilerek geçerlilik kazandırılabilmesi için, onay veren temsilci olunanın ilgili sözleşmeyi imzalamaya yetkili olması gerektiği, somut olayda ise tasfiye memurunun tasfiye amacı dışında herhangi bir sözleşme akdetme yetkisi bulunmadığı, dolayısıyla tasfiye memurunun kendisinin yetkisi bulunmayan bir konuda yetkisiz temsilciye onay vererek işlemi geçerli hale getirmesinin mümkün olmadığını, Kabul anlamına gelmemekle birlikte tasfiye memurunun uyuşmazlığa konu sözleşmeyi akdetme yetkisi bulunsa dahi, tasfiye memurunca gönderilen e-mailin 2. sözleşmenin usulünce onandığına ilişkin delil teşkil etmesinin mümkün olmadığını, Kısaca müvekkili şirketin davacının hileli davranışından haberdar olduğu anda davacıya derhal gönderdiği ihtarname ile eğer davacı şirketin tasfiye halinde olduğunu bilse idi sözleşme yapmayacağını açıkça bildirdiğini, Müvekkilince tanık deliline dayanılmakla birlikte, yerel mahkemece tanık dinletme talebi reddedildiği ve bu nedenle müvekkili şirketin savunma hakkının kısıtlandığını, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER : İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2015/490 Esas 2018/428 Karar sayılı dosyası kapsamı.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava sözleşmenin haksız feshi nedeniyle kar kaybı alacağının tahsili istemine ilişkindir.Taraflar arasında başlangıç tarihleri ihtilaflı bitiş tarihleri belirli 2 adet mal tedarik sözleşmesi bulunmaktadır. Davacı sözleşmelerin başlangıç tarihlerinin 02/01/2014 ve 03/03/2014 olduğunu iddia etmiş ise de, dosyada bulunan belgeler ve 24/06/2014 tarihli ek protokol içeriğinden sözleşmelerin başlangıç tarihlerinin davalının savunduğu gibi 20/03/2014 ve 24/06/2014 tarihleri olduğu anlaşılmaktadır. Bilirkişi raporu da bu doğrultuda hazırlanmış, mahkemece de bilirkişi raporuna itibar edilerek her ne kadar gerekçeli kararda zikredilmese de sözleşmelerin başlangıç tarihlerinin bu tarihler olduğu kabulüne dayanılarak karar verilmiştir.Yine taraflar arasında 24/06/2014 tarihli ek protokolün düzenlendiği ve ek protokol ile bu tarihten önce imzalanmış olan ilk tedarik sözleşmesinin iptal edildiği ve aynı tarihli ikinci sözleşmenin imzalandığı anlaşılmaktadır. Davalının ikinci sözleşme ile üstlendiği mal teslimi ediminin bir kısmını yerine getirmediği, sözleşmenin davalı tarafça keşide edilen 30/10/2014 tarihli ihtarname ile tek taraflı olarak feshedildiği, davacı şirketin 27/03/2014 tarihinde tasfiye sürecine girdiği, tasfiye kararının 04/04/2014 tarihinde ticaret sicil gazetesinde ilan edildiği uyuşmazlık konusu değildir.Uyuşmazlık davalının taraflar arasındaki 2. sözleşmeyi tek taraflı olarak feshetmesinin haklı olup olmadığından kaynaklanmaktadır. Davalı, davacının tasfiye halinde olduğunun kendisinden gizlendiğini, ikinci sözleşmenin hile ile imzalatıldığını, ayrıca ikinci sözleşmenin davacı adına yetkisiz temsilci tarafından imzalandığını, sözleşmenin geçersiz olduğunu, davacı şirket tasfiye sürecine girdiğinden ödeme güçlüğü içinde olduğuna dair karine bulunduğunu, bu karine gereğince ve tasfiye halinde davacı şirketin tasfiye amacı dışında sözleşme yapamayacağından feshin haklı nedene dayandığını ileri sürmektedir.Davacı şirketin tasfiye halinde olduğu 04/04/2014 tarihli ticaret sicil gazetesinde ilan edilmiştir. TTK 36. maddesinde “(1) Ticaret sicili kayıtları nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üçüncü kişiler hakkında, tescilin Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ilan edildiği; ilanın tamamı aynı nüshada yayımlanmamış ise, son kısmının yayımlandığı günü izleyen iş gününden itibaren hukuki sonuçlarını doğurur. Bu günler, tescilin ilanı tarihinden itibaren işlemeye başlayacak olan sürelere de başlangıç olur.(2) Bir hususun tescil ile beraber derhâl üçüncü kişiler hakkında sonuç doğuracağına veya sürelerin derhâl işleyeceğine ilişkin özel hükümler saklıdır.(3) Üçüncü kişilerin, kendilerine karşı sonuç doğurmaya başlayan sicil kayıtlarını bilmediklerine ilişkin iddiaları dinlenmez.” hükmü düzenlenmiş,TTK’nın 643. maddesinde limited şirketlerin tasfiye usulü ile tasfiyede şirket organlarının yetkileri hakkında anonim şirketlere ilişkin hükümlerin uygulanacağı belirtilmiş, anonim şirketlerde tasfiye 529 vd maddelerde düzenlenmiştir.Davaya konu uyuşmazlıkta davacı şirketin tasfiye halinde olduğu, 04/04/2014 tarihli ticaret sicil gazetesinde ilan edilmiştir. Taraflar arasındaki ek protokol ve ikinci sözleşme tasfiye kararından sonra 24/06/2014 tarihinde imzalanmıştır. Tasfiye kararı ticaret sicil gazetesinde ilan edildiğinden, davalının sözleşmelerin imzası sırasında davacı şirketin tasfiye halinde olduğunu bilmediklerine ilişkin itirazı dinlenemeyecektir.Dosyadaki bilgilere göre, taraflar arasında 20/03/2014 tarihli ilk sözleşme imzalanmış, bu sözleşme ile davalı sözleşmede yazılı tarihlerde, sözleşmede yazılı fiyattan ve miktarda mal tedarik etme yükümlülüğü altına girmiştir. Davalının ilk sözleşme yükümlülüklerinin bir kısmını yerine getirdiği, bir kısmını ise ifa etmediği çekişme konusu değildir. Davacının ödeme konusunda edimini yerine getirmediğine ilişkin bir savunma ileri sürülmemiştir. Davalı sadece bazı siparişlerin davacı tarafça iptal edildiğini belirtmiş ise de bu hususu yazılı olarak kanıtlayamamıştır. Bu konuda tanık dinletme talebi de mahkemece haklı olarak reddedilmiştir. Bundan sonra davacı şirket yetkisiz temsilcisi ile davalı arasında 24/06/2014 tarihli ek protokol ve aynı tarihli ikinci sözleşme yapılmıştır. Ek protokol ile ilk sözleşme iptal edilmiştir. Davalı ikinci sözleşme ile üstlendiği mal tedarik ediminin bir kısmını yerine getirmiş, bir kısmını ise süresinde yerine getirmemiştir. Bunun üzerine davacı tarafça 16/10/2014 tarihli ihtarname ile sözleşme yükümlülüklerine uyması davalıya ihtar edilmiştir. Davalı ise bu ihtarnameye cevaben gönderdiği 30/10/2014 tarihli ihtarname ile sözleşmede kararlaştırılan ürünlerin bir kısmının siparişinin daha önceden iptal edildiği, davacı şirketin sözleşme kuruluş aşamasında tasfiye halinde olduğunun bildirilmediği, şirketin tasfiye haline girdiğinin sonradan öğrenildiğini belirterek sözleşmeyi tek taraflı olarak feshettiğini bildirmiştir. Taraflar arasındaki ikinci sözleşmenin davacı adına yetkili olmayan tarafından imzalandığı çekişme konusu değildir. Aynı tarihte şahısların katılımı ile taraf şirketler arasında ek protokol de düzenlenmiştir. Bu ek protokol ile ilk sözleşme iptal edilmiştir. Davalı ilk sözleşme ile üstlendiği edimlerin bir kısmını yerine getirmemiştir. Davalının aynı tarihte aynı kişilerce imzalanan ek protokolün geçerli olduğunu kabul ederek, taraflara karşılıklı edimler yükleyen ikinci sözleşmenin yetkisiz temsil, hile, tasfiye amacı dışında işlem hukuksal nedenlerine dayanarak geçersiz olduğunu ileri sürmesi TMK’nın 2. maddesinde düzenlenen dürüst davranma ilkesi ile HMK’nın 29. maddesinde düzenlenen dürüst davranma yükümlülüğüne aykırılık teşkil etmektedir. Her ne kadar yetkisiz temsilci tarafından imzalanmış olsa da, davacı şirket yetkilisi tarafından sözleşme ile gönderilen malların teslim alınarak bedellerinin ödenmesi yoluyla fiilen ve sözleşmede belirlenen edimlerin süresinde yapılmaması nedeniyle bu edimlerin yerine getirilmesi talebi ile çekilen ihtarname ile yazılı olarak taraflar arasındaki sözleşmeye icazet verildiği, sözleşme ile bağlı kalınma iradesinin belirtildiği, böylece sözleşme ilişkisinin ayakta olduğunun karşı tarafa bildirildiği anlaşılmaktadır. Davalı, davacının sözleşme ile üstlendiği edimlerini eksik veya hiç yerine getirmediğini, satın aldığı mal bedellerini ödemede geciktiğini veya bir kısmını ödemediğini iddia etmediği gibi davacının ödeme güçlüğü içinde olduğunu da ispatlayamamıştır. Davacı şirketin tasfiye haline girmesinin ödeme güçlüğü nedeniyle olduğu ispatlanamamıştır. Önemli olan mümkün olduğu nispette sözleşmelerin ayakta tutulmasıdır. Bu ahde vefa kuralının da bir gereğidir. Bu nedenle davalının sözleşmeyi feshinin haklı gerekçeye dayandığından bahsedilemeyecektir. Mahkemece feshin haksız olduğunun tespitinde usul ve yasaya aykırılık bulunmamaktadır.Uzman görüşü eski usul kanununda yer almayan HMK ile düzenlenen yeni bir kurumdur. HMK’nın 293. maddesinde düzenlenmiş olup, tarafların dava konusu olayla ilgili uzmanından bilimsel mütalaa alabilecekleri belirtilmiştir.Madde gerekçesinde uzman görüşünün taraf bilirkişisi, uzman tanık, kurumunun hüküm altına alınmış hali olduğu belirtilmiş, tarafların mahkemece resen veya taraf talebi üzerine görüşüne başvurulacak bilirkişi dışında uzmanından bilimsel nitelikli görüş almalarının mümkün olduğu vurgulanmış, böylece, özel ve teknik konularda da tarafların uzman görüşünden yararlanmaları ve iddia veya savunmalarını bu görüşlerle desteklemeleri olanağı getirildiği açıklanmıştır. Yine gerekçeye göre hâkim dosyaya sunulan uzman görüşünü serbestçe takdir edecektir,Madde gerekçesinde açıklandığı üzere, uzman görüşü bir tür taraf bilirkişisi olduğundan, taraflar ancak dava konusu olayla ilgili özel ve teknik konularda uzmanından görüş alabilecekler, iddia ve savunmalarını bu görüşle destekleyebileceklerdir. HMK’nın 266. maddesinde ” Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.” düzenlemesi getirilmiştir. Buna göre çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgi gerektiren hallerde taraflar uzman görüşü alabilecektir. Genel bilgi ve tecrübeyle yada hakimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamayacağı gibi bu konularda uzman görüşü sunulması ve bunun mahkemece değerlendirilmesi mümkün değildir.Somut olayda, davalı tarafça alınan uzman görüşleri, davaya konu ikinci sözleşmenin geçerli olup olmadığı, hükümsüzlüğü ile sözleşmenin feshinin haklı olup olmadığı konularında olup, uyuşmazlıkta mahkemece karar verilirken zaten bu hususlar değerlendirilecek ve buna göre bir karar verilecektir. Mahkemenin bu hususları değerlendirmesi de hakimlik mesleğinin gerektirdiği hukuk bilgisi ile çözümlenecek hususlardır. Davalı tarafça alınan uzman görüşleri olayla ilgili özel ve teknik konularda olmadığından ve hakimlik mesleğinin gerektirdiği hukuk bilgisi ile çözümlenecek hususlarda olduğundan, mahkemenin uzman görüşlerini dikkate alarak bu hususları gerekçesinde tartışmasına zaten yasal olarak imkan bulunmamaktadır. Davalı vekilinin uzman görüşünün gerekçede değerlendirilmediği, mahkemece dikkate alınmadığına ilişkin istinaf sebebi yerinde değildir. Yine HMK’nın 282. maddesinde Hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir. hükmü düzenlenmiştir. Buna göre bilirkişi görüşü takdiri delil olup mahkeme diğer delillerle birlikte serbestçe takdir edecektir. Bilirkişi raporundaki görüşlerin uzman görüşü ile çeliştiği ve bu çelişkinin giderilmediği yönündeki istinaf sebebi de yerinde değildir. Esasen HMK 266. maddeye göre hakimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgi ile çözümlenecek hususlarda bilirkişi görüşüne başvurulamayacaktır. Bilirkişi raporunda davaya konu olayda sözleşmelerin geçerliliği, yetkisiz temsilcinin yaptığı işlemlerin geçerliliği, tasfiye işlemleri, feshin haklı olup olmadığına yönelik görüşleri ihtimalli değerlendirmeler içermekte olup zaten olayın hukuki yorumunun mahkemenin takdirinde olduğu, mahkemece hukuki yoruma göre seçenek hususlardan birinin geçerli olacağı belirtilmiş, mahkeme bilirkişi raporundaki teknik inceleme kısmı ile ilgili bilirkişi görüşünü değerlendirmiştir. Bilirkişi raporu yönünden yapılan itiraz ve istinaf sebeplerine gelince, bilirkişi raporunda yer alan teknik değerlendirme ve hesaplama olayın özelliklerine ve dosya içeriğine uygun, denetime elverişli, gerekli açıklamayı içerir olması nedeniyle davalının istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir.Bu nedenle, dosya kapsamı, mahkemenin kabul ve gerekçesi ve istinaf sebepleri gözetildiğinde; mahkeme kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1. maddesine göre esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davalının istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nun 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan 98,10.TL istinaf başvuru harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 29.104,60.TL istinaf karar harcından, istinaf eden davalı tarafından peşin olarak yatırılan 7.277,00.TL harcın mahsubu ile bakiye 21.727,60.TL harcın davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep eden üzerinde bırakılmasına, 5-Artan gider avansı varsa, karar kesinleştiğinde ve talep halinde avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 04/12/2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.