Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi 2019/1158 E. 2021/1548 K. 21.10.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
12. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/1158
KARAR NO: 2021/1548
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 20/12/2018
NUMARASI: 2014/785 Esas – 2018/1282 Karar
DAVA: Tazminat (Sözleşmeden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 21/10/2021
Davanın reddine ilişkin kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine düzenlenen rapor ve dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü;
DAVA: Davacı vekili; taraflar arasında ilki 1995 yılında imzalanan ve 1995 yılından beri sürekli yenilenen ana dağıtım sözleşmeleri doğrultusunda 16 yıldır süregelmekte olan bir ticari ilişki mevcut olup, müvekkili şirketin kendisine faturalanan davalı şirket ürünlerini alt bayilerine fatura ile ulaştırmayı üstlendiğini, imzalanan en son tarihli ana dağıtım sözleşmesinin ise 30.10.2007 tarihli olduğunu, müvekkili şirketin sözleşme uyarınca davalı şirkete ait ürünlerin en iyi şekilde satışını sağlamak, reklam ve pazarlamasını yapmak ve bu surette alt bayilikler oluşturmayı üstlendiğini, bu yükümlülüklerin çok büyük yatırımlar yapılmasını gerektirdiğini, satışa konu ürünlerin yazılım programları olduğunu, ürünün satışını yapan çalışanlara ciddi bir eğitim verilmesinin gerektiğini, müvekkilinin 16 yıldır özverisiyle davalı şirketin sektörde lider olmasına önemli katkılarda bulunduğunu, her ne kadar iş bu sözleşmenin 31.12.2010 tarihinde sona ereceği kararlaştırılmış olsa da,16 yıldır her defasında yenilenmek sureti ile sürenin uzatıldığını, ancak müvekkili şirketin yaptığı yatırım harcamalarını tam olarak karşılayamadan, sözleşmenin yenilenmeyeceği hususunu ihtaren öğrendiğini, ancak bu ihtarnamenin keşide edilmesinden önce davalı tarafından sözleşmenin yenileceğinin açıkça ve sözlü olarak müvekkiline bildirildiğini, bu kapsamda 2010 yılı Eylül ayında revize hedef mutabakatı imzalandığını,değişiklik olmadan sözleşmeye devam edileceğini 31.12.2010 tarihine kadar belirttiğini,sözleşmenin başlangıçtan beri belirsiz süreli sözleşme olduğunun kabul edilmesi gerektiğini, davalı şirketin sözlü bildirimler ve taahhütler ile sözleşmenin uzayacağı inancını oluşturduğunu, 14.01.2011 tarihli mezkur ihtarnamenin haksız fesih niteliğinde olduğunu,davalının ağır kusuru nedeniyle manevi tazminat ödemesi gerektiğini, sözleşmenin yenilenmediğinin ileri sürülmesi halinde ise davalının sözleşme öncesi görüşmelerdeki tutum ve davranışlarıyla sözleşmenin yenileneceği izlenimini verdiğinden- culpa in conrahendo- ilkesi gereğince de müvekkilinin zararlarını karşılamak zorunda olduğunu belirterek, 25.000-TL maddi tazminat ile 25.000-TL manevi tazminatın haksız fesih tarihinden itibaren reeskont faizi ile birlikte davalı şirketten tahsiline, mahkemede sözleşmenin kendiliğinden sona erdiği yönünde kanaat oluştuğu takdirde, davalı şirketin sözleşme görüşmesinde kusurlu davrandığının kabulü ile aynı tutarlarda maddi ve manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
ISLAH: Davacı vekili, 16.03.2018 tarihli ıslah dilekçesi ile dava değerini 2.067.922,35-TL artırarak 2.092.922,35-TL’ye çıkarmıştır.
CEVAP: Davalı vekili; tarafların 30.10.2007 tarihinde bir araya gelerek 31.12.2010 tarihinde sona erecek 3 yıl süreli bir sözleşme akdettiklerini,sözleşmenin süresi sonunda sona erdiğini, sona eren bir sözleşmenin yeniden feshinin mümkün olmadığını, müvekkilinin bu tarihten sonra davacıya ürün satmayı da fiilen sona erdirdiğini, davacıya sona eren sözleşmenin yenileneceğine dair söz veya taahhüt verilmediğini, müvekkilinin 14.01.2011 tarihli ihtarname ile de sözleşmenin sona erdiğini ve sözleşmenin yenilendiği anlamına gelmemek kaydıyla 2011 yıl sonuna kadar iskontolu münferit ürün satın alma ve satma hakkı tanındığını bildirdiğini, ancak davacının satın aldığı ürün bedellerini de ödemediğini,2010 yılı hedef mutabakatının ise davacıya verilecek yıllık ciro prim taahhüt koşullarına ilişkin olup, takip eden dönemle hiçbir ilgisinin olmadığını,culpa in conrahendo ilkesinin uygulama yerinin bulunmadığını, davacının sözleşmenin aynı şartlarda devam ettiği ve edeceği inancına kapıldıklarına ilişkin beyan ve iddialarının asılsız olduğunu, müvekkili şirketin kurduğu ana dağıtım merkezi modelinin gelişen teknoloji karşısında eskidiğini, katma değer üreten bir sistem olmaktan çıkıp şirketi sömüren bir modele dönüştüğünü, bu nedenle müvekkili şirketin sözleşmenin sona erdiği tarihten sonra ana dağıtım merkezi modelini terk ettiğini, sözleşmenin otomatik olarak yenilenmesinin, Rekabetin Korunması Hakkındaki 4054 Sayılı Kanun açısından da mümkün olmadığını, davacının logonun tek satıcısı, tek distribütörü olmadığı için kendisinin de sözleşme süresi içerisinde yazılım ürün lisansı sattığını, her türlü bağımsız satış haklarını saklı tuttuğunu, bu nedenle davacının bir zarar ziyan iddiasında bulunmasının mümkün olmadığını, davacının uğramış olduğu bir zararın da bulunmadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: Mahkemece; taraflar arasındaki 30.10.2007 tarihli sözleşmede davalı tarafından üretilen yazılım ürünlerinin ADM (Ana Dağıtım Merkezi) tarafından Logo’dan satın alınarak, ekte belirtilen işletim sistemi ve networkler üzerindeki “Kullanma lisansı satış hakkının” diğer tüm telif haklarının Logo’da kalması koşulu ile ve sadece T.C. sınırları içinde ADM’ye verilmesine ilişkin olduğu, sözleşmenin Logo’nun benzeri bir sözleşmeyi 3. kişiler ile yapma hakkını veya Logo’nun bizzat kendisinin satış yapması veya yeni bir satış organizasyonu kurma hakkını ortadan kaldırmaz.” hükmünün yer aldığı,davacıya satış konusunda tekel hakkı verilmediği, sözleşmenin 8/1. maddesinde ” Sözleşme 3 (üç) yıl sürelidir ve 31 Aralık 2010 tarihinde sona erer. Süresi sonunda ihtara ve hükme gerek olmaksızın kendiliğinden sona erer. Süresi sonunda taraflar yeni bir sözleşme yapıp yapmamakta serbesttirler.” düzenlemesinin yer aldığı, bu düzenleme ile sözleşme ilişkisinin 31.12.2010 tarihinde kendiliğinden sona erdiği, davalı tarafça keşide edilen Kadıköy … Noterliği’nin 14.01.2011 tarihli ihtarnamesi ile kendiliğinden sona eren sözleşmenin yenilenmeyeceğinin bildirildiği, davacı tarafın, davalı tarafça anılan sözleşmenin yenileneceği izlenimi uyandırıldığını ve buna güvenerek bir takım maddi yükümlülükler altına girdiğini ispat edecek delil sunmadığı, diğer yandan davacı vekilinin 25.12.2014 tarihli duruşmadaki beyanında ve yargılama aşamasında talep edilen tazminatın portföy tazminatı niteliğinde olduğunu belirttiği, portföy tazminatının (denkleştirme talebi) ilk defa kanunî düzenleme ile 6102 sayılı TTK’nun 122. maddesinde hüküm altına alındığı, bu hüküm ile acentenin müvekkiline sağladığı müşteriler veya müvekkiline sözleşme sona erdikten sonra bu müşterilerden sağlamaya devam ettiği faydaya bir karşılık olmak üzere acenteye uygun bir tazminat talep etme hakkı tanındığı, denkleştirme tazminatının, acente ve tek satıcılık sözleşmelerinde uygulama imkanı bulduğu, TTK’nın 102. Maddesi uyarınca davacının acente olmadığı,Tek satıcılık sözleşmesinin ise imalatçı (yapımcı) ile tek satıcı arasında imzalanan sürekli bir sözleşme olduğu, bununla yapımcının bir bölgede tekel hakkına sahip olarak satmak üzere bedeli karşılığında sadece tek satıcıya göndermeyi, buna karşılık tek satıcı da sözleşme konusu mamulleri kendi namına ve hesabına satarak bu mamullerin sürümünü artırmak için faaliyette bulunmayı üstlendiği, bu durumda somut olayda davacının tek satıcı olmadığı, taraflar arasındaki ilişkinin bayilik ilişkisi olduğu, denkleştirme tazminatının bayilik sözleşmelerinde uygulanma imkanı bulunmadığı, dosyaya emsal olarak sunulan ve davalı şirketin taraf olduğu davalara ilişkin Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 24.02.2016 tarih 2015/9548-2016/3058 sayılı ve 22.11.2016 tarihli 2016/7823-15006 sayılı emsal ilamları da nazara alınarak davacının maddi ve koşulları olmayan manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF NEDENLERİ:Davacı vekili; taraflar arasında 1995 yılında ana dağıtım sözleşmesi imzalandığını, sözleşmenin 16 yıl yenilenerek devam ettiğini, en son 30.10.2007 tarihli sözleşmenin imzalandığını, sözleşmenin acente ve tek satıcılık sözleşmelerinin özelliklerini taşıdığını, müvekkilinin faaliyetleri neticesinde davacının ürününün önemli ölçüde yayılarak tanındığını, bu nedenle davalının portföy tazminatı ödemesi gerektiğini, hakkaniyet ilkesi gereğince müvekkili lehine portföy tazminatına hükmedilmesi gerektiğini, taraflar arasındaki sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi ile büyük benzerlik gösterdiğini, davalı şirketin 14.01.2011 tarihinde sözleşmeyi haksız olarak feshettiğini, davalının sözleşmenin yenileneceğine dair izlenim vermesine rağmen sözleşmenin yenilenmeyeceğini en geç 31.12.2010 tarihinde bildirmesi gerektiğini, davalının, müvekkilinin kurmuş olduğu dağıtım ağının halen kullanarak maddi kazanç sağladığını, bilirkişi raporlarında portföy tazminatına hak kazanıldığı tespiti yapılmasına rağmen davanın reddine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
GEREKÇE: Dava, taraflar arasındaki sözleşmenin haksız feshi iddiasına dayalı denkleştirme (portföy) tazminatı ile manevi tazminat istemine ilişkindir. Somut olayda; taraflar arasında 1995 yılından beri devam eden sözleşmesel ilişki bulunduğu, taraflarca son olarak imzalanan 30.10.2007 tarihli ana dağıtım sözleşmesinin 3. maddesinde bu sözleşmenin, Logo’nun aynı mahiyette veya benzeri bir sözleşmeyi 3. kişiler ile yapma hakkını veya Logo’nun bizzat kendisinin satış yapması veya yeni bir satış organizasyonu kurma hakkını ortadan kaldırmayacağının düzenlendiği, bu hüküm ile davacıya söz konusu ürünlerin satışı konusunda tek satıcılık hakkı verilmediği; sözleşmenin 8.1 maddesinde ise sözleşmenin 3 (üç) yıl süreli olup 31 Aralık 2010 tarihinde sona ereceği, süresi sonunda başkaca bir ihbara, ihtara ve hükme gerek olmaksızın kendiliğinden sona ereceği, süresi sonunda tarafların yeni bir sözleşme yapıp yapmamakta serbest olduklarının hüküm altına alındığı, işbu açık hüküm doğrultusunda sözleşmenin 31.12.2010 tarihinde kendiliğinden sona erdiği, davalı tarafından keşide edilen 14.01.2011 tarihli ihtarname ile de sözleşmenin 31.12.2010 itibariyle kendiliğinden sona erdiği belirtilerek, sona eren sözleşmenin yenilendiği anlamına gelmemek kaydıyla davacının 2011 yılı sonuna kadar önceden yararlandığı iskonto oranlarından yararlanarak ürün satın alabileceğinin ihtar edildiği, davalının sözleşmenin yenileneceği konusunda davacıya yönelik herhangi bir taahhüdünün bulunmadığı, davalının davacı dışında … ve … firmaları ile de aynı nitelikte ana dağıtım sözleşmeleri imzalamış olduğu anlaşılmaktadır. Genel olarak portföy tazminatı, acentelik sözleşmesi sona erdikten sonra, bu ilişkinin devamı boyunca acentenin kişisel gayretiyle yarattığı müşteri çevresinden müvekkilinin halen yararlanması, acentenin ise yararlanmaması nedeniyle uğradığı kaybın karşılığıdır. 6102 sayılı TTK’nın 122. maddesinde açıkça denkleştirme istemi olarak tanımlanan, doktrinde de genel olarak portföy tazminatı olarak da ifade edilen bu tür tazminat, somut olaydaki sözleşme tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK’da açıkça düzenlenmemiş olmakla birlikte, anılan kanunun 134. maddesinde; muhik bir sebep olmadan ve üç aylık ihbar müddetine riayet etmeksizin akdi fesheden tarafın, başlanmış işlerin tamamlanmaması yüzünden diğer tarafın uğradığı zararı tazmine mecbur olduğu, müvekkilin veya acentenin iflas veya ölümü yahut hacir altına alınması sebebiyle acentelik mukavelesi sona ererse, işlerin tamamen görülmesi halinde acenteye verilmesi gereken ücret miktarına nispetle tayin olunacak münasip bir tazminatın acenteye yahut yukarıdaki hallere göre onun yerine geçenlere verileceği hükme bağlanmıştır. 6102 sayılı TTK.nın 122. maddesine göre ise, acentelik sözleşmesinin sona ermesinde acentenin kusurunun bulunmaması koşuluyla; müvekkilin, acentenin bulduğu yeni müşteriler sayesinde sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da önemli menfaatler elde etmesi, acentenin, sözleşmenin sona ermesine bağlı olarak işletmeye bağlı müşterilerle yapılmış veya yapılacak olan işler dolayısıyla sözleşme devam etmiş olsaydı elde edeceği ücreti talep etme hakkını kaybediyor olması ve somut olayın özelliklerine göre denkleştirme isteminin karşılanmasının hakkaniyete uygun düşmesi hallerinde denkleştirme tazminatı istenebilir. Aynı maddenin 5. fıkrasında ise bu hükmün tek satıcılık ile benzeri diğer tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkilerinin sona ermesi halinde de uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla denkleştirme tazminatı istemi, ancak acentelik veya tekel hakkı veren tek satıcılık niteliğindeki sözleşmelere dayalı olarak talep edilebilecektir. Somut olayda ise taraflar arasındaki sözleşmenin 3. maddesi, davalıya bizzat satış yapma veya yeni bir satış organizasyonu kurma hakkı tanıdığı gibi, davalı tarafından davacı ile aynı nitelikte olmak üzere dava dışı … ve … firmalarıyla da aynı nitelikte ana dağıtım sözleşmeleri imzalanmıştır. Bu nedenle taraflar arasındaki sözleşmenin tek satıcılık olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Bu durumda ise davacının tek satıcılık sözleşmesine dayalı denkleştirme tazminatı isteme koşulları bulunmamaktadır. Nitekim davacı ile aynı durumda bulunan diğer ana dağıtım sözleşmelerinin tarafı bulunan … ve … firmaları tarafından aynı istemle açılan davalar sonucunda davanın reddine yönelik olarak verilen kararlar da Yargıtay 19. HD’nin emsal niteliğindeki 2015/9548-2016/3058 ve 2016/7823-15006 sayılı ilamları ile onanarak kesinleşmiştir. Sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk (culpa in contrahendo), sözleşme görüşmeleri sırasında taraflardan birinin diğerine dürüstlük kuralına aykırı davranması sonucu ortaya çıkan sorumluluk olarak nitelendirilmektedir. Sözleşme görüşmelerine başlanmakla taraflar arasında bir güven ilişkisi meydana gelmekte olup, dürüstlük kuralları uyarınca taraflar, diğer tarafa karşı özen yükümlülüğü altına girmektedir. Somut olayda ise sözleşme kendiliğinden sona ermiş olup, davalının sözleşmenin yenileneceği konusunda davacıya yönelik bir taahhüdü veya sözleşmenin yenileneceği inancını doğuran bir eylemi bulunmadığı gibi, davacının sözleşme görüşmeleri nedeniyle zarara uğradığı kanıtlanabilmiş değildir. Bu nedenle davacının sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğa dayalı tazminat istemi yerinde değildir. Diğer yandan sözleşme, süresi sonunda yenilenmeyerek kendiliğinden sona ermiş olup, sözleşmenin yenilenmemesi başlı başına davacının kişilik haklarının ihlal edildiği kabul edilemez.Davacının maddi ve manevi tazminat istemlerinin reddine karar verilmesinde isabetsizlik görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, istinaf sebebleri yerinde görülmeyen davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353(1)b-1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle: Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK ‘nun 353(1)b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, Alınması gereken 59,30- TL istinaf karar harcından peşin yatırılan 35,90-TL harcın mahsubu ile bakiye 23,4‬0-TL harcın davacıdan alınarak hazineye gelir kaydına, İstinaf yoluna başvuran davacı tarafından yapılan giderlerin üzerinde bırakılmasına, Gerekçeli kararın bir örneğinin taraf vekillerine tebliğine, HMK ‘nun 361/1. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabileceğine, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda oy birliğiyle karar verildi. 21/10/2021