Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi 2018/2034 E. 2020/1264 K. 01.12.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
12. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/2034
KARAR NO : 2020/1264
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 15. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 19/07/2018
NUMARASI : 2014/503 Esas 2018/844 Karar
DAVA: Sözleşmenin İptali
BİRLEŞEN İSTANBUL 23. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN
2014/98 ESAS 2014/210 KARAR SAYILI DOSYASI
DAVA: Sözleşmenin İptali
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 01/12/2020
İlk derece mahkemesince verilen hükmün asıl ve birleşen davada davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine düzenlenen rapor ve dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü;
DAVA: Davacı vekili; plastik cerrah olan müvekkilinin iki kez ameliyatını yaptığı davalı …’nın, müvekkiline kendisini … ünvanlı şirketlerin sahibi olarak tanıttığını, yaklaşık bir yıl sonra arkadaşı … davalı …’nın doktor ortak aradığını söylediğini, ardından şirketlerin mali durumunu gösteren belgeler ile demirbaş listelerinin kendisine ulaştırıldığını, davalılar ile yapılan görüşmelerde şirketlerin yüksek cirolar elde ettiği, karının her yıl arttığının beyan edildiğini, hukuk ve muhasebe bilgisi bulunmayan, tıp doktoru müvekkilinin davalı … ile aralarındaki dostluk ilişkisine güvenerek söz konusu şirketlere ortak olduğunu, Beşiktaş …. Noterliğinin 04.09.2012 tarihli hisse devir sözleşmeleri ile her iki şirketin %20 payının davalılar tarafından müvekkiline satıldığını, devir bedeli olarak davalı …’nın hesabına 137.500-TL gönderildiğini, ancak şirket muhasebe kayıtlarının uzman muhasebeci tarafından incelenmesi sonucunda her iki şirketin zarar ettiğinin tespit edildiğini, davalıların beyanları ile gösterdikleri dayanak belgelerin birbirini tutmadığını, müvekkilinin davalıların aldatıcı beyanları ve gerçeğe aykırı belgelere güvenerek, davalıların aldatması sonucunda şirketlere ortak olduğunu, bu nedenle sözleşmelerin BK’nın 28. maddesi gereğince geçersiz olduğunu belirterek, her iki şirketin hisse devrine ilişkin sözleşmelerin iptali ile devir bedeli olarak müvekkili tarafından davalı …’ya verilen 137.500- TL’nin faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
CEVAP: Davalılar vekili; yapılan devrin tamamen davacı tarafın bilgisi ve kontrolü dahilinde olduğunu, davacının hiç bir zaman şirkete gelmediğini, davacının ortak olmasından kısa süre önce şirketin taşındığını, şirketin karının düşmesinde taşınmanın da etkili olduğunu, davacı taraf ile beraber bir kısım hisselerin de … tarafından satın alındığını, ancak bu iki şahsın da şirkete hiç gelmediklerini, bu şahısların şirketin faaliyetlerine katılmadıkları gibi şirketin gelirlerinin artmasına da katkılarının bulunmadığını, her iki şirketin muhasebe kayıtları açık olup davacının tamamen kendi iradesiyle şirketlere ortak olduğunu, müvekkillerinin davacının iradesinin sakatlanmasına yönelik bir eylemi bulunmadığını, şirketin mali kayıtlarının açık olduğunu, davacının istediği anda bunu denetleyebilecek durumda olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
BİRLEŞEN DAVA: Davacı vekili; müvekkilinin plastik cerrah olduğunu, iş gereği tanıştığı davalının kendisini … unvanlı şirketlerin sahibi olarak tanıttığını, şirketlerine doktor ortak arandığını söylediğini, ardından şirketlerin mali durumunu gösteren belgeler ile demirbaş listelerinin kendisine ulaştırıldığını, davalı ile yapılan görüşmelerde şirketlerin yüksek cirolar elde ettiği, karının her yıl arttığının beyan edildiğini, hukuk ve muhasebe bilgisi bulunmayan müvekkilinin ibraz edilen belgelere güvenerek söz konusu şirketlere ortak olduğunu, Beşiktaş …. Noterliğinin 04.09.2012 tarihli hisse devir sözleşmeleri ile her iki şirketin %20 payının davalı tarafından müvekkiline satıldığını, devir bedeli olarak davalının hesabına 75.000-USD gönderildiğini, ancak şirket muhasebe kayıtlarının uzman muhasebeci tarafından incelenmesi sonucunda her iki şirketin zarar ettiğinin tespit edildiğini, davalının beyanları ile gösterdikleri dayanak belgelerin birbirini tutmadığını, müvekkilinin davalının aldatıcı beyanları ve gerçeğe aykırı belgelere güvenerek şirketlere ortak olduğunu, bu nedenle sözleşmelerin BK’nın 28. maddesi gereğince geçersiz olduğunu belirterek, her iki şirketin hisse devrine ilişkin sözleşmelerin iptali ile devir bedeli olan 75.000-USD’nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
BİRLEŞEN DAVA CEVAP: Davalı vekili; devrin tamamen davacı tarafın bilgisi ve kontrolü dahilinde gerçekleştiğini, davacının hiç bir zaman şirkete gelmediğini, davacının ortak olmasından kısa süre önce şirketin taşındığını, şirketin karının düşmesinde taşınmanın da etkili olduğunu, davacı taraf ile beraber bir kısım hisselerin de … tarafından satın alındığını, ancak bu iki şahsın da şirkete hiç gelmediklerini, şirketin faaliyetlerine katılmadıkları gibi şirketin gelirlerinin artmasına da katkılarının bulunmadığını, davacının ortak olmasından bir iki ay sonra Amerika’ya yerleştiğini, vadettiği hiçbir şeyi yerine getirmediğini, her iki şirketin muhasebe kayıtları açık olup davacının tamamen kendi iradesiyle şirketlere ortak olduğunu, müvekkilinin davacının iradesinin sakatlanmasına yönelik bir eylemi bulunmadığını, şirketin mali kayıtlarının açık olduğunu, davacının istediği anda bunu denetleyebilecek durumda olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: Mahkemece; davacıların her ikisinin de doktor ve cerrah oldukları, şirket hisselerini devir almadan önce şirketlerin faaliyet gösterdikleri kliniklerde bizzat operasyon yaptıkları, dolayısıyla davacıların doktor ve cerrah olarak piyasanın içinde bulunmaları nedeniyle deneyimsizlik gerekçesine dayanmalarının mümkün olmadığı, meslekleri itibariyle davacıların şirketlerin ticari defter ve kayıtlarını devir sözleşmesi yapmadan önce bizzat incelemelerinin beklenemeyeceği, ancak şirket hisselerini devir almadan önce her iki şirketin ticari defter ve kayıtlarını uzman muhasebeci vasıtasıyla incelemelerinin mümkün olduğu, ancak davacıların şirket hisse devri sözleşmesini yapmadan önce ticari defter ve kayıtlarını inceleme, demirbaşları kontrol etme gibi taleplerinin olmadığı, davacıların bu konuda davalılarca engellendikleri, defter ibrazından kaçınıldığı hususlarının da ispatlanamadığı, davacıların şirket hisselerini devir aldıktan sonra kendi müşteri portföylerini de getirerek iş oranını arttırmaları, devirden sonra daha yoğun olarak klinik mesailerine devam etmeleri gerektiği, şirketler zaten zor durumda olmasalar davacıların ortak olarak şirkete alınmalarının söz konusu olmayacağının davalılarca savunulduğu, bu savunmanın da hayatın olağan akışına uygun bulunduğu, beklenen bu gelişmeler olmadığı için zaten durağan olan şirket faaliyetlerinin devirden sonra zarar eder duruma geldiğinin tespit edildiği, oluşan zarar durumundan davacıların da bekleneni verememeleri nedeniyle sorumlu oldukları, davacıların oluşan zararı önceki ortaklara yükleyerek kendi ihmallerini düşüncesizlik ve hata ile açıklamalarının dürüstlük kuralına aykırı olduğu gerekçesiyle, her iki davanın reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ: İstinaf yoluna başvuran davacılar vekili; davalıların müvekkilleriyle yaptıkları görüşmelerde demirbaş listeleri, kar-zarar tabloları gösterilerek şirketlerin her geçen yıl yüksek ciro elde ederek kar ettiğinin ısrarla beyan ve taahhüt edildiğini, müvekkillerinin de söz konusu belgelere ve davalı ile olan dostluk ilişkisine güvenerek şirketlere ortak olduklarını, ortak olduktan sonra şirket kayıtlarının incelenmesinde her iki şirketin de zarar ettiğinin ortaya çıktığını, davalıların kasıtlı olarak müvekkillerini aldattıklarını, TBK’nın 36. maddesi gereğince taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltmişse, aldatılan taraf için sözleşmenin bağlı sayılamayacağını, davacıların da gerçeğe aykırı belgelerle aldatıldığını, müvekkillerinin ortak olma öncesinde şirket kayıtlarını incelemek istediklerini, bunun üzerine kendilerine gerçeğe aykırı belgeler verildiğini, müvekkillerinin zor durumdaki şirketlerin mali durumunu düzeltmek için değil, hileli davranışlara itibar ederek yüksek karlardan pay almak amacıyla ortak olduklarını, şirketlerin davacıların çalışmamaları nedeniyle zarar etmediğini belirterek, kararın kaldırılarak davaların kabulüne karar verilmesini istemiştir.
GEREKÇE: Dava, aldatma (hile) hukuksal nedenine dayalı olarak hisse devir sözleşmesinin iptali ile sözleşme gereğince ödenen bedelin iadesi istemine ilişkindir. 6098 sayılı TBK’nın 36. maddesine göre, taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile sözleşmeyle bağlı değildir.Madde hükmünden de anlaşılacağı üzere; aldatma, bir kişide yanlış fikir ve kanaat meydana getirmek veya mevcut bir yanlış fikrin devamını sağlamak, karşı tarafın bir hukuki işlem yapmasını sağlamak amacıyla her türlü hareket ve söylenen sözler ile bir kimsenin hukuki işlem yapmasını sağlamak için onun kasten yanıltılmasıdır. Hile halinde bir kimse, karşı tarafı sözleşme yapmasını sağlamak için sözleri veya davranışları ile onda yanlış bir kanaat uyandırmakta veya karşı tarafta olan yanlış kanaati güçlendirerek, bu kanaatin devamını sağlamaktadır. Yani hile, fiili olarak karşı tarafa yanlış beyanlarda bulunarak aldatmak şeklinde gerçekleşebileceği gibi, sözleşme yapılmadan önce açıklama yapılması gereken konularda sessiz kalmak suretiyle de gerçekleşebilmektedir. Aldatmadan söz edebilmek için gerekli unsurlar; aldatma eylemi, aldatma kastının bulunması, zarar ve aldatma ile zarar arasında nedensellik bağının bulunmasıdır. Hile eylemi, sözleşmenin karşı tarafınca veya bu kişinin bilgisi kapsamında üçüncü kişi tarafından aldatıcı hareketlerle gerçekleşmektedir. Karşı tarafı aldatmaya yönelmiş bir eylem olmadan açıklanan irade beyanı her ne kadar yanılgı içerse de, aldatma kastı bulunmadığından hile eylemi gerçekleşmemiş kabul edilecek ve sözleşmenin hileye dayanarak iptal edilebilmesi ihtimali gündeme gelmeyecektir. Aldatma kastından söz edebilmek için ise, eylemi gerçekleştiren kimse yaptığı şeyin doğru olmadığını bilmeli ve karşı tarafı kandırma kastıyla hareket etmelidir. İlave olarak da yapılan hukuki işlem ile gerçekleştirilen eylem arasında illiyet bağı bulunmazsa, hileden söz edebilmek mümkün değildir. Somut olayda; davalıların ortağı bulundukları şirket hisselerinin davacılara 04.09.2012 tarihli hisse devir sözleşmeleriyle devrinin gerçekleştirildiği, davacılar tarafından hisse devir bedeli olarak davalılara her iki davacı tarafından ayrı ayrı 75.000-USD devir bedeli ödendiği, davacılarca şirketlerin mali durumuna ilişkin olarak kendilerinin aldatılması suretiyle ortak olmalarının sağlandığının ileri sürüldüğü, yaptırılan bilirkişi incelemeleri sonucunda her iki şirketin de mali durumları zayıf olup zarar ettiklerinin tespit edildiği anlaşılmaktadır.Davacılarca kendilerinin şirketlerin mali durumuna ilişkin olarak aldatılması suretiyle şirketlere ortak olmalarının sağlandığı ileri sürülmüşse de, bu hususta iddiayı kanıtlamaya yeterli ve elverişli bir delil bulunmamaktadır. Her ikisi de doktor olarak aynı sektörde çalışan davacıların, şirketlerin mali durumuna ilişkin olarak kasten davalılarca aldatıldıklarına dair delil bulunmadığı gibi, istemelerine rağmen şirketlerin mali durumuna ilişkin kayıt ve belgelerin davalılarca verilmediği, gizlendiği, ya da gerçeğe aykırı kayıt ve belge verildiği yönünde de delil yoktur. Dolayısıyla her iki davacı da ortak olmadan önce şirketlerin mali durumuna ilişkin olarak uzman kişilerden yardım alarak bilgi sahibi olabilecek iken, bunun yapılmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla söz konusu şirketlerin zarar eder durumda, mali durumlarının zayıf olması, başlı başına aldatma iddiasının varlığını kabule yeterli değildir. Bu nedenle somut olayda, TBK’nın 36. maddesi anlamında aldatmadan söz edilmesi mümkün değildir. Bu itibarla; her ne kadar ilk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmiş olması sonucu itibariyle doğru ise de, davanın yanlış nitelendirilerek “aşırı yararlanma” hukuksal nedenine dayanılarak karar verilmiş olması isabetsizdir. Açıklanan nedenlerle; dosyada toplanacak başkaca delil ve yeniden yargılama yapılmasını gerektirir bir husus da bulunmadığından, davacılar vekilinin istinaf başvurusunun gerekçe yönünden kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 353(1)b-2 maddesi uyarınca kaldırılmasına, asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
HÜKÜM :Yukarıda açıklanan nedenlerle: Asıl ve bileşen dava da; davacılar vekilinin istinaf başvurusunun gerekçe yönünden KABULÜNE; İstanbul 15. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2014/503 Esas-2018/844 Karar sayılı ve 19/07/2018 tarihli hükmünün, HMK.’nun 353(1)b-2 maddesi gereği KALDIRILMASINA; “Asıl ve birleşen davanın ispatlanamadığından REDDİNE”İlk Derece yargılamasına ilişkin olarak; Asıl davada; alınması gereken 54,40-TL harcın peşin yatırılan 2.348,20 TL harçtan mahsubu ile 2.293,80-TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,Birleşen davada; alınması gereken 54,40-TL harcın peşin alınan 2.632,10 TL harçtan mahsubu ile 2.577,70-TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,Asıl ve birleşen davada davacılarca yapılan giderlerin kendi üzerinde bırakılmasına,Davalılar tarafından yapılan toplam 77-TL yargılama giderinin davacılardan alınarak davalılara verilmesine,Asıl davada; davalılar vekil ile temsil edildiğinden yürürlükte olan AAÜT gereğince 13.750,-TL nispi vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalılara verilmesine, Birleşen davada; davalı vekil ile temsil edildiğinden yürürlükte olan AAÜT gereğince 15.080-TL nispi vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, Karar kesinleştiğinde ve talep halinde kullanılmayan gider avansının yatıran tarafa iadesine”Asıl ve birleşen davada; davacılardan ayrı ayrı alınması gereken 54,40’ar TL istinaf karar harcından, peşin yatan 35,90’ar TL harcın mahsubu ile bakiye 18,50’şer TL’nin ayrı ayrı davacılardan alınarak hazineye gelir kaydına,İstinaf yoluna başvuran davacılar tarafından yapılan giderlerin üzerinde bırakılmasına, Gerekçeli kararın bir örneğinin taraf vekillerine tebliğine, HMK ‘nun 361/1. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabileceğine, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda oy birliğiyle karar verildi. 01/12/2020