Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 4. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/1478 E. 2019/460 K. 05.04.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. İstanbul Anadolu 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO : 2017/110 Esas
KARAR NO : 2019/429
DAVA : Tazminat (vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeniyle)
DAVA DEĞERİ : 2.250.000 TL.
DAVA TARİHİ: 26/01/2017
KARAR TARİHİ: 12/04/2019
Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeniyle) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkili şirketin ———Parselde kayıtlı Fiside projesi’ nde bulunan——— arsa paylı ———–Nolu Bağımsız Bölüm olan işyeri vasıflı taşınmazın——–TL (iki milyon iki yüz elli bin türk lirası) bedel karşılığında satılması için, — Noterliğinde tanzim olunan —-yevmiye nolu —–tarihli vekaleti müvekkilinden alan davalılardan …’ın ———-tarih — yevmiye no ile diğer davalı … – Şirketine bu taşınmazı sattığını, Oysa ———— müvekkilin maliki olduğu taşınmazı belirli bir bedelle satması için bu vekalet yetki verilmiş kişilerden biri olduğunu, Davalıların açıkça kötü niyetle, muvazaa yaparak davaya konu taşınmazı birbirlerine devrettiklerini ve bedelini de müvekkili şirkete ödemediklerini, davalılar arasındaki muvazaa iddialarının ayrıca bir izahata gerek duymayacak şekilde açık olduğunu, davalılar tarafından müvekkil şirkete hiç bir surette ödeme yapılmadığı hususu gerek müvekkil şirketin kayıtlarından gerekse davalı şirketin kayıtlarından da görüleceğini, müvekkili şirket tarafından—– Noterliğinde – tarihinde —– yevmiye numarası ile davalılardan …’a gönderilen ihtarnamede konu kısaca özetlenerek derhal ödeme yapılması hususu, aksi halde yasal yollara başvuracağımızı ihtar etmiş ise de herhangi bir yanıt ya da ödeme alınamadığını, Borçlar Kanunu’na göre sadakat ve özen borcunun, vekilin en önde gelen yükümlülüğü olduğunu ve vekil bu yükümlülüğünü hüsnüniyetle ifa ile mükellef olduğunu, netice itibariyle vekil, müvekkilinin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandıncı davranışlardan kaçınma yükümlülüğünde olduğunu, oysa davalıların, kanuna ve hukuk düzenimize tam olarak muhalif bir şekilde görevlerini kötüye kullandıklarını———- tarihli satışı öğrenen müvekkili şirketin (bedelini de tahsil edemeyince)——–yevmiye nolu azilname ile davalıları vekaletten azletttiğini, bu sebeple fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla kötü niyetli davalıların, bedeli tahsil olunamayan dava konusu taşınmazın ——— 3. kişilere devrinin önlenmesi için taşınmazın tapu kaydına teminatsız olarak tedbir konulmasına, davacı şirket alacağı olan—–TL nin tapunun devir tarihi————tarihinden itibaren hesaplanacak ticari faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA: Dava dilekçesi davalılara usulünce tebliğ edilmiş, ancak davalılar davaya cevap dilekçesi vermemiştir.
Ancak, davalı …———- tarihli duruşma zaptına geçen beyanında; “ben davalı şirkette işçi olarak çalışıyorum, davacı şirket ve sahibini tanımam, davalı şirketin sahib———talimatı ile biz bu işlemi gerçekleştirdik, benim içerik ile ilgili bir bilgim yoktur, aldığımız herhangi bir para yoktur, davacı ile davalı arasında yapılan ticaret söz konusudur.” şeklinde beyanda bulunmuştur.
Davalı şirket temsilcisi —-tarihli duruşma zaptına geçen beyanında; “ben Bakırköy 30. Asliye Ceza Mahkemesinde görülmekte olan dava ile ilgili bilirkişi raporunu sunuyorum, ben her ne kadar davalı şirketin müdürü olarak görünsem de benim bir alakam yoktur, ——- isimli kişi beni de dolandırdı, bankaları da dolandırdı, benim kesinlikle parayla bir ilgim yoktur.” şeklinde beyanda bulunmuştur.
DELİLLER, DAVANIN VE UYUŞMAZLIK KONULARININ TESPİTİ, DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE DEĞERLENDİRİLMESİ, HUKUKİ NEDENLER VE SONUÇ:
1-Deliller:
a)—- tarih ve —-yevmiye nolu vekaletname: Dosyada bulunan — Noterliğinin—- tarih ve —-yevmiye nolu vekaletname örneğinden; ——— parsel sayılı taşınmazda———– nolu işyeri nitelikli bağımsız bölümü——– TL bedel karşılığında dilediğine dilediği bedelle satmak üzere …, … ve ——— birlikte veya ayrı ayrı yetkili olmak üzere vekil tayin etmiş olduğu” anlaşılmıştır.
b)Tapu kaydı: Dosyada bulunan ———yevmiye nolu resmi senet örneğinden ———nolu taşınmazın ———. adına kayıtlı iken … tarafından vekaleten———- TL bedelle …’ne satılmış olduğu anlaşılmıştır.
c)—tarihli azilname:———. tarafından …, … ve —— gönderilen — Noterliğinin – tarih ve -yevmiye nolu azilnamesi ile – Noterliğinin – tarih ve – yevmiye nolu vekaletname ile verilen vekaletten azletmiş olduğu, azilnamenin …’a ve———— tebliğ edilemediği, …’ne ise – tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmıştır.
d- tarihli ihtarname:—-. tarafından … ve ——-gönderilen – Noterliğinin – tarih ve — yevmiye nolu ihtarnamesinde – Ada – parselde —nolu taşınmazın satış bedeli olan— TL’nin kendilerine ödenmediğini, banka hesaplarına ödenmesini, aksi taktirde yargı yoluna başaracaklarını bildirdiği anlaşılmıştır.
2-Davanın ve uyuşmazlık konularının tespiti:
Dava, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Davalılar davaya cevap vermediklerinden, ön inceleme duruşmasına kadar tarafların uyuştukları husus olmadığı,
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın,;
a)Davacı ile davalılar arasındaki vekalet ilişkisinin kurulup kurulmadığı,
b)Vekil olan davalıların kötü niyetli olup olmadıkları, vekil edenin zararına hareket edip etmedikleri, vekalet görevini kötüye kullanıp kullanmadıkları,
c)Davacının taşınmaz bedelini alıp almadığı,
d)Davacının, davalılardan taşınmaz bedelini isteyip isteyemeyeceği,
e)Faizin cinsinin ne olması gerektiği ve hangi tarihten itibaren faiz istenebileceği noktalarında toplandığı tespit olunmuştur.
3-Hukuki açıklama: Vekalet görevinin kötüye kullanılması vekalet verme, vekaleten atama işlemleriyle ilgili bir husustur. Vekalet etmek kelime anlamı itibarıyla, bir kişi kurum ya da kuruluşun yerine bakmak, tüm görev ve yetkileri üstlenmek olarak tanımlanmaktadır. Vekalet görevinin kötüye kullanılması konusunda genel bir tanımına ulaşılması amacıyla öncelikle kavramın unsurları saptanmalıdır. Bununla beraber vekilin özen borcuna aykırı surette hareket ettiği her durum vekâletin kötüye kullanılması olarak nitelenemez. Bu bakımdan vekâletin kötüye kullanılmasının diğer özen borcu ihlallerine nazaran özgün niteliğinin ortaya konması gerekir. Vekalet görevini kötüye kullanılması; vekilin iradesi, doğrudan doğruya müvekkilinin menfaatlerinin aleyhine olduğunu bildiği bir durumu gerçekleştirmeye yönelir. Bu nedenle vekâletin kötüye kullanılmasından söz edebilmek için, vekilin özen borcunu müvekkilini zarara uğratma kastıyla ihlal etmesi gerektiği belirtilir. Bu koşulun bir uzantısı olarak ayrıca müvekkil, vekilin bu tutumu neticesinde bir zarar görmüş olmalıdır.
Vekilin Özen Borcunu Zarara Uğratma Kastıyla İhlal Etmesi :
Vekilin vekâlet görevini kötüye kullanması her şeyden önce BK.390’dan (TBK.506.mad) kaynaklanan özen ve sadakat yükümlülüklerinin bir ihlali niteliğindedir. Vekâlet sözleşmesinin özenli biçimde ifasından makul ölçüde beklenebilecek yararın elde edilmesini engelleyecek şekilde davranan vekilin, vekâlet görevini “hüsnü suretle ifa” ettiğinden bahsedilemeyecektir. Vekâletin kötüye kullanılmasında, vekil sahip olduğu temsil yetkisini müvekkilin “irade beyanına ve çıkarına (menfaatine) aykırı biçimde” kullanmaktadır. Oysaki Bununla beraber özen borcunun gereği gibi ifa edilmemesi sebebiyle müvekkilin zarara uğradığı her durum vekâletin kötüye kullanılması olarak nitelenemez. Örneğin vekilin, satmakla görevli olduğu bir gayrimenkulü, rayiç bedelini araştırmadan bu alandaki tecrübesizliği ve bilgisizliği nedeniyle düşük bir fiyat karşılığında devretmesi halinde bir özen borcu ihlali bulunmakla beraber vekâletin kötüye kullanılmasından söz edilemeyecektir.Zira bu durumda vekil özen borcu bakımından ihmalkâr davranmış ve ilgili taşınmazı düşük bir bedelle devrederek müvekkilini zarara uğratmıştır. Davranışı şeklen vekâletnamenin kapsamına uygun olmakla beraber vekil, kendisinden makul ölçüde beklenebilecek özeni göstermemiştir. Ancak bu varsayımda vekil zarara uğratma kastıyla hareket etmemiştir. Oysaki vekâletin kötüye kullanılmasının söz konusu olabilmesi için vekilin vekâlet görevini yerine getirirken, müvekkilini zarara uğratacağını bildiği bir tutumu kasten benimsemesi, bir başka deyişle vekilin iradesinin davranışı nedeniyle doğacak olumsuz sonuçlara yönelmesi gereklidir. Bu unsur kötüye kullanma kavramının bizatihi tanımından kaynaklanmaktadır.
Vekâlet görevini kötüye kullanan vekil bu tutumuyla çoğu zaman kendisine veya bir başkasına bir yarar sağlar. Esasen vekilin bu şekilde maddi bir yarar sağlama amacı gütmesi, vekâletin kötüye kullanılması bakımından çoğu halde bir saik teşkil eder. Bununla beraber vekâletin kötüye kullanılması için her halükarda müvekkile yabancı bulunan bir menfaatin, diğer bir ifadeyle vekâlet sözleşmesinin kapsamı dışında kalan bir yararın, vekile veya “üçüncü bir şahsa” sağlanması şart değildir. Vekil sadece müvekkilini zarara uğratmak düşüncesiyle de özen borcunu kasten ihlal edebilir.
Vekil Edenin Zarar Görmesi:
Vekâletin kötüye kullanılmasının diğer unsuru, vekilin gerçekleştirdiği eylem veya işlem nedeniyle vekilin zarara uğramasıdır. Vekilin zararı maddi veya manevi nitelikte olabilir ve bu bağlamda vekilin eylemi her iki türde zararı birlikte de sonuçlayabilir. Vekilin, vekil edenin iktisadi menfaatlerine aykırı biçimde bir hasmı lehine kazandırıcı bir işlemde bulunması durumunda, vekil eden bakımından maddi bir zararın yanında manevi bir zarar da mevcut olabilecektir.
Vekilin tutumuyla müvekkiline verdiği zararın kayda değer bir boyuta ulaşması gereklidir. İlke olarak müvekkil bakımından büyük bir önem arz etmeyen veya vekâletin ifasından makul surette beklenebilecek yararı ölçüsüz bir biçimde zedelemeyen eksikliklerin vekâletin kötüye kullanılmasının varlığı için yeterli olmayacağı kabul edilebilecektir.
Yargıtay, taşınmaz üzerindeki payları dilediği bedelle satma yetkisine sahip olan vekilin yaptığı bir satışta vekâletin kötüye kullanıldığı iddiasını, satım bedeli ile bilirkişi raporlarında ilgili paylara biçilen değer arasında “aşırı bir oransızlık” bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir.
Ancak tevkil yoluyla görevlendirilen ikinci vekilin, kat karşılığı inşaat yapılmasına ilişkin sözlü bir ön anlaşmanın koşullarına aykırı surette ve müvekkilin zararına olacak bir biçimde arsa devrine gitmesinde vekâletin kötüye kullanıldığı kabul edilebilecektir.
Müvekkilin uğradığı zararın boyutları, vekilin zarar verme kastıyla hareket ettiğinin ispatı bakımından da önem arz eder.
Vekilin güncel ekonomik koşulları göz ardı ederek müvekkiline ait bir malı rayiç değerinin çok altında bir bedelle satması, vekâletin kötüye kullanıldığı yolunda güçlü bir emare teşkil edecektir. HGK, bir taşınmazın vekil tarafından kendi eşine, sözleşme tarihinde geçerli olan piyasa fiyatının üçte birine yakın bir bedelle devredilmesinde açık bir vekâletin kötüye kullanılması hali görmüştür.
Ancak önemli bir zararın varlığı tek başına vekâletin kötüye kullanıldığı anlamına gelmeyecektir. Çünkü vekilin zararlandırma kastıyla hareket etmemekle beraber, özen borcunu ihmalkâr bir tutumla ihlal ederek de müvekkilini önemli bir zarara uğratması mümkündür. Kötüye kullanmanın tespitinde vekilin uğradığı zararın yanında, zarar verme kastının kanıtlanması bakımından çekişme konusu hukuki işlem veya eylemi çevreleyen olgular da dikkate alınabilecektir.
Vekâleti Kötüye Kullanmanın Diğer Özen Borcu İhlallerinden Ayrılması:
Vekâletin kötüye kullanılması, “borcun gereği gibi ifa edilmemiş olması” (borcun kötü ifa edilmiş olması) kavramının kapsamına girmektedir. Zira vekâletin kötüye kullanılması durumunda vekil, vekâletin ifası adına bir maddi eylem veya işlem gerçekleştirmekte, ancak bunlar vekilden beklenen özenli bir ifa niteliğinde bulunmamaktadırlar. Bu nedenle özen borcuna aykırı bir tutum olan vekâletin kötüye kullanılmasında, vekilin iş görmenin zamanında ifa edilmemesi nedeniyle temerrüde düşmesi söz konusu olmaz.
Vekâletin kötüye kullanılmasında vekilin özen borcunu ihlal etmesi söz konusu olmakla beraber vekâletin kötüye kullanılması, özen borcu ihlalinin özel bir görünümüdür. Bu bağlamda öğretide “vekilin vekil edenin iradesine uygun hareket etmediği, özen borcunu tam olarak yerine getirmediği, vekil edenin zarar gördüğü her olayın” vekâletin kötüye kullanılması olarak nitelenemeyeceği belirtilmektedir. Vekâletin kötüye kullanılması kavramının vekilin diğer özen borcu ihlallerine nazaran özgünlüğünün belirlenmesi sağlıklı ve tutarlı bir teori oluşturmak kadar pratik bir önem de arz eder. Zira özen yükümü ihlali halinde, vekilin sebebiyet verdiği zararı tazmin etme yükümlülüğü doğmakla beraber, sadakat ve özen yükümlerinin ağır bir ihlali niteliğinde bulunan vekâletin kötüye kullanılmasında, vekilin gerçekleştirdiği işlemlerin belirli şartlar altında iptali de mümkün olabilmektedir.
Vekâletin kötüye kullanılmasında belirleyici unsur, yukarıda da belirtildiği üzere, vekilin zararlandırma kastıyla hareket etmesidir. Dolayısıyla vekil her şeyden önce vekâlet sözleşmesini kasten ihlal etmektedir. Bu nedenle kötüye kullanma kavramı, vekilin ihmalkâr, dikkatsiz veya tedbirsiz davranarak özen borcunu ihlal etmesi neticesinde müvekkilini zarara uğrattığı durumlardan ayrılır. Vekâletin kötüye kullanılmasında, vekilin kastı belirgin bir biçimde müvekkilinin zararına olan sonuçlara yönelmekte, vekil bu sonuçları öngörmektedir. Bu nedenle vekilin iradi olarak benimsediği, fakat müvekkili bakımından neden olabileceği zararı hesaba katmadığı bir tutum vekâletin kötüye kullanılmasını oluşturmaz. Vekâletin kötüye kullanılması için vekilin “açık bir zarar verme kastı” ile hareket etmesi gerekir.
Vekâletin kötüye kullanıldığı durumların büyük çoğunluğunda vekil işlemde bulunduğu kişiyle, Yargıtay’ın deyimiyle, “el ve işbirliği” halinde hareket eder. Bu ihtimalde vekilin, müvekkilinin aleyhine olarak hukuki bir ilişki kurduğu kişi vekâlet görevinin kötüye kullanıldığının bilincindedir. Bu durumda bulunan kişi esasen hakkını kötüye kullanan durumundadır.
Vekâletin Kötüye Kullanılmasının Sonuçları:
Yargıtay, vekilin temsil yetkisini kötüye kullanarak “üçüncü bir kişiyle” müvekkilinin çıkarına aykırı bir sözleşme akdettiği ve “üçüncü kişinin” de bu durumu bildiği veya bilmesi gerektiği hallerde, söz konusu sözleşmenin vekil açısından bağlayıcı olmayacağı sonucuna varmaktadır.
Vekâleten temsil yetkisinin vekâlet verenin yararına kullanılması, ahlaki ve mantıksal bir gereklilik olduğu kadar, vekilin BK.m.390’dan (TBK.506.mad)kaynaklanan özen ve sadakat borçları nedeniyle yasal bir zorunluluktur. Bu noktadan hareketle, Yargıtay kararları istikrarlı bir biçimde, vekil “vekâletnameye dayalı temsil yetkisini kasten vekâlet verenin zararına ya da iş ve elbirliği yaptığı saptanan başka birinin yararına kullandığı takdirde, yapılan işlem(in) temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalmış olsa bile, vekâlet vereni (temsil olunanı) bağlama(yacağını)” kabul etmektedir.
Bu nedenle vekilin müvekkili adına bir taşınmazı vekâlet görevini kötüye kullanarak düşük bedelle devrettiği ve devralanın da bu durumu bildiği veya bilmesi gerektiği hallerde, müvekkil prensip olarak devralana karşı bir dava açarak, tescilin iptali ile devredilen taşınmazın kendi adına yeniden tescilini talep edebilecektir.
Vekilin zararlandırma kastıyla müvekkilinin menfaatleri aleyhine bulunan bir hukuki işlemi gerçekleştirirken şeklen vekâlet sözleşmesi dâhilinde hareket etmesi (diğer bir deyişle ilke olarak yetkili olduğu bir işlemi yapması), işlemin diğer tarafı olan kişinin bu durumu bilmesi halinde işlemin bağlayıcılığı bakımından farklı bir sonuç doğurmayacaktır. Yargıtay HGK, bir taşınmazı “dilediği bedelle, dilediği kimseye” satmak konusunda yetkili kılınmasının vekile, “dürüstlük kurallarını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle günün ekonomik koşullarını nazara almaksızın makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını bahşetme(yeceğini)” ifade etmiştir.
TBK.’de sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapılabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararıyla bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil sorumlu olur.
Vekilin temsil yetkisini kötüye kullandığının ve işlemde bulunduğu üçüncü şahsın bu durumu bildiğinin veya bu kişilerin işbirliği içerisinde hareket ettiklerinin tespit edilmesinde, somut olayın bütün unsurlarının dikkate alınması gerekecektir. Vekilin gerçekleştirdiği işlemin müvekkil bakımından doğurduğu sonuçlar vekilin işlemde bulunduğu kimse ile olan ilişkileri, tartışmalı işlemi takip eden gelişmeler, bu bağlamda değerlendirilmesi gereken vakalar arasında sayılabilirler.
Vekâlet Görevinin Kötüye Kullanıldığını Üçüncü Kişinin Bilmemesi ve Bilebilecek Durumda Olmaması Halinde; vekilin yaptığı sözleşmenin tarafı olan kişinin, vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmemesi ve bilebilecek durumda olmaması halinde, söz konusu sözleşme müvekkil açısından bağlayıcı olacaktır. Yargıtay’ın ifadesiyle bu durumda vekâletin kötüye kullanılması, “vekil ile vekâlet veren arasında bir iç sorun olarak kalır. Vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olmaz. Yapılan sözleşmenin iptali istenemez.
Vekâlet görevinin kötüye kullanılması nedeniyle bir zarara uğrayan müvekkil, uğradığı tüm zararın tazmin edilmesini “vekâlet sözleşmesine ve haksız fiil hükümlerine göre vekilden isteyebilir.” İşlemde bulunulan üçüncü kişinin bu durumu bilmemesi ve bilebilecek durumda olmaması karşısında vekil edenin bu kişiden tazminat talebinde bulunması mümkün olmayacaktır.
Vekâlet görevini kötüye kullanan vekil gerçekleştirdiği sözleşme nedeniyle aldıklarını TBK.508 maddesi uyarınca müvekkiline vermekle yükümlüdür. Bu durumda vekil ayrıca müvekkilinin zararını TBK’nin 506. maddesi uyarınca tazmin etmeye yönelik olarak, aldığı değerler ile özenli bir ifa neticesinde elde edilmesi beklenebilecek olan değer arasındaki farkı da tazmin etmekle yükümlü olacaktır.
Diğer yandan müvekkil, vekâletin kötüye kullanılması neticesinde uğradığı zararın tazmin edilmesini TBK.’nun haksız fillere ilişkin hükümleri doğrultusunda da vekilden talep edebilecektir.
İptal Yaptırımının Hukuki Dayanağı Sorunu:
Yargıtay’ın vekâletin kötüye kullanılması sorununu ele aldığı birçok kararında MK.m.3 anlamında “iyi niyet” prensibine dayandığı görülmektedir. Buna göre vekilin işlemde bulunduğu kişinin MK.m.3 bakımından iyi niyetli olması, yani vekâletin kötüye kullanıldığını bilmemesi ve kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak bulunmaması halinde vekilin yaptığı sözleşme geçerli sayılacak, aksi takdirde ise müvekkil bu sözleşme ile bağlı tutulamayacaktır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa, bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim, uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Vekâletin kötüye kullanılmasına bağlanan iptal yaptırımı MK.m.2’de ifadesini bulan “dürüstlük kuralı” çerçevesinde geçerli bir hukuki dayanak bulur. Esasen Yargıtay, vekâletin kötüye kullanılmasına ilişkin yaklaşımını temelde dürüstlük kuralı üzerinde kurmaktadır. Yargıtay’ın ifadesiyle “vekil vekâletnameye dayalı temsil yetkisini kasten vekâlet verenin zararına, kendisinin ya da el ve işbirliği yaptığı saptanan başka birinin yararına kullandığı takdirde, […] vekil vekâlet görevini kötüye kullanmakta, yetkisini kötüye kullandığını bilerek vekil ile sözleşme yapan da hakkını kötüye kullanan kişi durumuna düşmektedir.
Bu sebeple vekilin vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan yetkilerini müvekkilini zarara uğratma amacıyla kullanarak müvekkilinin zararına olan sonuçlara sebebiyet verdiği durumlarda vekâletin kötüye kullanılması söz konusu olacaktır. Vekilin vekâlet görevini kötüye kullanmak suretiyle başka bir kişi ile bir sözleşme yapması ve söz konusu kişinin de bu durumu bilmesi veya bilebilecek durumda olması halinde, müvekkil yapılan işlem ile bağlı tutulamayacak ve işlemin iptalini talep edebilecektir. Çünkü bu durumda MK.m.2’de öngörülen dürüstlük kuralına aykırı olarak, vekil vekâlet yetkisini, vekil ile işlemde bulunan kişi ise hakkını kötüye kullanmaktadır. Oysaki “bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” Bu nedenle vekâletin kötüye kullanılması yoluyla gerçekleştirilen işlemlerin iptal edilmesi, MK. m.2’de isabetli bir hukuki dayanak bulur. Bu durumda yapılan işlemin iptalini talep eden müvekkil, ayrıca varsa uğradığı zararın tazmin edilmesini talep edebilecektir.
Yukarıda belirtilen hukuksal değerlendirmeden açıkça anlaşıldığı üzere bir taşınmazın satışında, vekilin dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, ona dürüstlük kurallarını, sadakat ve özen borcunu, gözardı ederek başkasına satış yapma hakkı vermemektedir.
Türk Borçlar kanununun 506/2 maddesine göre Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Türk Borçlar Kanununun 508/2 maddesine göre de Vekil, vekâlet verene tesliminde geciktiği paranın faizini de ödemekle yükümlüdür.
Vekil eden malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını.vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil; vekil edenin uğrayacağı zararı tazmin etmekle sorumlu olur.
4-Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hukuki nedenler ve sonuç:
Davacı vekili dava dilekçesinde; davacı şirketin verdiği vekalette vekil olan davalıların birbirine yaptıkları satışta vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeni ile satış bedeli –TL’nin tapunun devir tarihi ——–tarihinden itibaren hesaplanacak ticari faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Dosyada buluna——-. Noterliğinin —— tarih ve —-yevmiye nolu vekaletname örneğinden; ——- tarafından ——– parsel sayılı taşınmazda ———işyeri nitelikli bağımsız bölümü ——- TL bedel karşılığında dilediğine dilediği bedelle satmak üzere …, … ve———— birlikte veya ayrı ayrı yetkili olmak üzere vekil tayin etmiş olduğu” anlaşılmıştır.
Dosyada bulunan —– tarih ve—–evmiye nolu resmi senet örneğinden ——– nolu taşınmazın ——– adına kayıtlı iken … tarafından vekaleten ———— TL bedelle …’ne satılmış olduğu anlaşılmıştır.
Davalı alıcı şirketin iyi niyetli olup olmadığının tespiti bakımından dosya üzerinde biri mali müşavir, biri nitelikli hesaplamalar uzmanından oluşan iki kişilik bilirkişi heyetince bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.
Yukarıda açıklandığı üzere, emsal Yargıtay kararlarında da belirtildiği gibi vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır.
Üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise, veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur.
Dava konusu ———- parsel sayılı taşınmazda ——— nolu işyeri nitelikli bağımsız bölümü satan … ile satın alan …——–. tarafından vekil tayin edilmiştir.
Davalı ..—– tarihli duruşma zaptına geçen beyanında; “ben davalı şirkette işçi olarak çalışıyorum, davacı şirket ve sahibini tanımam, davalı şirketin sahibi ———- talimatı ile biz bu işlemi gerçekleştirdik, benim içerik ile ilgili bir bilgim yoktur, aldığımız herhangi bir para yoktur, davacı ile davalı arasında yapılan ticaret söz konusudur.” şeklinde beyanda bulunmuştur.
Davalı şirket temsilcisi 21.3.2018 tarihli duruşma zaptına geçen beyanında; “ben Bakırköy 30. Asliye Ceza Mahkemesinde görülmekte olan dava ile ilgili bilirkişi raporunu sunuyorum, ben her ne kadar davalı şirketin müdürü olarak görünsem de benim bir alakam yoktur, ——— isimli kişi beni de dolandırdı, bankaları da dolandırdı, benim kesinlikle parayla bir ilgim yoktur.” şeklinde beyanda bulunmuştur. Davalıların bu beyanları maddi vakıanın ikrarı niteliğindedir.
İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.
Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır. Yapıldığı yere göre mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir.
Davalıların bu beyanları mahkeme içi ikrar niteliğindedir. Mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir. İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkar da denilmektedir. Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz. Vasıflı ikrarda, (gerekçeli inkarda) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir.
Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır. Öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte; iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.
Somut olayda, davalılar taşınmazın satışı nedeniyle aldıkları ve davacı şirkete verdikleri bir para olmadığını, yani satış bedelinin davacı şirkete ödenmediğini ikrar etmektedirler. Ancak, her iki davalı da bu işlemi davalı şirketin gerçek sahibi ———- emri ile gerçekleştirdiklerini savunmaktadırlar. Davalıların ikrarlarına eklediği bu vakıa ile davacı tarafa satış bedelinin ödenmediği hususunda bir bağlantı yoktur. Niteliği itibariyle bağlantısız birleşik ikrarın söz konusu olduğu bu durumda, davacıya satış bedelinin ödendiğini ispat yükümlülüğü davalıdadır. Davalı taraf, satış bedelinin davacıya ödendiğini ispat edememiştir. Bu nedenle satan ve alan kişilerin birlikte vekil tayin edilmiş olması, davalıların duruşma zaptına geçen beyanları ve tüm dosya kapsamından davalıların vekalet görevlerini kötüye kullanıldıkları ve satış bedelinin davacı şirkete ödenmediği anlaşılmaktadır.
Bu sebeple; davacının, kanıtlanan davası nedeniyle her iki davalıdan taşınmazın satış bedeli olan 2.250.000 TL’yi tazminat olarak talep edebileceği kanaatine varılmıştır.
5-Faiz istemi ile ilgili inceleme ve gerekçe: Davacı vekili 2.250.000 TL’nin tapunun devir tarihi olan 23.2.2012 tarihinden itibaren hesaplanacak ticari faizi ile birlikte davalılardan şütereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir.
Her ne kadar devir 22.2.2012 tarihinde yapılmış ise de, dava dilekçesinde davacı faizin başlangıç tarihini 23.2.2012 olarak gösterdiğinden taleple bağlılık ilkesi gereğince faizin 23.2.2012 tarihinden itibaren verilmesine karar verilmiştir.
Faizin cinsi ile ilgili olarak da, davacı ve davalı …- Tacir olduğundan davacının davalı … ———-icari avans faizi talep edebilecek olup, davalı … tacir olmadığından bu davalıdan ancak yasal faiz isteyebilecek ise de, dava dilekçesinde davacı sadece ticari faiz istediğini beyan etmiştir.
5335 sayılı Yasa ile değişik 3095 sayılı Yasa hükümlerinde, 01.05.2005 tarihinden itibaren yasal faizin (ticari olmayan işlerde uygulanan temerrüt faizi) reeskont oranına göre belirlenmesi düzenlemesinden vazgeçilip, reeskont oranı tabiri madde metninden çıkartılmış, bunun yerine artırılma-indirilme yetkisi ——— bırakılan ve belli bir oranı ifade etmekte olan (önce %12 iken 01.01.2006 tarihinden itibaren %9) faiz uygulamasına geçilmiş, diğer bir deyişle 01.01.2000 tarihinden önceki dönemde ticari işlerde,———tarihleri arasında ise ticari olmayan işlerde temerrüt faizine esas olarak uygulanan reeskont oranına yasa metninde yer verilmemiştir.
Buna göre, davacı faiz istemini 3095 sayılı Kanun’un 2. Maddesinde belirtilen şekilde ticari işlerde uygulanacak temerrüt faizi olan avans faiz oranı üzerinden talep etmediğinden ve Yüksek Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 1.3.2018 tarih 2016/13877 esas, 2018/1090 karar sayılı ilamında belirttiği gibi ticari faizin karşılığı yasal faiz olduğundan taleple bağlılık ilkesi gereğince her iki davalı yönünden de yasal faiz uygulanmış ve davanın kabulüne, ———-TL’nin faizin başlangıç tarihi yönünden taleple bağlı kalınarak ——- tarihinden tahsil tarihine kadar işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya ödenmesine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davanın KABULÜ ile,
2.250.000 TL’nin faizin başlangıç tarihi yönünden taleple bağlı kalınarak ——- tarihinden tahsil tarihine kadar işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya ödenmesine,
2-Faizin türü ile ilgili istemin reddine,
3-Harçlar kanununa göre alınması gerekli 153.697,50 TL harcın, davacı tarafından peşin olarak yatırılan 38.424,38 TL harçtan mahsubu ile bakiye 115.273,12 TL harcın davalıdan alınarak Hazineye gelir kaydına,
4-Davacı tarafından yatırılan 38.424,38 TL harcın davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
5-Davacı tarafından sarf edilen 2.259,60 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
6-Davacı kendisini vekille temsil ettirdiğinde karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’nin 13/1.maddesi uyarınca 83.950 TL vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine,
7-Dosyada mevcut gider avansının karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,
Dair, davacı vekilinin yüzüne karşı, davalıların yokluğunda, gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin ilgili Hukuk Dairesine istinaf kanun yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.12/04/2019