Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 12. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/446 E. 2023/157 K. 16.03.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. İstanbul Anadolu 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO: 2021/653 Esas
KARAR NO: 2023/220
DAVA: Alacak (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ: 10/10/2019
KARAR TARİHİ: 04/04/2023

Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Ticari Satımdan Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkili şirket tarafından davalı şirketten fatura karşılığı 3.500 TL ——-alımı gerçekleştirdiklerini, söz konusu —- ayıplı olduğunu, ——- müvekkili tarafından ——–tankına konulduğunu ve ———tankından araçlara doldurulduğunu, yapılan dolumdan sonra araçların arıza ışıklarının yandığını ve araçların faaliyetinin durduğunu beyanla, müvekkili şirketin yakıt tankından ve——— plakalı çekicinin yakıt deposundan numuneler alınarak davalı tarafından teslim edilen ——— ayıplı olduğunun tespitine, akaryakıtın yenisi ile değiştirilmesine ve yakıt tankının temizlenmesine, ayıplı ———- bulunduğu tespit edildiğinde, bundan kaynaklı olarak müvekkil şirkete ait —— plakalı çekicide meydana gelen arıza ile ilgili olarak bakım ve tamir masrafının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile, şimdilik, 1.000,00 TL.nin 21.09.2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte müvekkil şirkete verilmesine, müvekkil şirketin aracının 21.09.2019 tarihinden itibaren kullanılamaması nedeni ile, mahrum kalınan kazanç olarak fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 100,00 TL.nin 21.09.2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

SAVUNMA:Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Davacı tarafından işbu dava belirsiz alacak davası olarak ikame edildiğini, Dava dosyasının ——–Mahkemesi tarafından verilen görevsizlik kararı üzerine sayın mahkemeye intikal ettiğini, bu ara süreçte karşı tarafla arabuluculuk görüşmeleri yürütüldüğünü, Arabuluculuk görüşmeleri sırasında davacı tarafından söz konusu araca ait olduğu ileri sürülen tamir-bakım faturası tarafımıza sunulduğunu, ayıplı olduğu iddia edilen ve yenisi ile değiştirilmesi talep edilen akaryakıtın da hem miktarı ve hem bedeli, dosyaya sunulu faturadan belli olduğunu, bu nedenle davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağını, davanın bu yönden reddinin gerektiğini, davacı taraf bahse konu akaryakıtın ücretini ne davadan önce, ne dava tarihinde ve ne de bugün dahi ödenmediğini, davacının henüz bedelini ödemediği bir malın yenisi ile değiştirilmesi talebi usul ve yasalara aykırı olduğunu, davacının işin esası bakımından temelde iki farklı iddiası bulunduğunu, müvekkil firmadan alınan akaryakıtın ayıplı olması ve diğeri de bu —– araçlarına zarar verdiği iddiaları olduğunu, her iki iddianın da gerçeklerden uzak olması bir yana aralarında illiyet bağı da bulunmadığını, olay günü davacı şirketin yakıt tankına doldurulan ——–ayıplı olmayıp dolum öncesinde ——–tankında zaten mazot yerine bol miktarda su bulunduğunu——- yetkili ve görevli personeli tarafından olay günü olan 21 Eylül 2019 tarihinde müvekkilin 2 farklı tabancası suretiyle yakıtı gönderen istasyonun deposu ile davacı şirketin yakıt tankından ve aracından alınan, sonrasında da 23 Eylül 2019 tarihinde yine —– kendi laboratuvarlarında analiz edilen numunelerde teknik düzenlemelerde yer alan özelliklere uygun çıktığını beyanla, öncelikle usul yönünden itirazının kabulüne, işbu talep kabul görmediği takdirde ise davanın esastan reddine, yargılama giderleri ile avukatlık ücreti vekaletinin de davacı taraf üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Dava hukuki niteliği itibariyle, satın alınan malı ayıplı olduğunun tespitinin ve misli ile değiştirilmesi ile oluşan zararın tazminine ilişkin olarak açılan davalardandır.
Mahkemece yapılan yargılama sırasında taraflarca gösterilen deliller toplanmış ve konunun incelenmesi uzmanlık gerektiren yönleri bulunduğundan bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.
Bilirkişi heyeti tarafından verilen raporda özetle;—— piyasasında dolum ve boşaltım işleminin enerji piyasası denetleme kurumu tarafından takip edilen —- kontrol edildiğini, ) ——- sınırları içerisinde yakıt olarak satışı gerçekleştirilecek ———- türevleri, —– görülmeyen, taklit edilemeyen, formülü gizli ve yakıtın niteliğini bozmayacak bir işaretleyici renklendirici kimyasal madde enjekte edilmesi olup buna akaryakıtta ulusal marker uygulaması denildiğini, dağıtıcı şirketler dolum tesislerinden aldıkları ürünleri kontrolden ve filtrasyondan geçirmekte olduğu ve bu olay da kirlenen mazot tamamen depolama koşullarından yani tanktan kaynaklanmakta olup sorumlusunun tankı kullananlar olduğunu, davacı tarafın 2019 Yılı’na ait ticari defterlerinin tasdik işlemlerinin yasal süresi içerisinde yapıldığı, davacı taraf kayıtlarına göre davacının davalıya borcunun bulunmadığı, Davacı tarafın beyan ettiği belgelere göre hasarlı aracın tamir masrafının 11.588,78 TL olarak görüldüğü, Davalı satıcının ayıba karşı sorumluğu için elbette malın ayıplı olmasının gerektiği; buna göre satış konusu ——–ayıplı olmadığı için, satıcının satılanın ayıplarından sorumlu olduğu hallerde TBK m.227’nin alıcıya tanıdığı seçimlik haklar ve genel hükümlere göre tazminat isteme hakkının eldeki olayda söz konusu edilemeyeceği, ” şeklinde rapor sunulmuştur.
Bilirkişi heyeti tarafından verilen ek raporda özetle; —– piyasasında dolum ve boşaltım işlemi enerji piyasası denetleme kurumu —- tarafından takip edilen —— ile kontrol edildiği, Dağıtım şirketi ——– kontrollü ——– tesislerinden teslim alıp bayi ve müşteriye yine filtre vasıtası ile teslim ettiğini, dolayısıyla dağıtıcı şirketlerin temiz ürün teslim ettiklerine göre bu olayda kirlenmiş olan mazot yerüstü tankından kaynaklandığı, bu ———–piyasasında ürün yeraltı veya yerüstü tankına boşaltıldıktan sonra tüm sorumluluk tank sahibi dolayısıyla ürün sahibine ait olduğunu, mali açıdan önceki raporda belirtilen görüşün korunduğu, takdirin mahkemeye ait olduğu ” şeklinde rapor sunulmuştur.
Tarafların tacir olup, uyuşmazlığın ise ticari nitelikteki satım sözleşmesinden kaynaklanması nedeniyle olaya 6098 sayılı Borçlar Kanunu (TBK) ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
Türk Borçlar Kanunu’nun satım sözleşmesine dair hükümlerinin (TBK m. 207 vd) esasen tacirler arasında yapılan satım sözleşmelerine de uygulanması benimsenmiştir. Bununla birlikte satım sözleşmesinde malın ayıplı olması halinde özel hükümler öngörülmüştür (TTK m. 25/1, 3). Dolayısıyla tacirler arası satım sözleşmelerine Borçlar Kanunu hükümleri ile birlikte TTK m. 25/I hükmü de uygulanacaktır.
Satım sözleşmesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 207. maddesinde “satıcının, satılanın zilyetlik ve mülkiyetini alıcıya devretme, alıcının ise buna karşılık bir bedel ödeme borcunu üstlendiği sözleşmedir.” şeklinde tanımlanmıştır. Satım sözleşmesi synallagmatik, başka deyişle tam iki tarafa karşılıklı borçlar yükleyen bir sözleşmedir. Tam iki yanlı sözleşmelerde, her iki yan birbirine karşı birer asli edim ile çeşitli yan ve tali edimler yüklenirler. Eş deyişle bu sözleşmeler nitelikleri gereği yanlardan her birini zorunlu olarak alacaklı ve borçlu kılar. Yanlardan her biri karşı edimi elde etmek için borç altına girer. Satıcının malın teslimi ve mülkiyetinin alıcıya geçirilmesi yükümlülüğü yanında satılanın ayıplardan ari olmasını sağlama yükümlülüğü de bulunmaktadır.
Bu noktada uyuşmazlığın temelini oluşturan “ayıp ve ayıba karışı tekeffül” kavramları üzerinde durmakta yarar vardır:
Ayıba ilişkin hukuki düzenleme, dava konusu uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 219. maddesinde yer almaktadır. Düzenlemede “Satıcı, alıcıya karşı herhangi bir surette bildirdiği niteliklerin satılanda bulunmaması sebebiyle sorumlu olduğu gibi, nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan, kullanım amacı bakımından değerini ve alıcının ondan beklediği faydaları ortadan kaldıran veya önemli ölçüde azaltan maddi, hukuki ya da ekonomik ayıpların bulunmasından da sorumlu olur. Satıcı, bu ayıpların varlığını bilmese bile onlardan sorumludur.” denilmektedir.
Öğretide ayıp satılanda, hasarın geçtiği anda, vaad edilen nitelikleri bir diğer ifade ile bulunması gereken bir özelliğin bulunmaması ya da bulunmaması gereken bir kusurun ya da eksikliğin bulunması ya da dürüstlük kuralı gereğince ondan beklenen lüzumlu vasıfları taşımaması hali olarak tanımlanmakta ve maddi, hukuki ya da ekonomik ayıp şeklinde sınıflandırılmaktadır. Maddi ayıp bir malda madden hata bulunmasıdır (örneğin malın yırtık, kırık, bozuk, lekeli olması gibi). Hukuki ayıp malın kullanımının hukuken sınırlandırılmış olmasıdır (malın üzerinde rehin, haciz, intifa hakkı gibi kısıtlamalar bulunması gibi). Ekonomik ayıp ise malın iktisadi vasıflarında eksiklik olmasıdır.
Ayıba ilişkin diğer sınıflandırma, ayıbın açık ve gizli olup olmamasına göre yapılmaktadır. Açık ayıp hemen ilk bakışta ya da yüzeysel bir muayene ile tespit edilebilen ayıptır. Durumun gerekli kıldığı, muayene ile anlaşılamayan ayıplar, gizli ayıptır. Alıcı gizli ayıpları araştırmakla yükümlü değilse de ayıp meydana çıkar çıkmaz hemen ihbar etmelidir ———– Derhal kavramı, halin icabına uygun fazla vakit geçirmeden bildirim olarak anlamak gerekir. Ancak TTK 25/4’de zamanaşımı süresi altı ay olduğunun belirlenmesi nedeniyle gizli ayıplarda azami ihbar süresi altı aydır. Eğer alıcı iğfal edilmiş, yani maldaki ayıp ondan bilerek saklanmış ise Kanunun öngördüğü çözüm satıcı bakımından ağırlaştırılmış bir sorumluluğu gerektirmektedir. Nitekim 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 225. Maddesine göre Ağır kusurlu olan satıcı, satılandaki ayıbın kendisine süresinde bildirilmemiş olduğunu ileri sürerek sorumluluktan kısmen de olsa kurtulamaz.
Ayıba ilişkin bu genel açıklamadan sonra belirtmek gerekir ki satıcının ayıptan sorumluluğuna da “ayıba karşı tekeffül” denmektedir. Ayıba karşı tekeffül şartlarının gerçekleşmesi durumunda alıcının kendisine tanınan hakları kullanabilmesi için Kanun tarafından kendisine yükletilmiş olan külfetleri yerine getirmelidir. Külfet, alıcının satın aldığı malı muayene etmesi ve bir ayıbın ortaya çıkması halinde bunu satıcıya ihbar etmesidir. Alıcı külfetleri yerine getirmediği takdirde ayıba karşı tekeffül hükümlerinden yararlanamaz.
Külfet teknik anlamda bir yükümlülük veya borç değildir. Külfet, mülkiyetten farklı olarak herhangi bir borç yaratmayan, yerine getirilmediği takdirde o konuda sağlanmış olan hakların kaybedilmesi sonucunu doğuran bir davranış olarak tanımlanabilir. Burada muayene ve ihbar külfetini yerine getirilmemesi halinde alıcının satılanı kabul etmiş sayılacağına dair yasal bir karine söz konusudur. Dolayısıyla külfetlerin yerine getirilmemesi seçimlik hakların kullanılmasına engel olur, alıcı malı o haliyle kabul etmiş sayılır.
Ticari satımlarda muayene ve ihbar külfeti TTK 25/3. maddede düzenlenmiştir. Bu hükme göre “ Emtianın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise alıcı iki gün içinde keyfiyeti satıcıya bildirmeye mecburdur. Açıkça belli değilse alıcı emtiayı teslim aldıktan sonra sekiz gün içinde muayene etmeye veya ettirmeye ve bu muayene neticesinde emtianın ayıplı olduğu ortaya çıkarsa, haklarını muhafaza için keyfiyeti bu müddet içinde satıcıya bildirmeye mecburdur.” Ancak ayıp ihbarının bu süre içinde satıcıya ulaşması şart değildir. Bu süre içinde satıcıya ulaşmasa bile alıcı haklarını korumuş olur. TTK 25/3. maddede gizli ayıbın sonradan ortaya çıkması halinde Borçlar Kanunun 223. maddesinin uygulanacağı belirtilmiştir. Türk Borçlar Kanunun 223. Maddesine göre; alıcının, devraldığı satılanın durumunu işlerin olağan akışına göre imkân bulunur bulunmaz gözden geçirmek ve satılanda satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp görürse, bunu uygun bir süre içinde ona bildirmek zorunda olduğu, alıcının gözden geçirmeyi ve bildirimde bulunmayı ihmal etmesi halinde, satılanı kabul etmiş sayılacağı, ancak, satılanda olağan bir gözden geçirmeyle ortaya çıkarılamayacak bir ayıp bulunması hâlinde, bu hükmün uygulanmayacağı, Bu tür bir ayıbın bulunduğu sonradan anlaşılırsa, hemen satıcıya bildirilmesi gerektiği; bildirmezse satılan bu ayıpla birlikte kabul edilmiş sayılacağı düzenlenmiştir.
Alıcı ihbar külfetini yerine getirmiş ise zamanaşımı süresi içinde Borçlar Kanununun 227 ve 228. maddelerinde kendisine tanınan hakları dava yoluyla talep edebileceği gibi zamanaşımı süresi dolsa bile kendisine karşı açılan davada ayıptan doğan defi hakkını ve seçimlik haklarını ileri sürebilir. Bu halde artık alıcının ayıpları bildiği ya da bilmesi gerektiği konusunda ispat yükü satıcıya aittir. Zira bu suretle satıcı yasal olarak kendisine düşen bir sorumluluğu reddetmektedir.
Ayıp ihbarının yasal sürede yapılıp yapılmadığını kimin kanıtlaması gerektiğini bulabilmek için hukukumuzda “ispat yükü”nün nasıl düzenlendiğine bakmak gerekmektedir.
Bir davada çekişmeli olguların kimin tarafından ispat edilmesi gerektiği konusuna, ispat yükü denir.
Her iki taraf da ispat yükünün kime düştüğünü gözetmeden delil göstermişler ise bu halde hâkimin ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmasına gerek yoktur. Çünkü hâkim, ilk önce tarafların gösterdikleri delilleri incelemekle yükümlüdür.
İki tarafın (veya bir tarafın) gösterdiği deliller ile davaya ilişkin bütün çekişmeli olgular aydınlanmış ise yine ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmakta bir yarar yoktur. Buna karşılık, gösterilen delillerin hâkime dava hakkında tam bir kanaat vermemesi halinde, ispat yükünün hangi tarafa düştüğünün tespit edilmesinde yarar vardır.
Delillerin davayı etkileyecek çekişmeli hususlarda gösterileceği ve ispat faaliyetinin çekişmeli vakıalar için söz konusu olduğu hususu göz önünde bulundurulmalıdır ———-
Türk Medeni Kanunun 6. maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” denilmiştir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 190. maddesinde ise bu düzenlemeye paralel bir düzenleme getirilmiştir. Anılan maddede “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” denilmiştir.
Eldeki davada ispat yükü ilk önce kural olarak davacıya düşer; yani davacı davasını dayandırdığı olguları, davalıdan aldığı yakıtın ayıplı olduğunu ispat etmelidir. Mahkememizce yapılan keşif neticesinde düzenlenen ek ve kök raporda kirlenen mazotun tamamen depolama koşullarından yani tanktan kaynaklanmakta olduğu, sorumlusunun ise tankı kullananların olduğunun tespit edildiği,
davacı tarafın tank temizliğine gerekli özeni göstermemesinin sorumluluğunun davalı tarafa yükletilemeyeceği, dava konusu yakıtta bir ayıp bulunmadığı dolasıyla davalının sorumluluğundan bahsedilemeyeceğinden davanın reddi yolunda aşağıdaki gibi karar vermek gerekmiştir.

HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın REDDİNE,
2-Karar harcı 179,90-TL ‘den davacı tarafça peşin olarak yatırılan 75,14 TL harcın mahsubu ile bakiye kalan 104,76-TL harcın, davacı taraftan tahsili ile hazineye irat kaydı yapılmasına,
3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı tarafından yapılan 50,00 TL müzekkere ve tebligat yargılama giderinin davacı taraftan alınarak, davalı tarafa verilmesine,
5-Davalı taraf kendisini vekille temsil ettirdiğinden karar tarihinde geçerli A.A.Ü.T. deki esaslara göre belirlenen 1.100,00-TL nispi vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6-Davacı tarafından dosyaya yatırılan ve sarf edilmeyen gider avansının karar kesinleştiğinde davacı tarafa iadesine,
7-Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A-(13) maddesi ve Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Yönetmeliğinin 26/2 maddeleri ile Arabuluculuk Asgari Ücret Tarifesi uyarınca ——bütçesinden ödenen 1.320-TL arabuluculuk ücretinin davacıdan tahsili ile Hazineye Gelir Kaydına,
Dair; davacı vekilinin yokluğunda , davalı vekilinin yüzüne karşı gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içinde ——— Adliye Mahkemesinde istinaf yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 04/04/2023