Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi 2022/1769 E. 2022/1290 K. 27.09.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
12. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/1769
KARAR NO: 2022/1290
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 24/05/2022
NUMARASI: 2020/574 Esas – 2022/442 Karar
DAVA: Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 27/09/2022
Davanın kısmen kabulüne ilişkin kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü;
DAVA: Davacı vekili, müvekkilinin davalının yetkilisi olduğu … Ltd. Şti.’nin yaptığı … Mah. … ada … parselde tapuya kayıtlı 5/100 arsa paylı 1.bodrum 2 nolu bağımsız bölümü 21/07/2008 tarihinde 85.000-TL bedelle satın aldığını, müvekkilinin dubleks olarak aldığı dairenin büyük bir kısmının sığınak olarak ortak alanda kaldığını öğrendiğini, bunun üzerine Anadolu 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/8 Esas sayılı dosyası ile şirket aleyhine dava açtıklarını,davanın kabulüne karar verildiğini ,ilama dayalı olarak İst. Anadolu … İcra Dairesinin … sayılı dosyası üzerinden şirket aleyhine takip yapıldığı, ancak tahsilat yapılamadığını, şikayet üzerine İst. Anadolu 6. ACM’nin 2012/257 Esas sayılı dosyasında, davalıya nitelikli dolandırıcılık suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezası verildiğini ve kararın Yargıtayca onanarak kesinleştiğini, davacının daireyi 47.000-TL bedel ile sattığını, bu nedenlerle Anadolu … İcra Dairesinin … Esas sayılı dosyasından davalının da mesul olduğunun tespiti ile dava tarihi itibariyle icra dosyası borcundan taşınmazın satıldığı 47.000-TL mahsup edilmek suretiyle hesaplanacak tutardan fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla şimdilik 38.000-TL maddi ve 5.000-TL manevi zararın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili, gayrimenkul satış bedelinin tapuda düşük gösterildiğini, davacı daireyi 85.000-TL’ye aldığını söylese de 75.000-TL ye satıldığının müvekkili tarafından da kabul edildiğini, davacının daireyi 47.000-TL ye sattığını, müvekkilinin davacıya dava konusu daireyi ceza davası aşamasında 100.000-TL’ye iade etmesini teklif ettiğini ancak davacının bu teklife yanaşmadığını, daireyi başkasına devrettiğini, müvekkilinin davacıyı hile ile kandırmadığını, maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI VE SÜREÇ: Mahkemece, 2018/442 Esas- 2020/291 Karar sayılı 07.07.2020 tarihli kararı ile “6098 sayılı TBK ‘nun 39. maddesi uyarınca hile iddiasının, hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, def’i yahut dava yolu ile ileri sürülebileceği, davacı vekilinin 25/04/2011 tarihli şikayet dilekçesinde hile fiilin öğrenmiş olduğu mahkemede yargılaması yapılan davanın ise 1 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığı gerekçesiyle hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine” karar verilmiştir. Hükmün davacı vekili tarafından istinafı üzerine Dairemizin 2020/1231 Esas- 2020/1098 Karar sayılı 30.10.2020 tarihli kararı ile “Davacı, davalının yetkilisi bulunduğu şirketten bir adet konut satın aldığını,ilerleyen aşamada davacı ekonomik zorluklar nedeniyle aldatılmak suretiyle satın aldığı taşınmazı düşük bedelle satmak zorunda kaldığını, ancak yüksek fiyata satın aldığı taşınmazı düşük bedelle sattığından aradaki tutar kadar zarara uğradığından bahisle elde ki davayı açmıştır. İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza mahkemesinin 2012/103 Esas – 2012/257 Karar sayılı ilamı ile; dava konusu satış nedeniyle davalının davacıyı dolandırdığından bahisle nitelikli dolandırıcılık suçundan mahkumiyet hükmü verilmiş ve hüküm Yargıtay’ca onanmak suretiyle kesinleşmiştir. Şirket hakkında Ümraniye 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/8 Esas, 2010/515 Karar sayılı ilamı ile satış bedeli olan 85.000-TL’nin davalı şirketten istirdadına hüküm verilmiş ise de şirketten bir tahsilat sağlanamadığı icra dosya kapsamıyla sabittir. TBK nun 74. madde hükmü gereği; hukuk hakimi, ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı değil ise de, mahkumiyet kararı ve tespit edilen maddi olgular ile bağlı olup davalı şirket temsilcisinin aynı zamanda suç teşkil eden haksız fiilinin mevcut olduğu sabit olmuştur. TMK’nın 50/3. maddesi gereğince tüzel kişinin sorumlu olduğu hâllerde haksız fiili gerçekleştiren organın kusurunun bulunması, organ sıfatına sahip kişi ya da kişilerin de zarar görene karşı sorumlu olmalarına yol açar. Bu hâlde zarar görene karşı hem tüzel kişi hem de kusurlu organ sorumludur ve aralarında müteselsil sorumluluk bulunur. Tüzel kişinin organının birden çok kişiden oluştuğu hâllerde haksız fiil, organı teşkil eden kişilerin tamamı tarafından işlenmemişse, sorumluluk sadece haksız fiili gerçekleştiren kişi ya da kişiler için ortaya çıkar. Tüm anlatılanlara göre, davalının kesinleşen mahkumiyet hükmüne dayalı açılan tazminat davasında, sözleşmenin iptali dava edilmediği, esasen davalının sözleşmenin diğer tarafı olmadığı, haksız fiile dayalı tazminat davasında hak düşürücü süre öngörülmediği halde, irade fesadı hallerine ilişkin sözleşmenin iptali taleplerinde gözönünde bulundurulması gereken 1 yıllık hakdüşürücü süre geçtiğinden bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Hüküm diğer dava şartlarına aykırılık teşkil ettiğinden hükmün kaldırılması ve dosya kapsamında toplanan deliller değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir.” denilerek davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine ilişkin karar kaldırılmıştır. İlk derece mahkemesince kaldırma kararı doğrultusunda; davacının; Ceza Mahkemesi kararı ile davacının dolandırılmak suretiyle zarara uğratıldığının sabit olduğu, davaya konu edilen taşınmazın satış tarihi itibarı ile değeri görevlendirilen Gayrimenkul Değerleme Uzmanı tarafından 50.000-TL olduğunun tespit edildiği, dolayısıyla davalı taraf dolandırıcılık fiili ile 50.000-TL olan taşınmazı davacıya 85.000-TL’ye satmış ve aradaki 35.000-TL tutarında davacının zarara uğramasına sebebiyet verdiği, 35.000-TL maddi tazminat ile davacının davalı tarafından uğramış olduğu haksız fiil nedeniyle davacıda oluşan manevi zararın tatmini için tarafların sosyal ekonomik durumu da dikkate alınarak takdiren 3.000-TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline,fazla istemin reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekili; davacının öğrenme tarihi itibariyle 818 sayılı eski BK yürürlükte olup, öğrenme tarihinden itibaren 1 yıl içerisinde açılması gereken huzurdaki davanın süresinde açılmadığı, BAM’ca verilen bozma kararının 6098 sayılı yeni kanuna göre değerlendirilmiş olup haksız fiilin olduğu iddia edilen 2008 tarihinde 818 sayılı BK yürürlükte olduğundan bu davaya eski kanun’un uygulanması gerektiği, haksız fiile dayalı tazminat davasında hak düşürücü süre öngörülmediğinden bahisle kararın bozulduğu, 818 sayılı kanun’un 60/1 maddesinde “zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittıla tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz” hükmü ortada iken bozma kararında haksız fiillerde zamanaşımı olmadığını ileri sürdüğünü, bu nedenle de gerek ilk derece mahkemesince gerekse daha önce verilen BAM kararı hatalı olup, dava zamanaşımına uğradığından davanın reddi gerektiğini, ayrıca BKnda belirtilen “tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır” şeklindeki hüküm öğrenme zamanaşımı olmayıp 10 yıllık sürenin uzaması yönünden olduğunu, yani ceza zamanaşımına göre zamanaşımı 15 yıl bile olsa burada öğrenme tarihi 2008 olduğu için dava açıldığı 13/07/2016 da zamanaşımının öğrenmeden dolayı dolduğunu, davacının 13.07.2016 tarihli dava dilekçesinin 2.maddesinde “müvekkil, dubleks daire olarak aldığı dairenin büyük bir kısmının sığınak olarak ortak alanda kaldığını öğrendiğini, bunun üzerine müvekkil tarafından 06.01.2009 tarihinde İstanbul Anadolu 12. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/8 Esas ve 2010/555 Karar sayılı dosyası üzerinden dava dışı … Ltd. Şti.’ne karşı dava ikame edilmiştir” şeklinde ikrarı bulunduğu,yani 06/01/2009 tarihinden önce bu durumdan haberdar olduğunu ,davacının şirkete karşı aynı sebeplerle 85.000-TL’nin iadesi için açtığı davanın 25/11/2010 tarihinde sonuçlandığını,bu davanın davalı şirket yetkilisine yöneltilmediğini, bu tarihte şirket temsilcisi davacı tarafından bilinmesine rağmen ve mahkeme ilamında da gösterilmesine rağmen müvekkiline karşı süresinde açılan bir dava olmadığı, en geç şirket hakkında verilen kararın kesinleştiği tarihte fiil ve failin öğrenildiği, zarar hesabında tapudaki bedellerin dikkate alınması gerektiğini,davacının satıştan kar elde ettiğini, 75.000-TL’ye taşınmazı alan davacının yine yakın değerlerle taşınmazı sattığını, müvekkilinin taşınmazı 100.000-TL bedel ile davacıdan geri almak istemiş isede davacının buna yanaşmadığını, davacının taşınmazını 21.03.2011 tarihinde devrettiği, zararın hesap tarihinin ise davacıya satış tarihi olan 21.07.2008 olduğu, zararın taşınmazını elden çıkardığı tarih olan 21.03.2011 tarihine göre hesaplanması gerektiğini ,zira taşınmazı ucuza sattığını iddia ettiğini, bu nedenle de ek rapor alınması gerekirken eski raporla yetinilmesi hatalı olduğunu, ekte yer alan Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi (İstanbul Anadolu 6. ACM) 2012/103 esas sayılı dosya zaptından görüleceği üzere müvekkil tarafından 21.06.2012 tarihinde verdiği beyanında “ben bu daireyi yüz bin tl karşılığında geri almaya hazırım” şeklinde 100.000-TL bedelle müvekkilinin taşınmazı geri almak istediğini,ancak davacı, müvekkile taşınmazı iade etmek yerine başka bir kişiye düşük bedel göstererek satış yaparak zarara uğradığını iddia ettiğini ileri sürerek ,kararın kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
GEREKÇE: İlk derece mahkemesince kaldırılmasına karar verilen ilk hüküm , 6098 sayılı TBK ‘nun 39. maddesi uyarınca hile iddiasının, hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, def’i yahut dava yolu ile ileri sürülebileceği, davacı vekilinin 25/04/2011 tarihli şikayet dilekçesinde hile fiilin öğrenmiş olduğu mahkemede yargılaması yapılan davanın ise 1 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığı gerekçesiyle hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Kaldırma kararında ise davanın haksız fiile dayalı olduğu hakdüşürücü süre öngörülmediği belirtilerek karar kaldırılmıştır. Davalı vekili , davanın 818 sayılı BK yürürlükte iken gerçekleştiğini , TBK ya göre değerlendirme yapılmasının hatalı olduğunu ileri sürmüştür. Bu hususa ilişkin istinaf nedeni şeklen yerinde gibi görünse de ; TBK nun 39. maddesi ile bu maddeye tekabül eden eBK 31. madde arasında metnin arılaştırılması dışında bir hüküm değişikliği bulunmadığından kaldırma kararında bu duruma işaret edilmemesi sonuca etkili bulunmamaktadır. Dairenin kaldırma kararında; suç teşkil eden davalının eylemi nedeniyle ceza mahkemesinin mahkumiyet kararı ile hukuk hakiminin bağlı olduğu belirtilerek hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddi kararının doğru olmadığı tesbit edilmiştir. Hüküm hak düşürücü süre nedeniyle red kararına ilişkin olduğundan ilk kararda zamanaşımına ilişkin bir değerlendirme yapılmamıştır. Haksız fiillerde zamanaşımı olmadığına yönelik bir tesbit yapılmamıştır. Davalının zamanaşımı defii, yeni hüküm nedeniyle incelenecektir. Bilindiği üzere hak düşürücü süre ile zamanaşımı defii birbirinden farklı müesseselerdir. Aynı zamanda suç teşkil eden haksız fiil 818 sayılı kanun zamanında gerçekleştiğinden somut olayda zamanışımı 818 sayılı BKnun 60 vd. maddeleri uyarınca değerlendirilecektir. Davalı hakkında davaya konu vakıalar bakımından kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü bulunduğundan zamanaşımı süresinin incelenmesi maddenin ikinci fıkrası uyarınca ceza kanunları uyarınca müddeti daha uzun müruruzamana tabii cezayı müstelzim bir fiilden neşet ediyorsa, şahsi davaya da o müruruzaman tatbik olunacaktır.”hükmü uygulanacaktır. Davalı vekili öğrenme ile başlayan zamanaşımı süresinin ceza zamanaşımı süresinde de gözönünde bulundurulması ,bir başka deyişle suç teşkil etmeyen haksız fiil esasına dayalı davalarda uygulanması gereken öğrenme tarihinden itibaren 1 yıl-her halde 10 yıllık sürenin maddenin ikinci fıkrasında da geçerli olduğunu ,ceza dava zamanaşımı süresinin ancak 10 yıllık zamanaşımı uzatabileceğini ileri sürmüştür.Ancak ; kanunda 1yıllık öğrenme süresinin maddenin ikinci fıkrasındaki süreye de uygulanacağı düzenlememiştir.Yerleşik yargı uygulaması da ceza dava zamanaşımı süresi içinde dava açılabileceği yolundadır. Davalı hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan TCK’nun 258(1)-h bendi gereği ceza tayin edilmiş olup ;maddede öngörülen ceza 3 yıldan 10 yıla kadar ağır hapis cezası olup; üst haddi itibariyle,dava 10 yıllık ceza dava zamanaşımı süresine tabii olup, uzamış ceza zamanaşımı süresi ise 15 yıldır. Mahkumiyet hükmü Yargıtay 23 Ceza Dairesi’nin 27.04.2016 tarihli, 2015/7557 Esas, 2016/ 5345 Karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiş, eldeki dava ise 13.07.2016 tarihinde açılmıştır. Davalı vekilinin istinaf sebebi doğrultusunda verilen ilk derece mahkeme kararının temyizi neticesinde Yargıtay HGK nun 2017/2594 esas 2021/1420 sayılı kararda” … ; somut olaya ilişkin değerlendirme yapılmadan genel olarak uzamış zamanaşımı süresinin sonuna kadar dava açılabileceğinin kabul edilmesi hâlinde Borçlar Kanunu’nda sözü edilen “fiile ve faile ıttıla” kavramının fiilen işlevsiz hâle geleceği, fiile ve faile ıttıla olsa ve somut olayda ceza mahkemesi kararı sonuçlanıp kesinleşse bile her koşulda genel uzamış ceza zamanaşımı süresi boyunca dava açılabileceğinin kabulünün hak ve nesafete uygun olmayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmesi üzerine; “Dava konusu olay 12.08. 2010 tarihinde gerçekleşmiş olup, dava 04.03.2015 tarihinde açılmıştır. Davalı suça sürüklenen çocuk sıfatıyla Çocuk Mahkemesinde, TCK’nın 66/1-e maddesi ile, 66/2. maddesinde; …” şeklinde yer alan hüküm uyarınca uygulanacak olan ceza davası zamanaşımı süresi 5 yıl 4 ay olup, dava da ceza davası zamanaşımı süresi geçmeden açıldığından, mahkemece işin esasına girilip sonucuna göre karar verilmelidir.” denilmiştir.Suç(satış) tarihi 21.7.2008 olup; 13.7.2016 dava tarihine kadar temel 10 yıllık zamanaşımı süresi dahi dolmadığından davalı vekilinin zamanaşımı defiine yönelik istinaf nedeni yerinde görülmemiştir.Davalı vekilinin diğer istinaf nedeni ise zararın doğum tarihine ilişkindir. Davalının satış tarihi itibariyle haksız fiilin gerçekleştiği ve taşınmazın 85.000-TL bedelle satıldığı ceza mahkemesince kabul edilmiştir. Davacının zararının sığınak olarak inşa edilen yerin konut olarak satıldığı tarihde doğduğu,satış tarihindeki gerçek değer ile satış değeri arasındaki farkın davacının zararını teşkil ettiği ,daha ileri bir tarihde taşınmazın elden çıkartıldığı anlaşılmakla zararın hesabında satış tarihinin esas alınmasında bir hata görülmemiştir. Davalı vekilinin 21.6.2012 tarihinde davalı tarafından satın alınmasının teklif edildiği yönündeki istinaf nedeni ise ,taşınmaz üçüncü şahsa satıldıktan sonra davacının tasarrufunda bulunmayan taşınmazı geri satın almayı teklif etmesinin hukuki kıymeti olmadığından yerinde görülmemiş, davalının yetkilisi bulunduğu şirket tarafından yapılan satış işleminin haksız fiil teşkil ettiği, kesinleşen mahkumiyet hükmü nedeniyle hukuk hakiminin ceza mahkemesince yapılan tesbitler ile bağlı olduğu, uzamış ceza dava zamanaşımının uygulanması gerektiği, 10 yıllık ceza dava zamanaşımı süresinde davanın açıldığı, davacının zararından sorumlu bulunan davalı aleyhine maddi ve manevi tazminata hükmedilmesinde isabetsizlik bulunmadığından davalı vekilinin istinaf başvurusunun esasdan reddine karar verilmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle: Davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nun 353(1)b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, Alınması gereken 2.595,78-TL istinaf karar harcından davalı tarafından peşin yatırılan 678,42-TL harcın mahsubu ile bakiye 1.917,36-TL harcın davalıdan alınarak Hazine’ye gelir kaydına, Davalı tarafından yapılan giderlerin üzerinde bırakılmasına, davacı tarafından yapılan 26-TL posta masrafının davalıdan alınarak davacıya verilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda HMK 362(1)-a maddesi uyarınca kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 27/09/2022