Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 13. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/967 E. 2021/602 K. 10.09.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. İstanbul Anadolu 13. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO: 2020/967 Esas
KARAR NO: 2021/602
DAVA: Alacak (Kıymetli Evraktan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ: 06/10/2020
KARAR TARİHİ: 10/09/2021
Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Kıymetli Evraktan Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;—- sayılı ilamı ile müvekkilleri olan —olarak atandığını, ———- alacağını söylediğini, yetenekleri itibariyle kandırılmaya uygun ve özellikle tek başına tasarrufta bulunmaya ehil olmamasına rağmen — senedi imzaladığını, senette asıl borçlunun — olduğu, kefil olarak —– birlikte hareket ettiğini, satın aldıkları telefonu tekrar üçüncü bir şahsa sattıklarını, satıştan elde edilen paraya—– koyduğunu, düzenlenen senetler ödenmediğinden davalı satıcı firmanın senetleri icra takibine koyduğunu, müvekkili —- oğlunun vasisi olduğunu zannederek yapılan takibe itirazda bulunduğunu, bunun üzerine —- takip numaralı dosyayla ilişkin yapılan itiraz sonunda müvekkillerin beyanlarına göre icra inkar tazminatına mahkum olduklarını, daha sonra da — senetlerin iptali için— Esasa kayıtlı bir davanın daha açıldığını, açılan davanın davacısının —- başına dava açmaya yeteneği olmadığını ve bundan dolayı davalı derdestlik itirazında bulunulamayacağını, kanısında olduğunu, — İİK 89. maddesine istinaden —– gelişen hukuki eylemlere—– olmaması sebebiyle taleplerini genellikle dilekçe yazan kişilere yazdırdığını, Ticari muamele yapan kişilerin TTK hükümlerine göre dürüst, orta zekalı kişiler olması gerektiğini, — mahkemesinin kararına —– yasanın aradığı nitelikte olmayan kişi olduğunu, MK 411. maddesine göre vesayet işlerinde yetki küçüğün veya kısıtlının yerleşim yerindeki vesayet dairelerine aittir hükmünün yer aldığını, bu hükme göre kıyas yoluyla senet ve takibin iptali yolundaki açılacak bütün davalara — yetkili ve görevli olduğunu belirterek kefil olma yeteneği bulunmayan davacı — işlemlerin iptaline karar verilmesini ve —- bütün icra takiplerinin iptalini teminatsız olarak ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; icra takibinin borçlusu —- tarafından yapılan itirazda borçlunun kısıtlı olduğundan bahisle yapılan işlemin geçerli olmadığı dolayısıyla takibin iptal edilmesi gerektiğinin iddia edildiğini, bu nedenle itirazlara cevap verme zarureti hâsıl olduğunu, öncelikle huzurdaki dava ile aynı konuda—-dosyada dava açıldığını, bundan önce de —– takibin iptaline ilişkin dava açıldığını, söz konusu davada kısıtlı —–kısıtlılığına ilişkin evrak sunulamadığından davanın red edildiğini, bununla birlikte Ticaret Mahkemesi’nde açılan davada —–namına gönderilen 89/1 haciz ihbarnamesine hukuken hatalı biçimde cevap mahiyetinde dava tarafı olduğunu, ayrıca vasisi olduğunu beyan ettiği —- iddialarda bulunduğunu, bu bağlamda huzurdaki davanın gerek iddialar gerek talep bakımından Ticaret Mahkemesi’nde görülmekte olan dava ile aynı olduğunu, dolayısıyla derdestlik itirazında bulunmanın kaçınılmaz hale geldiğini, davacı——- davada hem kısıtlının dava arkadaşı hem de vasisi konumunda olduğunu, bununla birlikte davacı, kısıtlının bu davada temsilcisi olmaksızın davacı olduğunu iddia ederek ——– açtığı huzurdaki dava için haklı bir gerekçe oluşturmaya çalıştığını, bu bağlamda şayet —- vasisi değilse işbu davanın da aynı sebeple geçersiz olacak, yok eğer vasisi ise ———- görülen dava nedeni ile huzurdaki dava derdestlik engeli ile karşılaşacağını, her halükarda davanın usulden reddedilmesi usul ekonomisi ve mahkemelerimizin iş yoğunluğu içerisinde daha fazla meşgul edilmemesi adına esas olduğunu, “menfi tespit ve istirdat davalarının, takibi yapan icra dairesinin bulunduğu yer mahkemesinde açılabileceği gibi, davalının yerleşim yeri mahkemesinde de açılabilir.” görüldüğü üzere davacının iddia ettiği gibi yetkinin belli olmadığı bir durumun söz konusu olmadığını, huzurdaki davanın konusunun menfi tespit olduğunu vesayet işlerine ilişkin bir dava olmadığını, vasi tayini, değişimi ve benzeri hususların görevli mahkemesinde davacının beyan ettiği esaslar çerçevesinde görüleceğini, bununla birlikte kısıtlıların yapmış olduğu işlemlere ilişkin davaların vesayet işlerine ilişkin olmadığını, bu bakış açısı ile kısıtlı namına açılacak bütün davaların vesayet işlerine ilişkin görülebildiğini, oysa bu noktada menfi tespit davalarına mahsus bir özel hükmün olduğunu, bu özel hüküm muvacehesinde davanın takibin açıldığı yer ve müvekkilin yerleşim yeri olan ——— gerektiğini, bunun usul ekonomisi ve usul hukuku bakımından önemli bir husus olduğunu, özel ve açık kanun hükmünün bulunduğu yerde hukuk ya da kanun boşluğu olmadığı gibi, davacının kıyas yoluyla hüküm çıkaramayacağını, böyle bir batıl kıyasla yetkiye karar verilmesinin doğru olmadığını, dolayısıyla davada yetki itirazının da bulunduğunu, davacı asilin eksik hukuk bilgisine sahip arzuhalciler vasıtası ile önceden açtığı ve yargıyı meşgul ettiğini, dosya borçlusu —- tarihinde davalı ile yaptığı sözleşme ile—- satın aldığını, ilgili ürünün kendisine teslim edildiğini, söz konusu alışverişlerinde——- kendisini mümeyyiz gibi gösterdiğini ve mağaza yetkililerini bu hususta şüpheye sevk edecek herhangi bir harekette bulunmadığını, yetkililer kendisini mümeyyiz olduğu düşüncesi ile bu sözleşmeleri tesis ettiklerini, bu durumun müvekkilini zarara uğrattığını, sözleşmede dava dışı üçüncü kişi —- gösterildiğini, dosyada mevcut raporların temlik tarihi bakımından davacının tasarruf ehliyetine sahip olup olmadığı yolunda açık bir tespiti içermediğinin anlaşıldığını, kısıtlılık kararı kapsamında gayri mümeyyiz olduğu anlaşılan şahsın karardan önceki işlemlerinin şayet kısıtlılık sebeplerinin sürekliliği ve önceki halde varlığı yönünde hüküm tesis edilmedi ise, geçerli olacağını hükme bağlamış bulunduğunu, netice itibariyle kısıtlılık kararı öncesinde tam fiil ehliyeti bulunan gayri mümeyyiz, kendisini tam ehliyetli göstermek suretiyle söz konusu sözleşmeye dahil olduğunu, ilgili kefalete de güvenen davalının borcun konusu olan ürünü teslim ettiğini, bu noktada şayet söz konusu ehliyetsizlik sözleşme tarihinde de geçerli ise burada davalının yanıltılmış ve zarara uğratılmış olduğunu, davalının kefalete güvenerek teslim ettiği ürünün karşılığını alamadığını, davacının vesayetinde bulunan şahsın, hakkında kısıtlılık kararı olduğu halde senet imzalamış ise kendisini mümeyyiz göstererek ve yanında —-olduğu halde söz konusu alışverişi yaptığını, bu alışveriş sırasında, muhtemelen dava-dışı üçüncü şahıs veya şahıslar tarafından belirli bir görüntü oluşturulduğunu, davalının bu görüntü ile yanıltıldığını, dolayısıyla davalının aldatıldığını, bu alışverişe ilişkin icra takibi başlatmasının iyi niyet çerçevesinde değerlendirilmesinin gerektiğini, senetlerin ve borç ilişkisinin geçerliliği hakkaniyet ve dürüstlük kurallarına göre belirleneceğini, somut olayda dosya borçlusunun davalıda ehil olduğu izlenimini uyandırmak suretiyle alışveriş yaptığını, ardından borçlu tarafın bu meblağları ödemeyerek davalıyı zarara uğrattığını, icra takibine itiraz edilmesinin dosya borçlusu —– olmamasından faydalanarak onun üzerinden bir takım alışverişlerin yapıldığını, ne de olsa bu meblağların ödenmeyeceği düşüncesi ile hareket edildiği izlenimini uyandırdığını, icra takibine yapılan itirazın tamamıyla haksız ve mesnetsiz olduğunu, davacının iddialarının kabul edilmesi durumunda “sebepsiz zenginleşme” doğacağını, dolayısıyla bu hükümler çerçevesinde zenginleşmenin davalı tarafa iadesinin gerektiğini, böyle bir durumda müvekkilinin olası mağduriyetinin göz önüne alınması gerektiğini, bu noktada ya telefon bedelinin tarafa iadesi ya da mağduriyeti giderecek bir başka iade biçiminin mahkeme tarafından takdiri gerektiğini, davanın reddine, yargılama giderlerinin davacıya bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER, DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava Alacak (Kıymetli Evraktan Kaynaklanan) davasıdır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 114’üncü maddesinin (ı) bendi uyarınca “aynı davanın, daha önceden açılmış ve halen görülmekte olmaması” dava şartları arasında düzenlenmiş olup, aynı Kanunun 115’inci maddesi gereği bu durum kamu düzeni ile ilgilidir ve davanın her aşamasında kendiliğinden araştırılır.
Anılan madde metninde belirtildiği üzere derdest dava; açılan bir davanın daha önce aynı veya başka bir mahkemede açılıp halen görülmekte olmasıdır. Bu bağlamda derdest davanın söz konusu olabilmesi için tarafları, sebepleri ve konusu aynı olan davanın iki defa ayrı ayrı açılmış olması ve birincisinde verilen hükmün kesinleşmemiş olması gerekir.
Birinci davanın ikinci dava için derdest dava sayılabilmesi için gerekli ilk şart her iki davanın taraflarının aynı kişiler olmasıdır. Davaların aynı dava sayılabilmesinin bir diğer şartı her iki davanın sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebinin aynı olmasından kasıt hukuki sebepler değil, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Son şart ise; davaların konularının (müddeabihlerinin) aynı olmasıdır.
Aynı davanın daha önceden açılmış ve halen görülmekte olmaması konusu eş söyleyişle derdestlik iddiası bir olumsuz dava şartı haline getirilmiş ve bu suretle derdestlik itirazı ilk itiraz olmaktan çıkartılıp; dava şartına ilişkin usuli bir itiraza dönüştürülmesi sağlanmıştır. Açılmış ve görülmekte olan bir davanın davacısı, hukuki korunma sürecini başlatmıştır. Artık onun aynı davayı yeniden bir başka mahkeme önüne getirmesinde hukuken korunmaya değer güncel bir yararı kalmamıştır; bu bağlamda hukuken korunma ihtiyacı içinde bulunmamaktadır ve onun yapacağı iş davanın sonucunu beklemektir. Davayı açmaktaki yarar hukuki olmalıdır; ideal veya ekonomik yarar tek başına yeterli değildir. Derdestlik itirazının korunmasının temelinde aynı davanın tekrar açılıp görülmesinin sağlanmasında davacının hiçbir hukuki yararının bulunmadığı düşüncesi yatmaktadır.
Mahkememizin—– esas sayılı sayılı dosyasının tarafları, sebepleri ve konusu aynıdır. — dosyasının dava tarihi — iken Mahkememiz işbu davasının dava tarihi ise –tarihidir. Her ne kadar —– tarihinde açılmamış sayılmasına karar verilmiş ise de, bahse konu kararın kesinleştirilmediği, ayrıca dava şartlarının davanın açıldığı tarih itibariyle değerlendirilmesi gerektiği —– göz önüne alındığında Mahkememiz işbu — sayılı davası açıldığında tarafları, konusu ve sebebi aynı olan — dosyasının derdest olduğu kanaatine varılmıştır.
Tüm bu nedenlerle derdest dava şartı yokluğu nedeniyle HMK’nin 114/1-ı ve 115/2. Maddeleri uyarınca davanın usulden reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın, aynı davanın daha önce açılıp halen görülmekte olması nedeniyle HMK’nun 114/1-ı ve 115/2. Maddeleri uyarınca davanın usulden REDDİNE,
2-Alınması gerekli 59,30 TL harcın davacı tarafından dava açılırken peşin olarak yatırılan 63,36 TL harçtan mahsubu ile fazla yatan 4,06 TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
3-Davacı tarafından sarf edilen yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
4-Ret olunan dava yönünden avukatlık asgari ücret tarifesine göre davalı lehine takdir olunan 4.080 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Dosyada mevcut gider avansının karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı HMK.’nın 341/2. maddesi gereğince karar tarihi itibariyle kararın miktar yönünden İstinaf kanun yoluna başvuru sınırının altında kaldığı anlaşılmakla, KESİN olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.10/09/2021