Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi 2022/850 E. 2022/1786 K. 15.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
12. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/850
KARAR NO: 2022/1786
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 15/12/2021
NUMARASI: 2019/177 Esas – 2021/1013 Karar
DAVA: Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 15/12/2022
Davanın kabulüne ilişkin verilen kararın davalı vekili ve ihbar olunan … tarafından istinaf edilmesi üzerine düzenlenen rapor ve dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü;
DAVA: Davacılar vekili; müvekkillerinden küçük …’un diğer müvekkillerinin müşterek çocuğu olduğunu, anne …’ün gebelik takibinin en az 11 farklı tarihte kadın doğum uzmanı Dr. … tarafından yapıldığını, sigortalı doktorun gebelik takibinde davacı anneyi down sendromunu tespit eden testler ve doğruluk oranları konusunda aydınlatmayarak küçük …’ın down sendromlu olarak doğmasına sebebiyet verdiğini, oysa down sendromu gebelikte tespiti mümkün olan, tespiti halinde de gebeliğin sonlandırılmasına izin verilen bir özür olduğunu, Yargıtay’ın, bilgilendirme yapmayarak gebeliğin sonlandırılması imkanının elden alınması halinde doktorun kusurlu ve sorumlu olduğunu kabul ettiğini, müvekkillerinin bu hususta hiçbir şekilde bilgilendirilmediğini, aydınlatılmış onamlarının alınmadığını, bu nedenle gebelik takibinin hukuka aykırı olduğunu, Down Sendromunun, hayat boyu devam eden, kişiyi sürekli başkasının yardımına muhtaç bırakan bir işgöremezlik hali olup öncelikle müvekkili küçük …’un bu işgöremezlik hali nedeniyle maddi zarara uğradığı ve dahi bizzat bu acıyı yaşam boyu çekecek olması nedeniyle de manevi zarara uğradığını, diğer davacıların da hayat boyu çocuğunu down sendromlu olarak görerek acı çekmeye devam edeceğini, davalı sigorta şirketinin, Dr. …’nın 2018 başlangıç, 17.08.2019 bitiş tarihli Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigorta Poliçesini tanzim ederek, tarifede belirlenen teminat limiti dahilinde maddi, manevi zarardan doğan sorumluluğu üstlendiğini, davalı sigorta şirketinin sorumluluğunun, TTK’nın 1485/1 hükmünün TTK 1458 hükmüne atfı nedeniyle geriye dönük 10 yıllık süreyi de kapsadığını, zamanaşımı süresinin ise TTK 1482 nedeniyle 10 yıl olduğunu belirterek, müvekkili … için 15.000-TL işgöremezlik (bakıcı ücreti dahil maddi) tazminatı, 20.000-TL manevi tazminat, müvekkili anne … için 10.000-TL manevi tazminat, müvekkili baba … için 10.000-TL manevi tazminat olmak üzere toplam 55.000-TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
ISLAH: Davacılar vekili 06.09.2021 tarihli dilekçesiyle maddi tazminat istemini artırarak 760.000-TL’ye çıkarmıştır.
CEVAP: Davalı vekili;hekim …’nın müvekkili tarafından 17.08.2018-2019 vadeli poliçe ile sigortalandığını, davacının gebelik takibinde sigortalı tarafından takip edildiği dönemdeki tüm test ve tetkiklerin eksiksiz yapıldığını, mevcut tıbbi yöntemlerle down sendromunun %100 tespitinin mümkün olmadığını, eğer test ve tetkiklerde düşük risk çıktı ise bu durumda da hekime kusur atfedilmesinin mümkün olmadığını, testlerin tespit oranları değişkenlik gösterdiği gibi her doğum öncesi anomalinin doğumu sonlandırma endikasyonu da bulunmadığını, hastanın ikili tarama testi gibi yöntemlerle yüksek risk grubunda bulunmadığı durumlarda, amniyosentez, kordosentez ve CVS gibi invazif işlemlerin yapılmasının tıbbi açıdan mümkün olmadığını, ayrıca davacı küçüğün doğum tarihi dikkate alındığında, davacının sigortalı hekime gebeliğin çok ileri döneminde geldiğini, bahsi geçen haftaların, down sendromunun teşhisi için kritik önem arzeden 2’li ve 3’lü tarama testlerinin yapılabildiği dönem içinde olmadığını, üstelik ileri gebelik haftasında gebeliğin tahliyesi imkanının da ortadan kalktığını, hastada amniyosentez veya kordosentez endikasyonu yok ise hekimin down sendromunu teşhis etmesinin tıbben mümkün olmadığını, hastanenin ve hekimin sorumluluğunun doğabilmesi için, gerçekleştirilen teşhis ve tedavi yöntemlerinde tıbbi standartın uygulanmamış olması gerektiğini, tıbbi standardın uygulandığı yerde, hekimin müdahalesi tıp biliminin gereklerine de uygun ise hekimin kusur veya sorumluluğundan söz edilemeyeceğini, davacıların tazminat taleplerinin dayanaksız ve fahiş olduğunu, dava konusu olayda davalı hekimin herhangi bir kusuru bulunmadığı gibi iddia edilen zarar ve gerçekleştirilen tedavi arasında illiyet bağı da bulunmadığını, ilgili mevzuat ve tıbbi standarda uygun olarak gerçekleştirilen teşhis ve tedavi işlemlerinin, hukuka aykırı eylem niteliği de taşımadığını belirterek, davanın öncelikle zaman aşımı nedeniyle, olmadığı takdirde esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: Mahkemece; davacılardan …’a hamileliği döneminde davacı annenin hekim … tarafından gebelik takibinin yapıldığı, gebelikte tam sonuç vermeyen ve veren testlerle ilgili hastanın tam ve doğru olarak bilgilendiğine dair davalı tarafça herhangi bir delil ibraz edilemediği, bu haliyle davacı anne ve babanın gebeliği sona erdirme haklarının ellerinden alınmış sayılacağı ve doğumdan sonra tespit edilen down sendromu ile ilgili olabilecek maddi ve manevi kayıplardan doktorun sigortası olan davalı şirketin sorumluluğunun doğacağı, burada gerçek anlamda meslek ve sanatta acemilik ve kurallara uymamak sebebiyle oluşan kusur durumundan çok aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi sebebiyle sorumluluk hususunun değerlendirilmesi gerektiği, zira davacılar tarafından sigortalı doktorun aydınlatma yükümlülüğü dışında herhangi bir hekim hatasına dayanılmayarak aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi sebebiyle sorumlu olduğunun iddia edildiği, bu durumda ispat yükü davalı tarafta olup, davalı tarafın bu konuda aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirdiğine dair somut ve inandırıcı delil sunmadığı, oluşan maddi ve manevi zararlardan davalının sorumlu olacağı, bilirkişilerinden alınan raporların denetime ve hükme elverişli oldukları, davacıların poliçe limitinin üzerinde hesaplanantazminat talepleriyle ilgili poliçe teminat kapsamıyla sınırlı olarak tazminine karar verilmesi yönünden verdikleri talep artırım dilekçesi de yerinde görülerek, davacı küçük için 760.000-TL iş göremezlik ve bakıcı ücretine ilişkin maddi tazminat taleplerinin kabulüne , davacı …’ın down sendromlu olarak doğduğu ve maluliyetinin %100 olduğu, davacının yaşı ve maluliyet oranı göz önüne alındığında bakıcı ihtiyacı bulunduğu ve bu duruma bağlı olarak diğer davacılar anne ve babanın,özürlü çocukları ile bir ömür boyu birlikte zorluklara katlanmak zorunda kalacakları, manevi yönden sürekliliği bulunan ağır bir travmaya maruz kaldıkları, davalının ise dava dışı sigortalının mesleğiyle ilgili oluşan maddi ve manevi zararların sorumluluğunu sigorta poliçesindeki şartlar dahilinde teminatla sınırlı olarak yüklendiği, davacılar için hak ve nesafet kuralları çerçevesinde paranın alım gücü de nazara alınarak manevi tazminat yönünden de davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.
İSTİNAF NEDENLERİ:1- Davalı vekili; mahkemece kusur konusunda bilirkişi incelemesi yaptırılmadığı,yalnızca maluliyet raporu alınarak kusura ilişkin olarak ise avukat bilirkişiden rapor alındığını, oysa olayın uzmanlık gerektiren tıbbi uygulamaya ilişkin olması nedeniyle özellikle perinatoloji ve tıbbi genetik gibi alanlarda uzman bilirkişilerden rapor alınması gerektiğini,tıp uzmanlığı olmayan bilirkişilerce hazırlanan raporun hükme esas alındığını,davacıların yeterli bilgilendirme yapılmadığını ileri sürdüklerini, taraflarınca ise bilgilendirme içeriğinin somut durum ve endikasyonlara göre belirleneceğinin ifade edildiğini, bilirkişi raporunun bu yöndeki tespitlerinin hatalı olduğunu, somut olayda hastaya tıbbi bir müdahale yapılmadığını, tartışma konusunun hastanın amniyosenteze yönlendirilmesi gerekip gerekmediği olduğunu, ancak bu hususların mahkemece hiç değerlendirilmediğini, hastada amniyosentez bilgilendirmesinde söz edilebilmesi için öncelikle hastanın risk durumunun bu işlemi gerekli kılmasının gerektiğini, özellikle hastanın hangi haftalarda hekim tarafından görüldüğü, yapılan işlemlerin tıbbi standartlara uygunluğu ve down sendromunun gebelik takibinde ortaya çıkmamış olması halinde hekimin kusurunun bulunup bulunmadığının tespitinin teknik bilgi gerektirdiğini, bu nedenle perinatoloji alanında uzman bilirkişilerce kusur incelemesi yapılmasını talep ettiklerini, müvekkilinin sorumluluk sigortacısı olması nedeniyle sorumluluğunun sigortalı hekimin kusuruna bağlı olduğunu, bu nedenle kusursuz sorumluluğunun söz konusu olmadığını, somut olayda sigortalı hekime izafe edilebilecek bir kusur bulunmadığını, tarama testleri düşük risk gelen bir hastaya amniyosentez veya kordosentez önerilemeyeceğini,mahkemece hekimin eylemleriyle maluliyet arasında illiyet bağı olup olmadığının incelenmediğini, hekimin hiçbir eyleminin down sendromuna yol açmasının mümkün olmadığını,davacıların tazminat talep tarihinde ve olay tarihinde hekimin hangi sigorta şirketince sigortalandığının tespiti gerektiğini, davacıların bilgilendirme yönünden iddialarının özellikle işlem sıralaması ve koşulu yönünden hatalı olduğunu, her hastaya yapılacak bilgilendirmenin somut tetkik sonuçlarına göre belirlenmesi gerektiğini, davacıda ileri tetkikler için endikasyon olmadığından, davacının perinatoloji muayenesi olmadığını,avans faizine hükmedilmesinin mümkün olmadığını, ayrıca 1219 sayılı kanunda sigorta şirketine doğrudan dava hakkının düzenlenmemiş olması nedeniyle müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini belirterek, kararın kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. 2-İhbar olunan …; davacının 16 haftalık gebe iken kendisine başvurduğunu, kendisine gelmeden önceki kromozom anomalisi olup olmadığını anlamaya yarayan tetkikleri görmek istediğini, ancak davacının bu tetkiklerin temiz çıktığını, tetkik yaptırmak istemediğini beyan ettiğini, hastanın isteği üzerine takibini yaparak doğumu gerçekleştirdiğini, hastanın bu testlerle ilgili şikayeti için kendisinden önceki kurum veya kişileri sorumlu tutması gerektiğini, bu nedenle karara itiraz ettiğini beyan etmiştir.
GEREKÇE: Dava, tıbbi kötü uygulamaya ilişkin zorunlu mali sorumluluk sigorta poliçesine dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. HMK’nın 66. vd.maddeleri hükümlerine göre; üçüncü kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla, tahkikat sona erinceye kadar, fer’î müdahil olarak davada yer alabilir. Müdahil, yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia veya savunma vasıtalarını ileri sürebilir; aykırı olmayan her türlü usul işlemlerini yapabilir. Fer’i müdahil, taraf veya bir tarafın temsilcisi olmayıp sadece iltihak ettiği tarafla birlikte hareket etme yetkisine sahip olduğundan, tek başına kanun yoluna başvuramaz, ancak lehine katıldığı tarafla birlikte hükmü kanun yoluna götürebilir.İhbar olunanın yargılama sırasında davalı yanında davaya katılma yönünde bir talebi bulunmamaktadır.İhbar olunan, feri müdahil sıfatını kazanmamış olup, ihbar olunan sıfatıylakanun yoluna başvuru hakkı bulunmadığından ihbar olunanın istinaf başvurusunun usulden reddine karar verilmiştir. 20/07/2010 yürürlük tarihli Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin ZMMS Sigortası Genel Şartlarında; “bu sigorta poliçesinin 1219 sayılı kanunun Ek 12. maddesi çerçevesinde, serbest ya da kamu veya özel sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışan tabipler, diş tabipleri ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanların poliçe kapsamındaki mesleki faaliyeti ifa ederken, sözleşme tarihinden önceki on yıllık dönemdeki veya sözleşme süresi içinde mesleki faaliyeti nedeniyle verdiği zararlara bağlı olarak, sözleşme süresi içinde kendisine yapılan tazminat taleplerine, bu taleple bağlantılı yargı gideri ile faize ve sigortalı aleyhine ileri sürülen tazminat talebine ilişkin makul giderlere karşı poliçe limiti dahilinde teminat sağlayacağı, ancak on yıllık dönemin başlangıcının 30.07.2009’u geçemeyeceği ve bir aydan fazla sigortasız kalınan dönemlerde meydana gelen olaylara bağlı olarak sigortalı dönemlerde yapılan ihbarlar için sigorta korumasının bulunmadığı” düzenlenmiştir. Davalı tarafından düzenlenmiş olan poliçe 17.08.2018/2019 dönemini kapsamakta olup, genel şartlar gereği poliçe tarihinden önceki 10 yıllık dönemde meydana gelen rizikoları teminat altına almaktadır. Davalı tarafça, rizikonun 30 günden fazla sigortasız kalınan dönemde meydana geldiğine dair bir delil de ibraz edilmemiştir. Ayrıca 1219 sayılı kanunda bu yönde bir düzenleme bulunmasa da, 6102 sayılı TTK’nın 1478. maddesi uyarınca zarar görenin doğrudan sigortacıya başvuru hakkı bulunmaktadır. Bu nedenle davalı vekilinin husumete yönelik ileri sürdüğü istinaf nedenleri yerinde değildir. Hekim ile hasta arasındaki ilişki vekalet sözleşmesine dayalı olup, uyuşmazlığın temelini teşhis ve tedavi hizmetini üstlenen doktorun bu kapsamda mevcut sorumluluğu ve özen borcu oluşturmaktadır. Buna göre vekil, vekalet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilememesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. O nedenle vekil konumunda olan ve tedavi işlemlerini yapanların bilim ve teknolojinin getirdiği bütün imkanları kullanmak suretiyle söz konusu özen borcunu yerine getirmeleri gerekir. Vekil özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur. Doktor hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. 04.04.1997 tarihinde imzalanan ve 09.12.2003 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Biyotıp Sözleşmesi, 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 59/g maddesi uyarınca çıkarılan Hekim Etiği Yönetmeliği ile Hasta Hakları Yönetmeliği hükümlerinde de belirtildiği üzere, hasta tıbbi müdahaleyi gerçekleştirecek hekim tarafından tıbbi müdahale konusunda bilgilendirilmelidir. Bu kapsamda sağlık hizmetinin verilmesinde tıbbı gereklere uygun teşhis, tedavi ve bakımı özenle yapma görevi hekime ait olup, hastanın uygulanan ve diğer tanı, tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hasta sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri, komplikasyonları ve reddetme durumda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskleri konusunda bilgi edinme hakkı bulunmaktadır. Bu bilgilendirme, hekim tarafından hastanın sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde yapılması gerekmektedir. Hastayı bu şekilde aydınlatma yükümlülüğü bulunan hekim, bu yükümlülüğünü mevzuata ve usule uygun şekilde yerine getirdiğini kanıtlamakla yükümlüdür. Özetle, hekim görevini özenle yerine getirmeli ve hastanın bilgi alma hakkı kapsamında onu aydınlatmalıdır. Somut olayda, hekimin down sendromunu teşhise yönelik bir hatasının veya bu anomaliyi teşhise yönelik imkanlar konusunda hastayı aydınlatmamasının sorumluluğunu doğuracağı izahtan varestedir. (Yargıtay 11. HD’nin 28/11/2019 tarihli, 2018/1849 Esas 2019/7606 Karar sayılı ilamı). Somut olayda; davacı annenin gebelik döneminde 16. haftadan itibaren takibinin davalının sigortalısı olan hekim tarafından gerçekleştirildiği, Hastane kayıtlarına göre davacı annenin 06.07.2017, 14.07.2017, 04.08.2017, 13.09.2017, 28.09.2017, 06.10.2017, 27.10.2017 tarihlerinde muayene edildiği, 31.10.2017 tarihinde ise sezeryan ile doğumun gerçekleştirildiği, takip sürecinde 14.07.2017 tarihinde AFP Mom testi yapıldığı, üçlü veya dörtlü test yapılmadığı, davacı çocuğa 09.02.2018 tarihli rapor ile down sendromu teşhisinin konulduğu anlaşılmaktadır. Davalının sigortalısı tarafından davacıdan, AFP Mom testi dışında hastalığın teşhisine yönelik ileri düzeyde tetkikler istenilmediği gibi, davacı annenin down sendromu konusunda bilgilendirildiğine dair yazılı bir belge (aydınlatma formu) de düzenlenmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda uygulanan ve diğer tanı, tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hasta sağlığı üzerindeki muhtemel etkiler, komplikasyonlar ve reddetme durumda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskler konusunda bilgilendirmenin, davalının sigortalısı olan ihbar olunan hekim tarafından davacı annenin sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde yapıldığının, davacı anneyi bu şekilde aydınlatma yükümlülüğü bulunan hekimin, bu yükümlülüğünü mevzuata ve usule uygun şekilde yerine getirdiğinin geçerli delillerle ispatlanamadığı, davalının sigortalısı hekimin aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmediği anlaşılmaktadır. Bu itibarla teşhis ve tedavi hizmetini üstlenen sigortalı hekim, davacı çocuğun down sendromlu olarak doğmasından dolayı değil, bu kapsamda aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmeyerek vekalet sözleşmesinden kaynaklanan özen borcuna aykırı davranışından dolayı sorumludur. Davacı tarafça somut olayda davalının sigortalısı hekimin kusuruna dayanılmamış olup, aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi nedenine dayanılmıştır. Bu nedenle mahkemece kusur incelemesi yaptırılmaması bir eksiklik olarak görülmemiş olup, mahkemece hekimin sigortacısı olan davalı sigorta şirketinin poliçe kapsamında meydana geldiği anlaşılan zarardan sorumlu tutulmasında uyuşmazlık sigorta sözleşmesinden kaynaklandığından, mahkemece avans faizine hükmedilmesi de yerindedir. Bu nedenle davalı vekilinin ileri sürdüğü istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir. Davacılar vekili tarafından sunulan istinafa cevap dilekçesinde, TTK’nın 1427/3 maddesine dayalı olarak geçici ödeme talebinde bulunulmuş ise de; somut olayda durum ve koşulların avans ödemesi yapılmasını gerektirdiği hususunda bir kanaate ulaşılamadığından, davacılar vekilinin avans ödemesi isteminin reddine karar verilmiştir. Açıklanan nedenlerle; ihbar olunan …’nın istinaf başvurusunun HMK’nın usulden, davalı vekilinin istinaf başvurusunun ise esastan reddine; koşulları bulunmadığından davacılar vekilinin avans ödemesi talebinin reddine” karar verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle: 1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK.’nın 353(1)b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, 2-İhbar olunan …’nın istinaf başvurusunun HMK 346/1 maddesi uyarınca USULDEN REDDİNE, Alınması gereken 54.648-TL istinaf karar harcından peşin yatırılan 13.742,7‬0-TL harcın mahsubu ile bakiye 40.905,3‬0-TL harcın davalıdan alınarak hazineye gelir kaydına, İhbar olunan tarafından yatırılan 80,70-TL peşin istinaf karar harcının istek halinde kendisine iadesine, Davacı tarafından yapılan 32,50-TL istinaf yargı giderinin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, Gerekçeli kararın bir örneğinin taraf vekillerine tebliğine, HMK ‘nun 361/1. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabileceğine, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda oy birliğiyle karar verildi. 15/12/2022