Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 4. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/1259 E. 2018/1298 K. 26.12.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. İstanbul Anadolu 4. Asliye Ticaret Mahkemesi
ESAS NO : 2018/1259 Esas
KARAR NO : 2018/1298
DAVA : Hakem Kararının İptali
DAVA TARİHİ : 10/05/2016
KARAR TARİHİ : 26/12/2018
Mahkememizden verilen 01/11/2017 tarih ve ——– Esas ——- sayılı kararı Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 26/09/2018 tarih ve 2018/4461 Esas 2018/3436 Karar sayılı ilamıyla bozulmakla, yeniden yapılan yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA: Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; Hakem Heyeti’nin uygulanacak hukuku tespitine ilişkin kararı yargılama usulünün ana ilkelerini yerle bir ettiğini, taraflar arasında——— tarihinde imzalanan —— başlıklı sözleşmenin 7. Maddesi “Hakem heyeti tarafından yapılacak yargılamada HUMK 516-536 hükümleri uygulanacaktır.” şeklinde olduğunu, Hakem Heyeti çoğunluğunca, asıl dava konusu uyuşmazlığın 27.06.2008 tarihli sözleşmeden kaynaklandığı kabul edildikten sonra, “HMK yürürlüğe girdikten sonra açılan işbu tahkim davasında HMK hükümlerinin uygulanması gerekmektedir” şeklindeki gerekçesini kabul etmenin hukuken mümkün olmadığını, nitekim azınlıkta kalan Hakemin karşı oy gerekçesinde de bu hususun belirtildiğini, HMK m.74 ve HUMK m.63 gereğince, vekil tarafından tahkim ve hakem sözleşmesi yapılabilmesi özel yetki gerektiğini, bu çerçevede de tahkimde uygulanacak hukuku belirleme yetkisi de münhasıran taraflara ait olduğunu, taraflar bu konuda vekillerine özel yetki vermedikçe vekillerin tahkimde uygulanacak hukuku değiştiremeyeceklerini, yargılamada ise taraf vekillerinin sundukları vekaletnamelerde tahkimde uygulanacak hukuk kurallarını değiştirme yetkisi yer almadığından Hakem Heyeti çoğunluğunun bu gerekçesinin de hukuka aykırı olduğunu, ayrıca taraflarınca hiçbir yargılama aşamasında, HMK hükümlerinin uygulanması kabul ettiği yönünde bir talep dile getirmediklerini, tahkim yargılaması yönünden; HUMK veya HMK’nin uygulanmasının, hem yargılama usulü hem de verilen kararın sonuçları açısından önemli farklılıkların doğmasına neden olacağını, Hakem Heyeti hukukumuzda benzeri görülmemiş birçok usul hatası yapmış ve bu durumun yargılamanın, dolayısıyla kararın esasına etkili olduğunu, bilirkişi heyetinin uzman kişilerden oluşmadığını, Heyetin esasen maddi hukuku değerlendirme yönünden de yetersiz olduğunu, sayın hakem heyetinin huzurunda açılmış bulunan davamısının konusunun; davacı şirketler ile davalı arasındaki ticari ilişkiden kaynaklanan ve davalı şirket tarafından başlatılan icra takibindeki alacak miktarının gerçekte ne kadar olduğunun tespiti olduğunu, ancak Hakem heyetinin bunu menfi tespit davası olarak reddettiğini, davacı müvekkil şirketlerin, davalı şirkete borçlu olup-olmadığının, borcu var ise, borcunun ne kadar olduğunun tespitini yapmayarak, ret kararına birtakım gerekçeler oluşturmaya çalışmasının hukuk düzenine aykırı olduğunu, taraflar arasındaki sözleşmelerde bu yönde bir düzenlemenin yer almadığını, hakem heyetinin, davacı şirketlerin, davalı şirkete olan borcunun tespitinin gerekli ve zorunlu olduğunu, huzurdaki davanın tek konusunun; taraflar arasında imzalanan 27.06.2008 ve 25.08.2008 tarihli anlaşmalar gereğince, davacı müvekkillere ait taşınmazlar üzerine, haciz koyabilmek amacıyla başlatılmış olan İstanbul 28. İcra Müdürlüğünün ———- Esas sayılı takip dosyasındaki, borç miktarı kadar bir borcun bulunup-bulunmadığının tespiti ve var ise, borç miktarının belirlenerek, ödenecek miktarın tespitinden ibaret olduğunu, hakem heyetinin iddia ve savunma doğrultusunda, toplanması talep edilen delilleri toplayıp, hesap ve defter incelemesi gibi uzmanlık gerektiren hususlarda, bilirkişi incelemesi yaptırıp, hasıl olan neticeye göre hüküm kurması gerekirken, toplanması talep edilen delillerinin toplanmadığını, maddi vakıa ile çelişik, ağır ve esası doğrudan etkileyen usule aykırılıklar yapıldığını, davaya konu icra takibinin 25.08.2008 tarihli anlaşma uyarınca yapıldığını, söz konusu anlaşmanın 2. Maddesinde ” Takip ve haciz işlemlerinin gerektirdiği her türlü harç ve benzeri takip giderleri———— ait olacak ve fakat takip nedeniyle taraflar birbirlerinden vekalet ücreti talep etmeyecekler” şeklinde olduğunu, sözleşmenin bu maddesi uyarınca icra takibine dayalı olarak, davacı (borçlu) şirketlerin, harç, takip giderleri ve vekâlet ücretinden sorumlu olmadığının sabit olduğunu, bu maddi gerçeğe rağmen hakem heyetinin müvekkil şirketleri vekâlet ücreti ödemekle sorumlu tutmaktan geri kalmadığını, tüm bu nedenlerle, Hakem Heyeti çoğunluğu tarafından verilen kararın, yargılamanın esasını doğrudan etkileyen ağır ve vahim usul hukuku hataları içermesi ve yanlış kanun hükümlerinin uygulanması açısından hukuka aykırı olması nedeniyle iptaline ve yargılamanın, sözleşmelerde belirlenen usulde seçilecek yeni hakem heyeti tarafından yapılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacıların yargılamada HUMK hükümlerinin uygulanmadığına dayalı temyiz ve işbu iptal dava ve taleplerinin haksız olduğunu, davacı tarafın yargılamada HUMK yerine HMK hükümlerinin uygulanmış olmasının verilen kararın esasını ne şekilde etkilediği hakkında ciddi herhangi bir bilgi ve belge sunamadıklarını, çünkü uygulanan yargılama usulünün davaların esasına herhangi bir etkisi olmadığını, kararın aleyhlerinde olduğunu görmelerinden sonra yargılama usulünün belirlenmesinde yetkisiz olduklarını beyan etmelerinin doğru olmadığı gibi “dürüstlük kurallarına” da aykırı olduğunu, davacıların işbu dava ile hakem tarafından yargılaması sonuçlandırılan davayı esas yönünden tekrar adlî yargıya taşımayı amaçladıklarını, bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DAVANIN AŞAMALARI: Yapılan yargılama sonucunda verilen Mahkememizin —— tarih, ——esas, —— karar sayılı ilamının temyiz edilmesi üzerine yüksek Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 26.09.2018 tarih, 2018/4461 esas, 2018/3436 karar sayılı ilamı ile “iptal davasının bölge adliye mahkemesinde görülmesmesinin zorunlu hale gelmesi” gerekçesiyle bozulduğu anlaşılmış, Mahkememizce bozma ilamına uyularak yargılamaya devam olunmuştur.
DAVANIN VE GÖREVLİ MAHKEMENİN TESPİTİ, İNCELEME ve GEREKÇE:
Dava 6100 sayılı HMK’nın 439. maddesinde düzenlenen hakem kararının iptâli istemine ilişkindir.
6100 sayılı HMK’da tahkim yargılamasında görevli mahkeme konusunda 410 ve 439. maddelerde düzenlemeler yer almakta iken 15.03.2018 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 7101 sayılı Kanun 57. maddesiyle HMK 410. madde, 60. maddesiyle de HMK 439. madde değiştirilmiştir. Ayrıca 53. madde ile 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu’nun 15. maddesinde yapılan değişiklik ve 54. madde ile bu Kanun’a eklenen ek 1. madde ile de görevli mahkeme konusunda ihtiyari tahkim ve milletlerarası tahkim arasında paralellik sağlanmıştır. Kanun’un 55. maddesiyle de 5235 sayılı Kanun’un 5. maddesinde değişiklik yapılmış ve iptâl davaları ticaret mahkemesinin heyet halince göreceği davalar arasından çıkarılmıştır.
Yapılan değişiklikler sonucu HMK’daki son düzenlemelerde; tahkim yargılamasında, mahkeme tarafından yapılacağı belirtilen işlerde görevli ve yetkili mahkemenin, konusuna göre tahkim yeri asliye hukuk veya asliye ticaret mahkemesi olduğu, tahkim yeri belirlenmemiş ise görevli mahkemenin, konusuna göre asliye hukuk veya asliye ticaret mahkemesi, yetkili mahkemenin ise davalının Türkiye’deki yerleşim yeri, oturduğu yer veya işyeri mahkemesi olduğu (HMK 410/1), hakem kararına karşı yalnızca iptâl davası açılabileceği, iptâl davasının, tahkim yeri bölge adliye mahkemesinde açılacağı, öncelikle ve ivedilikle görüleceği (HMK 439/1) belirtilmiştir.
4686 sayılı MTK’daki son düzenleme ise hakem kararına karşı yalnızca iptâl davası açılabileceği, iptâl davasının, 3 üncü madde uyarınca yetkili asliye hukuk mahkemesinin bulunduğu yer yönünden yetkili bölge adliye mahkemesinde açılacağı, öncelikle ve ivedilikle görüleceği (15/1), bu Kanun’da asliye hukuk mahkemesine verilen görev ve yetkilerin, uyuşmazlığın konusuna göre asliye hukuk veya asliye ticaret mahkemesi tarafından kullanılacağı (ek 1) şeklindedir.
Yapılan değişiklikler ile 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu ve 6100 sayılı HMK’daki tahkim konusundaki görev kuralları benzer hale getirilmiştir.
Yapılan bu düzenlemeler mahkemelerin görevine ilişkindir. Görev düzenlemesi yapılan 7101 sayılı Kanunda görev kuralına ilişkin yapılan değişikliklerin eldeki davalara uygulanıp uygulanmayacağı konusunda bir hükme yer verilmemiştir. Sonuç olarak uygulanması gereken geçiş hükmü bulunmamaktadır. Usul kuralları ve bu kapsamda yer alan görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, aksine düzenleme yoksa derhal uygulanacağından, yapılan görev kuralı değişikliklerinin kanunda istisna niteliğinde geçiş hükümlerine yer verilmediği için eldeki davalara da uygulanması gerekir.
Davanın 6100 sayılı HMK’nın yürürlüğe girdiği tarihten önce ya da bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten önce açılıp açılmadığının da bir önemi bulunmamaktadır. Aynı şekilde sözleşme tarihi itibarıyla hakem kararlarına karşı iptâl davası mı açılacağı ya da temyiz yoluna mı başvurulması gerektiği konusundaki görüş ayrılığı da 13.04.2018 tarih, ve ——Esas, ——- Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile giderilip sözleşme tarihine bakılmaksızın iptâl davası olarak belirlenmiştir. 6100 sayılı HMK geçici 1/1. maddede bu kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümlerinin Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış davalarda uygulanmayacağı düzenlemesi, geçici 3/3. maddede ise, bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanun’un bu Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin uygulanacağı düzenlemeleri bulunmakta ise de bu maddeler 6100 sayılı Kanun ile yapılan düzenlemelere ilişkin olup 6100 sayılı Kanun’da değişiklik yapan 7101 sayılı Kanun hükümlerini kapsadığından söz edilemez.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde hüküm verildikten sonra yapılan kanun değişikliği ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 15. maddesine göre açılmış olan iptâl davasının bölge adliye mahkemesinde görülmesi zorunlu hale gelmiştir.
HMK 114/1-c maddesi uyarınca görev dava şartıdır.
HMK.nun 115. maddesine göre Mahkeme dava şartlarının mevcut olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden araştırmak zorundadır.
Tüm bu nedenlerle mahkememizin görevsizliğine karar verilmesi gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1- Göreve ilişkin dava şartı noksanlığı bulunduğundan HMKnın 114/1-c ve 115/2. maddesi uyarınca davanın usulden REDDİNE,
2- HMK’nin 20/1. maddesi uyarınca karar kesinleştiğinde ve yasal süre içinde istem halinde dosyanın görevli İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin ilgili Hukuk Dairesi’ne GÖNDERİLMESİNE,
3- HMK’nin 331/2. maddesi uyarınca yargılama giderlerinin görevli mahkeme tarafından değerlendirilmesine,
4- HMK’nin 20/1. maddesi uyarınca kararın kesinleşmesinden sonra yasal süre içinde gönderme başvurusunun yapılmaması halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmek üzere dosyanın ele alınmasına,
Dair, davacılar vekilleri ve davalı vekilinin yüzlerine karşı, 6100 sayılı HMK geçici 3/2. maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı HUMK’un 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam edileceğinden HUMK 432/1. Maddesine göre kararın tebliğinden itibaren 15 günlük yasal sürede Yargıtay temyiz kanun yolu açık olmak üzere oy birliğiyle verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.26/12/2018