Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 8. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/23 E. 2020/144 K. 17.02.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. İstanbul Anadolu 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

KARAR
ESAS NO : 2020/23
KARAR NO : 2020/144

DAVA : Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 14/02/2020
KARAR TARİHİ : 17/02/2020

Mahkememizde görülmekte olan Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
İDDİA : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili ile —— sözleşmesini 26.12.2019 tarihinde imzaladıklarını, sözleşmede zikredilen çeklerin davalıya teslim edildiğini, bu sözleşmenin —- şirketle yapılan satış sözleşmesi sonucu ifayı gerçekleştirmek amacıyla akdedildiğini, bu sözleşmenin—– dahil olduğu olaylar neticesinde ‘mücbir sebep’ gerekçesiyle feshedildiğinden konusuz kaldığını, mücbir sebebin yabancı şirketle yapılan sözleşme tarihinden sonra meydana geldiğini, müvekkili şirketin söz konusu taşıma sözleşmesinden kaynaklanan herhangi bir hukuki ve/veya fiili sorumluluğu kalmadığını, bahse konu taşıma sözleşmesini ifa amacıyla verilen çeklerin sebepsiz zenginleşme oluşturacağının, bu durumun önlenmesi amacıyla çeklerin iadesinin talep edildiğinin davalı şirkete bildirildiğini, davalı şirketin sözleşmeye konu çekleri iade etmekten imtina ettiğini, davalının kötü niyetli olarak hareket ettiğini, sözleşmeye konu çeklerin bedelsiz kaldığını, TBK m.136 hükmünde belirtilen kusurlu ve kusursuz imkânsızlığın sebebi olan mücbir sebep ve umulmayan halin tacirler için mevcut olup olmadığının belirlenmesinde basiretli iş adamı ölçüsünün önem arz ettiğini, madencilik ticaretiyle uğraşan anonim şirket yöneticilerinin söz konusu mücbir sebebe neden olan uluslararası ilişkiler kapsamında bir olayın gerçekleşebileceğine dair öngörülerinin olmasının beklenemeyeceğini, bu sebeple müvekkili şirketin ve yöneticilerinin basiretli bir iş adamı ölçüsünde davranma yükümlülüğünü ihlal ettiğinin ileri sürülemeyeceğini, dava konusu olan——————— çeklerin herhangi bir nedenle temel alacak bulunmadığı için bedelsiz kambiyo senedi haline geldiğini, senedin ifa gerçekleşmediği için bedelsiz kalmış olması, kambiyo borçlusu makamında bulunan müvekkili için ifaya karşı koyma imkanı tanıdığını, söz konusu çeklere karşı ödeme yapılmasının beklenmesinin müvekkili şirketin mahvına sebep olacağını, ticaretin devamlılığının sağlanması, şirketlerin ayakta tutulması ve iyiniyetli yaklaşımlar gösterilmesinin TTK’nın ruhunu yansıtan ilkeler olduğunu, bu nedenlerle bahsi geçen çeklere ihtiyati tedbir ve devir yasağı konulmasını, müvekkili şirketin borçlu olmadığının tespitini talep ve dava etmiştir.
İNCELEME ve GEREKÇE : Dava, kambiyo senedinden kaynaklanan menfi tespit talebine ilişkindir.
———- günlü Resmi Gazetede yayımlanarak, yürürlüğüne giren 7155 Sayılı Kanunun 20. maddesi ile 6102 Sayılı TTK. ‘nın ( 5. ) maddesine eklenen 5/A maddesi gereğince ticari davalarda konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olmasının dava şartı olarak düzenlenmiş olması ve 7155 Sayılı Kanunun ( 23. ) maddesi ile 6325 Sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununa eklenen 18/A ( 2 ) maddesi ile “Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması halinde herhangi bir işlem yapılmakszın davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir” hükmü getirilmiştir.
Davacı, dava açmadan önce arabuluculuğa başvurduğuna dair beyanda bulunmadığı gibi dosya içerisinde de arabuluculuğa başvuruya (ve sona ermesine) ilişkin belge de bulunmamaktadır. ———-sisteminden yapılan kontrolde davacının arabulucuya başvurmadan dava açtığı anlaşılmıştır. Ticari davalarda konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması hususu menfi tespit davaları bakımından uygulamada tartışmalı olup, farklı mahkemelerden farklı kararlar çıktığı tespit edilmiştir. Bu anlamda İstanbul BAM ———————karar sayılı kararıyla menfi tespit davalarının arabuluculuk dava şartına tabi olduğunu kabul ederken İstanbul BAM ——- Dairelerinin aksi görüşte olduğu tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra Ankara ——Hukuk Dairesi; —- Hukuk Dairesi; ——— Hukuk Dairesi—–Hukuk Dairesi ve — Hukuk Dairesi menfi tespit davalarında arabuluculuğa başvurunun yasal düzenleme uyarınca dava şartı olduğu yönünde kararlar vermektedir.
Ankara BAM —- Hukuk Dairesi—karar sayılı kararında önüne gelen menfi tespit davasına ilişkin olarak davanın dava şartı arabuluculuk sistemine tabi olup olmadığı hususunun tartışmasında verdiği kararda “01/01/2019 tarihinde yürürlüğe giren 7155 sayılı Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanunla 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununa eklenen 5/A maddesi, ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkındaki uyuşmazlıklarda, dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olmasını dava şartı haline getirmiştir.
Değişikliğe ilişkin genel gerekçede “ 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunuyla işçi ve işveren uyuşmazlıkları bakımından kabul edilen ve—– tarihinden bugüne kadar uygulanan “dava şartı olarak arabuluculuk” kurumunun uygulamada sağladığı başarı ve fayda göz önünde bulundurularak bu kurumun ticari uyuşmazlıklara da teşmil edilmesi yönünde düzenlemeler yapılmaktadır.”
Madde gerekçesinde ise ” Maddeyle, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 4 üncü maddesinde belirtilen davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurma zorunluluğu getirilerek bu uyuşmazlıkların temelinden, çok daha kısa süre içinde, daha az masrafla ve tarafların iradelerine uygun bir şekilde çözülmesi amaçlanmaktadır.” açıklamaları yapılmıştır.
Kanunun genel gerekçesine göre taraflar arasındaki uyuşmazlıkların açılabilecek dava türlerinden bağlantısız olarak arabulucuk kapsamında kalmasının amaçlandığı belirtilmektedir. Madde gerekçesinde ise konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurma zorunluğu getirilerek bu uyuşmazlıkların temelinden, çok daha kısa süre içinde, daha az masrafla ve tarafların iradelerine uygun bir şekilde çözülmesi amaçlanmaktadır ifadesi kullanılmıştır.
Anayasa Mahkemesi —– karar sayılı kararında İş Mahkemelerine ilişkin dava şartı arabuluculuk hakkındaki iptal davasında; “Uyuşmazlıkların yargı yetkisi kullanılarak devlet tarafından mahkemeler aracılığıyla çözülmesi esas olmakla birlikte her uyuşmazlığın çözümünün mahkemelerden beklenmesi mahkemelerin iş yükünün artmasına ve davaların makul sürelerde bitirilememesine yol açabildiği gibi bu durum tarafların menfaatlerine de ters düşebilmektedir. Yargı görevinin ağır iş yükü altında yerine getirilmesi zorlaştıkça, yargının iş yükünün azaltılması, adalete erişimin kolaylaştırılması ve usul ekonomisi gibi çeşitli nedenlerle yargıya ilişkin anayasal kuralların etkililiğinin sağlanması da gözetilerek uyuşmazlıkların çözümü için arabuluculuk gibi yöntemlere başvurulabilmektedir. Esasen anayasal kurallara uygun olmak şartıyla bu tür yöntemlere başvurulup başvurulamayacağı hususu kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında kalmaktadır. Ancak kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun, hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini gözönünde tutarak kullanması gerekir. ” gerekçesine yer vererek iptal isteminin reddine karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere hangi uyuşmazlığın arabuluculuk kapsamında kalacağının takdiri anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini gözönünde tutularak belirlenmesi gerekir. Uyuşmazlık kriterinden ayrılmak suretiyle dava türüne göre arabulucuk çözümüne yönelme elbette kanun koyucunun takdirinde olmakla birlikte bu durum aynı ihtilaftaki taraflar arasındaki silahların eşitliği prensibi ile birlikte değerlendirilmelidir. (—– Aynı uyuşmazlığın taraflardan birinin dava açmasını dava şartı arabulucuk dava şartına bağlamak, uyuşmazlığın karşı tarafını ise bu dava şartına tabi tutmamak uyuşmazlığın tarafları arasında silahların eşitliği prensibi karşısında zorlama bir yöntem olacaktır.
Madde gerekçesi taraflar arasındaki uyuşmazlıkların çözümlenmesinin amaçlandığına dikkat çekmekte, uyuşmazlık bazında bir değerlendirme yapmaktadır. Uyuşmazlığın taraflarının davacı ve davalı olmasına ilişkin bir ayrım gözetmemektedir. Madde metninde de “alacak ve tazminat davaları” tabirinden kaçınılarak “…konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava” anlatımı kullanılmıştır.
Bir akti yorumlamak istersek akidlerin ortak rızalarını araştırırız. Kanunda durum bu değildir. Kanunu yorumlamak demek, kanunun ruhunu ortaya koymak demektir. …. Bu durum karşısında hukuk kuralının içinde yatan anlamın, dil tekniğine dayanılarak yüze çıkarılamayacağı açıktır. Hâkimin kanuna bağlı olduğu yolundaki ilke, lafza bağlılık olarak yorumlanmamalıdır. Bize kalırsa yanlış bir ifade tarzı, hatalı bir çeviri, hâkimi bağlayamaz; çünkü bir hükmün yorumlanmasında, sözkonusu olan kelimenin sözlük anlamından çok, o kelime ile kastedilen anlam önemlidir. Bu fikrin doğruluğunu Medeni Kanun’un 1. Maddesi hükmü de teyit eder. … Demek oluyor ki yorumda, yalnız bu bakımdan kanun koyucunun iradesi; daha doğrusu, onun kanun müzakere edilirken etkisi altında kaldığı etmenler göz önüne alınacaktır. …Kanun görüşmelerine esas olan tasarılar ve gerekçeleri, … Komisyon tutunakları, tasarının kabulü hakkındaki karar özetleri özel kaynak grubuna girer.——–
Kanun hükmünün yorumunda kullanılan sözcükler esas tutulur. Kullanılan sözcüklerin kanun koyucunun amacına, hükmün ruhuna uygun olması asıldır. Ancak sözün, öze aykırı olduğu yani kanun koyucunun asıl amacına, hakiki maksadına aykırı olduğu sonucuna varılırsa kanun hükmünü ruhuna, kanun koyucunun amacına uygun olarak yorumlamak gerekir. Bu kanunun üstünlüğünün, hâkimin yasama organının kanun şeklinde oluşan iradesine uygun karar verme görevinin sonucudur. Kullanılan deyimler veya üslup yasama organının gerçek iradesinin kolayca anlaşılmasına imkan vermeyebilir. Sözleşmenin yorumunda olduğu gibi kanun hükümlerinin yorumunda da hakiki maksadı—-kanun koyucunun gerçek maksadını——-
TMK 1. Maddesinin “Kanun sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır” hükmü de kanunun ruhunun uygulamada dikkate alınması gerektiğini belirtmektedir.
Kanun metninin kaleme alınış şekli itibarı ile anlatım ve ifade yerleşiminin tam olmadığı görülse de “konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında” dava açılmadan önce denilmek sureti ile kriter olarak alacak ve tazminat talebi öngörülmüştür. Kanun alacak ve tazminat davası ibaresini bilinçli olarak tercih etmemiş bu tür taleplere ait dava türü ayırt etmeksizin arabuluculuğa başvurmayı dava şartı olarak düzenlemiştir. Gerekçeden ve metinden sadece alacak ve tazminat istemli davaların dava şartı arabuluculuk dava şartına bağlandığı sonuç çıkmamakta, alacak ve tazminat istemleri hakkındaki açılacak tüm davaların arabulucuk dava şartına bağlı olduğunun hüküm altına alındığı anlaşılmaktadır.
Eda davası veya tespit davası ayrımı arabulucuğa ilişkin anılan düzenlemede yer almamaktadır. İİK.’na tabi menfi tespit davasının anılan düzenlemeden ayrı tutulduğuna dair gerek TTK’da gerekse İİK’da bir hüküm de bulunmamaktadır.
İİK kapsamında kalmayan menfi tespit davaları da olabileceği için menfi tespit davasının ayrıntılı olarak İİK’da düzenlenmesi de dava şartı arabulucuk dava şartından muaf olması için yeterli —– değildir.
İİK 72. maddesindeki menfi tespit davasının aynı zamanda kendiğilinden istirdata dönüşme ihtimali de gözetilmelidir.
Diğer taraftan ödeme üzerine açılan menfi tespit davasında hukuki yarar bulunup bulunmadığı da Yargıtay’da tartışmalı bir konudur. Yargıtay ——-. Hukuk Dairesi ödemeden sonra istirdat davası yerine soyut olarak tespitle yetinilmesinin istenilmesi özel düzenlemelerden olmadığı gibi genel biçim koşullarına aykırılık oluşturduğundan davanın reddi gerektiği görüşünde —– Yargıtay—- Hukuk Dairesi ise davanın hukuki tavsifin bizzat hakime ait olduğu gerekçesiyle davacı tarafça menfi tespit olarak açılan davanın istirdat davası olarak görülmesi gerektiği kanısındadır. (Yargıtay —. Hukuk Dairesi ———————
İİK 72. maddesinde düzenlenen istirdat davası niteliği itibarı ile eda davası olmakla birlikte özünde davacı öncelikle ödeme emrindeki alacağın var olmadığı ya da hukuken borçluyu —– nitelikte bulunmadığı yönlerinin ispatı ile ilgilidir. — ve devamı —
Arabuluculuk dava şartı bakımından menfi tespit ve istirdat ayrımı yapılır ise eldeki dava gibi ikisinin bir arada istenilmesi durumunda- ki uygulamada sıklıkça yaşanan dava türü bu tiptedir- arabuluculuk dava şartının yorumlanması daha da karmaşık bir hal alacaktır.
Diğer taraftan alacak ve tazminata ilişkin davalarda, davalı menfi tespite ilişkin savunmalarını bu dava üzerinden dile getirmek hakkına sahiptir. Hatta bu durumda ayrı bir menfi tespit davası açmasında hukuki yararı da bulunmamaktadır. Alacak ve tazminat davasından önce başlatılan dava şartı arabulucuk sürecinde, kendisinden alacak ve tazminat talep edilen tarafın borcun doğmadığına ve sona erdiğine veya tutarına ilişkin savunmaları ileri sürmesi engellenemeyeceği gibi bu beyanlar çerçevesinde üzerinde uzlaşılmasına da engel bir hal bulunmamaktadır. Yani alacaklı arabuluculuk sürecinde karşı tarafın beyanlarına göre uzlaşma ile alacağının olmadığını veya istediği kadar olmadığını kabul ederse arabuluculuk süreci uzlaşma ile sona erebilecektir. Bu ihtimalde arabulucuk sürecine tabi olan olumsuz tespit dayanaklarının ayrı bir talep olarak tek başına ileri sürülmesi halinde davanın arabuluculuk sürecinin dışında olduğunun kabulü de tarafların sıfatına göre uyuşmazlığın tabi olduğu rejimi değiştirmek olacaktır. Menfi tespit istemine ilişkin başlatılan arabulucuk sürecinde de taraflar aynı uyuşmazlık konusu hakkında uzlaşarak arabulucuk sürecini olumlu sona erdirebilirler.
Yukarıda açıklandığı üzere; kanun metni yoruma muhtaç ifadeler içermesi nedeniyle sırf kanun dili ile sonuca varılamamaktadır. İşin içine yorum katılması gerektiğine göre yorumun kanunun amacına uygun yapılması gerekir. Kanunun amacı ise gerekçesinden ve ruhundan faydalanarak tespit edilmelidir. Somut kanun hükmünün madde metninden olumsuz tespit davalarının dava şartı arabuluculuğa tabi olmadığına dair açık bir düzenleme bulunmadığına göre genel gerekçe ve madde gerekçesinde kullanılan ifadelerden anlaşılan gayeden hareketle yorum yapılmadır. Genel gerekçe ve madde gerekçesi uyuşmazlık kriterine işaret ettiğinden dava türüne göre değil uyuşmazlık türü esas alınarak yapılan değerlendirme sonucunda; eldeki davanın (genel tarımsal kredi nedeniyle borçlu olmadığının tespiti ve ödenen tutarların -miktar belirtilmemiş—–) TTK 5/a maddesi gereğince dava şartı arabuluculuğa tabi olduğu sonucuna varılmaktadır.” şeklinde gerekçesini belirtmiştir. Anılan bu gerekçe diğer — Dairelerinin kararlarıyla bir arada değerlendirildiğinde kanun koyucunun talep ve dava türü ne olursa olsun dava konusu bir miktar para alacağı olan tüm talepler hakkında alacaklı ve borçlu açısından bir ayrım yapmadan ve bir sınırlama getirmeksizin dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olmasını dava şartı olarak düzenlemeyi amaçladığını ortaya koymaktadır. Dava konusu bir miktar para alacağı olduğu sürece açılan dava ya da talebin ne olduğunun bir öneminin olmayacak, dava türü ne olursa olsun ortak nokta “dava konusunun bir miktar para alacağı” olması halinde dava açmadan önce arabulucuya başvuruyu zorunlu olacaktır. Somut olayda yukarıda da belirtildiği üzere davacı taraf dava açmadan önce arabulucuya başvurmuş değildir. Arabulucuya başvuru tamamlanabilir nitelikte bir dava şartı da olmadığından yasa hükmü uygulanmak suretiyle davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-6102 sayılı TTK.’nun 5/A ve 6325 sayılı kanunun 18/A-2 maddesi gereğince davanın DAVA ŞARTI YOKLUĞU SEBEBİYLE USULDEN REDDİNE
2-Karar harcı 54,40 TL harcın davacı tarafça peşin olarak yatırılan 3.415,50 TL harçtan mahsubu ile bakiye 3.361,10 TL harcın karar kesinleştiğinde davacı tarafa iadesine,
3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
4-Davacı tarafça yatırılan ve sarf edilmeyen gider avansının karar kesinleştiğinde davacı tarafa iadesine,
HMK 345. Maddesi hükmü uyarınca kararın tebliğinden itibaren 2 haftalık süre içinde istinaf yolu açık olmak üzere dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu oy birliğiyle karar verildi.