Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 12. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/21 E. 2021/714 K. 21.09.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. İstanbul Anadolu 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO: 2020/21 Esas
KARAR NO: 2021/714
DAVA: Tazminat (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ: 03/01/2020
KARAR TARİHİ: 21/09/2021
Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Ticari Satımdan Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkili tarafından —– davacı tarafından ithal edilen ——edilmiş olduğunu — nedeniyle —- aracın içerisine —- —– zarar verdiğini, bu kapsamda —- ücreti karşılığında hasarın neden kaynaklandığının tespitinin talep edilmiş olduğunu, bu tespit sonucunda aracın —– bağlantılarının —- kenarında —- meydana geldiğinin belirtilmiş olduğunu, müvekkil tarafından bu hasarın giderilmesi için —– ödeme yapıldığını beyanla, sistem hatası nedeni ile müvekkile ait —– plaka sayılı binek aracında oluşan hasarın davalılardan müteselsilen alınarak müvekkiline verilmesini, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa tahmiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA
Davalı —- dilekçesinde özetle; davanın zamanaşımı nedeni ile davanın reddedilmesi gerektiğini ve araçta ayıp olmadığını, davacının iddialarını kabul etmediklerini, müvekkilinin aracın ——— nolu davalıya nefaset indnirimli olarak satış yapılmış olduğunu, bu nedenle müvekkilinin aktif husumet ehliyetinin olmadığını beyanla davanın reddine karar verilerek yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa tahmiline karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
Davalı — vekili tarafından verilen cevap dilekçesinde özetle; davanın zamanaşımı nedeniyle reddedilmesi gerektiğini, davanın —tarihi itibariyle zamanaşımına uğramış olduğunu, müvekkilinin aracın üreticisi, satıcısı ve ithalatçısı olmadığını, bu nedenle davanın husumet yokluğundan da reddedilmesi gerektiğini, araçta ayıp bulunmadığını, müvekkilinin sadece davacının talebi doğrultusunda onarımı gerçekleştirmiş olduğunu, ayrıca davacının —-sene gibi uzun bir süre hasara müdahalede bulunmadığı gibi hasarın boyutunun büyümesine kendi ihmali ile neden olmuş olduğunu, dava konusu aracın tavanında —– bulunduğunu ve kumanda sistemi ile açılıp kapanabildiğini,—– yollarının ve ilgili tesisatların aracın tavanında yer aldığını, söz konusu sistemin yağışlı havalarda kapalı tutulması gerektiğini, ayrıca yağışsız havalarda kullanıldığında da klavuzun —— belirtildiği üzere—– yapılması gerektiğini, aracın—- —– yanında su tahliyelerinin bulunduğunu, suyun bu kanallar vasıtası ile dışarıya atıldığını, bu kanalların aracın altında olduğunu, bu kanalların tıkanmaması gerektiğini, aksi taktirde suyun tahliye edilemeyeceğini ve çerçevelerden içeriye su girebileceğini, aracın temizliği ve bakımının davacının sorumluluğunda olduğunu, ayrıca aracın — bakımdan sonra servis girişinin olmadığını ve yaklaşık —– gidilmiş olduğunu. nitekim —– emrinde — belirilmiş olduğunu, ve —–araç yıkamaları esnasında araca su girmiş olduğunu, aracın —– tarihinden dava konusu hasar meydana gelene kadar bakıma götürülmemiş olduğunu, bu nedenlerle konunun üretim hatası ile ilgisinin bulunmadığını, hu kapsamda bilirkişi incelemesi yapılmasını ve davanın reddedilmesini, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa tahmiline karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE: Dava hukuki niteliği itibariyle, araçta meydana gelen arıza sebebi ile meydana gelen zararın tazminine yönelik olarak açılan tazminat davasıdır.
Mahkemece yapılan yargılama sırasında taraflarca gösterilen deliller toplanmış ve konunun incelenmesi uzmanlık gerektiren yönleri bulunduğundan bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.
Bilirkişi heyeti tarafından verilen raporda özetle; “Mahkemece belirlenen uyuşmazlık noktaları bakımından değerlendirmede araçta gizli ayıbın bulunup bulunmadığı, hasarın imalattan veya davacının kullanımından meydana gelip gelmediği hasarın meydana geldiği tarih ile aracın satın alındığı tarih aralığı dikkate alındığında aracın olağan kullanımı halinde gelebilecek bir durum olup olmadığı, hasarın ne kadara giderilebileceği hususunda teknik bakımdan değerlendirme neticesinde, dava konusu aracın ———araç olduğu, söz konusu aracın dosya muhteviyatına sunulmuş—- dokümanların incelenmesinde en son—– servis bakımına sokulmuş olduğu, söz konusu kilometreden sonra aracın bakımı onarımı yapıldığı — kadar olan bakım kayıtlarının dosya muhteviyatında bulunmadığı, su tahliye sistemlerinin aracın gerek mekanik, gerekse elektronik aksamlarının senkronize çalışabilmeleri için önemli olduğu. dava konusu aracın servis kayıtları ile de sabit olduğu üzere—– kanallarının bakım eksikliği nedeniyle tıkanmış olduğu, uzun süre tıkalı kalan ——sağlanamamış olması nedeniyle — tahliye olamayan suyun sağ arka kısımda hasara yol açmış olduğunun tespit edildiği göz önüne alındığında, sağ arka —– direğinden suyun bagaja inmiş olması olabileceği, bu nedenle tıkalı olan arka tahliye kanalında biriken suyun bagaj kısmına sızarak burada bulunan elektronik cihazlara zarar verdiği, bu kapsamda söz konusu aracın gizli ayıplı mal olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, davalıların ayıptan sorumlu olup olmadığı hususunda, sözleşme bakımından değerlendirme neticesinde, davacı dava dilekçesinde —–plakalı araçta oluşan hasarın davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmişse de teknik inceleme neticesinde aracın gizli ayıbın olmadığı, aracın su tahliye kanallarının bakım eksikliği nedeniyle tıkanmış olduğu tespit edildiğinden, mahkemece davalıların kusurlu olmadığı kabul edilecek olursa bu halde oluşan hasarın davalılara yüklenemeyeceği” şeklinde rapor sunulmuştur.
Bilirkişi heyeti tarafından verilen ek raporda özetle; ” su tahliye kanallarının bakım eksikliği nedeni ile tıkanmış olduğu, uzun süre tıkalı kalan su tahliye borularından su akışkanlığının sağlanamamış olması nedeni ile —- tahliye olmayan suyun sağ arka kısmında hasara yol açmış olduğunun tespit edildiği göz önüne alındığında, sağ arka —- bagaja inmiş olması olabileceği, bu nedenle tıkalı olan arka tahliye kanalından biriken suyun bagaj kısmına sızarak burada bulunan elektronik cihazlara zarar verdiği, bu kapsamda aracın gizli ayıplı mal olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, araçta su tahliye kanallarının tıkalı olması nedeni ile temizlik yapılmamış olduğu, sağ arka —- direğinden suyun bagaja inmiş olabileceği, bu durumun elektronik cihazlara zarar verdiği, — yapılan iş emrinde aracın —– tahliye arka kısmının tıkalı olduğu ve bagajın sağ tarafından —- aldığı,—– değişmesi gerektiği, bu tespitlerin yapıldığı tarihte aracın —olduğu, —- ile yapılmış olduğu, dava konusu aracın — tarihinde araç —- bakımından yapılmış olduğu ve dosya muhteviyatında —-yapılan bakımlara yönelik bilgi, belge ve döküm bulunmadığı, kök rapor görüş ve kanaatlerini değiştirecek bilgi, belge ve doküman dosya muhteviyatına ibraz edilmemiş olduğundan kök raporda ki görüş ve kanaatlerin aynen devam ettiği —–
Tarafların tacir olup, uyuşmazlığın ise ticari nitelikteki satım sözleşmesinden kaynaklanması nedeniyle olaya—– uygulanması gerekmektedir.
Türk Borçlar Kanunu’nun satım sözleşmesine dair hükümlerinin —-esasen tacirler arasında yapılan satım sözleşmelerine de uygulanması benimsenmiştir. Bununla birlikte satım sözleşmesinde malın ayıplı olması halinde özel hükümler öngörülmüştür — Dolayısıyla tacirler arası satım sözleşmelerine— hükmü de uygulanacaktır.
—–satıcının, satılanın zilyetlik ve mülkiyetini alıcıya devretme, alıcının ise buna karşılık bir bedel ödeme borcunu üstlendiği sözleşmedir.” şeklinde tanımlanmıştır. Satım sözleşmesi—— başka deyişle tam iki tarafa karşılıklı borçlar yükleyen bir sözleşmedir. Tam iki yanlı sözleşmelerde, her iki yan birbirine karşı birer asli edim ile çeşitli yan ve tali edimler yüklenirler. Eş deyişle bu sözleşmeler nitelikleri gereği yanlardan her birini zorunlu olarak alacaklı ve borçlu kılar. Yanlardan her biri karşı edimi elde etmek için borç altına girer. Satıcının malın teslimi ve mülkiyetinin alıcıya geçirilmesi yükümlülüğü yanında satılanın ayıplardan ari olmasını sağlama yükümlülüğü de bulunmaktadır.
Bu noktada uyuşmazlığın temelini oluşturan “ayıp ve ayıba karışı tekeffül” kavramları üzerinde durmakta yarar vardır:
Ayıba ilişkin hukuki düzenleme, dava konusu uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken —- almaktadır. Düzenlemede “Satıcı, alıcıya karşı herhangi bir surette bildirdiği niteliklerin satılanda bulunmaması sebebiyle sorumlu olduğu gibi, nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan, kullanım amacı bakımından değerini ve alıcının ondan beklediği faydaları ortadan kaldıran veya önemli ölçüde azaltan maddi, hukuki ya da ekonomik ayıpların bulunmasından da sorumlu olur. Satıcı, bu ayıpların varlığını bilmese bile onlardan sorumludur.” denilmektedir.
Öğretide ayıp satılanda, hasarın geçtiği anda, vaad edilen nitelikleri bir diğer ifade ile bulunması gereken bir özelliğin bulunmaması ya da bulunmaması gereken bir kusurun ya da eksikliğin bulunması ya da dürüstlük kuralı gereğince ondan beklenen lüzumlu vasıfları taşımaması hali olarak tanımlanmakta ve maddi, hukuki ya da ekonomik ayıp şeklinde sınıflandırılmaktadır. Maddi ayıp bir malda madden hata bulunmasıdır — Hukuki ayıp malın kullanımının hukuken sınırlandırılmış olmasıdır —– Ekonomik ayıp ise malın iktisadi vasıflarında eksiklik olmasıdır.
Ayıba ilişkin diğer sınıflandırma, ayıbın açık ve gizli olup olmamasına göre yapılmaktadır. Açık ayıp hemen ilk bakışta ya da yüzeysel bir muayene ile tespit edilebilen ayıptır. Durumun gerekli kıldığı, muayene ile anlaşılamayan ayıplar, gizli ayıptır. Alıcı gizli ayıpları araştırmakla yükümlü değilse de ayıp meydana çıkar çıkmaz hemen ihbar etmelidir —— Derhal kavramı, halin icabına uygun fazla vakit geçirmeden bildirim olarak anlamak gerekir.—- süresi altı ay olduğunun belirlenmesi nedeniyle gizli ayıplarda azami ihbar süresi altı aydır. —-edilmiş, yani maldaki ayıp ondan bilerek saklanmış ise Kanunun öngördüğü çözüm satıcı bakımından ağırlaştırılmış bir sorumluluğu gerektirmektedir. ——göre Ağır kusurlu olan satıcı, satılandaki ayıbın kendisine süresinde bildirilmemiş olduğunu ileri sürerek sorumluluktan kısmen de olsa kurtulamaz.
Ayıba ilişkin bu genel açıklamadan sonra belirtmek gerekir ki satıcının ayıptan sorumluluğuna da —— denmektedir. Ayıba karşı tekeffül şartlarının gerçekleşmesi durumunda alıcının kendisine tanınan hakları kullanabilmesi için Kanun tarafından kendisine yükletilmiş olan külfetleri yerine getirmelidir. Külfet, alıcının satın aldığı malı muayene etmesi ve bir ayıbın ortaya çıkması halinde bunu satıcıya ihbar etmesidir. Alıcı külfetleri yerine getirmediği takdirde ayıba karşı tekeffül hükümlerinden yararlanamaz.
Külfet teknik anlamda bir yükümlülük veya borç değildir. Külfet, mülkiyetten farklı olarak herhangi bir borç yaratmayan, yerine getirilmediği takdirde o konuda sağlanmış olan hakların kaybedilmesi sonucunu doğuran bir davranış olarak tanımlanabilir. Burada muayene ve ihbar külfetini yerine getirilmemesi halinde alıcının satılanı kabul etmiş sayılacağına dair yasal bir karine söz konusudur. Dolayısıyla külfetlerin yerine getirilmemesi seçimlik hakların kullanılmasına engel olur, alıcı malı o haliyle kabul etmiş sayılır.
Ticari satımlarda muayene ve ihbar külfeti TTK 25/3. maddede düzenlenmiştir. Bu hükme göre “ Emtianın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise alıcı iki gün içinde keyfiyeti satıcıya bildirmeye mecburdur. Açıkça belli değilse alıcı emtiayı teslim aldıktan sonra sekiz gün içinde muayene etmeye veya ettirmeye ve bu muayene neticesinde emtianın ayıplı olduğu ortaya çıkarsa, haklarını muhafaza için keyfiyeti bu müddet içinde satıcıya bildirmeye mecburdur.” Ancak ayıp ihbarının bu süre içinde satıcıya ulaşması şart değildir. Bu süre içinde satıcıya ulaşmasa bile alıcı haklarını korumuş olur. — sonradan ortaya çıkması halinde— maddesinin uygulanacağı belirtilmiştir. —–alıcının, devraldığı satılanın durumunu işlerin olağan akışına göre imkân bulunur bulunmaz gözden geçirmek ve satılanda satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp görürse, bunu uygun bir süre içinde ona bildirmek zorunda olduğu, alıcının gözden geçirmeyi ve bildirimde bulunmayı ihmal etmesi halinde, satılanı kabul etmiş sayılacağı, ancak, satılanda olağan bir gözden geçirmeyle ortaya çıkarılamayacak bir ayıp bulunması hâlinde, bu hükmün uygulanmayacağı, Bu tür bir ayıbın bulunduğu sonradan anlaşılırsa, hemen satıcıya bildirilmesi gerektiği; bildirmezse satılan bu ayıpla birlikte kabul edilmiş sayılacağı düzenlenmiştir.
Alıcı ihbar külfetini yerine getirmiş ise zamanaşımı süresi içinde Borçlar Kanununun —–de kendisine tanınan hakları dava yoluyla talep edebileceği gibi zamanaşımı süresi dolsa bile kendisine karşı açılan davada ayıptan doğan defi hakkını ve seçimlik haklarını ileri sürebilir. Bu halde artık alıcının ayıpları bildiği ya da bilmesi gerektiği konusunda ispat yükü satıcıya aittir. Zira bu suretle satıcı yasal olarak kendisine düşen bir sorumluluğu reddetmektedir.
Ayıp ihbarının yasal sürede yapılıp yapılmadığını kimin kanıtlaması gerektiğini bulabilmek için hukukumuzda “ispat yükü”nün nasıl düzenlendiğine bakmak gerekmektedir.
Bir davada çekişmeli olguların kimin tarafından ispat edilmesi gerektiği konusuna, ispat yükü denir.
Her iki taraf da ispat yükünün kime düştüğünü gözetmeden delil göstermişler ise bu halde hâkimin ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmasına gerek yoktur. Çünkü hâkim, ilk önce tarafların gösterdikleri delilleri incelemekle yükümlüdür.
İki tarafın —– gösterdiği deliller ile davaya ilişkin bütün çekişmeli olgular aydınlanmış ise yine ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmakta bir yarar yoktur. Buna karşılık, gösterilen delillerin hâkime dava hakkında tam bir kanaat vermemesi halinde, ispat yükünün hangi tarafa düştüğünün tespit edilmesinde yarar vardır.
Delillerin davayı etkileyecek çekişmeli hususlarda gösterileceği ve ispat faaliyetinin çekişmeli vakıalar için söz konusu olduğu hususu göz önünde bulundurulmalıdır ——
Türk Medeni Kanunun 6. maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” denilmiştir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 190. maddesinde ise bu düzenlemeye paralel bir düzenleme getirilmiştir. Anılan maddede “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” denilmiştir.
İspat yükü ilk önce kural olarak davacıya düşer; yani davacı davasını dayandırdığı olguları ispat etmelidir.
Somut olayda davalı — tarafından ithal edilen davalı ——satın alınan araçta imalat hatası olduğu edilerek davacı tarafından dava açılmış ise de mahkememizce alınan bilirkişi raporunda davaya konu araçta gizli ayıp bulunmadığı, araçtaki arızanın su tahliye kanallarının bakım eksikliğinden kaynaklandığının tespit edildiği, yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda davacının iddialarını ispat edemediği anlaşıldığından davalılar —-aleyhine açılan davanın reddine karar vermek gerekmiştir.
Bilindiği üzere taraf koşulu; —-gereğince dava şartı olup kamu düzeni ile ilgisi sebebiyle yargılamanın her aşamasında resen göz önüne alınması zorunludur.(HMK 115/1).
Davada taraf sıfatı (husumet) dava konusu yapılan, maddi hukuktan doğan (subjektif) hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı (husumet) dava konusu subjektif hakka ilişkindir. Başka bir ifadeyle sıfat, dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilenlerin, maddi hukuk açısından, gerçekte bu niteliği taşıyıp taşımadığıyla ilişkilidir ve esas hakkında verilecek olan kararın içeriğinin belirlenmesi bakımından önem taşır. Yoksa, sıfatın hakim açısından tarafın hak sahipliğine yönelik olarak karar verilinceye kadar, yargılamanın yürütülmesi bakımından, herhangi bir önemi yoktur. Davayı takip yetkisi ise yargılamanın kim tarafından yürütüleceği sorusunun cevabını teşkil eder. Dolayısıyla, davayı takip yetkisi tümüyle usuli bir kavramdır. O nedenle, hukukumuzda taraflara ilişkin dava şartları arasında düzenlenmiştir. Buna karşılık, sıfat ise, dava dilekçesinde taraf olarak gösterilenlerin, maddi hukuk bakımından gerçekte hak sahibi ve yükümlü konumda bulunup bulunmadığıyla ilişkili olduğu için esasa ilişkindir; yani, bir maddi hukuk sorunudur. O nedenle, hüküm anında mevcut olmalıdır; bir başka ifadeyle, sıfat, bizatihi hükümde somutlaşır; zira, tarafların haklılık durumu hüküm ile belli olur. Sonuç olarak, davanın yürütülmesi ve karara ulaşılmasındaki süreç, davayı takip yetkisini; bu sürecin bitiminde elde edilen maddi hukuka yönelik sonuç ise sıfatı ifade eder. Öte yandan, davayı takip yetkisi, usuli bir soruna ilişkin bulunduğu için dava şartıdır; eksikliği, davanın usulden reddi sonucunu doğurur; buna karşılık, sıfat ise subjektif hakkın özüne ilişkin olduğu için, bir maddi hukuk sorunu teşkil eder ve maddi hukuk anlamında bir itiraza vücut verir. Eksikliği anında verilecek karar, usulden red değil; davanın sıfat (husumet) yokluğu nedeni ile red kararı olup, esasa ilişkin bulunduğundan o davada taraf olarak gösterilen kişiler açısından, maddi anlamda kesin hüküm gücüne sahip olacaktır —–
Uygulamada sıfat için — kullanılmaktadır. Fakat, husumet ——- terimleri için de kulanıldığı görülmektedir. Böylece, bugün uygulamada kullanılan —- teriminin belirli bir anlamı yoktur. Bu terim ile neyin kastedildiğini anlayabilmek için her olayın ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Bu nedenle, husumet terimi yerine, daha açık olan taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve taraf sıfatı terimlerinin kullanılması doğru olur. Yukarıda da belirtildiği gibi, sıfat, dava konusu yapılan ve maddi hukuktan doğan hak ile taraflar arasındaki ilişkidir. Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen kişiler şeklen o davanın taraflarıdır. Ancak mahkemenin bu taraflar arasında dava konusu hakkın esası bakımından bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, bu kişilerden birinin o davada gerçekten davacı veya davalı olmak sıfatı yoksa, dava konusu hakkın esasına ilişkin bir karar verilemez ve dava sıfat yokluğundan (husumetten), esastan reddedilir. Taraf sıfatının (davacı bakımından aktif husumet ehliyetinin; davalı bakımından, pasif husumet ehliyetinin) yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için (def’i değil) bir itirazdır. Diğer bütün itiraz hallerinde olduğu gibi sıfat yokluğu da ancak dava dosyasından anlaşılabildiği ölçüde hakim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir. Sıfat yokluğu, bir davada dava şartlarından sonra, yani tahkikat aşamasında incelenir. Sıfat yokluğunun, mümkünse diğer itirazlardan önce incelenmesi gerekir. Çünkü, taraflardan birinin taraf sıfatı yoksa, diğer itiraz ve def’ilerin incelenmesine gerek kalmaz —-
Nitekim yukarıda açıklanan ilkeler —–kararlarında da vurgulanmıştır.
Davacının, davaya konu araçta meydana gelen hasarın tespit ve onarımını yetkili bayi olan davalı —- yaptırdığını beyan etmesi karşısında imalattan kaynakladığı iddia olunan hasarın tazminine ilişkin satım sözleşmesine dayalı talep bu davalı—- karşı yöneltilemeyeceğinden davalı —–Aleyhine açılan davanın pasif husumet yokluğu nedeni ile reddine karar verilmiştir.
Gizli ayıp olduğu iddia olunun hasarın meydana geldiği tarih ve dava tarihi nazara alındığında davalıların zamanaşımı itirazı da reddolunmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davalı—-açılan davanın pasif husumet yokluğu nedeni ile REDDİNE,
2-Diğer davalılar— açılan davanın REDDİNE,
3-Karar harcı 59,30-TL ‘den davacı tarafça peşin olarak yatırılan 170,78 TL harcın mahsubu ile artan 111,48 -TL harcın, karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacı tarafa iadesine,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
5-Davalılar tarafından yapılan yargılama gideri bulunmadığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
6-Davalılar —- kendilerin vekille temsil ettirdiğinden karar tarihinde geçerli A.A.Ü.T. deki esaslara göre belirlenen 4.080,00-TL nispi vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
7-Davacı tarafından dosyaya yatırılan ve sarf edilmeyen gider avansının karar kesinleştiğinde davacı tarafa iadesine,
8-Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A-(13) maddesi ve Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Yönetmeliğinin 26/2 maddeleri ile Arabuluculuk Asgari Ücret Tarifesi uyarınca—- bütçesinden ödenen 1.320-TL arabuluculuk ücretinin davacıdan tahsili ile Hazineye Gelir Kaydına,
Dair; davacı vekili ile davalı —- yüzüne karşı diğer davalıların yokluğunda gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içinde —— Mahkemesinde istinaf yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 21/09/2021