Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2017/748 E. 2018/80 K. 31.01.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2017/748 Esas
KARAR NO : 2018/80 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ:İSTANBUL 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI : 2014/1080 Esas 2017/425 Karar
TARİH: 30/05/2017
DAVA: Alacak
KARAR TARİHİ: 31/01/2018
İlk derece Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, müvekkili … ile davalı …’ın evli olduğu, taraflar arasında İstanbul 6. Aile Mahkemesi’nin 2012/397 esas sayılı dosyası ile boşanma davası ve İstanbul 7. Aile Mahkemesi’nİn 2012/497 E. sayılı dosyası İle mal rejiminin tasfiyesi davasının devam ettiğini, müvekkili davacının, … 50 yıldır şişeleyicisi vc aynı zamanda Türkiye’nin önde gelen en eski gıda şirketi olan … sahiplerinin kızı Yönetim Kurulu üyesiyken davalıyla evlendiğini, davalı … ise bu tarihlerde, ekonomik bakımdan neredeyse işleyemez hale gelmiş, tüm gayrimenkulleri haciz edilmiş bulunan … şirketler grubunun sahiplerinin oğlu ve 2-3 kamyonla küçük çapta nakliye işi yapan … Tic. ve Paz. A.Ş’nin ortaklarından olduğunu, tarafların ekonomik ve sosyal durum içindeyken evlenmiş olup, evlilikleri müvekkilinin davalıya sağladığı maddi-manevi destek ile ayakta kaldığını, müvekkili, … Türkiye’nin tüm Türkiye çapında nakliye işini yapan … A.Ş, ortaklan ile ortak iş yapmak üzere bir araya geldiğini, taraflar, yeni bir şirket kurmak yerine, bu ortaklığı hali hazırda müvekkilinin eşi/davalının ortağı olduğu … Tic. Paz, A.Ş. bünyesinde gerçekleştirdiklerini, böylelikle, müvekkilinin, bahsi geçen iş için davalı eşini temsilci tayin ettirmiş olduğunu, davalının, bu tarihten itibaren, … A.Ş.’deki hisselerine sahip olması, müvekkili …dolaylı temsilcisi sıfatıyla gerçekleştiğini, bahsi geçen dolaylı temsil ilişkisi gereğince davalı, kendi adına müvekkili davacı hesabına aldığı hisseleri, işbu vekillik sözleşmesinin yasal bir sonucu olarak daha sonra müvekkile devrettiğini, müvekkilinin, yine bu dönemde, kendi banka hesaplarındaki paralarını, davalının annesi …ve kardeşi … banka hesaplarına aktardığını, böylelikle, görünürde davalının eşi ve kardeşinin hesaplarında olan, ama gerçekte müvekkiline ait olan paraların kontrolünün müvekkilinin olması için müvekkiline vekaletnameler verilmiş olup, müvekkilinin, anne ve babasıyla olan davaları bitince bahsi geçen paraları geri aldığını, ilgili bankalara sorulduğunda bu husus ortaya çıkacağını, müvekkilinin, birtakım inançlı temlikler yaptığını ve bu kapsamda 2003 yılında davalı eşine muvazaalı olarak devrettiği … A.Ş.’ndeki %48 hissesini davalı eşinden geri alamadığını, 2003 yılında müvekkilin %48 hissesini devralmasıyla %65,34’e çıkan hissesinin bir kısmını diğer ortaklara devreden davalı …, %48 hisseye sahip olmuş ve halihazırda da %48 hisseyle şirketteki ortaklığı devam ettiğini, inançlı işlemde inanılan kişi, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya kararlaştırılan süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana veya onun göstereceği üçüncü kişiye devretmeyi yüklenmekte olduğunu, bu kapsamda, inançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağladığını, bu doğrultuda, davalı, müvekkilinin … A.Ş’deki %48 hissesini, davalar bittikten sonra müvekkiline geri (iadeten) devretmesi gerekirken devretmediğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin tüm yasal hak, dava ve talepleri saklı kalması kaydıyla; öncelikle ihtiyati tedbir taleplerinin kabulüne, inanç sözleşmesine dayalı olarak müvekkili … tarafından davalı …’a devredilen …Tic. ve Paz. A.Ş. Üzerindeki %48 hissesinin iadesi ile müvekkili davacı … (iadeten) devrine ve müvekkili davacı … adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile, mal rejimi davasında söz konusu hisseler nedeni ile kazanç elde edemeyeceğini anlayan davacının şimdi de hayal ürünü iddialarla eldeki davayı açarak kötü niyetli hareket ettiğini ve davacının yasal dayanaktan yoksun taleplerine itibar edilmemesi gerektiğini, davalı müvekkilden aldığı hisseleri gereği davalı müvekkiline iade etmesini hangi nam altında inançlı işlem-temlik olarak telakki ettiğinin anlaşılmadığını, bu iddialannın yasal dayanağı bulunmadığını, davacı, müvekkilinden devir aldığı şirket hisselerini geri devretmiş olup, eldeki dava ile müvekkilinden devir aldığı şirket hisselerini sahiplenmekte ve bu hisseler benimdir dediğini, bu iddiasına itibar edilmesini beklediğini, kişisel hırsları uğruna hem adaleti meşgul etmekte, hem asılsız haberleri basına servis etmekte hem de ben mağdurum haklarım elimden alındı dediğini, davacının yapmak istediği sadece ve sadece davalı müvekkilini baskı altına almak ve boşanma davasında istediği fahiş tazminat ve nafaka rakamlarını ödemeye mahkum bırakmak olduğunu, ihtiyati tedbir talebinin HMK 389 vd. maddeleri hilafına olup, yasal dayanağı bulunmadığını, dava değeri ile orantısı konulan ve yasal dayanağı olmayan ihtiyati tedbir talebinin reddedilmesi gerektiğini, davacı her ne kadar inançlı işlem yapıldığı ve dava konusu hisselerin kendisine ait olduğunu iddia etse de; …A.Ş.’de adına tescilini talep edebileceği bir hissesi ve iddia edildiği gibi inançlı temlik bulunmadığını, zira dava konusu … A.Ş. Bursa Ticaret Sicil Memurluğu … sicil numaralı şirket olduğunu, …. A.Ş.; 30.01.1985 Tarihinde “… A.Ş.” unvanı ile 2.500.000 TL sermaye ile kurulduğunu, şirket 1986 yılından Unvan değişikliği yaparak yeni unvanı “… A.Ş.” olup, merkezinide Bursa’ya taşıdığını, müvekkilinin şirkete 1986 yılında ortak olup, ilk ortaklığının %40 hisse ile başladığını, tarafların o tarihte tanışık bile olmayıp, 1992 yılında evlendiklerini, 1998 yılında %9 artırarak %49 hisse sahibi olduğunu, aynı yıl %24’lük hisseyi davacıya devrettiğini, 1986 yılında sahip olduğu kendi hissesini davacıya devrettiğini, 2000 yılında %25 hisse daha devrederek davacının %49 pay sahibi olduğunu ve müvekkilinin 1986 yılında sahip olduğu hisseleri eşine devrettiğini, aynı yıl %1 hissenin müvekkiline devredildiğini ve 2001 yılında müvekkilinin … %3,75, … % 3,75, … % 3,75 ve …. %1,33 hisse devraldığını, %17,33 hisse sahibi olduğunu, 2003 yılında davacının müvekkilinden devraldığı %48 hisseyi devrederek hissesi kalmadığını, böylece devredilen %49 hissenin davacı tarafından müvekkiline devredilip, davacının hissesinin kalmadığını, müvekkilinin toplam hisse durumununda %65,33 olduğunu, davacının davayı açmakta kötü niyetli olduğunu savunarak, davacının haksız, yasal dayanağı olmayan iddialarına itibar edilmeyerek haksız davasının reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ:İlk Derece Mahkemesi 30/05/2017 tarih 2014/1080 Esas 2017/425 sayılı kararında; “Talep, davaya konu … Tic. Paz. A.Ş.’deki davalıya ait %48 oranındaki payın taraflar arasındaki gerçekleştiği ileri sürülen inançlı işlem gereği davacı yana iadesi istemine ilişkindir. Tarafların daha önce karı-koca olup, İstanbul 6.Aile Mahkemesi’nin 2013/397 esas sayılı dosyası ile boşanma davasının ve İstanbul 7. Aile Mahkemesi’nin 2012/497 esas sayılı dosyasında da mal rejimine ilişkin davanın bulunduğu, davalının Bursa Ticaret Sicil’inin … sicil numarasında kayıtlı … Tic. Paz. A.Ş.’de 1986 yılından itibaren şirket ortağı olarak yer aldığı anlaşılmaktadır. İnançlı işlemler BK ve TBK’da açıkça düzenlenmemiş olmakla birlikte TBK’nun 19.maddesinde yer alan akit serbestisi ilkesi gereğince ve Kanunun emredici hükümlerine, Kamu düzenine, ahlak ve adaba, kişilik haklarına aykırı olmamak kaydı ile inançlı işlemlerin yapılabileceği kabul edilmektedir. İnanç sözleşmesi buna göre inanan ile inanılan arasında yapılan ve onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerinin ve devredilen hakkın inanılan tarafından inana geri verme (yani iadesi) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muamele olarak tanımlanmaktadır. İnanç sözleşmesi sözleşmenin taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir sözleşme olup, alacak ve mülkiyetin naklinin sebebini de teşkil etmektedir. Böyle bir sözleşme ile taraflar genellikle teminat teşkil etmek veya idare edilmek üzere mal varlığına dair birşey veya hakkın aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırılmak için inanç sözleşmesine bağlı işleme başvurmaktadırlar. Taraflar sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini, devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, süresini, keza akde aykırı davranışın yaptırımını da sözleşmelerinde sözleşmelerinde belirleyebilirler. 1947 tarihli 20/6 sayılı içtihadı birleştirme kararında da belirtildiği üzere, inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından da tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Anılan içtihadı birleştirme kararında da yer verildiği üzere inançlı sözleşmelerin belirtilen bu niteliği gereği yazılı delil ile kanıtlanması zorunludur. Davacının genel, evlenmeden önce … Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptığı, tarafların 1992 yılında evlendikleri, özellikle davacı taraf talebi doğrultusunda celbedilen kayıt ve belgeler kapsamına göre, taraflar arasında hisse devrine ilişkin bir inançlı işlemin varlığını ortaya koyan yazılı bir delil ya da yazılı delil başlangıcı teşkil edebilecek bir kayıt ve belge bulunmamaktadır. Genel kurul toplantı tutanakları ve hazirun cetvellerine göre davalı 1986 yılında kurulan şirkette 100 hisse ile %40 pay sahibidir. Yukarda belirtilen ve davalı yanın davacı yana hisse devri ile başlayan işlemlerin, davalı yana hisselerin iadesi ile son bulduğu anlaşılmaktadır. Davacı tarafça dayanılan ve celp edilen kayıtların inanç sözleşmesinin varlığı yönünde delil niteliğinde olmadığı gibi yazılı delil başlangıcı teşkil edecek belgelerinde bulunmadığı, keza olayda HMK 203/I-a maddesinde yer alan senetle ispat kuralının istisnalarından yararlanma olanağı da bulunmadığından, davada tanıkla ispatında mümkün olmaması karşısında davacı yanın yazılı delille ispat külfetinin yerine getiremediği kanaatine varılmıştır. Açıklanan bu sebeplerle ve davacı tarafın dava dilekçesi ve delil listesinde dayandıkları “deliller kapsamı” da dikkate alınarak…”gerekçesi ile, Kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile, İlk derece mahkemesi kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, Mahkeme gerekçeli kararında dayanılan Yargıtay İBGK’nun 05/02/1947 tarih 20/6 sayılı kararının bu davaya emsal alınmasının mümkün olmadığını, Somut olayın özelliği bakımından o tarihte evli olan müvekkili ile davalının akrabalık ilişkileri göz önünde bulundurularak, ilk derece mahkemesinin dayanak aldığı yazılı delil arayan Yargıtay İBGK ‘nun 05/02/1947 tarih 20/6 sayılı kararının değil, tanıkla ispatı mümkün kılan Yargıtay İBGK’nun 07/10/1953 tarihli 8/7 sayılı kararının uygulanması gerektiğini, bununla birlikte her davanın kendine özgü olaylar çerçevesinde ve her somut olayın kendi içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini, Bu hususta; Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 18/10/2012 tarih 2012/13487 Esas 2012/11483 Karar sayılı ilamının bulunduğunu, Müvekkilinin, anne ve babasıyla olan davalardaki ihtiyati tedbir talepleri nedeniyle, aynı süreçte tüm mal varlığını azaltma yoluna gidildiğini, aynı süreçte yaptığı bu işlemlerin yazılı delil başlangıcı olup, mahkemenin aksi yöndeki gerekçe ve değerlendirmesinin yanılgılı olduğunu, Dava konusu şirket hisselerinin gerçek sahibinin müvekkili olduğunu, davalının başlangıçtaki hisse sahipliği temsilen olup, sonra şirket hisselerini gerçek sahibi müvekkiline devrettiği, daha sonra müvekkilinin ailesiyle olan davaları nedeniyle görünürde devrettiği şirket hisselerini davalıdan iade alamadığını, bu hususların dosyada mübrez belgelerle ve ticari kayıtlarla sabit olup, şirketin %48 hissesinin gerçek sahibinin müvekkili olduğunu gösterdiğini, Davada Yargıtay İBGK’nun 07/10/1953 tarih 8/7 sayılı kararı ve HMK’nun 203/1-a maddesi gereğince tanıkla ispatın mümkün olduğunu, ancak mahkemece tanıklar dinlenmeden karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, Bilirkişilerin, çözümü hakimlikçe değerlendirilecek hukuki konularda görüş bildirdiklerini ve konunun uzmanı olmayan bilirkişilerin hazırladığı rapora itirazların ilk derece mahkemesince reddedildiğini, Dosyada bilirkişi incelemesi yapıldığı halde, kararda bilirkişi incelemesinden hiç bahsedilmemiş olmasının, incelemenin ve raporun usule ve yasaya aykırı olduğunu gösterdiğini, Yerleşik Yargıtay İçtihatları gereğince bilirkişi incelemesine karar verilmiş iken, bilirkişi raporu hükme dayanak alınmaksızın ilk derece mahkemesince karar verilmesinin yasaya aykırı olduğunu, İlk derece mahkemesince bilirkişi incelemesinde inançlı işlemin, ispatın vs. hususların incelenmesinin istenmediğinin açık olduğunu, seçilen bilirkişilerin uzmanlık alanlarından da bu hususun anlaşıldığını, Bilirkişilik Kanununun 3/3 maddesinin yürürlüğünden önce hukukçu bilirkişiye başvurulduğunu, daha sonra kanun yürürlüğe girmiş ise de, bir kez bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra mahkemenin raporu hükme dayanak almaksızın karar vermesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 12/10/2005 tarih 2004/11968 Esas 2015/9614 Karar, Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 06/12/2011 tarih 2011/1756 Esas 2011/2350 Karar sayılı ilamlarının da bu görüşte olduğunu, İleri sürerek, istinaf başvurusunun kabulü ile, öncelikle icranın geri bırakılmasına, ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucu kaldırılmasına, davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER : İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi 2014/1080 Esas 2017/425 Karar sayılı dosyası kapsamı.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: Öncelikle istinaf incelemesi için dairemize tevzi olan dava dosyasında, istinaf konu uyuşmazlık hakkında 20-07-2016 tarihinden önceki süreçte, İstanbul 24. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının taraflarca temyizi üzerine Yargıtay 11.Hukuk Dairesince incelenmek suretiyle onandığı anlaşılmıştır. 6100 sayılı HMK’nın geçici 3/2.maddesi ve 6723 Sayılı Danıştay Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 34.maddesi birlikte değerlendirildiğinde; istinaf kanun yolunun yürürlüğe girdiği 20/07/2016 tarihine kadar temyiz yoluna başvurulmuş bir karar hakkında bu kararın kesinleşmesine kadar geçecek süreçte 1086 sayılı HUMK’nın temyize ilişkin hükümlerinin uygulanmasına devam edileceğinin düzenlendiği, bu nedenle dairemizin davada istinaf incelemesi yapıp yapamayacağı, dava dosyasının temyiz incelemesi için Yargıtaya gönderilmesinin gerekip gerekmediği hususu ön sorun niteliğinde öncelikle heyette görüşülmüş olup, ön inceleme ve inceleme raporu hazırlayan üye hakimin inceleme raporunda ayrıntısını sunduğu gerekçeyle dosyanın yargıtaya gönderilmesi yönünde muhalif görüşüne karşın; istinafa konu edilen İst.8.A.T.M.sinin esasa ilişkin kararının 30/05/2017 tarihinde verilip daha önce Yargıtay denetiminden geçmediği, İst.24.As.Huk.Mahkemesince verilen usuli nitelikteki görevsizlik kararı Yargıtay denetiminden geçmesine karşın onamaya ilişkin Yargıtay kararında; taraflar arasındaki temel ilişkinin şirket pay devrinden kaynaklandığının tesbiti ile yetinildiği, taraflar arasındaki uyuşmazlığın hukuki sebebi (vekalet-inanç sözleşmesi) hakkında tesbit ve değerlendirme yapılmadığı, dolaysıyla somut olayda Yargıtay kararının istinaf yoluyla denetlenmesinin sözkonusu olmadığı, bu belirlemelere ve Yrg.3.HD.26/12/2017 T.2017/17154-18294 E.ve K.,Yrg.9.HD.12/12/2017 T.2017/27475-20987 E.ve K.,Yrg.1.HD.13/09/2017 T.2017/1151-4248 E.veK.sayılı kararlarındaki kriterlere göre somut olayda HMK.nun Geçici 3/2.maddesinin uygulanması koşulları bulunmadığından ve dairemizin önceki kararlarınında bu doğrultuda olduğu gözetilerek davanın, İstinaf kanun yolu denetimine tabii olduğuna oy çokluğu ile karar verilmek suretiyle istinaf başvurusunun esastan incelenmesi yapılmıştır.İlk derece mahkemesince davacı yanca davalı aleyhine …Tic. Ve Paz. A.Ş.’de davalıya ait %48 oranındaki hisselerin inançlı işlemle devredilen hisseler olup, aslında davacıya ait oldukları iddiasıyla hisselerin kendisine iadesi istemli açılan davada, yukarıda belirtilen gerekçe ile kanıtlanmayan davanın reddine karar verilmiştir. Karar davacı vekilince istinaf edilmiştir. Davacı vekilinin istinaf nedenleri ile kamu düzeni uyarınca resen dikkate alınması gereken yönler kapsamında yapılan incelemede;HMK 266 maddesinde “Mahkeme çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir…” yine HMK 282 maddesinde “Hakim bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir.” şeklinde yasal olarak düzenlenmiş olup, bilirkişi raporlarının hukuki değerlendirilmesi de mahkemeye ait olmakla, ilk derece mahkemesince gerekçeli kararda rapor içeriğindeki tespitlere de yer verilmiş olup , davacı vekilince bilirkişilerin hakimlikçe değerlendirilecek konularda da görüş bildirdiği, rapora itirazları nedeniyle itirazları karşılanmaksızın karar verildiği, kararda bilirkişi incelemesinden bahsedilmeyip, bilirkişi raporunun hükme dayanak alınmaksızın karar verildiği yönündeki istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir. Tarafların 1992 yılında evlendikleri, davalının bu tarihten çok öncesinde 1986 yılında kurulan şirkette %40 oranında ilk kez hisse sahibi olduğu, dava tarihine kadar gerek davanın tarafları gerekse diğer şirket ortakları arasında hisse devirleri meydana geldiği, son olarak da davalıya hisse devri ile davalının şirkette dava konusu %48 hisse sahibi olduğu da gözetildiğinde; davacı yanca istinaf nedeni olarak ileri sürüldüğü üzere taraflar arasında vekalet ilişkisi bulunduğu, davalının başlangıçta (1986 yılı) hisse sahipliğinin davacıya temsilen kabul edilmesi gerektiğinin kabulü ile sonuca gidilmesi gerekirken, ilk derece mahkemesince inançlı işlem kapsamında değerlendirme ile sonuca gidilmesinin yerinde olmadığı, bu doğrultuda karar gerekçesinde emsal alınan İBGK 05.02.1947 Tarih 20/6 sayılı kararının dikkate alınamayacağı, İBGK 07.10.1953 Tarih 8/7 sayılı ve HMK 203/1-a maddesi gereğince tanıkla ispatı mümkün kılan kararın emsal gözetilmesi gerekeceği, bu kapsamda ilk derece mahkemesince tanık dinletme taleplerinin reddi ile sonuca gidilmesinin yasal olmadığı yönündeki istinaf nedeni de yerinde değildir. Davacının anne ve babasıyla arasındaki ihtilafa dayalı açılan davada verilen tedbir kararı nedeniyle mal varlığını azaltma saiki ile hareket ettiği, yine bu saikle davalının anne ve kardeşinin hesaplarını onlardan aldığı vekaletnameler ile kullandığı, ayrıca davalı adına tescil olan bir kısım gayrımenkulün de ödemesinin kendisi tarafından yapıldığı ve buna dair 3. Kişiden alınıp sunulan belgelerin iddiaları yönünden delil başlangıcı sayılması gerekip, tanıklarının dinlenmesi gerekirken tanık dinletme taleplerinin reddi ile davanın kanıtlanmadığı gerekçesiyle reddinin doğru olmadığı yönündeki istinaf nedeni de; karara emsal alınan İBGK kararına, tapu tescil tarihinden sonraki tarihli düzenlendiği anlaşılan, davalının imzası da bulunmayan ve tarafı da olmadığı görülen davacı ile 3. kişi arasında düzenlenip imzalanan belge niteliğinde oldukları, bu itibarla taraflar arasındaki uyuşmazlık yönünden delil başlangıcı olarak dikkate alınamayacakları yönünde mahkeme karar gerekçesinde yasaya aykırılık yoktur. Bu yöneki istinaf nedeni de yerinde görülmemiştir.Tüm bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin hüküm ve gerekçesinde yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’ nun 353/1-b/1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince davacı tarafından yatırılan 85,70.TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına,3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 35,90.TL harçtan, davacı tarafından yatırılan 31,40.TL istinaf karar harcının mahsubu ile bakiye 4,50.TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep eden davacı üzerinde bırakılmasına, 5-Artan gider avansı varsa yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1. maddesi gereğince tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 31/01/2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.