Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi 2018/2124 E. 2020/1040 K. 23.10.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
12. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/2124
KARAR NO: 2020/1040
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 26/04/2018
NUMARASI: 2015/311 Esas-2018/341 Karar
DAVA: Alacak
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 23/10/2020
İlk derece mahkemesince verilen davanın reddine yönelik hükmün davacı vekilince istinaf edilmesi üzerine düzenlenen rapor ve dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü;
DAVA: Davacı vekili; davalı şirketin 35 yıllık yetkili bayisi iken, 2014 Kasım ayında yeni yapılanma gerekçe gösterilerek, 01/01/2015 tarihi itibariyle davacının bayilik sözleşmesinin yenilenmeyeceğinin bildirildiğini, taraflar arasındaki bayilik sözleşmesinin davalı tarafından tek taraflı olarak haksız bir şekilde yenilenmemesi neticesinde, davacının 35 yıllık ticari hayatının durduğunu, davalı tarafından davacının müşterilerine davacıya artık ürün verilmeyeceği belirtilerek müvekkilinin ticari itibarının derinden sarsılmasına neden olduğunu, müvekkilinin davalıya ait ürünlerin reklam ve tanıtımlarını gerçekleştirmek üzere harcamalar yaptığını, sözleşmesinin yenilenmemesi nedeniyle deposunda davalıya ait malların kaldığını, kar kaybına uğradığını, elde ettiği müşteri portföyü nedeniyle müvekkiline tazminat ödenmesi gerektiğini belirterek, fazlaya ilişkin her türlü dava ve talep hakları saklı kalmak kaydıyla, taraflar arasındaki bayilik sözleşmesinin davalı tarafından haksız olarak yenilenmemesi sonucu davacıya ödenmesi gereken portföy tazminatının şimdilik 1.000-TL’nin ve 200.000-TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili; sözleşmenin müvekkili tarafından yeniden yapılanma gerekçesiyle haklı nedenle feshedildiğini, haksız fesih iddiasının yerinde olmadığını, sözleşmenin 4.5 maddesi uyarınca davacının talepte bulunamayacağını, davacı yetkili satısıcının sahibi olduğu bir başka şirket olan Mirkon şirketinin ikram sektöründe davalı şirketin dağıtıcısı olarak fiilen çalışmaya devam ettiğini, davacının iddia ettiği gibi bayilik sözleşmesi haksız ve keyfi olarak feshedilmiş olsaydı davalının davacı ile ilişkisini ikram sektöründe de sürdürmemesi gerektiğini, ikram sektöründe şu ana kadar yükümlülüklerine aykırı davranışı saptanmadığından bu sektörde davalının kendisi ile çalışmaya devam ettiğini belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: Mahkemece; portföy tazminatının yasal koşullarının oluşmadığı, akdin yenilenmeyeceğinin usulüne uygun bildiriminin kişilik haklarına saldırı niteliği taşımadığı ve bu nedenle somut olayda manevi tazminat koşullarının da oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF NEDENLERİ: İstinaf yoluna başvuran davacı vekili; müvekkilinin 35 yıllık emeği ve müşteri katkısının bulunduğu, sözleşmenin haklı neden olmaksızın uzatılmadığı hususlarının bilirkişi raporlarıyla tespit edildiğini, taraflar arasındaki sözleşmenin inhisarilik hariç tek satıcılık unsurlarını taşıdığını, bu nedenle hakkaniyet ilkesi gereği tazminat hakkının doğduğunu, TTK’nın 122/4. maddesi uyarınca portföy tazminatından önceden feragatın geçersiz olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
GEREKÇE: Dava, 6102 sayılı TTK.nın 102 ve devamı maddelerinde düzenlenen denkleştirme (portföy) tazminatı ile manevi tazminat istemine ilişkindir. Genel olarak portföy tazminatı, acentelik sözleşmesi sona erdikten sonra, bu ilişkinin devamı boyunca acentenin kişisel gayretiyle yarattığı müşteri çevresinden müvekkilinin halen yararlanması, acentenin ise yararlanmaması nedeniyle uğradığı kaybın karşılığıdır. 6102 sayılı TTK’nın 122. maddesinde açıkça denkleştirme istemi olarak tanımlanan, doktrinde de genel olarak portföy tazminatı olarak da ifade edilen bu tür tazminat, mülga 6762 sayılı TTK’da açıkça düzenlenmemiştir. Ancak anılan kanunun 134. maddesinde; muhik bir sebep olmadan ve üç aylık ihbar müddetine riayet etmeksizin akdi fesheden tarafın, başlanmış işlerin tamamlanmaması yüzünden diğer tarafın uğradığı zararı tazmine mecbur olduğu, müvekkilin veya acentenin iflas veya ölümü yahut hacir altına alınması sebebiyle acentelik mukavelesi sona ererse, işlerin tamamen görülmesi halinde acenteye verilmesi gereken ücret miktarına nispetle tayin olunacak münasip bir tazminatın acenteye verileceği hükme bağlanmıştır. Uyuşmazlıkta sözleşmenin fesih tarihi itibariyle uygulanması gereken 6102 sayılı TTK.nın 122. maddesine göre ise; acentelik sözleşmesinin sona ermesinde acentenin kusurunun bulunmaması koşuluyla; müvekkilin, acentenin bulduğu yeni müşteriler sayesinde sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da önemli menfaatler elde etmesi, acentenin, sözleşmenin sona ermesine bağlı olarak işletmeye bağlı müşterilerle yapılmış veya yapılacak olan işler dolayısıyla sözleşme devam etmiş olsaydı elde edeceği ücreti talep etme hakkını kaybediyor olması ve somut olayın özelliklerine göre denkleştirme isteminin karşılanmasının hakkaniyete uygun düşmesi hallerinde denkleştirme tazminatı istenebilir. Aynı maddenin 4. fıkrası gereğince denkleştirme istem hakkı, sözleşme ilişkisinin sona ermesinden itibaren 1 yıl içinde ileri sürülmesi gerekmektedir. Bu sürenin niteliği hususunda öğretide görüş birliği olmadığı, hakdüşürücü süre mi yoksa zamanaşımı süresi mi olduğunun yasal düzenlemede açıklanmadığı; maddenin gerekçesinde de sürenin niteliğinin uygulama tarafından belirlenmesi gerektiği, sebebinin de hukuk geliştirme olanaklarının önünün kapatılmaması olarak gösterildiği, bu hususun uygulamaya bırakıldığı anlaşılmaktadır. Kanunda dava açılmasından söz edilmeyip tazminat talebinin ileri sürülmesinden söz edildiği hususu dikkate alındığında, 1 yıllık sürenin dava açılması için değil, tazminat talebinin ileri sürülebilmesi için bir hakdüşürücü süre olarak anlaşılması gerektiği kabul edilmelidir. Bu kapsamda eldeki davanın yasal süresinde açıldığı görülmüştür. TTK’nın 122/5 maddesi uyarınca; TTK’nın 122. maddesi hükmü, hakkaniyete aykırı düşmedikçe tek satıcılık ile benzeri diğer tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkilerinin sona ermesi hâlinde de uygulanacaktır. TTK’nın 122. maddesi uyarınca tazminat talep edebilmek için, öncelikle karşı tarafla tek satıcılık vb. bir ilişki içinde olunduğunun ispatı gerekir. Tek satıcılık sözleşmesi; üretici ile tek satıcı arasındaki ilişkileri düzenleyen, üreticinin mallarını belirli bir bölgede tekel şeklinde satmak üzere tek satıcıya göndermeyi üstlendiği, tek satıcının da kendisine gönderilen malların sürümünü artırmak için kendi adına ve hesabına faaliyette bulunduğu, taraflar arasında sürekli borç ilişkisi doğuran bir sözleşmedir. Taraflar arasında imzalanan sözleşmelerin 2 ve 3. maddeleri hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinde, davacının kendi nam ve hesabına satmak üzere davalıdan ürün almayı, davalının da ürünlerin tedarikini üstlendiği, davacının, davalı nam ve hesabına hareket etmediği, dolayısıyla sözleşmenin acentelik sözleşmesi olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, sözleşmenin 3. maddesi coğrafi olarak münhasırlık unsurları taşısa da, aynı maddenin 2. bendinde bu unsurun davalının bazı müşteri kitleleriyle sınırlandırılmış olduğu, bilirkişi raporu ile de tespit edildiği üzere, davacının ve diğer yetkili satıcıların sözleşmenin bu hükmüne aykırı satışlar gerçekleştirildiği, buna rağmen yine taraflarca sözleşme hükmüne aykırılık nedeniyle herhangi bir yaptırım uygulanmadığı, dolayısıyla münhasır bölge unsurunun fiilen uygulanmadığı, dolayısıyla tek satıcılık ilişkisinin de bulunmadığı, acentelik hükümlerinin uygulama yerinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Hakkaniyet şartı bakımından ise, satıcı süreç boyunca normalde elde etmesi gerekenden fazla menfaat elde etmişse, bu durumda satıcıya mutad olandan daha fazla menfaat sağlanmış olduğundan, denkleştirme talep edilmesi hakkaniyete aykırı kabul edilmelidir. Somut olayda 35 yıllık ilişkinin bu kapsamda değerlendirilmesi gerekmekte olup, bu süre boyunca davacının elde ettiği menfaat dikkate alındığında, hakkaniyet gereği tazminat isteminin yersiz olduğu açıktır. Zira davacının 35 yıl boyunca marka değeri yüksek ürünler nedeniyle hazır bir müşteri kitlesinden yararlandığı ve kazanç elde ettiği, kendi çabalarıyla yeni müşteri kazandırmasının da söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Davalının tanınmış marka değeri ve piyasadaki hakim konumu nedeniyle; davacının, kendi çabasıyla yeni müşteriler kazandığını, müşteri kitlesinin marka değeri nedeniyle değil, kendi pazarlama ve tanıtım faaliyetleriyle oluşturulduğunu kanıtlaması gerekmektedir ki, bu hususta somut deliller bulunmamaktadır. Öte yandan taraflar arasındaki sözleşmenin yenilenmemesi hususunun davacının kişilik haklarına saldırı niteliği taşımadığı, bu nedenle manevi tazminat talep koşullarının da oluşmadığı açıktır. Bu itibarla ilk derece mahkemesi kararı usul ve esas yönünden hukuka uygun olup, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle: Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK ‘nun 353(1)b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, Alınması gereken 54,40-TL istinaf karar harcından davacı tarafından peşin yatırılan 35,90-TL harcın mahsubu ile bakiye 18,50-TL harcın davacıdan alınarak hazineye gelir kaydına, İstinaf yoluna başvuran tarafından yapılan giderlerin üzerinde bırakılmasına, Gerekçeli kararın bir örneğinin taraf vekillerine tebliğine, HMK’nun 361/1. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabileceğine, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda oy birliğiyle karar verildi. 23/10/2020