Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 13. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/665 E. 2022/610 K. 15.09.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. İstanbul Anadolu 13. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO:2021/665 Esas
KARAR NO:2022/610

DAVA:Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ:27/10/2021
KARAR TARİHİ:15/09/2022
Mahkememizde görülmekte olan Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda dosya incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ/
DAVA/TALEP;
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkili şirket —- tarih 9080 sayılı —- ilan edildiği üzere—-tarihinde ticaret sicile tescil edilmiş olup şirketin kurucusu ve tek yetkilisi —- olduğunu, davaya konu, —tarih ve — vade tarihli —bedelli bono,— tarih ve — vade tarihli — bedelli bono, — tarih ve —vade tarihli —-bedelli bonolarda borçlu olarak imzası bulunan diğer takip borçlusu — eşi olduğunu, takibe konu yapılan bonoların, müvekkili şirketin ticari işletmesi yahut ticari işletme konusu ile ilgili olmamakla birlikte, müvekkili şirket ile davalı— arasında başkaca hiçbir hukuki ve ticari ilişki de mevcut bulunmadığını, bununla birlikte davalı taraf ile diğer takip borçlusu — arasında bir borç ilişkisi bulunmakta olup, söz konusu borcun ne şekilde ödeneceğine ilişkin—- tarihinde taraflar kendi aralarında bir borç tasfiye protokolü hazırlamış ve işbu protokol ile; söz konusu borcun — olan borcunun tasfiyesi amacıyla hazırlandığı belirtilerek, borç taksitlerinin senet olarak ödeneceği, senet ödemelerinin hangi tarihlerde yapılacağının yer aldığı ifade edildiğini, protokol ekinde yer alan tablo incelendiğinde görüleceği üzere icra takibine konu edilen bonolar, söz konusu ekli tabloda yer alan ve —- olan borcu nedeniyle keşide edilen bonolar olduğunu, bu anlamda işbu bonoların müvekkili şirketin davacı tarafa olan herhangi bir borcu yahut bir ticari ilişki nedeniyle verilmediğinin açık olduğunu, anılan bonolarda müvekkili şirket kaşesi altında imzası bulunan kişi — olmakla birlikte —borçlu —- eşi olduğunu, söz konusu dönemde, borç tasfiye protokolünün bir an önce hazırlanmasını isteyen— baskıları ve alacağını güvence altına alma bahanesiyle esasen kötüniyetli olarak müvekkili şirketin de kefil olarak sorumlu tutulmasını isteyen davalı —baskıları neticesinde müvekkil şirketin hiçbir ticari ve hukuki ilişkisi bulunmamasına rağmen —- eşinin borcu nedeniyle şirketin tek yetkilisi olmasının da verdiği avantajı kötüniyetli bir şekilde kullanarak işbu bonolara — altında imza attığını, takibe konu bonolar, işbu protokol kapsamında tanzim edilen bonolar ile aynı olduğunu, —-tarihli ekli borç tasfiye protokolü davalı — ortada müvekkili şirket işletmesi ile ilgili bir borç ilişkisinin bulunmadığını bildiğini kesin bir şekilde ortaya koyduğunu, protokolün ikinci maddesinde ise müvekkili şirket —-borca kefil olacağı hususu düzenlendiğini, işbu borç tasfiye protokolünün açık hükümleri, yaratılmak istenen hukukî işlemin, müvekkili şirket faaliyeti kapsamında yer almadığının davalı — tarafından müspet olarak bilindiğini açıkça ortaya koyduğunu, nitekim kefalet ilişkisinin bir ticari işletmenin işletme konusu ile ilgili olması ancak o şirket menfaatine gerçekleşen bir kefaletin varlığı halinde söz konusu olabileceğini, bir şirketin hakim hissedarının ya da onun bir yakınının aldığı bir kredinin teminatını oluşturmak üzere yapılan kefalet işleminde — kişinin bu işlemin şirketin işletme konusu kapsamına girmediğini bildiği zira böyle bir işlemin her şirket açısından işletme konusun dışında kaldığı kabul edildiğini, — tarih—–sayılı — ilan edildiği üzere müvekkili şirketin ortaklık yapısı —- tarihinde tamamen değiştiğini ve şirket kurucusu ve tek yetkilisi — hissesini devretmiş ve şirketteki yetkisi sona erdiğini, takip tarihinden çok daha önceki bir zamanda keşide edilen bonolar hakkında, şirketin ticari defterleri incelendiğinde de görüleceği üzere, herhangi bir kayıt bulunmadığını, bu itibarla müvekkil şirketi devralan yeni tek pay sahibi tarafından da şirketin işletme konusu dışındaki söz konusu faaliyetin bilinebilmesi mümkün olmadığını, müvekkili şirketin borçlu olduğu iddia edilen bonolar hakkında ödeme emrinin tebliği ile bilgi sahibi olunduğunu, ne şirket devrinden önce ne de şirket devrinden sonra müvekkili şirket aleyhine kötü niyetli olarak keşide edilen bonolar hakkında devralanın bir bilgisi olmadığını beyan etmiş, müvekkili şirketin—Esas sayılı icra takibi dosyası kapsamında davalı tarafa —-borçlu olmadığının tespiti ile davaya konu bonolara dayanan icra takibinin iptaline, müvekkili şirket aleyhine kötüniyetli ve haksız olarak takip başlatan davalı alacaklının takip konusu alacağın —–az olmamak üzere kötüniyet tazminatına mahkum edilmesine , yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP /TALEP:
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; dava dışı—-tarafından, temel ilişki niteliğindeki — tarihli — gereğince düzenlenerek müvekkile verilen bonoların TK m. 776 vd. hükümlerine uygun olarak düzenlendiği ve kambiyo senedi vasfı taşıdığı hususunda bir tartışma bulunmadığını, mezkür protokolde imzası bulunan ve Protokol’ün 2. maddesi ile —-borcu için müvekkile teminat sağlamayı yükümlenen —-bu taahhüdünün ifası zımnında —- tarafından düzenlenerek müvekkile verilen bonoları “kefil” ibaresiyle imzalamış, neticeten TK 778/3’ün atfıyla bonolar bakımından da uygulanan 701/2 ve 4 hükümleri gereği düzenleyen, yani asıl borçlu — verdiğini,—- bu kambiyo taahhüdünün altında imzası bulunan — taahhüt tarihi itibariyle— tek başına temsile yetkili ve şirketin tek pay sahibi konumunda olduğu hususunda tartışma bulunmadığını, işbu davada — yetkili temsilcisi tarafından,—- üstlendiği bir borcun ifası amacıyla verildiği açıkça ortada olan kambiyo taahhüdünün —-şirketin işletme konusuna dahil olmadığı” gerekçesiyle TK m. 371/2 gereği hükümsüz olduğu ileri sürüldüğünü, TK 371/2’de temsile yetkili olanların işletme konusu dışında yaptıkları işlemlerin de şirketi bağlayacağı, ancak işlemin karşı tarafının işlemin konu dışında olduğunu bildiği veya bilmesinin mümkün olmadığının ispatı koşuluyla şirketin bu sözleşme ile bağlı olmaktan kurtulabileceği düzenlendiğini, buna göre, TK 371/2 hükmünün uygulama alanı bulabilmesi için her şeyden önce, yapılan işleme esas sözleşmedeki işletme konuları arasında yer verilmiyor olması gerektiğini, bir başka söyleyişle, işlem şirket esas sözleşmesinde yazılı bir hususa ilişkin ise, artık TK 371/2’nin uygulanması ve şirketin bağlı olmadığını ileri sürmesi hukuken mümkün olmadığını, müvekkili şirketi devralan — yeni pay sahibi tarafından da şirketin işletme konusu dışındaki söz konusu faaliyeti bilinebilmesi mümkün olmadığını, müvekkili şirketin borçlu olduğu iddia edilen bonolar hakkında ödeme emrinin tebliği ile bilgi sahibi olunduğunu, ne şirket devrinden önce ne de şirket devrinden sonra müvekkili şirket aleyhine kötü niyetli olarak keşide edilen bonolar hakkında devralanın bir bilgisi olmadığı ifadeleriyle işbu davanın esas sebebi de ortaya konulduğunu, müvekkilinin, davacı —ile yetkili temsilci, pay sahibi vb. sıfatıyla bir ilişki içinde olmadığını, — ticari defter ve belgelerini nasıl düzenlediği hususu müvekkilin bilgisi dâhilinde olamayacağını, bu bakımdan bonolardaki— işleminin — kayıtlarına yansıtılmış olup olmadığı veya bunun nasıl gerçekleştiği konusunun müvekkille ve işbu davada varılacak sonuçla hiçbir ilgisi olmadığını, davacının bu beyanının bile dosyadaki bilgilerle çeliştiğini, dosyaya delil olarak sunulan belgeler ile esasen — teminat gösterme yükümlülüğü altında olduğunun —kayıtlarına da yansıdığının açıkça görüldüğünü de belirtmek gerektiğini, davacı dosyaya anılan protokolün 2. maddesinde —borcuna—kefil olacağı (teminat vereceği) düzenlendiğini,—- tarafından değil, bizatihi teminat verme borcu üstlenen davacı tarafından dosyaya sunulduğuna göre protokolün davacı kayıtlarında bulunduğu anlaşıldığını, ikincisi, yukarıda yer verilen dilekçedeki argümanlar, esasen buradaki temel meselenin müvekkiline verilen bonolardaki —beyanının davacıyı bağlayıp bağlamamasına ilişkin olmadığını, davacının ulaşmak istediği hedefin şirketi devralan yeni pay sahibinin dolaylı olarak etkilendiği bu yükümlülükten kurtulmasını sağlamak olduğunu gösterdiğini, buna da hukuken olanak bulunmadığını, devralınacak bir şirketin devir tarihinden önce üstlenmiş olduğu borç ve yükümlülükler ile şirketin mali durumu hakkında gerekli araştırma, inceleme ve bilgilendirmeyi yapmak tamamen devreden ve devralan arasındaki hukuki ilişki temelinde değerlendirilebilecek ve satış sözleşmesindeki ayıba karşı tekeffül hükümleri kapsamında çözülebilecek bir mesele olduğunu, —- dilekçesinde müvekkilin uyuşmazlığın temelindeki icra takibini haksız ve kötüniyetli olarak başlatmış olduğu gerekçesiyle alacağın—az olmamak üzere kötüniyet tazminatına mahküm edilmesi talep edilmekteyse de, davacı şirketin müvekkili lehine verdiği taahhütlerin hukuken geçerli olması karşısında müvekkilin davacıya karşı takibe geçmekte haksız ya da kötüniyetli olduğundan bahsetmek imkânı olmadığını, bu gerekçelerle davacının kötüniyet tazminatı talebinin kabulü hukuken mümkün olmadığı gibi, takibin durdurulması halinde davacının —az olmamak üzere icra inkâr tazminatı ödemeye mahküm edilmesini talep etmek de hukuken bir zorunluluk haline geldiğini beyan etmiş, davanın reddine, takibin muvakkaten durdurulmasına karar verilmesi hâlinde davacının—aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatı ödemeye mahkum edilmesine yargılama gideri ve vekalet ücretinin davacıya tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER:— Tarihli Borç Tasfiye Protokolü, Bono Fotokopileri, Dosyadaki Sair Bilgi Ve Belgeler.
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ:
Dava, 2004 Sayılı İik’nin 72/3 Maddesi Gereğince Açılmış Menfi Tespit ( Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan) İstemine İlişkindir.6100 Sayılı HMK’nin 316 ilâ 322 maddelerinde düzenlenen basit yargılama usulüne tabi işbu davada mahkememizce dilekçeler aşaması tamamlanmış ve usulüne uygun olarak yapılan davet sonucunda duruşma açılarak ön inceleme duruşması icra edilmiş ve uyuşmazlık belirlenmiştir. Akabinde taraflar sulh olmaya davet ve teşvik edilmelerine karşın, duruşmaya katılan taraf vekillerinin sulh olmak istemediklerini beyan etmesi üzerine üzerine tahkikata geçilerek tahkikat işlemleri ve inclemeleri yerine getirilmiş, deliller toplanıp incelenmiş ve karar duruşmasına katılan taraf vekillerinin sözlü açıklamaları da dinlenip zapta geçilerek aşağıdaki hüküm sonucuna ulaşılmıştır.
Öncelikle davaya ilişkin bir kısım hukuki açıklamalar yapılması uyuşmazlığın niteliğine göre neticenin anlatılması ve anlaşılması açısından yararlı olacaktır.
Davacı tarafından varlığı inkâr edilen bir hukukî ilişkinin mevcut olmadığının tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir.—Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır. Eş söyleyişle kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir —-Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer; fakat davacıya (borçluya) düştüğü hâller de vardır; davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukukî ilişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukukî ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (6100 sayılı HMK m. 190; 4721 sayılı TMK m.6). Fakat, alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer —-. Diğer bir ifadeyle ispat yüküne ilişkin genel kural, menfi tespit davaları için de geçerli olup menfi tespit davalarında da tarafların sıfatları değişik olmakla beraber, ispat yükü bakımından bir değişiklik olmayıp, bu genel kural uygulanır. Bu davalarda da bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran (iddia eden) taraf o vakıayı ispat etmelidir. Ancak kambiyo senetleri sebepten mücerret olduğundan borçlu olmadığının ispat yükümlülüğü davacı-borçlu tarafa aittir. Davacı taraf bononun teminat bonosu olduğunu yahut gerçek bir borcu yansıtmadığını 6100 Sayılı HMK’nin 200 ve 201. maddeleri gereği yazılı delil ile ispatlamalıdır. Zira karine olarak bir kambiyo senedinin mevcut bir borcun ifası veya itfası amacıyla verildiği kabul edilir. Kambiyo senetleri birer ödeme aracıdır. Borçlu, bononun teminat bonosu olduğu yahut gerçek bir borcu yansıtmadığı yönündeki iddiasını yazılı delil ile ispatlamalıdır.Bu konuda tanık dinletilmesi de mümkün değildir.—–Davada —sayılı dosyasından dolayı borçlu olmadığının tespiti ve tazminat talep edilmektedir. Takip kambiyo senetlerine özgü olup, doğal olarak dayanağı kambiyo senetlerinden sayılan ve dava konusu yapılan borçluları dava dışı — ve Davacı şirket, alacaklısı davalı— olan toplam toplam —-adet aylık sıralı bonolardan oluşmaktadır. Davacı şirket temsilcsinin bonolar üzerindeki imzasına bir itirazı da yoktur. Somut olay yönünden uyuşmazlık noktası doğrudan doğruya söz konusu bonoların davacı şirket temsilcisinin eşi — davalıya olan borcunun tasfiyesi amacıyla — için imzalanmakla birlikte; bu —- 6102 sayılı TTK’nin 371/2 maddesine göre geçersiz olup olmadığı üzerinde toplanmaktadır. Dolayısıyla bononun hukuki niteliği, — kavramlarına mümkün olduğu kadar girilmeden konu —kavramına da değinmek suretiyle TTK’nin 317/2 maddesi ve ilgili yasal düzenlemeler bağlamında ele alınıp sonuca bağlanacaktır.(HMK,187) 6102 sayılı TTK’nin 125. maddesi ile 6762 sayılı eski TTK’nin 137. maddesi ile düzenlenen ticaret şirketlerinin ehliyetini şirket sözleşmesinde yazılı şirket mevzuu ile sınırlandıran—- düzenlemesinden dönülerek, ticaret şirketlerinin, TMK’nin 48. maddesi çerçevesinde bütün borçlardan yararlanabileceği ve borçları üstlenebileceği şeklinde düzenleme yapılmıştır. 6102 sayılı TTK’nin 371. Maddesinde ise—- temsil yetkisinin kapsam ve sınırları belirlenmiştir. Buna göre, temsile yetkili olanlar şirketin amacına ve işletme konusuna giren her tür işleri ve hukuki işlemleri, şirket adına yapabilir ve bunun için şirket unvanını kullanabilirler. Bilindiği üzere şirketlerin ehliyetinin işletme konusu ile sınırlı olması ve konu dışı işlemlerin şirketi bağlamaması kuralı — 6102 sayılı TTK ile terk edilmiştir. Bu nedenle temsile yetkili olanların, —, işletme konusu dışında yaptığı işlemler de şirketi bağlar; meğerki, üçüncü kişinin, işlemin işletme konusu dışında bulunduğunu bildiği veya durumun gereğinden, bilebilecek durumda bulunduğu ispat edilsin.Şirket esas sözleşmesinin ilan edilmiş olması, bu hususun ispatı açısından, tek başına yeterli delil değildir (TTK.371/2). Başka bir deyişle bu konuda ticaret sicilinin olumlu işlevi geçerli olmaz. Sadece şirket bu savunmayı üçüncü kişiye karşı onun bu olguyu fiilen bildiğini (müspet vukuf) kanıtlamak suretiyle ileri sürebilir. Temsil yetkisinin sınırlandırılması hususunda uygulanması gereken 6102 sayılı TTK’nin 371/3. maddesine göre ise “temsil yetkisinin sınırlandırılması iyiniyet sahibi üçüncü kişilere karşı hüküm ifade etmez; ancak temsil yetkisinin sadece merkezin veya bir şubenin işlerine özgülendiğine veya birlikte kullanılmasına ilişkin tescil ilan edilen sınırlamalar geçerlidir.” Buna göre bu iki sınırlamanın tescil ve ilan edilmesi ve bu suretle devreye giren ticaret sicilinin olumlu işlevi sonucu üçüncü kişinin iyi niyetini ortadan kaldırması sistemini benimsemiştir. Başka bir deyişle temsil yetkisinin bu iki hâl dışındaki sınırlamaları (özellikle konu ve miktarla ilgili sınırlamalar) tescil ve ilan edilseler dahi üçüncü kişilerin iyi niyetini ortadan kaldırmayacaktır. Bu tür bir düzenleme üçüncü kişiye karşı ancak bu sınırlamayı fiilen bildiği — şirket tarafından kanıtlandığı takdirde ileri sürülebilir.—-
Yukarıdan beri yapılan açıklamalar ve yapılan yargılama ışığında somut olaya tekrar döndüğümüzde ; davacı—-yetkili temsilcisi— dava konusu bonoların tanzim tarihinde —- şirketin tek pay sahibi ve temsilcisi olduğu ve yine dava tarihi —- itibariyle aynı durumun geçerli olduğu sabittir. Yine icra takibine konu edilen bonoların asıl borçlusu —-kendisinin eşi olduğu —- ve dosya kapsamıyla bedihidir. Dava konusu bonoların tarafları olan iki kişini ve davacı tüzel kişinin temsilcisi sıfatıyla — bir araya gelerek —- tarihli borç tasfiye protokolü düzenlediği, düzenlemede toplam borç , tarafların konumu, verilecek senetler, vadeler, ciro, icra işlemi gibi her türlü ayrıntıya yer verildiği ve bu belgeye davacı şirket temsilcisi tarafından da şirketin senetlere kefil olacağına dair kayıt konulduğu ve altının da kefil sıfatıyla imzalandığı ve akabinde dava konusu senetlerin —- tarihinde anlaşmaya uygun şekilde sıralı olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır.Dolayısıyla işbu protokol nezdinde iddia ve savunma, olayların gerçekleşme biçimi ve hayatın olağan akışına göre somut olayda davalı gerçek kişi—- alacaklı sıfatıyla yaptığı işlemlerin ve aldığı senetlerin; hukuken şirketin işletme konusunun dışında olduğunu bildiği veya bilebilecek durumda olduğunu tartışma yeri bile yoktur. Zira davalı olayda sadece alacağını garanti altına almak için asıl borçlunun eşi olan davacı şirketin sahibinden de kefalet almaya yönelmiş durumdadır. Bu nedenle davacının işbu işlemlerde kötü niyetli olduğunu kabul etmek içtimai ve ticari hayatın işleyişine ve temel hukuk prensiplerine göre mümkün değildir. Bu husus bir yana davacı şirket tek ortaklı ve tek yöneticiden oluşmakta olup özen ve bağlılık yükümlülüğü de esasen doğrudan kendisini ilgilendirmektedir. Çünkü şirketin yapısı gereği sorumluluğu paylaşacağı ve dolayısıyla şirket adına hesap vereceği başka kişi veya kurum da bulunmadığından deyim yerindeyse iyiden de kötüden de etkilenecek olan bizatihi kendisidir. Bu nedenle davacı şirket yöneticisi somut olay yönünden aslında şirket adına doğrudan bir hak kullanılmıştır. Bu hakkın ve işlemin şirket menfaatine olup olmadığı da söylendiği gibi sadece davacıyı ilgilendiren bir husustur. (TTK-369) Filhakika, 6102 Sayılı TTK’nin 371/2 fıkrası işletme konusu dışındaki işlemlerin şirketi bağlayacağı kuralının bir istisnası olup, şirket tüzel kişiliğini ve pay sahiplerini yöneticiye, daha doğrusu yöneticinin temsil yetkisini şirket menfaatlerine ve dürüstlük kuralına aykırı olarak aşması sonucunda şirketi kötü niyetli üçüncü kişilerin borçlandırmasına ve/veya zarara uğratmasına karşı korumayı amaçlamaktadır. Mahkememizde yapılan isticvap beyanında da şirket temsilcisi —olayları aynen doğrulamış; bonoların baskıyla imzalatılığını beyan etmesine rağmen şikayet yoluna gitmediğini ifade etmiştir. (HMK-169 vd) Bu cümleden hareketle somut olayda davacı şirketin yetkili temsilcisinin şirket adına; eşinin borçları nedeniyle düzenlenen bonolara aval vermesinin geçerli olduğu, somut olay yönünden TTK’nin 371/2 hükmünün uygulanmasının mümkün olmadığı değerlendirilmiştir. Az yukarıda açıklanmaya çalışıldığı üzere gerek şirket yetkilisinin gerekse davalının olayda TTK’nin 371/2 maddesi kapsamında değerlendirilebilecek bir hareket içinde olduklarını söylemek olanaksızdır. Bu tespit ve hukuki duruma göre davanın dinlenmesi mümkün görülmemiştir. Öte yandan mahkememizce şirket yönünden dava konusu bonolara karşı kabul edilen bu geçerliliğin ve davanın reddine karar verilmesinin temel taşlarından ve sebeplerinden birinin de davanın, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğuna yönelik oluşan inanç olduğu da kaydedilmelidir.—Çünkü basiretli bir tacir olduğu varsayılan davacı şirket temsilcisinin eşinin borçlarını tasfiye etmek için hazırlanan ayrıntılı bir protokole bağlı olarak bonolara şirket adına imza atmasından sonra işbu imzalara konu bonoların veriliş amacının şirketin faaliyet alanına girmediği veya taraflar arasında hiçbir ticari ilişki de bulunmadığı gerekçesiyle şirketi bağlamayacağını ileri sürerek bundan hukuki ülkü beklentisini hukuk düzeninin karşılayamayacağı sonuç ve kanaati de hasıl olmuştur. (TTK,18/2, TMK,2) Binaenaleyh; 6102 sayılı TTK’nin 18/2, 125, 369, 371/2 , 4721 Sayılı TMK’nin 2, 6. ve 6100 Sayılı HMK’nin 25, 27, 187, 190, 194 ve 200. maddeleri nazarında usulüne uygun olarak ispat edilemeyen ve yerinde bulunmayan davanın esastan reddine karar verilmiştir.Davalının, 2004 sayılı İİK’nin 72/IV maddesi gereğince tazminat talebinin ise —- girecek paranın alacaklıya verilmemesine ilişkin verilen ihtiyati tedbir kararının talep üzerine uygulanmış olması ve buna bağlı olarak davalının alacağının tahsilinin gecikmesi nedeniyle kabulüyle; asıl alacağın— olan —- tazminatın davacı şirketten alınarak davalıya verilmesine de karar verilmesi gerekmiştir. 6100 Sayılı HMK’nin 332/1 maddesine göre, 323. maddesinde sayılan yargılama giderlerinden, 326/1. maddesi gereğince tamamen aleyhine hüküm verilen davacı şirket sorumlu tutulmak suretiyle 6100 Sayılı HMK’nin 297/2 maddeleri gereğince aşağıdaki şekilde hüküm ihdas edilmiştir.
HÜKÜM:Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-)Davanın REDDİNE,
2-)Davalının, 2004 sayılı İİK’nin 72/IV maddesi gereğince tazminat talebinin kabulüyle; asıl alacağın —olan —– tazminatın davacı şirketten alınarak davalıya verilmesine,
3-)Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken—- karar ve ilam harcının, peşin alınan—- peşin harcın mahsubuyla bakiye—-harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
4-)Davalı kendisini bir vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T. 13/1 maddesi uyarınca hesaplanan —-nispi vekalet ücretinin ve —- vekalet harcının davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-)Davalı tarafından vekille temsil dışında (HMK’nin 323/1/ğ) yapılmış başkaca yargılama gideri bulunmadığından işbu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
6-)6100 sayılı HMK’nin 333. maddesi gereğince hükmün kesinleşmesinden sonra kullanılmayan gider avansının yatırana iadesine,—- Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin 207/1 maddesi gereğince resen işlem yapılmasına, ) Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı ; 6100 sayılı HMK’nin 341/1, 342, 343, 344 ve 345/1 maddeleri gereğince gerekçeli kararın tebliğinden itibaren —- hafta içinde istinaf harç ve giderleri yatırılmak suretiyle mahkememize veya başka bir yer mahkemesine verilecek dilekçeyle — İstinaf Kanun yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.