Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 12. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/26 E. 2020/272 K. 24.06.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. İstanbul Anadolu 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO: 2020/26 Esas
KARAR NO: 2020/272
DAVA: Kayyımlık (Ticari Şirkete Kayyım Atanması)
DAVA TARİHİ : 04/01/2020
KARAR TARİHİ: 24/06/2020
Mahkememizde görülmekte olan Kayyımlık (Ticari Şirkete Kayyım Atanması) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin babası ve ———— tarihinde vefat ettiğini, muris’in yasal mirasçıları ekli veraset ilamından anlaşılacağı üzere müvekkil ——— reşit olmayan —— doğumlu oğlu———-kaldığını, müvekkillerinin murisi —————– tek ortağı ve yetkilisi olduğunu tek ortaklı limited şirket olan ——————– müvekkil murisinin vefatı ile birlikte şirket hisselerinin oğlu adına devrinin gerçekleştirilebilmesi için zorunlu olarak ve şirketin devamı açısından ortak çocuk —————-kayyum tayininin gerçekleştirilmesi için huzurdaki davayı açma gereği duyulduğunu, huzurdaki dava ile davacı müvekkil ile murisin müşterek çocukları——————- adına hisse devri işlemleri yapılana ve kayyum tayini gerçekleştirilene kadar şirketin resmi olarak da devamının sağlanabilmesi adına şirkete murisin babası olan —————– şirket müdürü olarak tayin edilmesini , kayyum atanması ve akabinde hem müvekkil adına hem de müşterek çocuk adına hisse devrinin sağlanmasına kadar şirket müdürünün görevini devam ettirmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacı vekilinin dava dilekçesindeki, küçük ————— kayyım atanması talebi yönünden tefrik kararı verilmiş olup, dosya tefrik edilerek mahkememizin —————– esas numarasını almış olup, iş bu dosya şirkette müdür atanması istemi üzerinden devamına karar verilmiştir.
Dava, davacının murisinin tek ortağı ve yetkilisi olduğu şirkete kayyım atanması istemine ilişkindir.
TTK’da limited şirketlere kayyım atanmasını gerekli kılan sebeplere ve usulüne dair özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Buna karşılık, TTK’nın üç maddesinde kayyım kavramına yer verildiğini görülmektedir. Bu maddelerden birisi kollektif şirketlere, diğer ikisi ise anonim şirketlere ilişkindir. Kollektif şirketlere ilişkin hüküm m.317 ile yapılan yollama uyarınca komandit şirketler; anonim şirketlere ilişkin hükümler ise m.617/f.3 ve m.635 ile yapılan yollama gereği limited şirketlere de uygulanmaktadır.
TTK’nın 617. maddesinin üçüncü fıkrası ile yapılan yollama uyarınca; limited şirket ortaklarının çağrı veya gündeme madde konulmasına ilişkin istemleri şirketin müdürü veya müdürler kurulu tarafından reddedildiği veya isteme yedi iş günü içinde olumlu cevap verilmediği takdirde, aynı ortakların başvurusu üzerine, genel kurulun toplantıya çağrılmasına şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesi karar verebilir. Mahkeme toplantıya gerek görürse, gündemi düzenlemek ve Kanun hükümleri uyarınca çağrıyı yapmak ü̈zere bir kayyım atar. Kararında, kayyımın, görevlerini ve toplantı için gerekli belgeleri hazırlamaya ilişkin yetkilerini gösterir———–
Görüldüğü üzere, TTK’da kayyıma ilişkin hükümler sınırlı sayıda yer almıştır. Bununla birlikte, TTK’nın 1. maddesinde “Türk Ticaret Kanunu, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun ayrılmaz bir parçasıdır.” denilmiştir. Böylece, Yasa Koyucu, TTK’da kayyım atanmasına dair ayrı hükümlere yer vermeyi gerek görmemiş, mükerrerlik ile karmaşa oluşturmamak için, genel bir yollama ile Türk Medeni Kanunu’nun ilgili hükümlerinin ticaret şirketlerine, dolayısıyla bir ticaret şirketi türü olan limited şirketlere de uygulanmasına imkan tanımıştır. Nitekim, pratikte de, limited şirketlere kayyım atanması ağırlıklı olarak Türk Medeni Kanunu hükümleri çerçevesinde talep edilmekte ve karara bağlanmaktadır.
Kayyımlık müessesesi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun İkinci Kitabının Üçüncü Kısmında düzenlenmiştir. TMK’nın 403’üncü maddesinde, kayyımın, belirli işleri görmek veya malvarlığını yönet mek için atanacağı açıkça belirtilmiştir. Kayyımlık, TMK’da; temsil kayyımlığı, yönetim kayyımlığı ve iradî (isteğe bağlı) kayyımlık olmak üzere üç başlık altında toplanmıştır.
TMK’nın 426. maddesine göre; vesayet makamı, yani sulh hukuk mahkemesi, aşağıda yazılı olan veya kanunda gösterilen diğer hâllerde ilgilisinin isteği üzerine veya re’sen temsil kayyımı atar:
a) Ergin bir kişi, hastalığı, başka bir yerde bulunması veya benzeri bir sebeple ivedi bir işini kendisi görebilecek veya bir temsilci atayabilecek durumda değilse,
b) Bir işte yasal temsilcinin menfaati ile küçüğün veya kısıtlının menfaati çatışıyorsa,
c) Yasal temsilcinin görevini yerine getirmesine bir engel varsa.
Maddede belirtilen ilk iki halle, Yasa Koyucu, küçük veya kısıtlıların menfaatlerinin korunması ve yasal temsilcinin haksız kazanç elde etmesini engellemek istemiştir. Bu nedenle, üçüncü hal olarak belirtilen yasal temsilcinin görevini yerine getirmesine bir engel bulunmasının limited şirketlere daha uygun düştüğünü söylemek mümkündür. Nitekim, uygulamaya baktığımızda, mahkemece, hakkında fesih davası açılan ancak organsız kalan şirkete, davada şirketi temsil etmek üzere temsil kayyımı atandığı hal lere rastlayabilmekteyiz ———————
TMK’nın yönetim kayyımlığını düzenleyen 427. maddesine göre ise, vesayet makamı, yönetimi kimseye ait olmayan mallar için gereken önlemleri alır ve özellikle aşağıdaki hâllerde bir yönetim kayyımı atar:
1. Bir kimse uzun süreden beri bulunamaz ve oturduğu yer de bilinemezse,
2. Vesayet altına alınması için yeterli bir sebep bulunmamakla beraber, bir kişi malvarlığını kendi başına yönetmek veya bunun için temsilci atamak gü- cünden yoksunsa,
3. Bir terekede mirasçılık hakları henüz belli değilse veya ceninin menfaat- leri gerekli kılarsa,
4. Bir tüzel kişi gerekli organlardan yoksun kalmış ve yönetimi başka yoldan sağlanamamışsa,
5. Bir hayır işi veya genel yarar amacı güden başka bir iş için halktan topla- nan para ve sair yardımı yönetme veya harcama yolu sağlanamamışsa.
Limited şirketlerde yasal olarak bulunması zorunlu olan organlar, genel kurul ve yönetim organıdır. Mülga 6762 sayılı eski Ticaret Kanunu’nun 540. maddesinde “Aksi kararlaştırılmış olmadıkça, ortaklar hep birlikte müdür sıfatıyla şirket işlerini idareye ve şirketi temsile mezun ve mecburdurlar. Şirket mukavelesi veya umumi heyet kararı ile şirketin idare ve temsili ortaklardan bir veya birkaçına bırakılabilir.” hükmü yer almakta idi. Dolayısıyla, aksine bir düzenleme bulunmadığı takdirde, limited şirket müdürü olmak, kurucu ortaklar açısından her bir hak hem de bir yükümlülük idi. Ancak, eski kanun, şirket sözleşmesi veya ortaklar genel kurulu kararı ile şirketin yönetim ve temsilinin ortaklardan birine yahut birkaçına bırakılmasına da izin veriyor idi.
TTK’nın 623. maddesi ise limited şirketin yönetiminin ve temsilinin şirket sözleşmesi ile düzenlenmesini şart koşmuştur. Bu itibarla, şirket sözleşmesinde yapılacak düzenleme ile şirketin yönetimi ve temsili, müdür sıfatını taşıyan bir veya birden fazla ortağa ya da tüm ortaklara veyahut ortak olmayan üçüncü kişilere verilebilecektir. TTK, ayrıca, en azından bir ortağın, şirketi yönetim hakkının ve temsil yetkisinin bulunmasını zorunlu kılmıştır. TTK’nın 616. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile de “müdürlerin atanmaları ve görevden alınmaları” genel kurulun devredilemez yetkileri arasına dahil edilmiştir. TTK, müdürlerin birden fazla olmaları durumunda ise onların bir kurul olduğunu belirterek anonim şirketteki yönetim kuruluna özgü bir işleyiş kuralını hükme bağlamıştır. Buna göre, şirketin birden fazla müdürü bulunduğu takdirde, bunlardan biri, şirketin ortağı olup olmadığına bakılmaksızın, genel kurul tarafından —— olarak atanır —-
Bu açıdan bakıldığında, TMK’nın m.427/4’de belirtilen “gerekli organlardan yoksun kalma” hali, limited şirketin zorunlu organlarından yoksun kalmasını vurgular. Bu hale örnek olarak, genel kurulun uzun zamandan beri toplantıya çağrılamaması, genel kurulun müdürleri seçememesi, müdürler kurulunun toplanması için gerekli yetersayıların sağlanamaması gösterilebilir.
Ortaklar arası uyuşmazlıklar veya farklı ilişkilerden doğan anlaşmazlıklar hiçbir şekilde kayyım tayinini gerektirmez. Ortakların her konuda aynı fikirde olmaları beklenemez. Kimisi bir yatırımı desteklerken, kimisi de karşı çıkabilir. Ancak bu tür fikir ayrılıkları kayyım atanmasını haklı göstermez. Örneğin müdürlerin şirketi iyi yönetemediği, temsil edemediği, ortaklığı zarara uğrattığı veya şirketin beklenen kârlılığa ulaşamadığı iddialarında da kayyım tayin edilemez. Şirketin yönetim ve temsili müdürlere aittir. Ortaklar bu yönetim ve temsilden mutlu olmadıklarında TTK gerekli çareleri öngörür. Müdürler azledilerek yerlerine yenileri seçilebilir ve koşulları varsa müdürlerin sorumluluğuna gidilebilir. Ancak ———- kayyım atanması için haklı neden oluşturmaz. Ticarî faaliyeti bulunmayan ancak tasfiye sürecine girmemiş bir şirket için de, organları iş başında olduktan sonra, kayyım tayini istenemez.
TMK’nın 428. maddesi uyarınca da, isteğe bağlı kısıtlama sebeplerinden biri varsa, ergin bir kişiye kendi isteği üzerine bir kayyım atanabilir. İradi vesayet altına alınma hükümleri çerçevesinde kişi yaşlılığı, hastalığı, tecrübesizliği nedeniyle şahsına bir kayyım atanmasını talep edebilir.
Kayyım atanması davasında husumet mutlaka şirkete karşı da yönetilmelidir. Yargıtay kökleşmiş içtihatları ve yerleşmiş görüşü de bu yöndedir (——- Hukuk Dairesi —— esas, ——– karar sayılı ilamı, —– Hukuk Dairesinin —- tarih, —– karar sayılı ilamı, — Hukuk Dairesi’nin ——– esas,———– karar sayılı ilamı, ——-HD’nin — tarihli, E.———- tarihli, E.—— sayılı; — ta rih, E.— K— sayılı; ———– tarihli, E.—K—— sayılı kararları, Yine kooperatiflere ilişkin olarak ——- Hukuk Dairesinin — esas, — karar sayılı, —- tarih,—-esas, — karar sayılı,——– tarih, — esas, ———— karar sayılı ilamları.) Ancak işbu davada davacı vekili davayı şirkete yöneltmemiştir.
Taraf ehliyeti dava şartlarından olup, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 50’inci maddesi uyarınca taraf ehliyeti medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahip olmakla mümkündür. HMK. m. 50 uyarınca, medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine sahiptir. Buna göre, taraf ehliyeti, bir davada taraf olarak bulunabilme ehliyeti olup, maddi hukuktaki hak ehliyeti kavramının medeni usul hukukundaki yansımasıdır.
Yukarıda belirtildiği gibi, davacı işbu davayı, kayyım atanmasını istediği şirkete yöneltmemiştir. Bu nedenle işbu davada davalı tarafta taraf ehliyeti bulunan kimse yoktur.
Ancak, davacının bundan sonra davayı kayyım atanmasını istediği şirkete yöneltmesinin mümkün olup olmadığının tartışılması gerekmiştir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Tarafta iradi değişiklik” başlıklı 124’üncü maddesinde; bir davada taraf değişikliğinin, ancak karşı tarafın açık rızası ile olanaklı olduğu bildirildikten sonra, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği isteminin, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edileceği, dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkimin karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği isteminin kabul edebileceği açıklanmıştır. Nitekim madde gerekçesinde de, taraf değişikliğini mutlak olarak davalının rızasına bağlamanın yargılama ilişkisini katı bir şekle bağlayarak yargılamaya hâkim olan ilkelerden “usul ekonomisi ilkesi” ile bağdaşmayacağı belirtilmiştir.
Bu durumda; davacı kendisinden beklenen tüm çaba, özen ve önlemlere rağmen davalının tespit edemiş ya da tespit edememe durumu bir yanılgıya dayanıyor ve bu da açıkça dürüstlük kuralına aykırılık arz etmiyor ise; bu dava ilişkisi yönünden, daha sonra da kendilerine dava açılması mümkün olmalıdır.
Ancak işbu davada davacı, ortağı olduğu şirkete kayyım atanmasını talep etmekte olup, bu şirketin davalı gösterilmesi gerektiğini bilmesi gereklidir. Bu nedenle HMK.nun 124. Maddesinin bu davada uygulanma olanağı bulunmamaktadır.
Ayrıca Medeni usul hukukumuzda, dahili dava yoluyla dava açıldıktan sonra dahili dava yoluyla davanın yeni davalıya yöneltilmesi müessesi de bulunmamaktadır.
Bu nedenlerle, davacıya bu yönde bir süre verilmesi de mümkün görülmemiştir.
Yukarıda açıklandığı üzere HMK 114/1-d maddesi uyarınca tarafların taraf ehliyetine sahip olmaları dava şartıdır.
İşbu davada, davalı tarafta kayyım atanması istenen şirketin bulunması zorundulur.
Davacı, davayı kayyım atanmasını istediği şirkete yöneltmememiştir.
HMK.nun 115. maddesine göre Mahkeme dava şartlarının mevcut olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden araştırmak zorundadır.
Tüm bu nedenlerle, ——— Adliye Mahkemesi —- Hukuk Dairesinin ——–Esas, ————–Karar sayılı ilamı da dikkate alınarak, HMK’nun 114/1-d ve 115. maddeleri gereğince davalı tarafın taraf ehliyeti bulunmadığından davanın usulden reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM (Yukarıda Açıklanan Nedenlerle):
1-HMK’nın 114/1-d ve 115/2 maddeleri uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle davanın USULDEN REDDİNE,
2-Harçlar kanunu uyarınca alınması gereken 54,40 TL harç peşin olarak alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına,
3-Davacı tarafından yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Davacı tarafından yatırılan gider avansının kullanılmayan kısmının 6100 sayılı HMK md. 333 uyarınca karar kesinleştiğinde davacıya iadesine,
Dair; davacı vekilinin yüzüne, gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içinde —————-Adliye Mahkemesinde istinaf yasa yolu açık olmak üzere oybirliğiyle verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 24/06/2020