Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2017/1012 E. 2018/511 K. 30.05.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2017/1012 Esas
KARAR NO : 2018/511 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: BURSA 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI : 2014/1197 Esas 2017/577 Karar
TARİH : 27/04/2017
DAVA : Tazminat (Haksız Rekabetten Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ : 30/05/2018
İlk derece Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ:
Davacı vekili dava dilekçesi ile, davalılardan …’nın müvekkili şirkette otomasyon müdürü olarak çalıştığını, çalıştığı süre zarfında müvekkili şirket müşterilerini tanıdığını ve müvekkil şirkete ait ticari önem taşıyan her türlü gizli bilgiye sahip olduğunu, iş akdi 08/03/2013 tarihinde sona erdirildiğini, iş akdi fesih edildikten sonra 23/03/2013 tarihinde müvekkili firma iştigal konusu ile aynı iştigal konulu …’ni kurduğunu, davalı tarafın müvekkili şirkette çalışırken teklif vermek üzere teknik tespit yapması için gönderildiği firmalarla ticari ilişki içerisine girdiğini, davalı tarafın müvekkilinin ürünleri hakkında yalan beyanlarda bulunarak müvekkili şirketin artık bu işi yapmadığını beyan ederek bu firmalara mal sattığını, davalı …’nın 20/10/2014 tarihinde yapmış olduğu iş sözleşmesinin 4. Maddesi ile iş sözleşmesinin feshini izleyen 3 yıl boyunca işverinin faaliyet sahasında çalışan herhangi bir şirkette görev almamayı kabul ve taahhüt ettiğini, yine sözleşmenni 5. Maddesi uyarınca iş verenin meslek sırlarını saklamakla yükümlü olduğunu ve davalının bu hükümlere aykırı hareket etmesi halinde işverinin tazminat hakkının saklı olduğunu, yine iş sözleşmesinin 8. Maddesine göre iş sözleşmesine aykırı davranması veya işverini zarara uğratması halinde işverinin bu zararı personelden tazmin etme hakkının saklı olduğunu ileri sürerek, müvekkilini uğramış olduğu 15.000,00.TL zararın davalılardan müştereken tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar vekili cevap dilekçesi ile, müvekkili …’nın 2004-2013 yılları arasında davacı şirket bünyesinde otomasyon montaj sorumlusu olarak başladığını, daha sonra 2009 yılında otomasyon departmanı kurulduğunu ve görevine ilgili departmanda emekli olduğu 2013 yılına kadar devam ettirdiğini, müvekkilinin yaptığı tüm işleri daha önceden çalıştığı …Otomasyon firmasındaki öğrenmiş olduğu bilgi ve tecrübesi neticesinde yaptığını, davacı firma bünyesinde müvekkilinin yaptığı işi öğretebiecek, bu konuda onu eğitebilecek bir personel olmadığını ve görevini ifa ettiği sürece müvekkiline herhangi bir eğitim de verilmediğini, ayrıca müvekkilinin çalıştığı süre boyunca yaptığı görev niteliğide göz önüne alındığında davacı şirkete ait ticari önem taşıyan gizli bilgilere vakıf olabilmesinin mümkün olmadığını, yine davacı şirkette çalışırken davacı şirketin müşterilerinin hiçbiri ile iletişim içine girmediğini, müvekkilinin ve diğer benzer konumda olan çalışanların direkt müşterilirle görüşmesinin davacı firma tarafından yasaklandığını, davacı firmanın iştigal konusunun makine imalatı, satış ve pazarlaması olduğunu, davalı firmanın ise elektrik, elektronik otomasyon işlemi olduğunu, davacı ile davalı firmanın yaptıkları işlerin birbirinden tamamen farklı olduğunu, bu nedenle davalı şirketin davacı firma ile rekabette bulunması gibi bir durumun olmadığını, taraflar arasındaki iş sözleşmesinin cezai şart yönünden denklik ilkesinin olmadığından sözleşmenin geçerli olmayacağını savunarak, itirazlarının kabulü ile davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ:
İlk Derece Mahkemesi 27/04/2017 tarih 2014/1197 Esas 2017/577 sayılı kararında;
“Dosyadaki kanıt ve belgelere alınan bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamına göre; rekabet yasağı ve sonucunda konulabilecek cezai şarta temel amaç, işverenin menfaaatinin korunmasıdır. Ancak burada işçinin Anayasada düzenlenen çalışma ve varlığını koruyup geliştirme hakkının da korunması zorunludu. Bu nedenle rekabet yasağı vd. Hükümleri taraflar arasında dengeyi sağlamak için dar anlamda irdelenmesi gerekir.
Burada işçinin ekonomik geleceğinin tehlikeye düşürülmemesi için 349.md gereği rekabet yasağının ” Süre, yer ve işin türü ” açısından sınırlarılması gerekmektedir. TBK’nun 445.md.’si anılan süreyi en çok 2 sene olarak sınırlandırmıştır. Yargıtay yerleşik kararlarına göre de bu sınırlamasının hakkaniyete aykırı olmaması gerekir.
Somut olayda; rekabet yasağı ( yer ) açısından sınırlandırılmamış olup, süre açısından da 3 senedir. TBK ve Yargıtay kararları doğrultusunda , işçinin çalışma özgürlüğünü uzunca ve kısıtlayan 3 yıllık sürenin hakkaniyete uygun olmadığı ve yasağın geçerli olmadığı kabul edilmelidir. Yine dosyaya sunulan 08/03/2013 tarihinde işten ayrılmıştır. İbranamenin geçerli olabilmesi için de ibra tarihi ile işin bitmesi arasında 1 aylık süre de geçmediğinden ibraname hükümsüz bulunmaktadır.
Bu durumda haksız rekabetin cezai şart koşullarının oluşmadığı anlaşılmaktadır…”gerekçesi ile,
Davanın reddine karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:
Davacı vekili istinaf dilekçesi ile,
İlk derece mahkemesinin kararında davalının, davanın esasını teşkil eden haksız eylemlerine hiç yer vermediğini, vakıaların değerlendirilmediğini, eksik inceleme ile davanın reddine karar verildiğini, rekabet yasağı şartlarını tartışmadığını, haksız rekabet şartlarını tartışmayan mahkemenin rekabet yasağı şartlarını tartıştığı bölümde; “Bu durumda haksız rekabetin cezai şart koşullarının oluşmadığı anlaşılmaktadır. ” dediğini, rekabet yasağı şartlarını tartışan ve haksız rekabet koşularına hiç değinmeyen mahkemenin birden bire “haksız rekabetin cezai şart koşullarının oluşmadığı” şeklinde bir çıkarımda bulunmasının hukuken kabul edilebilir durum olmadığını,
Anayasanın 141. maddesi uyarınca, yargı kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini, bu hususun HMK 297. maddesinde de hüküm altına alındığını, kararda, davanın esasını teşkil eden vakıalara gerekçeli kararda hiç yer verilmediğini,
Uyuşmazlığa hangi kanun hükümlerinin uygulanacağının tespitinin önem arz ettiğini, doktrinde haklı olarak ifade edildiği üzere, kurulmuş olan bir sözleşmenin geçerlilik şartlarına ilişkin bir değişikliğin TBK yürürlüğe girdikten sonra bu sözleşmenin geçerliliğini etkilememesi gerektiğini, bu sebeple rekabet yasağı sözleşmesinin geçerlilik şartları eski BK m.348-352 hükümleri uyarınca incelenmesi ve eski BK hükümleri kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, fakat gerekçeli kararda Mahkemenin 818 sayılı Borçlar Kanununu uygulayacağı yerde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümlerini olaya uyguladığını ve sözleşmenin geçerlilik koşullarını bu kanun hükümlerini dikkate alarak değerlendirdiğini, uygulanacak hukuk yönünden hatalı bir değerlendirmede bulunan Mahkemenin kararının hatalı olduğunu,
Taraflar arasındaki uyuşmazlıkta davacı ile davalı arasındaki İş sözleşmenin 4.maddesinde;“Personel iş sözleşmesinin feshini izleyen 3 yıl boyunca işverenin faaliyet sahasında çalışan herhangi bir şirkette görev almamayı kabul ve taahhüt eder” denilerek rekabet yasağını kararlaştırıldığını,
Rekabet yasağı sözleşmesinin geçerli olabilmesi için unsurlarının tamam olması gerektiğini, bu kapsamda; işverenin korunmaya değer haklı bir menfaatinin varlığı, işçinin ekonomik geleceğinin tehlikeye düşürülmemesi, yazılı şekil şartı açısından gereken şartların yerine gelmesi gerektiği gibi, rekabet yasağı sözleşmesinin sınırları açısından ise; süre, yer, konu bakımından sınırlandırılması gerektiğini,
Rekabet yasağı sözleşmesinin geçerli olabilmesi için, işverenin korunmaya değer haklı bir menfaatinin söz konusu olması gerektiğini, bunun için işçinin işverenin üretim sırları, yaptığı işler ve müşteri çevresi hakkında bilgi edinme olanağının bulunması ve bunun sonucunda işvereni önemli bir zarara uğratma ihtimalinin olması gerektiğini, üretim sırrı (iş sırrı) kavramının, işletmeyle ilgili, sınırlı bir çevre tarafından bilinen, başkaları tarafından kolaylıkla öğrenilemeyecek, saklı kalmasında işverenin haklı bir menfaatinin bulunduğu olgular olarak tanımlandığını, işçinin işverenin müşteri çevresi hakkında bilgi edinme olanağına sahip olması ise onlarla az veya çok bir kişisel ilişki içinde bulunmasını, müşterilerin kişisel özelliklerini, istek ve ihtiyaçlarını bilebilecek ve bu bilgileri kendi adına ekonomik bir değer olarak kullanabilecek durumda olmasınının gerektiğini, işçinin, işverenin üretim sırları ve müşteri çevresi hakkında bilgi edinmesi, işverene önemli bir zarar verebilecek nitelikte olması gerektiğini,
İşverene ait bilgilerin kullanılmasının, kazançlarda veya sipariş sayısında ciddi bir düşüş doğurması, ilgili piyasada rekabet gücünde bir geriye gidiş yaratması, iş yapma olanaklarının gözle görünür bir şekilde sınırlandırılması, zararın kolayca telafi edilemeyecek olması gibi hallerde önemli bir zararın varlığından söz edilebileceğini, ayrıca önemli bir zarar verme olgusunda öncelikle işçinin çalışmaya başladığı yeni işletme ile eski işvereninin birbirine rakip olarak nitelendirilebilmesinin de önemli olduğunu,
Rekabet yasağının süre bakımından sınırlandırılmasında eski BK’da rekabet yasağı kaydının azami süreyle ilgili herhangi bir kısıtlama yer almadığını, ancak sürenin tespiti işçinin ekonomik geleceğinin hakkaniyete aykırı bir şekilde sınırlanamayacağına ilişkin genel hükme tabi olduğunu, Yargıtay’ın bir çok kararında süre konusunda bir ya da birkaç yılı aşmayacak şekilde rekabet yasağının öngörülebileceğini belirtiğini, (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Esas: 2009/37085, Karar: 2012/3450, Tarih: 13.02.2012; Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Esas: 2008/24493, Karar: 2010/10480, Tarih: 15. 04.2010, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Esas: 2008/38366, Karar: 2010/31389, Tarih: 02.11.2010)
Rekabet yasağının yer bakımından sınırlandırılmasında da işçinin ekonomik geleceğinin hakkaniyete aykırı bir şekilde sınırlanamayacağına ilişkin genel hüküm geçerli olacağını, söz konusu yer coğrafi bölge veya şehir olarak belirtilebileceği gibi İşverenin faaliyetinin etki alanına atıfta bulunmak yoluyla da belirlenebileceğini, (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 24.12.2009, 26954/36971). rekabet yasağının yer bakımından kapsamı işverenin fiilen yürüttüğü faaliyet alanının sınırlarını aşamayacağını, çünkü bu alanın dışında işverenin rekabet yasağı ile korumaya değer haklı bir menfaatinden söz edilemeyeceğini,
Rekabet Yasağının Konu Bakımından Sınırlandırılmasına bakıldığında ise, rekabet yasağı kaydının işin türü bakımından uygun olmayan sınırlamalar içeremeyeceği kabul edildiğini, bu sebeple konu bakımından sınırlamada önemli olan, rekabet yasağının işverenin esas sözleşmede belirtilen tüm faaliyet alanını değil, fiili çalışma alanını kapsaması olduğunu, bu fiili faaliyet alanının çerçevesinin de sözleşmenin sona erdiği tarihe göre belirlenmesinin lazım geldiği kabul edildiğini, (Soyer, s.67) Yargıtay’ın 18.5.1999 tarihli bir kararında ele alınan rekabet yasağı kaydında yasağının konusunun “…Kendi isteği ile ayrılan personel, ayrıldığı tarihten itibaren 6 ay süresince şirketin izin olmadan, şirketin faaliyet gösterdiği yerlerde ve çalışma konusuna giren bir işte, çalışamaz.Keza şirketin müşteri portföyündaki bir şirkette görev alamaz…” şeklinde belirtildiğini,
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 18.5.1999 Tarihli kararına konu bir olayda; “Yerel Mahkeme şirketlerin faaliyet alanlarının farklı olması ve yeni işverenin davacı eski işverenin portföyünden çıktığını gerekçe göstererek davayı reddetmiş; buna karşın Yargıtay davacı şirketin bilgisayar işiyle uğraştığını, dava dışı eski işverenin faaliyet alanının bilgisayar işini de kapsadığını, daha önce yeni işverenin bilgisayar işlerinin ve ihtiyaç duyulan hizmetlerin davalı tarafından gerçekleştirildiğini” belirterek mahkeme kararını bozduğunu, (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 18.5. 1999 T. 5784/9049)”
Yargıtay’ın bir başka kararında da “Rekabet yasağının işverene ait işlerden hangisi ya da hangileri ile sınırlandırıldığı net biçimde belirlenmelidir. Özellikle şirketlerin ticaret siciline kayıt sırasında faaliyet alanlarıın geniş tutulduğu ülkemizde işçilerin bütün alanlarda çalışmasının sınırlandırılması mümkün olamaz. İşçinin işverene ait işyerinde yapmakta olduğu işle doğrudan ilgili ve işverenin asıl faaliyet alanına giren işler bakımından böyle bir sınırlama getirilmelidir” şeklinde hüküm tesis ettiğini, (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, Esas: 2008/36366, Karar: 2010/31389, Tarih: 02.11.2010 )
Davacının esas sözleşme madde 3’te “şirket makine, elektrik ve elektronik sanayi sektörüne ait her türlü makineleri yapabilir”. şeklinde belirtildiğini, davalı …’nın kurduğu diğer davalı …’nin esas sözleşmesi madde 3’te “Şirket her türlü makine imalatını yapar, endüstriyel elektronik makineleri üretebilir.” şeklinde belirtildiğini, davalı şirketle müvekkili şirketin iştigal konularının ayrı olduğunu, davalı …’nın müvekkili şirkette vakıf olduğu gizli bilgi/belge ve ticari sırları kurduğu şirket lehine kullandığını, bu sebeple davacı ve davalının birbirlerine rakip işletmeler olduğunu, davalı …’nın davacı şirkette uzun yıllar otomasyon müdürü, davacının üretim sırları, yaptığı işler ve müşteri çevresi hakkında bilgi edinme olanağı verdiğini,
Ancak sadece bu bilgilere vakıf olması değil bu bilgllerin kullanılması ile eski işverene önemli bir zarar verme şartının da gerçekleşip gerçekleşmediğinin incelenmesi gerektiğini, işverene ait bilgilerin kullanılmasının, kazançlarda veya sipariş sayısında bir düşüş doğurması önemli bir zarar olarak kabul edildiğini, bu noktada dosya kapsamından da açıkça görüldüğü üzere; davalı tarafın davacı müvekkilinin müşterileri ile çalışmaya başlaması neticesinde müvekkilinin satış gelirinden mahrum kaldığını, … Firmasının müvekkili ile ticari ilişkisini sona erdirdiğini,
Davalı … ile müvekkili arasında imzalanan 20.10.2004 tarihli iş sözleşmesinin 4. ve 5. maddesinde;“Personel iş sözleşmesinin feshini izleyen 3 yıl boyunca işverenin faaliyet sahasında çalışan herhangi bir şirkette görev almamayı kabul ve taahhüt eder.””Personel işverenin meslek sırlarını saklamakla yükümlüdür. Bu hükümlere aykırı hareket edilmesi halinde işverenin tazminat hakkı saklıdır.” şeklinde belirtildiğini,
İş sözleşmenin 4. Maddesindeki rekabet yasağı hükmü; yazılı şekil şartı açısından; davalı tarafından imzalandığından yazılılık şartının gerçekleştiğini,
Süre bakımından rekabet yasağının sınırlandırılması konusu incelendiğinde, dava konusu olayda 3 yıl boyunca sürecek bir rekabet yasağı getirildiğini, doktrinde genellikle, üretim sırlarına ilişkin rekabet yasaklarında, zaman bakımından sınırlamanın müşteri çevresine ilişkin rekabet yasaklarına göre daha uzun bir süreye bağlanabileceğinin kabul edildiğini, çünkü işçinin müşteri çevresini tanımış olduğu hallerde, işverenin müşteri çevresinin korunmasındaki menfaati, bu müşterilerle çalışacak yeni bir işçi buluncaya kadar devam edeceğini, sözleşmesi sona eren işçinin bu müşterilerle ilişki kurması, onun kişisel yeteneklerinin sonucu olduğunu,
Ancak işçinin üretim sırlarını öğrenmiş olması halinde, üretim sırlarının uzunca bir süre korunmasında işverenin menfaati vardır. çünkü üretim sırlarının patente bağlanmaları veya ticarî alanda kullanılmaları uzunca bir süreyi gerektireceğini,
Rekabet yasağı zaman bakımından sınırlandırılırken, yer ve konu itibariyle yasağın kapsamı, işçinin yaptığı işin onun yapabileceği tek iş olup olmadığı ve işverenin bu sınırlamadaki menfaati dikkate alınması gerektiğini,
İsviçre Federal Mahkemesinin bazı kararlarına göre rekabet yasağının konu bakımından dar sınırlandırılması halinde, yer ve zaman bakımından geniş sınırlandırılmasının mümkün olduğunu,
Davalının, iş akdinin sona ermesinin hemen iştigal konusu davacı şirketle aynı nitelikte bir şirket kurduğu ve bu şirketin davacı müvekkilinin müşterileri ile hemen ticari ilişkiye girdiği dikkate alındığında süre yönünden de şartların gerçekleştiğini,
İşçinin rekabet yasağının, coğrafi bir bölge, şehir veya işverenin faaliyet alanı ile sınırlandırılması gerektiğini, ancak, yer bakımından yapılacak sınırlamada dikkat edilmesi gereken hususun, söz konusu sınırlamanın işverenin fiilen yürüttüğü faaliyet alanını aşmaması olduğunu,
Dava konusu olayda da tarafların iş sözleşmesinin 4. Maddesi ile; davalının, müvekkilinin faaliyet sahasında çalışmayacağını kararlaştırdığı ve faaliyet sahasına atıfta bulunularak hem yer bakımından hem de konu bakımından rekabet yasağı sınırlandığını,
Rekabet yasağının, sadece müvekkili şirketin faaliyet sahası ve faaliyette bulunduğu aynı sektörle sınırlandığından bu yasağın davalının ekonomik geleceğini tehlikeye düşürdüğünün iddia olunamayacağını, otomasyon müdürü olan davalının, müvekkilinin faaliyet alanı dışında çalışabileceği gibi aynı sektörde olmamak kaydı ile müvekkilin faaliyet sahasında da çalışabileceğini,
Müvekkilinin faaliyet sahası içerisinde ve müvekkiliyle aynı sektörde iştigal eden bir şirket kurduğunu, davalının bununla da yetinmediğini ve diğer davalı …irketi ile müvekkili şirket müşterileri ile ticari ilişkiye girdiğini,
Mevzuat hükümleri, Yargıtay kararları ve öğreti görüşleri dikkate alındığında rekabet yasağı şartlarının somut olayda gerçekleştiğini, Mahkemenin, olaya yanlış yasa hükümlerini uyguladığını ve sonucunda da olayda rekabet yasağı şartlarının olmadığı gibi hatalı bir bir sonuca ulaşıldığını, ibranamenin geçerliliğine ilişkin düzenleme de 6098 sayılı Borçlar Kanunu ile getirilmiş olup dava konusu olaya uygulanmasının mümkün olmadığını,
Dosyada birbiri ile çelişen iki rapor bulunduğunu, Mahkemenin raporlar arasındaki çelişkiyi gidermeden eksik inceleme ile karar verdiğini,
İleri sürerek, istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucu bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER :
Bursa 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2014/1197 Esas 2017/577 Karar sayılı dosyası kapsamı.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Davacı tarafından davalı gerçek kişinin iş aktinin sona ermesinden sonra diğer davalı şirketi kurarak, davacı şirket müşterileriyle ticari ilişki kurduğu, bu surette gerçek kişi davalının iş sözleşmesinde yer alan rekabet yasağı hükümlerine aykırı davrandığı, bununla birlikte diğer davalı şirketle TTK 55 vd maddeleri uyarınca haksız rekabette bulunarak davacı şirkete zarar verdiğini ileri sürerek, haksız rekabetin men- i ile uğranılan zararların tazmini istemli dava açıldığı, ilk derece mahkemesince davanın reddine karar verildiği, davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulduğu anlaşılmıştır.
Mahkeme kararı belli bir şekle uygun olarak yazılmalıdır. Kararın nasıl yazılacağı konusundaki şekil 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesinde gösterilmiş olup, bunlar arasında en önemlilerinden biri de kararların gerekçeli olmasıdır. Kararın açık ve gerekçeli olması hukuki dinlenilme hakkının sağlanması açısından önemlidir. Tarafların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar ve bunların dayandıkları deliller, kararda tartışılıp gerekçeleri açıklandığı ölçüde karar, hukuki dinlenilme hakkına uygun bir karar olacaktır. İddia ve savunmaların kararda tartışılması, gösterilen delillerin incelenmesi, neden bir kısmının diğerine üstün tutulduğunun belirtilmesi ancak gerekçeyle mümkün olacaktır. Mahkeme kararının gerekçeli olması hususu 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesinde belirtildiği gibi aynı zamanda Anayasa’nın 141. maddesinin de amir hükmü gereğidir. Bu nedenlerle; mahkeme kararları tarafların iddia ve savunmalarının özetini, tarafların anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri mutlaka kapsamalıdır. Gerekçe sayesinde kararların doğru olup olmadığı denetlenebilir.Gerekçesiz bir kararın Bölge Adliye Mahkemesi tarafından denetlenmesi de mümkün değildir. Gerekçe, doyurucu olmalı, kararın neden, nasıl, hangi hukukî gerekçeyle ve hangi deliller değerlendirilmek suretiyle verildiği hususlarını içermelidir. Bu hususları içermeyen kararların gerekçeli olduğundan bahsedilemez. Ayrıca kararda maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiği, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığı ortaya konulmalı, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantı açıklanmalıdır. Tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı ya da haksız olduğunu anlayıp değerlendirilebilmeleri ve Bölge Adliye Mahkemesinin hukuka uygunluk denetimi yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçenin bulunması bu yasal ve Anayasal düzenleme karşısında zorunludur. Aksi halde, kararın gerekçeli olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Yeri gelmişken maddi olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı açıklamayan sadece yapılan yargılamayı özetleyen gerekçenin de yeterli olmadığı ve doktrinde zahiri gerekçe (görünürde gerekçe) olarak adlandırıldığı unutulmamalıdır. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere tarafların mahkemece hükmün hangi maddi ve hukuki sebebe dayandırıldığını anlayabilmeleri ve Bölge Adliye Mahkemesinin kararın usul ve yasaya uygun olup olmadığının denetlenmesi ancak kararın gerekçeli olmasıyla mümkündür. Gerekçesi olmayan ya da görünürde gerekçeli olan kararların Bölge Adliye Mahkemesince denetimi yapılamaz.
Bu anlatımlar ışığında somut olaya gelince; kararın gerekçe bölümünde bilirkişi raporlarına atıf yapılarak, davalı gerçek kişinin davacı şirkette işçi olarak çalışıp ayrıldıktan sonra davacı şirketle imzaladığı iş sözleşmesi hükümleri kapsamında TBK nundaki rekabet yasağı hükümleri uyarınca değerlendirme ile sonuca varıldığı ve yalnızca bu davalı yönünden cezai şart koşullarının oluşmadığı yönünde red gerekçesine yer verildiği, oysa davada cezai şart talebi bulunmadığı, davacı tarafından açılan davada yukarıda da özetlendiği üzere; davalı gerçek kişinin iş aktinin sona ermesinden sonra diğer davalı şirketi kurarak, davacı şirket müşterileriyle ticari ilişki kurduğu, bu surette gerçek kişi davalının iş sözleşmesinde yer alan rekabet yasağı hükümlerine aykırı davrandığı, bununla birlikte diğer davalı şirketle TTK 55 vd maddeleri uyarınca haksız rekabette bulunarak davacı şirkete zarar verdiğininin ileri sürülerek zararın tazmininin talep edildiği, TTK 55 vd. maddeleri uyarınca davacı iddia ve talepleri yönünden ve ayrıca davalı şirket yönünden davanın reddi gerekçesinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. İlk derece mahkemesi gerekçesinin az yukarıda bahsedilen niteliklerde olduğundan söz edilemez. Gerekçesi olmayan bu kararın istinaf incelemesi de yapılamaz.
Gerekçesiz karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olmakla davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile HMK 353/1-a6 maddesi uyarınca kararın kaldırılarak dava dosyasının mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile;
1-Bursa 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 27/04/2017 tarih 2014/1197 Esas 2017/577 sayılı kararının HMK 353/1-a6 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA ve dosyanın mahkemesine İADESİNE,
2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf yönünden davacı tarafça yatırılan 85,70.TL başvuru harcının hazineye gelir kaydına, 31,40.TL karar harcının talep halinde iadesine,
3-İstinaf başvuru harcı 85,70.TL ve istinaf posta gideri 36,90.TL toplamı 122,60.TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
4-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine,
5-Kararın ilk derece mahkemesi tarafından taraflara tebliğe gönderilmesine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 30/05/2018 tarihinde HMK 353/1-a6 maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.