Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 4. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/432 E. 2022/556 K. 30.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. İstanbul Anadolu 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/432 Esas
KARAR NO : 2022/556

DAVA : Menfi Tespit (Ticari Nitelikteki Kefalet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 30/10/2019
KARAR TARİHİ : 30/06/2022

Mahkememizde görülmekte olan Menfi Tespit (Ticari Nitelikteki Kefalet Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;
Davacı tarafından, dava dışı —— —— değerindeki genel kredi sözleşmesi ile —– değerindeki genel kredi sözleşmelerine kefil sıfatıyla imza atıldığını, söz konusu kredilerden doğan borcun asıl borçlusu tarafından ödenmemesi neticesinde müteselsil kefil sıfatıyla kendilerine 3.189.549,16 TL nakit, 110.400,00 TL gayri nakit borç için kat ihtarı çekilerek icra takibi başlatıldığını, takibe itirazları neticesinde takip durmuş olmakla birlikte, ödeme emrine konu kredi borcunda hukuka aykırı olarak müteselsil kefil oldukları ileri sürüldüğünden, huzurdaki davayı ikame ettiklerini, davalı tarafından müvekkiline gönderilen ödeme emrinde, müvekkilinin müteselsil kefil sıfatıyla borçlu konumunda gösterildiğinin görüldüğünü, söz konusu icra takibine karşı itirazda bulunulmak suretiyle icra safhasının durdurulduğunu, davalı tarafından ise henüz itirazın iptali veya kaldırılması için bir dava açılmamış olmakla birlikte, müvekkili tarafından belirsiz bir durumun mevcut olması ve aslında borçlu olmadığı bir bedeli ödemekle karşı karşıya kalması sebebiyle bu belirsizliğin giderilmesi noktasında hukuki bir menfaatinin olduğunun açık olduğunu, müvekkilinin Genel Kredi Sözleşmesi’ne kefil olarak imza attığından davalı Banka’ya karşı ne kadar sorumlu olduğunu bilmediğini ve icra tehdidi altında yaşadığını, bu sebeple, iş bu davayı kısmi dava olarak açmakta hukuki menfaati bulunduğunu, müvekkili tarafından kefil sıfatıyla imza atılan genel kredi sözleşmelerinin, ——söz konusu genel kredi sözleşmelerinin tarihlerinin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği |—– tarihinden önce olduğu ve bu itibarla 818 sayılı Borçlar Kanunu hükümlerine tabi olduğunun ilk bakışta anlaşıldığını ancak genel kredi sözleşmelerinin işleyişi göz inde bulundurulduğunda müvekkili tarafından kefil sıfatıyla atılan imzaların mevcut durumda kefalete ilişkin şekil şartlarını taşımaması sebebiyle geçersiz olduğunun görüleceğini, bilindiği üzere, 6098 sayılı TBK m. 583 hükmü ile kefalete ilişkin özel şekil şartlar getirildiğini, hüküm uyarınca kefalet iliş kisinin geçerli olarak hüküm ve sonuçlarını doğurabilmesinin, kefalet sözleşmesinin yazılı yapılması ve kefilin sorumlu olacağı azami miktar ile kefalet tarihinin de sözleşmede belirtilmesi şartlarına bağlandığını, ayrıca kefalet sözleşmesinde kefilin sorumlu olduğu azami miktarın, kefalet tarihinin ve müteselsil kefalet olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadenin de sözleşmede yer alması ve bu ibarelerin kefilin kendi el yazısı ile yazılmış olması ve gerçek kişiler bakımından da eşlerinin rızasının bulunması gerektiğini, davaya konu genel kredi sözleşmeleri incelendiğinde, kredinin cari hesap şeklinde işleyeceği ve bu itibarla genel kredi sözleşmesinin çerçeve sözleşme niteliğinde olduğunun görüldüğünü, cari hesap şeklinde işleyen kredi sözleşmelerinde, cari hesabın kesilmesi ve hesap sonucunun borçlu tarafından kabul edilmesi ile birlikte borcun yenilenmiş olduğunu, borcun yenilenmesi ile birlikte mevcut kefalet sözleşmelerine 6098 sayılı TBK hükümlerinin uygulanması gerekeceği ve bu bağlamda TBK m. 583’te aranan şekil şartlarının aranacağının açık olduğunu, elbette cari hesap şeklinde işleyen bu kredi sözleşmesinde yapılan hesap kesimleri neticesinde borcun yenilendiğini ve fakat bu işlemin kefalet ilişkisini sona erdirmediğini ancak bu durumun, kefaletin şekline ilişkin şartlara yeni dönemde uyulmamasını gerektirir bir sonuca götürmesinin mümkün olmadığını, zira kefaletin şekline ilişkin getirilen bu şartların kefili koruma amacıyla sevk edilmiş olup, kefilin borçlandığı edimin ödenmesi ve borcun yenilenmesi neticesinde istisnai olarak devam ettiği kabul edilen bu belirleme karşısında uygulama alanı bulacağını, bu itibarla borçlu tarafından kredi borcunun ödenmesinden sonra, tekrardan cari hesap ilişkisi çerçevesinde kullanılan krediler sebebiyle kefalete ilişkin sorumluluğun devam edebilmesi için TBK m. 583’de öngörülen şartlara uyulması gerektiğini, nitekim davalı bankanın, müvekkili ile aynı kredi sözleşmelerine—– 6098 sayılı TBK m. 583 hükmüne uygun olarak tekrardan kefalet sözleşmesi yaptığını, bu durumun, bankanın kendilerince ileri sürülen hususu kabul ettiği ve bu bağlamda müvekkili tarafından verilen kefaletin geçersiz olduğunun kabul edildiğini de açıkça ortaya koyduğunu, davalı banka tarafından başlatılan icra takibine karşı bütün borçluların itiraz etmiş olmasına rağmen, müvekkili hariç diğer borçlu ve kefillere karşı itirazın kaldırılması davası açıldığını, müvekkiline karşı itirazın kaldırılması davası açılmamasının da yine davalı banka tarafından kefalet ilişkisinin geçersiz olduğunu ve bu bağlamda sona erdiğini açık bir şekilde ortaya koyduğunu, kefalet ilişkisinin mevcut olduğunu kabul etmemekle birlikte; müvekkili ile davalı banka arasında akdedilmiş bulunan kefalet sözleşmesi incelendiğinde, 818 sayılı BK m. 490/11, WI, 493 ve 494 hükümlerinde yer alan imkanlardan kefillerin feragat ettiğine ilişkin bir düzenlemenin yer aldığının görüldüğünü, söz konusu sözleşme hükümlerinin genel işlem şartı niteliğinde olup 6098 sayılı TBK hükümleri uyarınca denetlenmesi gerektiğini, nitekim Yargıtay’ın, genel işlem şartlarına ilişkin TBK hükümlerinin geriye etkili olarak uygulanacağını, genel işlem şartlarına ilişkin hükümlerin kamu düzeninden olması sebebiyle kabul ettiğini, kefalet sözleşmesinde yer alan bu kayıtların, davalı banka tarafından ileride çok sayıdaki benzer sözleşmede kullanılması amacıyla önceden tek başına hazırlanmış sözleşme hükümleri olması itibariyle Kanunen genel işlem şartı olarak karşılarına çıktığını, bu konuda, davacı bankanın ilgili dönemde, başka müşterileri ile akdettiği genel kredi sözleşmelerinde kullandığı kefalet sözleşmelerinin incelenerek bu konudaki iddialarının doğru olduğunun görüleceğini, söz konusu hükümlerin genel işlem şartı niteliğinde olması itibariyle de TBK m. 20 vd. Hükümleri uyarınca denetlenmesinin mümkün olacağını, kefalet sözleşmesinin imzalanması sırasında müvekkiline, kendisine Kanunen tanınan ve kefalet ilişkisinden çıkmasını sağlayacak olan BK m. 493 ve 494 hükümlerinden yararlanamayacağı yönündeki bir düzenlemenin mevcudiyeti konusunda nitelikli bir açıklamada bulunulmadığı gibi bu hususun müvekkili tarafından tespit edilmesinin de mümkün olmadığını, bu sebeple TBK m. 21’de yer alan, “Karşı tarafın menfaatine aykırı genel işlem koşullarının sözleşmenin kapsamına girmesi, sözleşmenin yapılması sırasında düzenleyenin karşı tarafa, bu koşulların varlığı birlikte, davalı bankanın müvekkiline gönderdiği —– müvekkilinin kefalet sözleşmesi ile 818 sayılı BK m. 490/11, II ile 493 ve 494 hükümlerinden feragat etmesi sebebiyle kefil olarak sorumluluğunun devam ettiğini ifade ettiğini, Sayın Mahkemece kefalet sözleşmesindeki ilgili hükmün geçersizliğinin tespit edilmesiyle, kefaletten caymaya ilişkin müvekkilinin beyanının sonuçlarını doğuracağının açık olduğunu, kefalet ilişkisinin mevcudiyetini kabul etmemek şartıyla, davalı banka tarafından kefil sıfatıyla müvekkilinden istenen tutarın ——- gayri nakit borç), kefalet limitinin çok üzerinde bir tutar olduğunu, Yargıtay’ın kefalette, kefaletin miktarının belirli olmasını aradığını, bu bağlamda davalı bankanın müvekkiline kefil sıfatıyla ödetmek istediği miktarın kefalet sınırının çok üzerinde olması itibariyle geçerli olmayacağının açıkça görüldüğünü ileri sürerek fazlaya dair her türlü talep hakları saklı kalmak üzere; davanın kabulü ile; müvekkili tarafından—— değerindeki genel kredi sözleşmesine verilen kefaletten kaynaklı, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik 10.000,00 TL tutarındaki kısmı için borçlu olunmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
SAVUNMA: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle;
Davalı bankanın ——arasında imzalanan kredi sözleşmelerine istinaden borçlu firmaya kredi kullandırıldığını, bahsi geçen davacının ise iş bu genel kredi sözleşmelerini müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatıyla imzaladığını, borçlunun kredi hesaplarının—– nolu ihtarnamesi ile kat edildiğini, süresi içinde borcun ödenmediğini, bu aşamada, müvekkili bankanın, alacağının tahsilini teminen borçlufirma ve diğer kefiller hakkında—– genel haciz yolu ile icra takibi başlattığını, — tarihinde davacı—- takibe itiraz ettiğini, bu sırada—-dosyasından —-dışında tüm borçlular hakkında alınan ihtiyati haciz kararının yine —-dosyasından uygulandığını, —–borçlular hakkında malvarlığı sorguları yaptırıldığını ve ihtiyati haciz şerhlerinin işlendiğini, —- müzekkerelerde—- yazıldığından taşınmazlarına haciz şerhi işlenmemesi amacıyla——–müzekkeresi yazıldığını, bu tarihten bu yana davalı hakkında hiçbir işlemde bulunulmadığını, bu sırada takibe itiraz eden diğer borçlular hakkında itirazın İptali Davası açılmış olup —– davanın derdest olduğunu, tüm bu süreçte ——- defalarca görüşmeye geldiğini, sürecin kendisine anlatıldığını ve sözlü olarak karşılıklı anlaşmaya varıldığını, bu olaylardan 2 sene sonra ———- Davası açmak için Arabuluculuğa başvurduğunu, Arabuluculuk görüşmesinde de avukatına tüm bu durumların anlatıldığını, davacı tarafın Menfi Tespit Davası açmasında hukuki bir yararı olmamakla 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK.’nun 114. maddesinde hukuki yararın, dava şartı olarak kabul edildiğini, hakkı ihlal edilen bir kişinin davacı olarak mahkemeye başvurup hukuki korunma talep edebildiğini, ancak davacının, hukuki korunma talep edebilmesi için korunmaya değer bir yararının bulunması gerektiğini, davacının dava hakkına sahip bulunmasının mahkemeden hukuki koruma isteyebilmesi için yeterli olmadığını, dava açan kişinin ayrıca dava açmakta hukuki bir yararı bulunması gerektiğini, sayılan süreçler neticesinde davalının zararına hiçbir yasal işlem yapılmamışken davacının söz konusu bu davayı açmasında hiçbir hukuki menfaati bulunmadığını, genel haciz yoluyla başlatılan ilamsız takipte alacaklı herhangi bir belgeye dayanmamışsa borçlu ödeme emrine yapacağı itirazla takibi durdurabileceğinden ve takibin devamı için alacaklının itirazın kaldırılmasını veya itirazın iptali yoluna başvurması halinde kendisini savunabileceğinden borçlunun bu durumda menfi tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmadığını, davacının zaten takibe itiraz ettiğini, hakkında alınan bir ihtiyati haciz kararı da olmadığını ve icra müdürlüğünce aleyhine herhangi bir işlem de yapılmadığını, yani davacının herhangi bir zararının da söz konusu olmadığını, davacının herhangi bir icra tehdidi altında da olmadığını, doktrinde alacaklının elinde itirazın kaldırılmasını sağlayan bir belge olmadıkça borçlunun menfi tespit davasını açmakta hukuki menfaati bulunmadığının kabul edildiğini, çünkü alacaklının elinde böyle bir belge olmadıkça yapılacak icra takibine itirazın takibi durdurmak için yeterli olduğunu, genel haciz yoluyla takibe itiraz eden borçlunun takip dayanağı belgenin İİK.nun 68.maddesinde sayılan belgelerden olmaması halinde menfi tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmadığını, İİK.nun 72.maddesi uyarınca borçlunun icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığının ispat için menfi tespit davası açabileceğini, uygulamada bunun ilk şartı olarak ödeme emrine itiraz edilmemesi suretiyle takibin kesinleşmiş olmasının arandığını, bu kuralın istisnası olarak bilimsel öğretiye göre, alacaklının elinde İİK.nun 68’de yazılı itirazın kesin kaldırılmasını sağlayacak nitelikte bir belge yoksa, borçlunun menfi tespit davası açmakta korunmaya değer ve güncel bir hukuksal yararı olmadığını, çünkü borçlunun, alacaklının kendisine karşı yapacağı ilamsız takipte ödeme emrine itiraz etmek suretiyle takibi durdurabileceğini, bunun üzerine elinde İİK.nun 68’de yazılı belge bulunmayan alacaklının itirazın iptali davası açabileceğini, borçlunun da bu davaya karşı vereceği cevap lahiyasında borçlu olmadığı savunmasını ileri sürebileceğini, buradaki önemli durumlardan birinin de, haklı olduğunu savunan davacı tarafın 2017 yılında icra dosyasına itirazda bulunup, haklı olduğunu bir an önce kanıtlama amacıyla hareket etmeyip itiraz dilekçesini kendilerine tebliğe çıkarmamış olması olduğunu, icra dosyasına yapılan itirazda, itiraz evrakının alacaklıya tebliğ edilmesinden itibaren İtirazın İptali Davası açma süresinin (1 yıl) başlayacak olup davacının/vekilinin menfaatine uygun hareket etmeyerek itiraz evrakını tebliğe çıkarmadığını, kaldı ki; kendilerine itiraz evrakı tebliğ edilmiş olsa 1 sene içinde dava açılacağını ve durum haklı ya da haksız olarak sonuçlanacak ya da dava açılmayacak ve takip düşürülerek yine sonuca erileceğini, ancak davacı tarafın itirazdan tam 2 sene sonra menfi tespit davası açmış olup amacının haklılığın kanıtlanması olmamakla birlikte, sürecin uzatıldığını, davacı tarafın kötü niyet ile hareket ettiğini, müvekkili banka ile davacı tarafından imzalanan Genel Kredi Sözleşmeleri ile ilgili olarak; Genel İşlem Şartları ile ilgili düzenlemenin, 6098 sayılı TBK’da düzenlenmiş olup tarihin 2012 olarak baz alındığını, imzalanan genel kredi sözleşmelerinin tarihlerin—- bu sebeple sözleşmelerin o dönem yürürlükte olan kanuna uygun olduğunu, bu sebeple gerek tarih gerekse de sözleşmelerde bulunan yeterli açıklamalar gereği Genel İşlem şartına bir aykırılık mevcut olmadığını savunarak açıklanan tüm sebepler ile davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN İNCELENMESİ VE GEREKÇE;
Dava, davacının, davalı bankadan kullanılan kredi sözleşmelerine ilişkin kefaletinden kaynaklı borcunun bulunmadığına dair menfi tespit davasıdır.
Davacı, dava dışı —- davalı —– kullanılan iki ayrı genel kredi sözleşmesine kefil sıfatıyla imza attığını, ancak kendisinin davalıya kefalet sözleşmesinden doğan bir borcu bulunmadığının tespitini talep etmiştir.
Davada taraf teşkili sağlanmıştır.
Dosyaya kazandırılan bilirkişi raporunda;
——Tarihli Bankacı Bilirkişi Raporunda Özetle;
Davalı banka ile dava dışı —–Genel Kredi Sözleşmeleri imza altına alındığı ve davacının iş bu limitler dahilinde kullandırılan kredi miktarları için müşterek müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçlu sıfatıyla kefalet şerhi imza altına aldığı, Dava dışı —– tarihli Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten sonra, —- tarihleri arasında krediler kullandırıldığı, iş bu kullandırımı yapılan kredilerin —-ile imza altına alınan kredi limitlerinden yüksek olması —- sonra taraflar arasında yeni bir limit artışı yapılan Genel Kredi Sözleşmesinin imza altına alınmış olması gerektiği değerlendirildiği, nitekim — tarihinde Kefalet Sözleşmesi’nin kredi kullandırım tarihlerinden önce 6098 sayılı Borçlar Kanunu madde 583 kapsamında davacı dışındaki kefiller tarafından kendi el yazıları ile kefalet limiti belirlenerek şeklen yenilendiği,——Sözleşmelerinde yer alan Kefalet Şerhlerinin davacı yönünden de yeni sözleşme alınmakla geçersiz kaldığı, Dava dışı borçlu—–ve davacının içlerinde yer aldığı kefilleri aleyhine davalı banka tarafından başlatılan —- davacının borca itirazı sonrasında davalı banka vekilince ——-yazılan müzekkere ile davacının adının sehven yazılması nedeniyle taşınmazlarına haciz şerhi işlenmemesinin talep edilerek bu tarihten sonra davacı aleyhine bir işlem yapılmadığı ve itirazın iptali yönünden diğer kefillere dava açılmışken davacı aleyhine dava açılmamış olduğu bilgisi ile davacının kefaleten borçtan sorumlu tutulmadığı, Davalı bankanın davacının menfi tespit davası açmakta hukuki yarar bulunmadığı iddiasının taktirinin mahkemeye ait olduğu kanaati bildirilmiştir.
Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; Davalı banka ile dava dışı—. arasında —- imza altına alındığı ve davacının iş —- dahilinde kullandırılan kredi miktarları için müşterek müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçlu sıfatıyla kefalet şerhi imza altına aldığı,
Dava dışı —- lehine davalı bankaca — tarihli Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten sonra, —- krediler kullandırıldığı, iş bu kullandırımı yapılan kredilerin — ile imza altına alınan kredi limitlerinden yüksek olması nedeni ile —- tarihinden sonra taraflar arasında yeni bir limit artışı yapılan Genel Kredi Sözleşmesinin imza altına alınmış olması gerektiği değerlendirildiği, nitekim 20.07.2012 tarihinde Kefalet Sözleşmesi’nin kredi kullandırım tarihlerinden önce 6098 sayılı Borçlar Kanunu madde 583 kapsamında davacı dışındaki kefiller tarafından kendi el yazıları ile kefalet limiti belirlenerek şeklen yenilendiği, bu kapsamda —- Genel Kredi Sözleşmelerinde yer alan Kefalet Şerhlerinin davacı yönünden de yeni sözleşme alınmakla geçersiz kaldığı, Dava dışı borçlu—-. ve davacının içlerinde yer aldığı kefiller aleyhine davalı banka tarafından başlatılan —-. sayılı dosyasında davacının borca itirazı sonrasında davalı banka vekilince —– yazılan müzekkere ile davacının adının sehven yazılması nedeniyle taşınmazlarına haciz şerhi işlenmemesinin talep edilerek bu tarihten sonra davacı aleyhine bir işlem yapılmadığı ve itirazın iptali yönünden diğer kefillere dava açılmışken davacı aleyhine dava açılmamış olduğu bilgisi ile davacının kefaleten borçtan sorumlu tutulmadığı, ancak —- esas sayılı dosyadan borçlu tarafından süresinde itiraz dilekçesi sunulmuş olması nedeniyle konulan hacizlerin kaldırılması için ilgili tapu müdürlüklerine fek müzekkeresi yazıldığı, dosyadan borçlu davacı adına başkaca haciz işleminin olmadığı, borçlunun itirazı üzerine tensip tutanağı düzenlenmediğinden —- tarihli takibin durmasına ilişkin karar tespit tutanağı düzenlendiği ve davacı borçlu yönünden takibin durduğu, ancak alacaklı vekili tarafından davacı borçlu hakkında takipten vazgeçme dilekçesinin dosyaya sunulmadığının bildirildiği anlaşılmakla davacının iş bu davayı açmakta hukuki yararı bulunduğu değerlendirilerek davanın kabulüne dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda Açıklanan Nedenlerle;
Davanın KABULÜNE
1-Davacının——- tarihli genel kredi sözleşmelerinden kaynaklı —– borçlu olmadığının TESPİTİNE,
2- Harçlar Kanununa göre alınması gerekli 683,10 TL harcın, davacı tarafından yatırılan 170,78 TL peşin harçtan mahsubu ile bakiye 512,32 TL’nin davalıdan tahsili ile HAZİNEYE GELİR KAYDINA,
3-Davacı tarafından yatırılan 170,78 TL harcın davalıdan alınarak DAVACIYA VERİLMESİNE,
4-Davalı tarafından dosyada sarf edilen yargılama giderlerinin DAVALININ ÜZERİNE BIRAKILMASINA,
5-Davacı tarafından tebligat, posta ve müzekkere gideri olarak sarf edilen 1.122,00 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak DAVACIYA VERİLMESİNE,
6- Kabul edilen dava yönünden ————- göre davacı lehine takdir olunan 5.100,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak DAVACIYA VERİLMESİNE,
7-Dosyada mevcut gider avansının karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran tarafa iadesine,
Dair taraf vekillerinin yüzüne karşı gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 haftalık süre içerisinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup, usulen anlatıld